Z / Yazılar - Annesi Onu Doğurmamış, Sıçmış

Gürkal Gençay
85

ŞİİR


7

TAKİPÇİ

Z / Yazılar - Annesi Onu Doğurmamış, Sıçmış

(Kusuru kendisine söylenmeyen biri, ayıbını hüner sanır... ''Sadi'')

Geçtiğimiz hafta içinde Beykoz’da sahipsiz bir köpeğin birkaç kişiyi ısırdığına ilişkin haberler medyada yer aldı.
Olay günlerce televizyonlarda, gazetelerde spekülatif olarak yer aldı, işlendi...
Ve sonunda sevgili(!) medyamız o bildik, o tanıdık tavrını sergileyerek konunun akademik – bilimsel yanında yer alan isimler yerine, bir bilen olarak Hıncal Uluç’un dâhiyane(!) fikirlerine başvurdu...
Bay maydanoz da eline geçen bu yağlı fırsatı histeri halinde değerlendirerek yine iğrençliklerini ve nefretini sokak köpeklerine ölüm fetvası şeklinde kustu.

Peki, kimdir bu Hıncal Uluç? Konunun ne kadar bilincindedir, çevre konusunda-hayvanlar konusunda ehl-i vukuf’mudur? ..
Medya hangi ölçütlere, hangi kriterlere göre bu elemanın hastalıklı fikirlerine çanak tutmaktadır?
Sizler de benim gibi sayısını daha da çoğaltabileceğimiz bu soruların yanıtlarını merak ediyorsunuz değil mi?
''..aslında çok basit...''

Hıncal Uluç, beyinlerindeki sansürü haberlerine ve manşetlerine taşıyan medya dünyasının maaşlı bir adamı.
Yani o yapının bir elemanı, o yapının bir parçası...
“..cevap bu...”

Daha önce yaşanılan kuduz şayiasına binaen katledilen hayvanlara yapıldığı gibi, Beykoz’daki sokak köpeği de ısırılma olayından hemen sonra yetkililerce(!) katledildi... (Onlar buna “etkisiz hale getirildi” diyorlar.)
Garip hayvan belki açtı ve ısırıldığı söylenen kişilerden birinin elindeki yiyeceğe hamle yapmıştı ve kovalamıştı...
Belki kendisinden korkan birileri tarafından taşlanmıştı ve paniğe kapılmış, kendini savunmak istemişti...
Belki mahallenin yaramaz çocukları tarafından hırpalanmış, kızdırılmıştı...
Belki (aynı insanlarda da olduğu gibi) asabi, agresif bir yapısı vardı...
Belki çocukları vardı yakınlarda; onları korumadaydı...
Onu bu denli hırçın kılabilecek diğer bütün ihtimaller göz ardı edilerek hüküm verildi: “Kuduz! ”
..ve öldürüldü...

Yani, şimdiye kadar olduğu gibi bu olayda da baştan yanlış yapıldı. Kuduz ihtimaliyle bütün hayvanlar öldürüldü...
Bakın “ihtimali” diyorum... Yani ortada asla kesin bir veri yokken...
Öldürülen hayvanlar hıfzısıhha’ya (büyük bir ihtimalle de yalnızca kesilen kafaları) götürüldü ve oralardan alınan pozitif raporlar ile kent sokaklarında yaşamını zaten güçlükle sürdürebilen diğer gariban hayvanlarında ölüm fermanları yazıldı.
Aslında yapılması gereken ve doğru olan şey, ısırma olayının müsebbibi olan köpeğin ya da kuduz olmasından kuşku duyulan hayvanın yetkililerce zarar verilmeden, onu yaralamadan yakalanıp bir müşahede merkezinde en az on gün tutulması idi.
Müşahede altındaki canlının su ve yemek ihtiyaçları karşılanarak açlıktan ölmemesi ve dolayısı ile yanlış bir kanının oluşmasını önlenmesi idi.
Bütün bunlar yapıldıktan sonra, gözlem altındaki hayvan gerçekten kuduz ise bu süre zarfında zaten ölecek, yok eğer değilse de koskoca bir bölge karantina altına alınmayacak, hem bölge insanları tedirginlik yaşamayacak, hem de zavallı hayvanlar katledilmeyecek ve insanlar da günlerce boşu boşuna kuduz aşısı yemeyeceklerdi...
Ölü bir hayvanın beyin hücreleri üzerinde yapılan kuduz araştırması kesinlikle net/ sağlıklı bir sonuç vermez... Kesinlikle! ..
Yok böyle bir şey, dünyada böyle bir uygulamanın örneği asla yok...
Ölü bir hayvanın ya da sadece kesilmiş başının üzerinden yapacağınız araştırmaların bulguları menenjit ile tetanos ile hemen hemen aynı sonuçları vermektedir... Açın, literatüre bakın...
Kaldı ki, kuduz konusunda, %35’lik bir yanılma payı da her zaman mevcuttur.
Doktorlar da (müşahede müessesesi olmadığı ya da olsa bile çalıştırılmadığı için) %35’lik riskin altına girmeyerek ve bunun için pozitif raporlar düzenleyerek (garibanların arayanı soranı da olmadığı için) faturayı sokaklardaki zavallı hayvanların yaşamlarına kesmektedirler.

