Yusuf Aygun Şiirleri - Şair Yusuf Aygun

0

TAKİPÇİ

Yusuf Aygun

İsra, Miraç, Namaz Ve İnsanın Yükselişi
İnsan Allahın yarattığı bir varlık olarak iki unsur(Madde ve Mana) ve iki cihete (Aşağıya ve Yukarıya dikey) hareket etme kabiliyetine sahip bir varlıktır. Allah insanı çamurdan yaratmış(Balçık) ve ona ruhundan üfleyerek hayat vermiştir. Bkz Secde 9,Hac5
Çamurdan olması insanın maddi yönüdür ve bu onun hayvanlarla ortak olan vasfıdır.(yemek, içmek, çiftleşmek ve diğer yaşamsal duyu ve duygular) Diğer ise manevi yönüdür ki, Allahın kendi ruhundan üfürmesiyle ilgili cihetidir, bu da onun diğer rahmani varlıklarla ortak olan yönüdür(Melekler v.s) Bu iki yöndeki (aşağıya ve yukarıya) hareketi onun maddi veya ruhani boyutuyla ilgili tercihiyle alakalıdır. Bkz.Şems8–10 Bu tercih onun İradesidir ki onun diğer varlıklardan ayıran(hayvanlar ve melekler) kabiliyetidir. O ya sırf maddi yönünü iradesiyle tercih edip hayvan düzeyinde kalacak(Esfel’i Safilin) bkz.Tin5 hatta iradesi olmayan hayvandan daha aşağıya düşerek onlardan daha vahşi bir canavar olur(Belhum edal) bkz.
Buna en iyi örnek bu günkü dünyayı kasıp kavuran milyarlarca hem cinsini maddi ve manevi ölüme ve açlığa sürükleyen batı emperyalizmidir. Yâda manevi boyutunu tercih eder(ki bu ciheti tercih edişi maddi boyutunu meşru ölçüler dâhilinde tamamen terk etmeden gerçekleşir.) iradesini bu şekilde kullanarak yaratılış maksadına uygun bir seçimde bulunarak Melek düzeyine hatta daha âli düzeye(Ahsen’i Takvim) çıkar.bkz.Tin4
İnsanın Rabbine dikey çıkışını temsil eden hadise bu cinsin en soylularından olan Peygamberin şahsında hem bedeni hem de ruhani olarak gerçekleşmiştir, bu insanın rabbine doğru bir fethidir. Yani aradaki mesafelerin ve engellerin yok olup rabbinin makamı olan (mekândan münezzeh) A’lay’i İlliyyine ulaşmasıdır. Hz. Peygamber İsra ve Miraçla bu hadiseyi gerçekleştirmiş ve rabbinin delillerini müşahede etmiş alacağı büyük sorumluluğu mutmain bir şekilde omuzlayabilmesi için rabbinin ikram moral ve motivasyonuna mazhar olmuştur.bkz.İsra1–60 Keyfiyetini bu günkü imkânlarla algılayamadığımız bir maddi ve manevi ziyaret gerçekleştirmiştir.bkz.İsra60 bazıları bu ziyareti rüyada gerçekleşmiş saysa da bunun hakikatle alakası yoktur çünkü Allah rüya gibi herkes için gerçekleşebilecek bir durumu Peygamberi için olan üstü bir vakıa olarak niçin nakletsin. Bu anlayış modernistlerin akıllarını putlaştırmalarından kaynaklanan bir hezeyandır. Bu ziyaretin Kabe den Mescidi Aksaya kadar olan bölümüne İsra (gece yürüyüşü) Mescid’i Aksadan yedi kat göğü aşarak arşa ulaşmasına da Miraç(Yükseliş) tabir olunmaktadır. İnsanoğlu ve cin taifesi bu maddi yükselişi(göğün ve evrenin sınırlarını ve sırlarını aşmayı) hep arzu etmekte bunu madden nispi olarak gerçekleştirse de manen ve sırrına vakıf olarak gerçekleştirememektedir. bkz.Rahman 33 Allah bunun ancak bir Sultanla olabileceğine işaret etmiştir ki zannımızca bu manen Peygamber için Miraç insan için ise namazdır madden ise ilim ve hikmettir. Bu gün insanoğlu ilim ve bilim sayesinde nisbi olarak birtakım ilerlemeler kat etmektedir, bunun temelinde her mucizeyi deşifre etme ütopyası yatmaktadır garip olan bu deşifre işini kitaba inandığını söyleyenlerin değil de inkâr edenlerin gerçekleştiriyor olmasıdır.bkz.İnşikak19 İnkârcılar bu gün bu idealle uzayda dolaşmakta ve evrene hükmetmektedir, oysa müminler yeryüzünde bile aç ve sefil sürünmekte ve zillet içerisinde yaşamaktadırlar bunun sebebi ilim ve hikmeti ihmal etmeleridir. İnkâr edenler ise manen çöküntü içerisindedirler bedenen göklerde dolaşırken ruhen ve ahlaken yerlerde sürünen vahşi hayvanlar gibidirler.
Peygamberimizin bu ziyareti nasıl gerçekleştirdiği, yolda nelerle karşılaştığı ve ziyaret sırasında neler müşahede ettiğiyle ilgili bazısı efsane şeklini almış rivayetler vardır. Biz daha sonra dinin mitleştirilmesi(efsaneleştirilmesi) başlıklı yazımızda bu tip anlayışlar üzerinde duracağız. Bu rivayetleri değerlendirmeden önce Burak (Peygamberimizin İsra olayındaki biniti) üzerinde duralım. Burak: Berkin mübalağa çoğulu olup, ışık, şimşek gibi anlamlara gelmekte, bu günkü bilimsel ifadesiyle, ışık hızını ve şimşekle ortaya çıkan elektriğin daha şiddetlisini (mübalağalı) ima etmektedir, dolayısıyla mahiyetini bilmediğimiz bu binit ışık hızından daha hızlı hareket etmekte ve elektrikle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Burada esas olan İsra ve Miracın Peygamberin şahsında insan cinsi için ne ifade ettiğidir, yoksa bunun mahiyeti insan aklı ve algısının üstündedir. Nitekim Peygamberimiz bu olayı anlattığında müşrikler alay ederken Ebu Bekir vahiy olarak ne söylüyorsa doğrudur demiş ve imani tavrı en önemlisi Rasyonel akılla salim aklın farkını ortaya koymuştur. Bu hadiseyi(isra ve Miraç) anlatan rivayetleri irdelediğimiz zaman Kuran tarihi ve mantığıyla çelişen birçok rivayete rastlamak mümkündür geleneksel kültür içerisinde (klasik ilmi kitaplar kastedilmiyor) bu rivayetler inanç haline gelmiş ve esas amaçtan maalesef uzaklaşılmıştır. Özellikle Peygamberimizin Miraç sırasında rastladığı peygamberlerle ilgili diyalog ve manzaralar adeta bir peygamber yarıştırma ve diğer peygamberleri haşa küçük düşürücü İsrailiyat haberleri ve hurafelerle doludur, örneğin Adem (a.s) ’in yasak meyveden yemesinin eziyet ve ezikliğini hala yaşadığı, Hz Yunusun görev yerini erken terk etmesinin komplesiyle muzdarip olduğu ve diğer Peygamberlerin ayni gelenek içerisinde zelle tabir edilen küçük hatalarından dolayı adeta ceza ve aşağılanma yaşadığı bir durum tasvir edilmektedir ki bu Kuran’ın vermeye çalıştığı Peygamber akidesine taban tabana zıttır.bkz.Bakara 285 Kuran tarihiyle zıt ve bu gecenin üç armağanı olarak sunulan meşhur üç hediye itikadı da bu tip uydurma rivayetlerden kaynaklanmaktadır.Bu tip rivayetler güya iyi niyetle zikredilmiş gibi görünse de aslında dinin temeline dinamit koymakta sahih rivayetlerle çelişmek suretiyle bilmeyenlerin nazarında onları da şüpheli hale getirmektedir.Şimdi bu üç hediye rivayetini irdeleyelim bunlar

