bilmek nereden geldiğini
ve nereye gittiğini bilmemek midir
gerçek yolculuk
bitmemiş olana doğru
ben ve biz olmayanda
kendi normalliğini yaratmalı her insan
..
Yedi renk bir demet, billur damlalar
Körkuyu odamda camları sarar
Düşlerime bağdaş kuran çocukluk
Kirli bir aynada saçını tarar
Sobamın neşesi çam kozalağı
Masal içre masal ana kucağı
..
Ney çalsa ve uyusam.
Bitse bu kanayan yokluk.İçimdeki tüm kuşlar sussa...
Yağmur akşamlarında dilimde hiç bulamayacağım bir sevgili adı.Zülüflerinde rüzgar dolaşırdı,ben üşürdüm.Ve elleri yüzüme vuran kardan beyaz.
şimdi eski liman üzerinde gemiler ağlıyor.
Bende bir sokak köpeği yalnızlığı; düşüyorum sokak sokak.
Yorulduğum bu şehirde penceremden sabah kuşları firar ediyor.Anladım...gözlerinsiz bulamayacağım yönümü.
Sen ne zaman sevişsen başkasıyla ben ölüyorum sevgili.Bitmeyecek bir yolculuk başlıyor soğuk tren raylarından.Zehr-i nikotin değil sadece kesen bu nefesi biliyorum.Ve ne zaman bulsam rüyalarımda yüzünü,kayboluyorsun çıkmaz bir sokakta.
..
Çocuk gülüşlerinin ardında saklıdır düşler ülkesinin son hazineleri. “Açıl susam açıl! ” diyen Ali Baba ve Kırk Haramiler’in sihrine kapıl da tüm ganimetleri al ve git artık!
Mavi yolculuğa çıkan “Umut Gemisi”nin Nuh tufanına yakalanmasını istemiyorsan rotanı Ümit Burnu’na çevir ve hayallerim hatırına git artık!
Elişi kâğıtlarından kedi merdiveni yapan anılarımın, devler ülkesinde mahsur kalmaması uğruna ardına bakmadan git artık!
En dipsiz mutsuzlukların karanlığından tan vaktinin neşesine hicret etmek üzere buruk hayal kırıklıklarını terk ederek git artık!
Uzak diyarların gizemine kapıl da farklı ufuklardaki güneşin doğumunu izlemek için karanlıklardan sıyrıl ve git artık!
Yakınların huzursuz saatlerinden uzakların huzurlu iklimine yolculuk yapmak isteyen düşlerinin esans arayışlarına kulak ver ve git artık!
Hani insan her şeyden bıkıp usanır ve uzaklaşmak ister ya dar zamanlardan, özgür anların albenisine kapılarak. İşte o an “gitme” zamanıdır, hüznünü sisler bulvarında bırak ve git artık!
..
Sustum senden sonra konuşamıyorum....
Eller anlamaz beni susmak en güzeli...
Yola düşer gözlerim sustuğum vakit...
Gece olur sana gelirim sen uyurken sevgilim...
Bir yolculuk başlar senle gittiğin yere....
Gölgem olur sensizliğe çalan tüm saatler...
..
Kısa bir yolculuk sanmıştım suya
Mavili taşlarda yasak bekledim.
Ne kadar da zordu her yüze bakmak.
Evet kendimi, ben sana çağırdım.
Çılgın bir yağmurdu iki kişilik,
Çok çamlar devirdik sarhoş olmadık.
..
Ne derdime deva bir kardeş,
Ne yoluma revan bir dost,
Ne de kalbime yolcu bir sevgili göremedim su kahpe şeritte. Yeryüzüne bir kardeşlik reformu,
Gokyuzune kalıcı bi yolculuk lart.
Valizimi toprağa,
biletimi gökyuzune kesin.
Elveda!
..
Bir gün...
Varlığını bile bilmediğin biri yola çıkar...
Bezm-i elestte yapılmıştır sözleşme...
ve Kâlû belâdan başlamıştır yolculuk...
Gelir seni...
Kazaya da…
Kadere de...
..