Şimdi; medya bu bilgileri doğru olarak verebilecek, hastalığa sebep olan virüsün en dayanıksız virüslerden biri olduğunu, açık havada birkaç saniyeden fazla yaşayamadığını, ısırılma durumunda yaranın hemen yıkanması halinde rizikonun ortadan kalkabileceğini, “gerçek kuduz”un ne olup olmadığı konusunu anlatabilecek bir bilim adamı ile mülakat yapmış olsa, olay saydamlaşacak, sıradanlaşacak ve zamanla haber olarak bir değer taşıma özelliğini de kaybedecektir.
Şimdi düşünün; ve olaya bir de tersinden bakın.
Medya böyle birşeyi yaparak niye bindiği dalı kessin ki? ..
“Değil mi? ”
Onlar gidip Hıncal gibi (kendi yarattıkları kerameti kendinden menkul herifleri) sivri dilli, marjinal (Arto ve Levent Oran) gibi tipleri bulup konu hakkında bilgilerinin / birikimlerinin olup olmamasına bakılmaksızın onları konuşturup suni gündemler oluşturma çabalarını sergilemekteler...
“..görünen bu...”

Duyduğuma göre kartel medyasından bir patron (ya da çok yakını) kuduz aşısını ithal eden ve bu konuda tekel sayılabilecek bir firmanın(Pastör) ortaklarından imiş...
Bunu duyduğumdan beri düşünüp duruyorum...
Şimdi, bu patron abimiz, sahibi olduğu gastelerinin köşelerini tahsis ettiği kalemşorlardan ve paralı askerlerinden bu tip olaylarda spekülatif yazılar yazmalarını ve bu yaklaşımla yazılan yazılar sayesinde bir panik ortamının oluşturulmasını istemiş olabilir mi acaba?
Ve yaratılan bu kaotik ortam içinde, üretiminden tüketimine kadar olan süreç boyunca “soğuk zincir halkaları”nda olması gereken bu opsiyonel aşıyı millete iteliyor olamaz mı?
“..yok; yani... masumane soruyorum yalnızca...”
Belki de “şeytanın gör dediğini söylüyorum, kimbilir? .. Ha, olamaz mı yani böyle bir şey? ...
..elbette olabilir...
Bu ülkede bu taktikle hepatit aşıları, grip aşıları şakır şakır satılmadı mı?
..elbette satıldı...

Benim necip halkım, sanki tek tip grip virüsü varmış gibi gidip aynı aşıyı milyonlarca lira karşılığında yemediler mi?
..elbette yediler...