Devamını Oku
Yusuf Aygun

İsra, Miraç, Namaz Ve İnsanın Yükselişi

İnsan Allahın yarattığı bir varlık olarak iki unsur(Madde ve Mana) ve iki cihete (Aşağıya ve Yukarıya dikey) hareket etme kabiliyetine sahip bir varlıktır. Allah insanı çamurdan yaratmış(Balçık) ve ona ruhundan üfleyerek hayat vermiştir. Bkz Secde 9,Hac5
Çamurdan olması insanın maddi yönüdür ve bu onun hayvanlarla ortak olan vasfıdır.(yemek, içmek, çiftleşmek ve diğer yaşamsal duyu ve duygular) Diğer ise manevi yönüdür ki, Allahın kendi ruhundan üfürmesiyle ilgili cihetidir, bu da onun diğer rahmani varlıklarla ortak olan yönüdür(Melekler v.s) Bu iki yöndeki (aşağıya ve yukarıya) hareketi onun maddi veya ruhani boyutuyla ilgili tercihiyle alakalıdır. Bkz.Şems8–10 Bu tercih onun İradesidir ki onun diğer varlıklardan ayıran(hayvanlar ve melekler) kabiliyetidir. O ya sırf maddi yönünü iradesiyle tercih edip hayvan düzeyinde kalacak(Esfel’i Safilin) bkz.Tin5 hatta iradesi olmayan hayvandan daha aşağıya düşerek onlardan daha vahşi bir canavar olur(Belhum edal) bkz.
Buna en iyi örnek bu günkü dünyayı kasıp kavuran milyarlarca hem cinsini maddi ve manevi ölüme ve açlığa sürükleyen batı emperyalizmidir. Yâda manevi boyutunu tercih eder(ki bu ciheti tercih edişi maddi boyutunu meşru ölçüler dâhilinde tamamen terk etmeden gerçekleşir.) iradesini bu şekilde kullanarak yaratılış maksadına uygun bir seçimde bulunarak Melek düzeyine hatta daha âli düzeye(Ahsen’i Takvim) çıkar.bkz.Tin4
İnsanın Rabbine dikey çıkışını temsil eden hadise bu cinsin en soylularından olan Peygamberin şahsında hem bedeni hem de ruhani olarak gerçekleşmiştir, bu insanın rabbine doğru bir fethidir. Yani aradaki mesafelerin ve engellerin yok olup rabbinin makamı olan (mekândan münezzeh) A’lay’i İlliyyine ulaşmasıdır. Hz. Peygamber İsra ve Miraçla bu hadiseyi gerçekleştirmiş ve rabbinin delillerini müşahede etmiş alacağı büyük sorumluluğu mutmain bir şekilde omuzlayabilmesi için rabbinin ikram moral ve motivasyonuna mazhar olmuştur.bkz.İsra1–60 Keyfiyetini bu günkü imkânlarla algılayamadığımız bir maddi ve manevi ziyaret gerçekleştirmiştir.bkz.İsra60 bazıları bu ziyareti rüyada gerçekleşmiş saysa da bunun hakikatle alakası yoktur çünkü Allah rüya gibi herkes için gerçekleşebilecek bir durumu Peygamberi için olan üstü bir vakıa olarak niçin nakletsin. Bu anlayış modernistlerin akıllarını putlaştırmalarından kaynaklanan bir hezeyandır. Bu ziyaretin Kabeden Mescidi Aksaya kadar olan bölümüne İsra (gece yürüyüşü) Mescid’i Aksadan yedi kat göğü aşarak arşa ulaşmasına da Miraç(Yükseliş) tabir olunmaktadır. İnsanoğlu ve cin taifesi bu maddi yükselişi(göğün ve evrenin sınırlarını ve sırlarını aşmayı) hep arzu etmekte bunu madden nispi olarak gerçekleştirse de manen ve sırrına vakıf olarak gerçekleştirememektedir. bkz.Rahman 33 Allah bunun ancak bir Sultanla olabileceğine işaret etmiştir ki zannımızca bu manen Peygamber için Miraç insan için ise namazdır madden ise ilim ve hikmettir. Bu gün insanoğlu ilim ve bilim sayesinde nisbi olarak birtakım ilerlemeler kat etmektedir, bunun temelinde her mucizeyi deşifre etme ütopyası yatmaktadır garip olan bu deşifre işini kitaba inandığını söyleyenlerin değil de inkâr edenlerin gerçekleştiriyor olmasıdır.bkz.İnşikak19 İnkârcılar bu gün bu idealle uzayda dolaşmakta ve evrene hükmetmektedir, oysa müminler yeryüzünde bile aç ve sefil sürünmekte ve zillet içerisinde yaşamaktadırlar bunun sebebi ilim ve hikmeti ihmal etmeleridir. İnkâr edenler ise manen çöküntü içerisindedirler bedenen göklerde dolaşırken ruhen ve ahlaken yerlerde sürünen vahşi hayvanlar gibidirler.