‘ŞİİR, ‘Irmak olup tersine akmaktır, bir yolunu bulamadığı anlarda yaşama. Ezgiyle tatlanan, ağıtla harmanlanan, düş ile mayalanan ve aşk ile destanlaşan o söz yağmurunda kimi ılık zerrecikler gibi, kimi de dilimizdeki en ağdalı sözler gibi hedefine koşan bir mermi, muhatabını arayan bir şarapnel parçası gibi süzülür anlamlı bir boşlukta’…
ŞAİR; ‘Düşle evreni birleştiren, bütün boşlukları sözcüklerle donatabilen ve yüreğindeki coşkuyu aya, güneşe, havaya, suya ve tüm kâinata dökebilen elçidir. Şair Yunus’un yolunda, Mevlana’nın otağında ve Karacaoğlan’ın aşk ile çağlayan sazındadır, sözündedir ve özündedir. Şair yaşamla ölümü birleştiren, aşk ile hüznü seviştiren ölümsüz bir serüvencidir’
(Selahattin Yetgin)
O zengin motifli şiir tonlarına vurgu, kurgu ve anlam yüklemek için onu kaleme alan yüreğin de duyguyla yoğrulmuş olması önceliklidir. Dehalık bir anlamda onun yörüngesinde yürümekle olgunlaşır, mevsimlerle birlikte ruh kazanır, sonunda da rengârenk sözcüklerin egemenliğiyle hem dilimizin, hem rengimizin konuşma ve anlatı sanatı olur.
Bülent Özcan’ı anlatırken şiire anlam yükleyen bir düş halkası olarak betimlemekle yola çıkabilirsiniz. O şiirin kilometrelerini başarıyla ardında bırakmış, kendine has anlatı dehasıyla koşmuş, hiçbir molayı kendine dinlenmek için şiar edinmemiş ender şairlerden. O her dilde yazabildiği argümanlarla kimi çok uzak bir gezegene gökkuşağı asar, kimi yıldız alacalı mevsimlere sözcük yağmuruyla ağar, kimi de kendini ve insanı anlatan o özgür sesiyle şiirin asırlık bentlerini yurdumun geniş coğrafyasına salar..
..
- Düzeni yok etmek kolay da bağımlılığını yok etmek zor.
- Nazım´ın dediği gibi "hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak", sistem bizimle kafa bulmaya devam edecektir.
- Siyasi(leşen) diyanetten doğru, dinli(leşen) yargıdan adalet çıkmaz.
- Bir kez olsun beni anlamaya çalışsaydın seninleyken sensiz olduğumu da anlardın.
- Belirledikleri hedefe varmak için demokrasiyi araç olarak kullananlara karşı çok fazla demokrat olmak densizliktir.
- Kimi yoksulluktan kurtulmak için dua eder; kimi yoksullaştırarak zenginleşir; şükreder.
- Birilerine göre "çapulcular"ın talepleri saldırıdır; karsıtların saldırısı iknadır.
..
17.ULUSLARARASI HAZAR ŞİİR AKŞAMLARI
Uluslar arası Hazar Şiir Akşamları Türkiye’nin ve Türk Dünyasının en uzun soluklu, en kapsamlı ve ‘en’leriyle bu milletin genlerine en uyumlu bir edebi organizasyon!
Her şeyin ilki veya başlangıcı anlamlıdır. Orada, bir faaliyetin kökleri vardır. Köklerin üzerine bir gövde üzerine dal ve budak salışı vardır. Bu fikrin manevi mimarı tabii ki, Şener Bulut kardeşimiz… Biz ona ve arkadaşlarına, bu davanın ‘vefalı, fedakâr, çilekeş dostları…’ diyoruz.
..
Darende’den düştük yola
Günpınar da verdik mola
Yeniköyden endik, ovaya
Ceyhan’ın doğuşu büyüler mola
Elbistan İl olmayı haketmiş
Gönlü geçmez bu sevdadan
..
Bir otobüse bindim gidiyorum
Yolculuk nereye,onu da bilmiyorum
Şoförün adına hayat demişler vakt-i zamanında
Dikkatli olmaya çalışsa da yolculuk esnasında
Yinede hoşumuza gitmeyen sürprizler oluyor yolda..
Kimi zaman,
..