Peki, gözlerinden çakmak çakmak zekâ ışıltıları saçan bu millet bacağına kedi sürtünse, beş metre ötesinden bir köpek geçse (hele bu panikle bir de gaza gelmişse) gidip aslanlar gibi aşısını olmaz mı?
..elbette olur...
Hem de parasını takır takır saymaz mı, peşin.
..e, sayar elbet...
“..başka söze gerek var mı? ..”
Peki, şimdi bu olayda günlerce boşu boşuna kuduz iğnesi yiyecek olan insanlardan biri (yerli/ niteliksiz ya da soğuk zincirden kopmuş, yani bayatlamış aşıdan kaynaklanabilecek) bir olumsuzlukta kuduz olsa ve bağıra çağıra geberip gitse o zaman ne olacak?
Ha, o zaman ne diyecek bay maydanoz?
Sonuçta o aşının içinde de uyutulmuş kuduz virüsü var. Bayat aşı içindeki virüsler ise uyanık, hepsi cin gibi...
Ona “bir bilen” olarak danışan hayvansever olduğunu iddia eden ve gazetelerinde, televizyonlarında sürekli hayvan haberlerine yer veren, hayvan filmleri oynatan ikiyüzlülük abidesi medya ve köşe yazarları nasıl açıklayacaklar bu durumu?

-“ Yahu, çok mu sıkıntı çekiyorsunuz ya? .. Çok mu haber sıkıntısı çekiyorsunuz? ..”

Dün radyo ajansında dinledim.(Özgür Radyo) Biri Bursa’da, diğeri başka bir Anadolu kentinde iki genç çektikleri ekonomik sıkıntı yüzünden intihar etmişlerdi. Öyküleri trajikti.
Ama boyalı basında yer bulamamıştı bu öyküler.
Ülkede hiçbir şey yolunda gitmezken, aklınıza hayalinize gelebilecek bütün demokratik kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşları meydanlardayken, açlıktan / yoksulluktan insanlar boku bokuna ölüp gidiyorlarken, İMF politikalarıyla/Dünya bankası dayatmalarıyla ülke Avrupa/ Amerika kartellerine, tröstlerine karış karış satılıyorken; bizim bir bilen ne diyor;
-“Uygar ülkelerde böylesi primitif manzaralar görülesi şeyler değildir. Uygar ülkelerde sokak köpekleri ve bunlardan kaynaklanan ölümler olmuyor. Benim ülkem de AB’ye girecekse sokaklarını köpeklerden temizlemelidir. Yani hepsini toplayıp uyutmalıdır...”
..Böyle bir abuk cümleyle başlamış hazret...
..hepsini gebertin diyor...
Yani; şimdi kim böyle birşeyi diyorsa eğer, o adamın ciddi anlamda tedaviye ihtiyacı vardır.
Hangi saik ile, hangi nedenle söyleniyor olursa olsun...
Tıbbi açıdan söylüyorum...
Tıbbi bilgim yok ama normal ile anormal davranışların ayırımını yapabilecek melekelere sahibim elbette...
Kesinlikle demagojik bir söylemi olduğunu bildiğim çocuk ölümleri ile köpek ölümlerini birbirlerinin karşıtları olarak tercih noktasına çekmek, ölümleri görecelendirmek ve “yaşama hakkı etiği” kavramının arkasına sığınarak ve bu kavramın içini yalnızca insan unsuruna dair doldurarak (yani şoven, kafatasçı, türcü yaklaşımla) sokak hayvanlarının itlaflarını kampanyalaştırmak hiç de ahlaklı bir tavır değildir...
..bu ahlaksızlıktır, bu terbiyesizliktir, bu namussuzluktur! ..
Kendilerine gidin sorun bakın, en hızlı çevreci onlardır.
Kendilerinin ne kadar müthiş bir çevreci olduklarını söylerler ve hatta hatta bunu köşelerinde de yazarlar.
Aslında hayvanları da çok sever onlar biliyor musunuz?
“..e, tabii nerden bileceksiniz ki? ..”
İnanmazsanız sorun ya;
-“ Benim de köpeğim var, amma? ..”
-“ Ben de hayvanları seviyorum, amma? ..”

Bu “ama”ların arkasında ne var biliyor musunuz? .. Bilmiyorsanız söyleyeyim...
-“..sokaktakiler hariç, onlar ölsünler canııım...”
-“..Zarar-ül mahlukatın katli vaciptir...Allaaah, şükürler olsun...”
..”ama”nın arkası bu işte...
..ama be birader, ama be birader...
..öff ya, sıkıldık artık sizden ya...

Cıva gibi bunlar cıva... Hangi kabın içine girerlerse “cııırt” o kabın şeklini alan adamlar bunlar, jöle gibi...
..kemiksizler! ..