Devamını Oku
Yusuf Aygun

ÜMMETİ BİTİREN HASTALIK TEFRİKA

Vahdetten eser yok bir avuç halkın içinde!
Post üstüne hem kavgasının hepsi nihayet
Halamı boğuşmak! Bu ne gaflet ne rezalet
(Mehmet Akif Ersoy)

Devamını Oku
Yusuf Aygun

TAADDÜD’İ ZEVCAT VE AŞK’I MEMNÜ

Evlilik müessese olarak ilk insanla beraber başlayan bir kurumdur.Allah insanı birbirine ilgi duyan ve birbirini tamamlayan iki ayrı cins olarak yaratmış ve bu iki cins arasındaki ilişkiyi nikah olarak addedilen bir akitle meşru zemine oturtmuştur.Bu kurum sadece iki cinsin şahsi ilişkisinden ibaret olmayıp boşanma (talak) ,miras intikali,nafaka,nesep tespiti,akrabalık ve sıhriyet bağı gibi bir dizi şahsi ve toplumsal muameleyi beraberinde getirir.Tarih boyunca bu meşru ilişki biçiminden sapmak suretiyle farklı saplantılara yönelen toplumlar olagelmiştir.Kadının sömürüldüğü ve cinsel istismar konusu edildiği bu toplumlar neticede sağlıklı nesillerin oluşmaması sebebiyle tarihten silinip gitmişlerdir.Değişik tarihi ve toplumsal sebeplerle evlilik müessesesi toplumlarda değişik biçimlerde ortaya çıkabilmektedir uzun süren savaşlar ve hakimiyet kavgaları,göçler ve zor koşullar sebebiyle güce dayalı üstünlüğün öne çıkması ve yaradılışı erkeği kadına hakim duruma getirmiştir.Bu gücü elinde bulunduran erkek doğal olarak evlilik ilişkisi ve hakimiyeti noktasında da inisiyatifi elinde bulunduran taraf konumundadır.Biyolojik tabiatı itibari ile daha erken yaşlanan ve yıpranan taraf olarak kadın muhtemel rakiplerine(kuma) fırsat tanımakta ve bu çoğu zaman isteği dışında gerçekleşmektedir. Bazen da uzun süren savaşlar ve afetlerde yok olan erkek nüfusun koruması altındaki kadınları sahipsiz bırakması bir erkeğin birden çok kadınla ilişkisine zemin oluşturmaktadır,dolayısı ile genelde toplumlar erkeklerin Poligam (çok eşli) olması neticesini doğurmaktadır.Bu ve bunun benzeri sebeplerle insanlığın başlangıcından beri yaşanmakta olan çok eşlilik konusuna İslam’ın duyarsız kalması düşünülemez elbette çünkü İslam hayattan ve realiteden kopuk salt bir felsefi nazariye değildir.O muhatap aldığı insanı ve toplumu bazen toptan bir radikal değişime uğratırken bazen de onun davranışlarındaki aşırılıkları meşru zemine çekmekte ve ıslah etmektedir.Taaddüd-i Zevcat dediğimiz çok nikahlılık bu ıslah ve dönüştürme çabası ve olağan dışı durumlara çözüm kapsamında ele alınması gereken İslam’ın bu tarihi gerçeğe müdahalesidir.Bu vakıayı anlamamızda çok evliliğin tarihi toplumsal sürecini incelememizin katkısı olacağını düşünmekteyiz.Geçmiş medeniyetlerde çok evlilik şöyle idi:
Eski Mısır Hukuku: Koca bazı şartlar altında birden fazla kadınla evlenebilirdi
Babil Hukuku: Hamurabi kanunlarına göre, zevce çocuk doğurmazsa veya ağır bir hastalığa tutulursa, koca odalık alabilirdi.
Çin Hukuku: Kocanın serveti müsait olursa, ikinci derecede zevceler alabilirdi. Şu kadarki, bu kadından doğacak çocuklar, birinci ve asıl zevcenin çocukları sayılırdı.

Devamını Oku
Yusuf Aygun

Yer yüzünde insanlığın şahit olduğu,oku emriyle başlayan tek kaynak kitap Kurandır.(Alak:1) .
Kuran ise; okunan şey anlamına gelmektedir. Ümmi (okuma yazması olmayan) bir peygambere
(Bkz:Ankebut:48) ve hiçbir Vahiy kültürü olmayan Arap toplumuna (Bkz: Hüd:49) oku emri ile kastedilen şey nedir.?
Kendisinden bahsedilirken dağa indirilseydi dağ korkudan paramparça olurdu.(Haşır:21) diye nitelenen bu kitap ne tür bir içeriğe sahiptir? Yirmi üç yılda peyderpey indirilen bu kitap muhataplarından ne istemektedir? (Furkan:32) , muhatabı kimlerdir? Nasıl okunmalıdır? onu herkes anlayabilir mi? onu anlama noktasında kimler mesuldür? İndirildiği ilk toplumda oluşturduğu atmosfer nasıldır?
Bu gün inananlarda oluşturduğu etki nedir? İndirildiği ilk toplum olan Sahabe ile bu günkü İslam toplumunun Kurana yaklaşımı aynımıdır? Kuranın hükümleri konjektürelmidir.?
(tarihi hadiselerle mukayyet) Kuranın evrenselliğini sağlayan dinamizmi nereden kaynaklanmaktadır? Kuran kendini nasıl anlatmaktadır? Kuranın anlaşılmasında Peygamberin rolü nedir? Kuran diğer kitaplara benzer mi? Onu diğer kitaplardan ayırt eden özelliği nedir? Mealler ve tefsir kitapları Kuranı ifade etme noktasında hangi değere sahiptir? Her hangi bir alimin kitabı Kuranı temsil eder mi? Bütün bu sorular ve bu doğrultuda sorabileceğimiz diğer sorular ve bu sorulara verebileceğimiz cevapların niteliği Kuranı sağlıklı tanımamızı sağlayacaktır.

