Sabah yine o gri tavanla göz göze geldim,
Alarm çalmadan uyanmanın o tanıdık yorgunluğu.
Kapıdan çıkar çıkmaz teslim oluyorum sanki,
Ayaklarım yolu benden iyi biliyor artık,
Otomatik bir oyuncak gibi, pili hiç bitmeyen.
Çayın demi bile aynı, bardağın lekesi aynı yerde,
Kızgın bir alevin başında toplanmış herkes,
Kimisi su sanıp telaşla benzin döküyor yangına.
Oysa düğümü asıl kördüğüm yapan, bu şuursuz çırpınış,
Bakmak ile görmek arasındaki o ince dengededir bütün sır.
Seyretmek acizlik değil, gerçeği görmenin ta kendisidir bu vakitte,
Çünkü bulanık suda yönünü sadece nefesini tutan bulur.
Başımızın üstünde yeşil bir gök,
Güneş ince ince süzülüp düşüyor omzuna.
Hava nemli, yoğun bir toprak kokusu,
Ve içimize işleyen o derin ferahlık
Elim elinde, parmakların parmaklarıma kenetli.
Sanki dünya sadece burası,
Beklemek, gelmeyecek olanı beklemek,
Ciğerime batan bir cam kırığı demek.
Bir sofranın neşesi, o kapının kilit sesi,
Bana sanki bilinmeyen dillerin bestesi.
Elimi uzatsam boşluk, tutanım olmuyor.
Zaman durmadı aslında, sadece ağırlaştı.
Raflarda biriken toz gibi...
Rüzgârın camı zorlaması değil bu,
Artık evin yalıtımı eskisi gibi değil sanki.
İçimde bir yer, tam şuram,
Yutkunsam geçecek gibi değil.




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!