Siz, siz olun şunu unutmayın. Biri size birşeyler söylüyor da, söylediklerini “ama” ile bölüyorsa bilin ki “ama”nın önünde söyledikleri yalan, “ama”dan sonra söyledikleri doğrudur.

Böylesi uzlaşmaz bir çelişkiyi ben anlamakta güçlük çekiyorum.
Anladığım bir şey var; o da aslında elemanların sokak kedisi, sokak köpeği, çocuk, insan gibi dertleri yok.
“..yani böyle bir dertleri yok! ..”
-“ Hayır, böyle değil” der misiniz sayın(!) hocam? .. Elinizi vicdanınıza koyun, cüzdanınıza değil.
..elinizin cüzdanınızda olduğunu biliyorum da...

Yani, sizin anlayacağınız Türk basını/medyası her konuda olduğu gibi (bu konuda da) yine okuyucusunun gözüne at gözlüğü takıyor ve olayın yalnızca bir boyutunu işine geldiği gibi veriyor.
Dikkat edin... Minik detayları, satır aralarını ve bunun gibi argümanları değerlendirerek incelediğinizde göreceksiniz ki kakalanan bütün bu haberlerde resmi görüş hâkim...
Yani; doğru anlamda bilgilendirmeye değil, yönlendirmeye giderek okuyucusunun beynini deforme etmeye yönelik haberler veriliyor.
Oluşturulmaya çalışılan beyinsel deformasyon için de Hıncal gibi kendisini çok zeki zanneden orta zekâlı magazin çevrecisi kalemşorları kullanıyor.
Okuyucusunu aptal, salak, angut yerine koyan medya, sonra da ortalara dökülüp kendi parlatmacılığını yapıyor.
Yok büyük gazeteymiş, cartmış-curtmuş, flaş haberlermiş, çarpıcı açıklamalarmış! ...
Çarpılmaya açık olun Sabah okuyucuları, isterseniz üç kulhuvallahi bir elham okuyun...
Kendi televizyon kanallarındaki reklâm kuşaklarında ciyak ciyak “sevgili okurlar, şu kadar kupona bilmem ne marka çanak çömlek veriyoruz, amman ha yanında Sabah’ınızı almayı unutmayın” diye bağırıyorlar...
E, tabii ki satışa yönelik bir zihniyetin tüm olaylara olduğu gibi sokak hayvanları konusuna ve Beykoz’da yaşanan bu olaya bakışı da bu olur elbette.
Utanç verici, basın adına utanç vericidir bu durum...
..hadi buyrun güvenin medyaya...
Aslında Hıncal ve onun gibiler için oturup da iki satır yazı yazmaya, ya da kafa yormaya / çene patlatmaya hiç ama hiç değmez.
..kime neyi anlatacaksın ki...
Ne demiş ozan; “Meyvesiz ağacı sallama boşa, ne yaprağın düşür ne dalın incit...”