Devamını Oku
Yusuf Aygun

PARADİGMAMIZ. 27.06.2008
.
Mütedeyyin kesim büyük bir temsili yet problemi ve karmaşası yaşamaktadır.onun içindir ki müslümanların yeniden toparlanıp oluşan bu kaosu gidermesi ve dinamiklerini yeniden harekete geçirmek suretiyle topluma önderlik ve rehberlik etmesi gerekmektedir.bu konuda bir takım olumsuzluklar ve zorluklar vardır ve olacaktır. İslam dininin mensuplarının iyi tespit ve teşhis etmesi gereken bazı hususlar vardır.biz bunları vakayı tespit etme ve objektif kalmaya azami düzeyde sadakatle öz eleştiri ve tenkit sadedinde işlemeye gayret gösterdik.Bunu yaparken şahıs ismi vermemeye şahıslardan ve olaylardan çok vakıa üzerinde durmaya gayret saffettik.Bizim konuyu ele alışımız milat olarak son dönem itibariyledir.yeni dünya düzeni oluşturma çabaları İslam dünyası üzerinde oynanan yeni senaryolar.dinler arası diyalog işgaller ve ve yeniden Siyonist ve haçlı ordularının İslam dünyasına başlattığı sıcak savaş dağılan Rusya bloğunda Siyonizmin yaptırdığı darbeler ve devrimler İslam dünyasında oluşturulmaya çalışılan ılımlı İslam ve demokrasi hareketleri ve bu meyanda gönüllü işbirliği yapma yarışında olan ılımlı İslamcılar cemaatler ve sivil toplum örgütleri ve çözüm olarak Tevhidi İslam konumuzun ana mihferini oluşturdu.Aklımızın yettiğince olayları tespit etmeye ve tartışmaya sunmaya gayret ettik.ve şu kanaatlere vardık.
 Dinler arası diyalog yüzyıllardır süren İslam dünyasını Hıristiyanlaştırma çabasının kuzu postuna bürünmüş kurt misali çağdaş bir denemesi olarak karşımızda durmaktadır özellikle komünist bloğun çökmesi ile vahşi kapitalizmin karşısında engel olarak duran tek güç İslam yükselen değer olarak ortaya çıkmıştır.İslam ı direkt olarak hedef almak onu zayıflatma yerine güçlendirmektedir bunu fark eden emperyalistler taktik değiştirmek suretiyle güya bu dini temsil eden bir takım kurum ve kişilerle sözüm ona. masumane bir takım ilişkilere girmiştir.dinler diyaloga geçirilmiş konsüller toplanmış hatta bu yeni dinin kitabı bile yazılmıştır.İslam dinini temsilen bu diyaloga soyunanlar her türlü farklılığı inkara hazır olduklarını zaten bu farklılıkların teferruat olduğunu ifade edecek kadar her şeyi feda edebilecek konumda durmaktadırlar.Hz peygambere inanmayı dahi gereksiz gören bu kişi ve kurumların kimin adına neye soyundukları çok açıktır.İslam Allah ın son dini ve hz Muhammet onun son elçisidir Hıristiyanlık ve Musevilik İslam ın hükmünü ortadan kaldırdığı ve daha önceden zaten tahrif edilmiş içi şirkle doldurulmuş batıl yollardır İslam ise arı ve duru olarak durmaktadır arı duru ve mükemmel olanın eksik ve bulanık olanla ne gibi diyalogu olabilir bu olsa olsa hak ile batılı birbirine karıştırmak olabilir ki bunun ismi şirktir.İslam ise hak ile batılın diyalogu değil mücadelesi demektir.Bu çalışmaların dikkate mucip diğer bir yönü ise uzlaşma arayan taraflardan hakimiyeti elinde bulunduranın uzlaşmanın ve barışın küçük ortağının dindaşlarının topraklarının bir kısmını zaten işkal etmiş bir kısmını da işkal etmek için proje ve bahane peşinde olmasıdır.Mücadele yerine diyalog diyenlerin tavrı ya safdillik yada maksatlı bir direniş kırma çabasıdır.Hıristiyanlığın ve Siyonizmin dini liderlerinden taktir ve tebrik alan bu kişi ve kurumların iyi niyetli olmadıkları arif olan için malumdur.
 Diğer bir oyun ise müsteşriklerin öğrencileri ve bayileri olan bir takım zevatın ve kurumların dini modernize etme çabasıdır buda önceki bahsettiğimiz husus kadar eskiye dayanan bir süreçtir.dünyevileştirilmek istenen dinin buna aykırı hükümleri konjektürel ortam ve zamanla ilgili gibi gösterilmek istenmekte bir kısım farklılıklar ise sembolik sayılmaktadır bu şekilde din ilahi vasıflarından uzaklaştırılmakta ve tahrife uğratılmak istenmektedir.bunda da gaye dini emperyalizmin kalkanı yapma çabasıdır.bu şekilde din asli unsurlarından arındırılarak emperyalizme karşı bir direnç unsuru olmaktan çıkarılmak istenmektedir.çok yönlü süren bu çalışmalar yerli işbirlikçilerin niyetlerinin algılanamaması ve din konusundaki bilginin ve alimlerin azlığı sebebiyledir ki başarı kat etmiştir.Yeni dünya düzeninin dinini oluşturmaya çalışan bu çağdaş pavlus lar Vatikan İsrail ve İslam dünyasındaki gönüllü ve görevli kişi ve kurumlarla ortak çalışmakta bütün literatürde ortak çalışmalar ortaya koymakta adeta bu yeni dinin temellerini oluşturmaktadır.yeni bir kitap vaz edilmiş adı da FURKAN olarak belirlenmiştir.İslam medeniyetinin tarihi şahsiyetleri olan Mevlana Yunus Ahmet yesevi hacı bektaş ı veli Muhuddini arabi v.s bu ortak çalışmanın kobaylarıdır.ana kaynaklar bu zevatın tahrif edilen felsefesi doğrultusunda yorumlanarak güya ortak bir nokta bulunmakta bu şahısların ismi geçtiği içinde bazılarınca cazip bulunmaktadır.oysa hedef son ilahi vahyi bu noktadan girerek bozmaktır.müslümanların yapması gereken şey ana kaynaklara dönmek ve sağlam bir birikim sahibi olmaktır.
 Diğer bir tehlike mukavemeti bölen ve halkı siyasetten ve emperyalizme karşı koymaktan din adına alıkoyan ve insanlara ılımlı bir din olgusu aşılayan dinin siyasetle ve yönetsel alanla alakasının olmadığı inancını mütedeyyin kesime pompalayan olgudur.Tarikat ve cemaat gibi dini terminolji de kullanılınca inandırıcılık kazanan bu olgu gücünü taklit ve cehaletten almaktadır.şeyhler ve cemaat liderlerinin öğrettiği dinle yetinen bu kesimin emperyalizme karşı yapabileceği bir şey yok gibidir.Çoğu zaman yukarıdan beri saydığım bu akımlar emperyalistler tarafından kaynak olarak ta beslenmektedir tekkeler özel okullar ve bu gibi eğitim ve iletişim kurumları dahi kurmaları sağlanmaktadır.diğer dini kesimler baskı altında tutulurken bunlara dokunan yoktur.Tabi ki hak yolunda olanlar tenzih edilmelidir bizim kastettiğimiz hak kisvesine bürünmüş batıl hareketlerdir.Müslüman hakla batılı ayırıp batılı inkar edebilendir velev ki geleneğinde olsa bile.

Devamını Oku
Yusuf Aygun

KAVRAMLARIN KAYMASI ANLAMLARIN KAYBOLMASI

Kavramlar, bir toplumun yada medeniyetin kültür kodlarıdır.Bu kavramlarla ortak düşünce ve inancı paylaşır ortak hisler duyarlar.Bir medeniyeti yahut felsefeyi yozlaştırmanın en kolay yöntemi onun müntesiplerinin kavramsal hafızasını ifsat etmekten geçer. ‘hayvanlar koklaşa koklaşa,insanlar konuşa konuşa anlaşır.’atasözü sosyal barışın dil ve müşterek kavramlarla mümkün olduğunun bir ifadesi olsa gerektir.Bu aynı dili konuşan uluslar için böyle olunca dolayısı ile ortak kültür ve inanç sahibi farklı milletlerin kaynaşması ve anlaşabilmesi anlamında daha köklü ve uzun paylaşım gerektiren bir meseledir.Bu gün Avrupa toplumu bunun farkında olduğu için ortak dil ve kavram zemini oluşturmaya devam etmektedir, yine alfabeleri çok zor olan toplumlar bu kültür birliktelikleri ve kodlarını muhafaza için direnmektedirler.Kendi dilini kullanabilmek için uzun süren savaşlar veren toplumlar var olmuştur,yine bu gün batı toplumu dili kültürel ve ekonomik sömürünün aracı yapmaya devam etmektedir, İngilizce bunun en iyi örneğidir,yıllarca Fransızca ve Latince bu işlevi devam ettirmiştir ve henüz tıp dili Latince’dir.bir çok İslam ülkesinde maalesef eğitim ve ticaret dili bazılarında ise genel kullanım dili İngilizce ve diğer batı dilleridir. bu gün Müslüman ülkelerin caddelerini gezip ticarethanelerinin tabelalarına baktığımız zaman hep bu bahsettiğimiz batılı ülkelerin dillerinde isimler görürüz,Müslümanların konuşma dili de bilinçsiz kullanılan batılı sözcük ve kavramlarla doludur.
Bu girişten sonara bizim işleyeceğimiz esas konu İslam-i kavramlardaki kayma ve bunun neticesi olarak ta İslam-i algılama biçimimizdeki kargaşa olacaktır.Kuran korunmuş bir biçimde aramızda bulunduğu halde anlayışımız ve yaşantımızın Kuran ve Sünnetten fersah fersah uzakta olmasının ve de bölük pörçük oluşumuzun en bariz sebebi kavramlara yüklenilen manaların ifsat edilmesinden kaynaklanmaktadır.Bu bozulma ve kayma bazen siyasi bazen sosyal bazen da kültürel sebeplerle olmuştur.Siyasi olarak Emeviler veAbbasiler le başlayan baskıcı ve saltanatçı tarihi süreç hem bir çok kavramın asli hüviyetini kaybetmesine hem de olmayan bir çok yeni kavramın türemesine sebebiyet vermiştir.Fetihlerle beraber İslam’a yeni giren toplumların kendi kültürlerinden taşıdıkları kavramların zamanla İslam’a sokulması ve İslam’dan zannedilmesi siyasi baskılara verilen tepkiler v e yeni hizipleşmelerle de bir çok kavramın ya farklı anlamlara kayması yada bir takım yeni kavramların literatüre girmesi bir de felsefe ve yabancı kültür unsurlarının yoğun biçimde devlet ve saray eliyle tercüme ettirilmesi ve kültüre sokulması bu kültürler etkisiyle Kuran’ı ve Sünneti yorumlama çabaları bu kavram kargaşasını artıran sebeplerdir.Daha önceki ümmetlerinde dinlerinin temel mesajından sapmaları bu kavram yozlaşması sebebiyle olmuştur.Kuran İsrail oğullarından ve Yahudilerden bahsederken ‘onlar kelimelerin yerini değiştirdiler.’Bkz Nisa 46 Maide 13., ‘Dillerini eğip bükmek,yoluyla şuna helal buna haram demek suretiyle Allah’a iftira ederler.’Bkz Ali İmran78der Hıristiyanlar içinde ‘Dinde Ruhbaniyet ihdas ettiler Hadid 27…’….şeklinde ifadesini bulur.Kuran bütün bu ifade ve örneklerle Yahudi ve Hıristiyanların dinlerindeki yozlaşma ve sapmanın sebebini kavramsal kayma ve gerçek anlamlarından uzaklaşmaya bağlamaktadır.Allah yine Yahudileri uyararak peygambere’ Raina demeyin Unzurna deyin.’Bkz. Bakara 104diyerek kavramların yerinde ve iyi niyetle kullanılmasını emretmektedir.
H.z peygamberin vefatıyla –özelliklede mihne (fitne) döneminde-meydana çıkan siyasi çatışma ve çalkantılar neticesinde yönetimin saltanata dönüşmesi ile beraber bir çok temel kavramın asli hüviyetini ve kimliğini kaybetmesi ve bir çok yeni kavramın literatüre girmesi söz konusu olmuştur. Biz burada konuyla ilgili bazı temel kavramları örnek olarak paylaşmaya çalışacağız.Esasen bu konu çok geniş bir araştırma konusudur ve bu konularda parça parçada olsa bir takım çalışmalar yapılmıştır.Biz bu konuda konun bir boyutunu teşkil edecek bazı kavramları ortaya koymaya çalışalım.Mesele burada bahsedeceğimiz kavramlardan ibaret olmayıp bu kavramlar sadece örnek teşkil etmesi anlamında zikredilmiştir.
İman:Kavram olarak kelimey’i Tevhit ön şartıyla başlayan –ki diğer iman şartları bu kavramdan mülhem açılımlarıdır-ve ilk kelimesi nefiy ‘la’sı yani ret ve inkar olan bu kavramın tarihi süreç içerisinde inkar edilecekler bölümü yani sahte İlahlar ve ilahlaştırılanlar(Tağut- ki bu kavramda daha sonra anlamı daraltılıp sadece şeytan olarak anlaşılır olmuştur.) kısmı unutularak kelamik tartışmalar içerisinde kavramsal anlam kaymasına uğramış ve iman sadece kabul yani tasdik boyutuna indirgenmiştir tabi ki bu netice itibariyle imanı bozan durumların(şirk) kavram kapsamının dışında kalmasına sebebiyet vermiştir müstekbir ve Tağut yöneticiler ümmeti diledikleri gibi yönetmeyi becerebilmiştir artık bu zevatın ben Müslümanım demesi ümmet için iman tanımı içerisinde doğrulanabilir bir hal almıştır.O sebepledir ki İslam hukuku kamusal alana müdahil olmaz diyen Tauti rejim ve zevatı ümmet iman dairesinde değerlendirebilmektedir.Bu meseleye esasen sebebiyet veren islamın siyasi çalkantılar dönemlerindeki oluşan siyasi mezhep hizipleşmeleridir.sırf belli hizip tanımına girmemek adına yapılan bazı yanlışlardan biride Sünni kelam ekolünün Mutezile mezhebindeki Tevhit ilkesini görmezlikten gelmesi dolayısı ile sağlıklı bir iman tanımı oluşturamayışıdır.Bu anlamda Tevhit kavramı da Allah’ın zatı itibari ile birlenmesi olarak algılanmış sıfatları anlamsal olarak daraltıldığı için bu anlamdaki tevhit kavramı içi boş bırakılmıştır.Misalen Rab kavramı terbiye eden ve rızıklandıran olarak tercüme edilip yönetme yetkisi sadece kendisine ait olan yegane kanun koyucu anlamı geçilince tevhidin siyasal boyutu ortadan kaybolmuştur bu iktidarını hiç kimseyle paylaşmak istemeyen saltanat anlayışının İslam dünyasına hakim olmasını sağlamıştır..Bu konudaki örnekler için Mevdudi nin Kuranda Dört Terim kitabına bakmak yeterli olacaktır.