“Etik” geyiği yapan bizim mega entel Hıncal, bu kavramın ne anlama geldiğini anlaşılan bilmiyor.”Etik” kavramını ahlak sözcüğü ile eşanlamlı kullanan ve kendi deyimiyle “ortalara dökülen birkaç çaçaron dernekçi hayvansever karıyı” bu kavramın dışında tutan Hıncal, bu kadınlar için;
-“ Bunlar ne etiksiz karılar yahu...”mu diyecektir. Ya da,
-“ Bana bakın etiksizlik yapmayın” mı diyecektir. Ya da,
-“ Aferin ya adama çok etikli çocuklar yetiştirmiş be...”mi diyecektir. Elbette ki hayır...
Görüldüğü gibi orada, ahlak sözcüğü yerine “etik” sözcüğünü kullandığımızda birşeyler kulağımızı rahatsız etti değil mi? ..
E, çünkü ikisi de aynı şeymiş gibi kullanılıyor olmasına karşın, bu kelimeler aynı anlamı birebir taşımıyorlar da ondan...
“Etik” konsept olarak ahlak sözcüğünün eşanlamlısı değildir.
Hani, galat-ı meşhur da denilen, halk arasında geçerlilik/ meşruiyet kazanmış doğru bildiğimiz yanlışlar vardır.
- “Cinnet geçirmek” gibi / Aslında cinnet geçirilmez, getirilir.
- “Hizmet vermek” gibi / Aslında hizmet verilmez, edilir. Örneklerinde olduğu gibi...
Eski Yunan’dan günümüze kalan “etik” sözcüğünün tam karşılığı “Doğa ile uyumlu yaşayabilme bilinci”dir.
Ahlak kavramını, etik kavramına “Doğayla uyumlu yaşayanlar, doğayı kendisine rakip olarak görmeyenler, doğaya egemen olmak yerine doğayla barışık yaşayanlar ahlaklı insanlardır” açılımıyla eklemleyebiliriz ancak...
Peki, çevreci ve etikli Hıncal ne diyor yazılarında-sohbetlerinde?
-“ Sokak hayvanlarını öldürün! ..”
Şimdi soruyorum; doğanın yaşayan dinamiklerinden biri olan hayvanlar aleminin bir üyesine savaş açan, yerel ve merkezi yönetimleri gaza getirerek katliamlara çanak tutan/ zemin hazırlayan “Hınç”al o zaman ne kadar “etik”lidir? ..
Bütün bunlara karşın Hıncal çevreci ve etikliyse, ben mi salağım? ..
Bu arada Bay bir bilen’in “ Yahu doğa nere, şehrin göbeğindeki sokak hayvanları nere... Adı üstünde “sokak” hayvanları... Sokak dediğin şehirde olur, dağda bayırda/ doğada olmaz ki... Yağmur ormanlarında, Afrika savanalarında sokak vardı da biz inkar mı ettik? ..” dediğini duyar gibiyim...
Şimdi, bir-iki cümle ile (bu ihtimal soruları) yanıtlayalım...
Doğa içindeki canlı/ cansız dinamiklerin birbirleriyle etkileşimini tanımlayan sistemler bütünü ekolojidir.
Ekolojinin çok farklı alt başlıkları vardır...
Bunlar; Tür ekolojisi, Karma ekoloji, Derin ekoloji vb. başlıklar ile açıklanabilir. Kent ekolojisi de bunlardan biridir.
Ve kentlerde yaşayan flora / fauna dinamikleri de bu bütünün (doğanın) parçasıdırlar...
Temel mantıkta da yeri olan asal bir kaide vardır... Bütünden ayrılan parça bütünü bozamaz... Bütün yine bütündür.
Ve bütünden ayrılan parça da o bütünü temsil eder...
Birkaç cümle ile açmaya çalıştığım bu evrensel kavramların aslında Hıncal’ın zerre kadar umurunda olduğunu düşünmüyorum. Ama yine de “içimde erik kurusu kalmasın” diye yazayım dedim.
Hem sonra, niye ipinde olsun ki? .. O zaten bir bilen! .. Hem de sıkı bir çevreci...
Gökkafesi, Park Oteli, Eurogold’u, termik ve nükleer santralleri cansiparane savunan bir çevreci...
“..nasıl oluyorsa? ..”

Eurogold’un ne kadar zararsız olduğunu, hatta hatta faydalarının bile olduğunu anlatan yazılarında tesisin arıtma sisteminden geçen atık sulardan oluşturulmuş göletlerde şirin şirin ördeklerin yüzdüğünü vurguluyordu eleman.
Bilinir ki siyanüre en dayanıklı hayvanlar tavuk ve ördeklerdir...
Bütün altın şirketleri tesislerinin ne kadar zararsız(!) olduğunu göstermek için atık sularda ördek yüzdürürler...
Tavukların yüzme bilmemeleri onlar için de bir şanstır aslında...

Geçtiğimiz günlerde Yatağan’da nefes alamadı insanlar... Valilik sokağa çıkılmaması konusunda halkı uyardı...
Hıncal’ın köpeklerden korumaya(!) çalıştığı bebeler, çocuklar zehir soludular.
Biliyorum ki; höpürt höpürt radyasyonlu (aslında Seylan çayı) içen sanayi eski bakanı Cahit Aral gibi sanayi bakanları, asbestli geminin parçalarını gazetecilerin önünde “bakın bi’şey olmuyooo” diyerek ağzına, yüzüne süren (adını hatırlayamadım herifin, hafızam silip atmış) eski çevre bakanı gibi bakanlar ve Hıncal gibi düzen yalakası gasteciler olduğu sürece de soluyacaklar...
Bir garabet çünkü bu, bir sefalet aslında...
Ne diyor bu duruma peki bay Hıncal? .. Yatağan’daki bu durumu açıklayabiliyor mu?
..termik santralleri savunan hazret, hııı?
Mesela, iki bin yılının başında Tuna’yı kirleterek dünyanın en büyük çevre felaketlerinden birine yol açan tesis Bergama’daki Eurogold’tan daha yeni ve donanımlı bir tes(t) is.
Zira en son teknoloji kullanılarak daha geçen yıl (1999) bitirilmiş.
İki kere iki dört; istediğiniz kadar sağlam yapın... Sonsuza kadar dayanabilecek bir santral yapamazsınız...
..ya-pa-maz-sı-nız! ..
Anton Çehov, “Bir tiyatro oyununda sahnede dekor da olsa bir silah varsa, bilinmelidir ki o silah oyun içinde patlayacaktır.” der...
Birgün patlayıverir işte böyle, onu engelleyemezsiniz...
İstediğiniz kadar güvenli yapın ve ısrarla da güvenli olduğunu söyleyin/ yazın, neticede insan faktörü yok mu bu olayın içinde? .. İnsanlar hatalara açık canlılardır...
İstedikleri kadar okumuş çocuklar da olsalar, eğitimli de olsalar; bütün felaketlerin içinde mutlaka eğitimli insanların olduğunu görürsünüz...
Atıyorum; sonuç olarak bilgisayar teknolojisi kullanarak yapmayacak mısınız bunu?
“..ben teknoloji özürlü biri olarak soruyorum...”
Bir hacker tüm sistemi allak bullak edemez mi? .. Çok mu zor nükleer santrali koruyan sistemi çökertmesi? ..
Savunduğunuz bu ölümcül santraller aklınıza şu sözü getirmiyor mu? .. “Kılıçların verdiği zarar daima kanlı olur...”

18.Şubat.2000.Cuma tarihli Cumhuriyet gazetesinde bir haber vardı;
“Amerika’da nükleer santral radyoaktif sızıntı nedeniyle kapatıldı...”
Peki, hoca; siz Amerika’dan daha mı iyi işleteceksiniz allah aşkına savunduğunuz/ harala gürele parlatmacılığını yaptığınız o santralleri? ..
Siz Amerika’dan daha önce mi öngöreceksiniz o üç kuruşluk aklınızla?
..Hıncal Uluç! ..Okuyor musun hoca? ..
..okuyor musun bu haberleri,
..peki, birşeyler yazmayı düşünüyor musun?

-“ Yahu, Ertekin’le sohbeti bırak da bir beni dinle;
..sonra içersin kahveni...
Ha! yazmayı düşünüyor musun iki satır birşeyler?
“..elbette ki düşünmüyor...”
Bunun için yürek gerekiyor, petka gerekiyor...

Hıncal Uluç’un kulaklarını çınlatıyorum içimden...
Deli danalar gibi ortalıklarda böğürerek, babasının şirketiymiş gibi Eurogold’u, Gökkafesi, nükleer/ termik santralleri savunan Hıncal Uluç’un kulaklarını çınlatıyorum...
Ona sevgilerimi, saygılarımı(!) gönderiyorum...
..siz de öyle yapın, içinizi karatmayın... Hıncal Uluç’un sevgiyle kulaklarını çınlatın...