Devamını Oku
Yusuf Aygun

ŞEMAİL’İ NEBİ VE HİLY’İ NEBİ

H.z. Peygamberin hayatını anlatan kitaplara SİYER’İ NEBİ, onun fiziki özelliklerini tepeden tırnağa anlatan kitaplara Şemail’i Nebi, tavır, hareket ve güzel ahlakını anlatan kitaplara da Hilyey’i Nebi adı verilir. Bazı şemail kitapları Resülüllahın hem ahlakını hem de fiziki özelliklerini konu edinmiştir. Bu tür kitaplarda H.z. Ali, Ayşe, Ebu Hureyre, Enes bin. Malik, Bera bin. Azib, Cabir bin Abdullah ve Abdullah bin. Abbas gibi peygamberimize yakın sahabelerden peygamberle ilgili bu konuda haberler aktarılır.

PEYGAMBERİMİZİN FİZİKİ ÖZELLİKLERİ (ŞEMAİL’İ NEBİ)

Devamını Oku
Yusuf Aygun

DİNİN MİTLEŞTİRİLMESİ 2

Dinin mitleştirilmesi anlamında en büyük sorun ilmin kaynağı noktasın da ortaya çıkmaktadır.Felsefi Tasavvufla İslam literatürüne girmiş olan ve Kuranda ki bir kısım kıssaları kendine mesnet alan bu düşünceye göre (Hızır Musa kıssası Davut Belkıs kıssası gibi) ilim Vahiy ve kesb (çalışarak kazanma) dışında ilham keşif ledün burhan rüya nazar v.s yollarla da öğrenilir ve bu yollar belli nefis mertebelerine ulaşmış zevata has olup bu bilgi kaynakları tamamen ilahidir.Ve bu yolla elde edilen bilgiler (Musa Hızır kıssasında olduğu üzere) Zahirle çelişebilir ve şeraitin görünen zahiri hükümleriyle tezat teşkil edebilir işte bu düşünce bir takım zevat ve zümreye exra yorum ve tahrif hakkı tanımakta bu zevat elde ettiği bu yetki ile beraber ben hakkım (tanrı) diyebilecek kadar kendini yetkin hissetmekte ortaya koyduğu bu cürüm ise kendisi ve bağlıları tarafından ‘Biz kabuk ilmi olan şeraitle mukayyet değiliz biz ilim ehlinin anlayamayacağı bir mevki ve bilgiye sahibiz bize ilham ediliyor diyebilmekte bazen aldıklarını söyledikleri ilhamla şeraitin haram kıldığı bir çok fiili işleyebilmektedirler.Esasen son peygamber Hz. Muhammet ile kayda bağlanan vahiy bu anlayışla bu anlayışla birlikte Vehbi bilgi olarak devam ettiği argümanı mitleştirilen bu zevat tarafından istismar edilmeye devam edilmektedir.Bu hurafe ile tarih boyunca bir sürü Mehdi Mesih Evliya v.s türemiş ve türemeye de devam edecek gibi görünmektedir.Bu zevatı ve eserlerini tenkit etmek mümkün değildir çünkü bu zevatın ilimleri ve eserleri Vehbi olarak yazdırıldığından bunları tenkit etmek o ilmi gönderen zata karşı çıkmakla eş anlama gelmektedir. Bu şekilde bir mitolojik şahsiyet ve onun etrafında dokunulmazlık sağlanmaktadır. Bu şahsiyet müritlerini her türlü murakabe ve gözetim altında tutabilmekte baş parmak tırnağına bakarak sayıları ne olursa olsun ve ne halde olurlarsa olsunlar onları görebilmekte hatta gece kaç defa sağına ve soluna döndüklerini bile bilebilmektedirler.
Oluşturulan mitlerden biriside içtihat selahiyeti meselesidir.Burada içtihat edecek kişilere yüklenen yüce vasıflar aşılmaz duvarlar haline getirilmek sureti ile İslamın her türlü şarta ve probleme çözüm olma yönü yani evrenselliği ortadan kaldırılmış bu şekilde yeni meselelere din çözüm getiremeyince insanların indinde dinin evrenselliği zaafa uğradığından bu durum din düşmanları için bir fırsat olmuş ve de kainat boşluk kabul etmez kuralınca bu boşluk seküler hukuk la doldurulmuştur. Birileri içtihat kapısını kapatma yetkisini kendisinde görüp İçtihat ehliyetini de mitolojik varlıklara bırakınca İslam hukukunun en hayati damarı olan bu yol kapanmış bu anlayış içtihat edecek din alimlerinin de cesaretini kırmıştır. Bu gün yer yüzünde ki binlerce alim ve aydın bu korkuyla yeni bir şeyler ortaya koyma yerine zamanla mukayyet olan içtihatları nakil etme kolaylığını seçmektedir. Oysa Mecellede ifade edildiği gibi ‘Ezmanın tağayyürü ahkamın tağayyüruna mani değildir.’esasınca zamanın değişimi ile yeni şartlara uygun ahkam oluşturmak müçtehit alimlerin görevidir.Bulunduğu asrın imkanlarıyla mukayyet olan içtihatları günümüz toplumuna uygulamak islamın izzetine yaraşır bir durum değildir.İçtihada engel olmak devamlı bir menbağ olarak akması gereken ve dinin canlılığını sağlayan içtihat ırmağını kurutur ve maalesef bu gün bütün İslam ülkelerini emperyalist seküler hukuk yönetir hale gelmiştir bunun vebali içtihat kapısını kapatanların ve bunu ümmete lanse edenlerindir.
Bir diğer konu sınıfsal mitolojidir ki erenler dedeler kutuplar gavslar üçler beşler yediler kırklar veliler mürşitler üstatlar v.s bir çok manevi makam ihdas edilmiş bu zevat olağan üstü güçlerle donatılmış ve bağlıları bunlara rabıtayla bağlanıp bu zevattan istimdat ve medet umar hale getirilmiştir.İşlerini bu zevata havale eden dini bu zevatın buyruklarından ibaret sayan ve bunların kendilerini gözetip kolladığını düşünen hidayet ve himmeti bu zevata hasreden onların kabirlerine adak adayıp dilek dileyen ölseler de tasarruflarının devam ettiğine inanan anlayışın İslam ve medeniyet adına ortaya ne koyabileceğini varın siz düşünün.Kuranda ve sahih sünnette hiçbir karşılığı olmayan bu kavramlar Hint İran ve eski Türk kültürüyle islama girmiştir.Oysa dinde sınıfsal ruhbaniyet yoktur diyen Kurana uymayan bir dizine mitoloji kahramanı ve onlar adına üretilen bidatler kendisine isnat edilen bu kimselerin bir çoğu büyük din alimi ve fazıl kişilerdir.Fakat esas problem onların isimlerinden nem’alanan ve onların tahrif ettikleri fikirlerini kendilerine ve meşreplerine ayrıcalık edinenlerde onlar önce kutsallaştırdıkları bu zevatı ümmetin üstüne kılıç gibi doğrultmakta ve bu ulu şahsiyetlerin yüzü suyu hürmetine ümmeti maddi ve manevi sömürmektedirler.Bu o ulu şahsiyetlerin kusuru ve eksiği değildir tabi ki çünkü cahiliyye döneminde Arapların dört büyük putu olan meşhur putlarda daha önce yaşamış Salih insanlar olduğu düşünülürse aynı hastalığın Salih insanların putlaştırılması şeklinde devam ettiği söylenebilir.Bizim inancımız geçmişte yaşamış bütün alimleri ve Salihleri hayırla yad etmektir.Fakat bizim bu hayırla anışımız onlara atfedilen hurafe ve bidatlere karşı çıkmamıza engel teşkil etmez Bir alimi yada Salih insanı sevmek onu mitleştirip insan üstü vasıflar yüklemekle değil onun fikirlerinden istifade etmekle olur bu istifadenin ölçüsü ise Kuran ve Sünnet mihengine vurma bu ölçüye uyanı alma uymayanı ise reddetmekle olur.Bir alimin büyüklüğü bıraktığı Salih hizmet ve eserlerle ölçülür bazı alimlerin kendilerine ait yazılı eserleri yoksa da hizmetleri çoktur veya yetiştirdikleri talebeler vardır ilk müçtehit alimler eser kaleme almamayı başkalarının fikirlerini ipotek altına almamak için özellikle tercih etmişlerdir.İşte bu tavır mitleşme endişesindendir.Ebu Hanifenin kendisine nispet edilen küçük hacimli beş risale dışında yazılı bir eseri bulunmamaktadır ki bir çok alime göre bu eserleri de ondan talebeleri derlemiş olup kendisine ait yazma eseri bulunmamaktadır.fakat bu onun hizmetinin değerini azaltmamıştır talebeleri onun bir kısım fikirlerini kabul ederken bir kısmına da itiraz etmişlerdir.Bu şunu gösterir ki ilk dönem nesline göre bir alimin fikri tabu değildir mutlak hakikat asla değildir.tenkit edilir gerekirse de reddedilir bu selef döneminde garipsenen bir durum değilken maalesef süreç içerisinde taassup hastalığı fikirlerin ve alimlerin mitleştirilmesiyle sonuçlanmıştır.Bu mitleştirmeyle ilmi gelişme durdu ve kör taklit ve taassup dönemi başladı artık müstakil fikir serdetme yerine eski eserlere şerh haşiye zeyl yazılmaya başlandı ve bütün fikirler eski fikirlerin kompleksli gölgesinde kaldı ve netice olarak İslam dünyası bu günkü içler acısı durumuna düştü. Bir takım kötü niyetli kişiler ise alimlerin eserlerini şerh haşiye ve zeyl eklerken kendi fikirlerini o alimin ismi altında pazarlamaya bazen da o alimin fikirlerini tahrif ederek kendi sapık fikirlerini empoze etmeye başladılar.Bu konuda tabiki en büyük zülüm hadis konusunda ortaya konmuştur peygamber söyledi deyip zehirlerini ümmetin aşına kattılar peygamberi mitleştirenler hemen bu fikirleri aldı bunlar peygambere ait olamaz diyenleri ise aynı kişiler sapıklık ve dalaletle suçladılar.Peygambere yapılan bu zülüm alimlere hayliyle daha rahat bir şekilde yapıldı bu tahrifat bazen alim zatın talebeleri tarafından bile değişik gerekçelerle yapılabilmekte dikta dönemlerinde kitapları kabul ettirebilmek yasak yayın olmaktan çıkarabilmek daha anlaşılır hale getirmek başka bir dile tercüme etmek ve o dilin tercüme edilen tarafından tam bilinmeyişi gibi nedenlerle bu tahrifat gerçekleşebilmektedir.Bu durum AbdulKadir Geylani İbni Arabi Mevlana gibi alim zevatın eserlerinde çok bariz bir biçimde görülebilmektedir.Bazen bir alim hayatta iken bile bu durum başına gelebilmektedir.kaldı ki ölenin başına gelenleri tahmin etmek zor olmasa gerektir.
Diğer bir kutsama tarihle ilgilidir.İnsan psikolojisinde nostaljik olarak geçmiş hep daha iyi olarak algılanır geçmişler ve atalar devamlı doğru ve güzel şeyler yapmış olarak düşünülür buna birde vefa duygusu eklenince bu duygu bir kat daha artar tabi bu din konusunda olunca ortaya atalar dini miti çıkmakta ve aşılamaz tabular var edilmektedir.Töre ve örf de işin içine girince bu kültürü tenkit vatana millete ve geçmişe ihanet sayıldığından hakikati ortaya koymak artık çok daha güçtür.Bazen bu kültür ve mitleri kanunlarla da korunuyor