Geçenlerde, ciddi gazetelerden birinde çarptı gözüme “Yatağan’da toplu ölümler olabilir” diyordu haberde. Küçük bir haberdi. Küçük de olsa santrallerin gerçek yüzünü gösterebilme adına bir gazetede yer bulmuştu.
Ama görüyorsunuz ki, büyük(!) gasteci Hıncal Uluç nedense hiç bunları yazmıyor...
Mangalda kül bırakmayan Hıncal Uluç bu aralar sadece “Maydanozland”ı yazıyor...
Oralarda trafik ve giriş-çıkış çok kötüymüş.
Yok, “güle güle” filmine gitmiş de, çok güzelmiş, bayılmış da bilmem; bilmem ne...
..kafayı yiyeceğim yahu! ..
..neden kafayı yiyeceğim,
şundan yiyeceğim;
Dikkat ettiniz mi, artık Eurogold ile ilgili birşeyler de yazmıyor, yazmamaya özen gösteriyor...
“..nedense? ..”
Leş gibi gömüldü, aynen öyle... Leş gibi gömüldü toprağın altına...
Mahcuplar bu günlerde, fena halde mahcuplar...
Duyumlarıma göre ağabeyi Öcal Uluç İzmir’de bilmem ne TV’nin başında ve Eurogold gibi şirketler bu kanala inanılmaz reklâmlar veriyorlar.

“..bilmem yani, birden aklıma geldi de; nerden geldiyse? ..

Hele Yatağan’daki bu son olay tam da tuzu biberi oldu yani pişkinliklerinin üzerine...
..ne diyeyim hazret, ne diyeyim...
Yağma düzeninden bir şeyler umar durumda olmanız haklıdır sizce.
..tarihsel olarak değil, güncel olarak...
.. ne diyeyim...
Huzurlu musunuz, rahat mısınız? ..
Yatağınıza girdiğiniz zaman rahat uyuyabiliyor musunuz?
Bir ayak değiştirin isterseniz; uyuşmuştur...
..bence beyniniz de uyuşmuş sizin.
..beyninizi de değiştirmelisiniz! ..

Önümüzdeki on yılda tüm mücadele ruhu çevrede/ çevre mücadelesinde atacak, öyle görüyorum...
Ama hazret ve taifesi kararlılar.
Ülkeyi Avrupa’nın bitpazarı haline getirmeye, coğrafyayı bir çöle çevirmeye kesinlikle kararlılar...
Yazılarınızdan anladığım kadarıyla ülkesini seven bir Türk milliyetçisisiniz...
..peki, bu ne? ..
Hani bu ülkeye boynunuz kıldan inceydi... Öyle söylemiyor muydunuz?
.. o kadar da ince değilmiş demek ki...
Öyle ya! .. Bakir bir ülke... Bekâretinin bozulması lazım...
“ Dedim ya; aslında mahcuplar bu günlerde, fena halde mahcuplar...”
Bu günlerde (her sene kustukları şu terane hariç) o çatlak sesleri çıkmıyor...
.. neyi mi kusuyorlar? ..
“sokak köpeklerine ölüm! ..”

Ben, hemen hemen yazılarımın tümünde en az bir G.B. Shaw sözü kullandım...
Şimdi tam yeri, izninizle bir tane de burada kullanacağım...
“ Dünyayı kara gören insan, herkesi kendisi kadar kötü sanır ve bunun için herkesten (her şeyden) nefret eder.”

Yazılarında entelektüel kişiliğini ve aydın kimliğini sürekli gizli kapaklı ima yoluyla okuyucusunun gözünün içine sokmaya çalışan acar gasteci Hıncal’ı Sokak hayvanları konusunda (ve diğer yazılarında da olduğu gibi) basit bir sıradanlık içinde görüyoruz...
Aydınlar, basit halk yığınlarının düşünce yapılarından farklıdırlar... Onlar düşüncenin on ikinci boyutunu zorlayanlardır...

Egemen sınıflara, resmi ideolojilere muhaliflerdir. Yaşadığı topluma dahi (halk adına) muhaliftir...
“Dünyanın en tuhaf mahlûku” şiirinde toplumu “akrep gibisin kardeşim” sözleriyle eleştiren Nazım Hikmet gibi, toplumun %60’ının aptallığını eleştirel bağlamda dile getiren Aziz Nesin gibi...
..aydınlık içinde olsunlar...
Ama en hakiki gentel Hıncal ne diyor;
“..sokak köpeklerini öldürün! ..”
Aydınım diyerek ortalıkta siftinip duran Hıncal’ın aslında “herkes”liğini resmediyor bu alelade söylemi...

Görevini yapmayan yerel yönetimlere, zamanın İmren Aykut’u gibi, şimdinin Fevzi Aytekin’i gibi (Çevre Bakanları olurlar kendileri) merkez yöneticilerine yönelik eleştirel yazılar yazmaya, onları itlaflara/ ölümlere alternatif uygar projeler üretmeye davet eden bir tek satır bile yazmaya cesaret edemiyor.
Çevre bakanlığını, çevresini bakanlığında kadrolandırmak olarak algılayan ve bunun en çarpıcı örneği olarak yeğeni olan bir hanımı çevre bakanlığı bünyesinde üst düzey yönetici olarak işe başlatan kendi çevresinin bakanı Fevzi Aytekin hakkında bir tek cümle olsun yazamıyor...
E, tabii... Gariban sokak köpeklerine saldır saldırabildiğin kadar...
Riski yok, tehlikesi yok, üstelik pirim de yapıyor; oooh kekâ...
“Niye pirim yapıyor? ”
Çünkü onlar güzide halkımızı ısırıyor...
E, şimdilerde halk dalkavukluğu da iyi para ediyor... Vur abalıya! ...
Sonra yazdığı o yazıları (okuma / yazmayı bilseler bile) sokak köpeklerinin okumayacağını da biliyor...
Hem sonra, bakan hakkında kötü yazılar yazıp tekere çomak sokmanın bir anlamı da yok hani şimdi bu keteriz zamanda...
Öyle değil mi? ... O zaman ne demeli eleman, ne yazmalı? ..
“ Sokak köpeklerini öldürün! ..”

Abimiz biraz geri zekalı galiba; abimiz biraz çağdışı kalmış ha? ..
Abimiz burada bir şeyler söylemek istemiş ama hiçbir şey anlaşılmıyor...
Uzun lafın kısası hocam, çevre bakanının ve belediye başkanlarının görevlerini yapmadıklarını, onların bu çevre mücadele tarihinde birer karanlık surat olarak yer alacaklarını yazmaya yürek ister...
..e, biraz da sıkar değil mi? ..

(Bu arada ben elimle “sıkar mı” işareti yapıyorum, siz görmüyorsunuz.)

Çevreci Hıncal; siz manken donları, Ertekin’in boğaz manzaralı mekânı, cimbom yazılarınıza devam edin gitsin.
Biz, sizin ve gazetenizin o kofti haberlerini, yazılarınızı okuruz yine merak etmeyin.
Ama lütfen bilmediğiniz konularda (doğa ve içinde barındırdığı canlılara, kent sokaklarının tüylü sevgi neferlerine yönelik) yazılar yazmayın olur mu?
Çünkü sokak köpeklerinden yola çıkıp da dayandığınız o demokrasi, çağdaşlık, uygarlık gibi şeyler kıytırıkların işi değildir.
Zira başkalarından (sıradan yığınlardan) farklı düşünmüyorsanız, özgürlüğe ve onun açılımlarına ihtiyacınız yok demektir.
Onun için herkes bu mücadeleyi veremez...
Mangal gibi yürek ister, göt ister bu mücadele...
(Aslında o göt elemanda var. Zira beyni poposunun yanında embriyo kadar kalıyor! ..)
..ya da beyni gelişmemiş...
..ne denilebilir ki başka? ..

Eleman kendi kakasının içinde debelenip duruyor ve debelendikçe pisliği girdap oluşturuyor ve o bokun içinde dibe doğru gidiyor...
Bunu böyle yorumlamak en doğrusudur...

Boktan açıldı madem konu, bokla kapatalım o zaman.
Bundan önce Hıncal’a yazdığım yazının başlığı “Anneleri; bazılarını doğurmaz, sıçar”dı.
Şimdi ise artık eminim; “Annesi onu doğurmamış, sıçmış”

Gürkal Gençay
13.Haziran.2001.Çarşamba
İstanbul

İşbu Makale Yazarı Gürkal Gençay'ın Adına Kayıtlıdır. Kayıt Tescil No: 494370124770 / Tarih - Saat: 12.12.2006 / 12:48:00
********************************************************************************************************************************

Gürkal Gençay
Kayıt Tarihi : 9.7.2006 02:01:00
Hikayesi:


* İsterim ki, elimde sağlam bir sopa olsun; / ve ben bütün insanlığı sıra dayağından geçireyim! .. ''C.Bukowski''

Gürkal Gençay