Devamını Oku
Yusuf Aygun

DİNDE TECDİD FİKRİ VE BİR ÂLİMİN HAYALİ

19.yy. İslam dünyası için bir yenilgi ve çöküntü psikolojisi sürecidir. Bu süreçte İslam dünyasında içinde bulunulan bu durumu ve çıkış yollarını kendi zaviyelerinden yorumlayan düşünce ve siyaset insanları olmuştur ve bu zevatın açtığı yoldan gitmeye devam eden bir takım zümre var olmaya devam etmektedir. Bu psikolojiyle ortaya çıkan bir takım zevat faturayı dine çıkarmış ve adeta sanki bu millet sonradan Müslüman olmuş ve geçmişte yaşadığı parlak zaferleri farklı bir inanca mensupken elde etmiş gibi geri kalmanın ve yıkılışın faturasını İslam’a kesme gayretine girmiştir, bunların temsilcileri- o günün önder ülkesini Osmanlı olarak düşünürsek- bu coğrafyada ve onun eyaletlerinde yetişen, Jöntürkler, İttihatçılar modernistler ve batıcılar olarak sınıflandırılabilir, yine bu dönemin bir kısım bireyleri batıda moda olan bir takım ideoloji ve fikir akımlarından etkilenmiş ve milletin çıkışını bu fikirlere sarılmada bulmuştur, bu akımlar malum olduğu üzere Milliyetçilik, Rasyonalizm, Pozitivizm, Laisizm, Sekülarizim, Kominizim, demokrasi v.s gibi.

Batının Fransız devrimiyle çok çetin ve halk merkezli ve yine halkın isteğiyle elde ettiği ve aslında onların kültür kodlarına uygun fikirler idi. Biz de ise- bu gün olduğu gibi- ithal, halktan çok bir takım elitin, iç ve diş bir takım kaynaklarla halka biçtiği ve dayattığı aslında kültür kodlarımıza da uymayan sadece batıya karşı komplekse dayalı uygun olmayan bir biçimde yorumladıkları bir fikir muammasının sunulması biçiminde tezahür etmektedir neticede bu elbise İslam dünyasına uygun gelmediği ve dayatıldığı için totaliter rejimler ve bu rejimlerin dönüştürürmeye çalıştığı mutsuz halk yığınları doğurmuştur. Bu süreçte çözümü İslam dünyasının kendi asli unsurlarında ve asli kültür kodlarında arayan insanlar ve fikir gurupları da olmuştur. Bu bağlamda Hindistan da Mevlana Ubu’l Kelam Azad, Mevdudi ve İkbal’i, Mısır’da Abduh, Afgani’yi, hasan El-Benna ve Seyit Kutub’u, Anadolu da, Akif, Said-i Nursi, Mustafa Sabri ve Necip Fazıl’ı ve daha birçok fikir ve aksiyon adamını zikredebiliriz. Bir de sentezciler vardır ki, bunlarda batının fikri yapısı ile kendi ülkesinin değerlerini harmanlamak ister ve ortaya garip bir biriyle temelde uyuşmayan bir ucube çıkar, bu zevata da Arap dünyasındaki Baasçılar, Nasyonal sosyalistler ve milliyetçiler verilebilir. Mısırda Cemal Abdu’n Nasır, Libya da Gaddafi, Suut Krallığı, Anadolu da Ziya Gökalp örnek olarak gösterilebilir. Kısacası, fikir sahipleri, kendi değerlerini tümden reddeden ve çareyi tamamen bu değerlerden kurtulmada gören batıcılar ki bunlar her şeyiyle batının kültür değerlerinin ithalinden yanadır. İkincisi, temel batı değerleri olmak kaydıyla kendi bazı değerlerini de muhafaza etme taraftarı olanlarladır ki bunlarda sentezcilerdir, üçüncüsü öze dönüş ve yeniden İslamı ve onun oluşturduğu medeniyeti asrın algılayacağı ve sorunlarını bu zaviyeden çözen bir medeniyet projesi olarak sunmaya çalışan Tecditçiler olarak sınıflandırılabilir. Saydığımız bu guruplardan maalesef ilk ikisi çeşitli iç ve dış faktörlerle İslam ülkelerine hâkim olmuştur ve İslam dünyasına bu iki modelin baskı ve zulümden başka getirdiği hiçbir şey yoktur. Bahis konusu ettiğimiz üçüncü alternatif ise –ki bizim üzerinde duracağımız budur- müstevli güçler ve onların yerli işbirlikçileri tarafından değişik biçimlerde sindirilmiş ve uygulama alanı bulamamıştır. Bu fikrin Anadolu da ki en önemli teorisyenlerinden biri şüphesiz Sait Nursi ve onun kapsamlı tecdit projesidir. Sait Nursi nin projesi bir birinin tamamlayıcısı olan belli adımlardan müteşekkildir ve bu bir gelecek hayalidir. Fakat maalesef bu proje başta takipçileri tarafından ya doğru algılanamamış yâda eksik algılandığından ve diğer bir takım olumsuzluklardan dolayı ortaya konulamamıştır. Projeyi burada ana hatlarıyla işlemeye ve üstadın hayalin bir nebze tevile çalışacağız.

Devamını Oku