Hindistan’a Gitmek…
Ertesi gün bayram gibi;
Birazdan yar şu köşeden çıkacak gibi;
Bilinmezin, bir rüyanın haşarı çocuğu gibi,
Çakan şimşek, gürleyen gök nafile,
Yollar beni bekliyor;
..
Yalnızca çıplak ayakların yürüdüğü
Papatyaları hiç ezilmemiş
Enginlikle siyahın göründüğü
Üzerinden iki kere geçilmemiş
Son yolculuğun yoluyum
Yaşamaz yolcum, yaşamak erek
..
BEYAZ DUVAKLI NİF’İN DORUĞUNA YOLCULUK
Yazı ve fotoğraflar
İlhan BİÇER
Dokuz Eylül Dağcılık ve Doğa
Sporları Kulübü Derneği Üyesi
..
Yaklaşık 15 yıl önce Sarıyer’den kalkan minibüsün en ön koltuğundayım; öyle bir yolculuk ki o gün İstanbul’un Fethi’ne benzer ya da bir Nuh Tufanı gibi bir minibüs yolculuğumu hiç unutamıyorum. Üstelik Boğaziçi’nde hiç yaşanmamış bir heyecan, bir de acayip panik ve de duygu sağanağıyla Taksime varabilmiştik ama öyle bir yolculuk ki, şehir hatları dışına bile çıkmıştık ve de inmiştik geçmişin derinliklerine ama hiç dokunmamıştık tarihin dokusuna da... Bir ara asfalt yoldan ayrılmış, takılmıştık boğazda sürüklenen gemilerin peşine… Ve öyle bir yolculuk ki, az gittik, uz gittik bir müddet denizaltından bile gittik, coğrafyamızı ve de şanlı tarihimizi de dize getirdik… Sonra da çift yönlü akıntıyla bulmuştuk kendimizi Marmara açıklarında… Üstelik o gün İstanbul’da dört mevsim, üç beş yüzyıl, birkaç da çağ birden yaşamış ve de İstanbul’u baştanbaşa iliklerimizde hissetmiştik. Nihayet Taksim’e varmıştık ama nice savaş kahramanlarının, meydan muharebelerinin ve de mareşallerin de pabuçlarını dama atmıştık…
Bir İstanbul sevdalısı; Karadeniz’den gelen dev bir çınar; başı dik, alnı açık Taksim-Beşiktaş-Sarıyer minibüs hattında taşıyor İstanbul’u tam yarım asır… Sarıyer’den kalkan bir minibüsle Beşiktaş, Taksim’e doğru hızla yol alıyoruz; minibüs tıka basa dolu; yolcularda bir korku; acayip bir heyecan; bir de panik, boğazda öylece seyrediyoruz ve de hızla ilerliyoruz Marmara’ya…
Poyrazköy’den esen bir poyraz, arkasından bilmem kaç gros tonluk Rus şilebi; bir de Gürcü kuru yük gemisi; hemen Karadeniz girişinde; Kavaklar’dan heybetle seyrediyorlar ve de tarihin dokusunu zedelemeden hızla ilerliyorlar; Sarıyer önlerinde nefes kesen bir yarış; gemilerin peşindeyiz; çok fena kaçıyorlar ama hepsini yakalamışız; hemen önümüze katmışız şerefsizleri… Bizim minibüste bir korku, acayip bir heyecan, bir de panik, Taksim-Beşiktaş-Sarıyer minibüs kaptanı “ya Allah Bismillah” deyü tam yol akıyoruz Marmara’ya…
Bir İstanbul aşığı, Karadeniz’den gelen dev bir çınar; taş gibi yüreği; fabrika bacası gibi nefes buğusu tütüyor Çamlıca sırtlarında; geğirmesi bile ilişiyor boğazın dalgalarına ve de sürüklenen Rus şilebinin sol cenahına; bir de poyrazın sürüklediği Gürcü kuru yük gemisinin bandırasına… Karadeniz fena kudurmuş, bugün çok acayip bir rüzgâr var ama…
..
Yollar yolculuk içindir.
Zordur yolculuklar, zahmetlidir engelleri aşmak.
Fakat biliyor musun en zoru nedir?
En zoru yürek yolculuğuna çıkmaktır.
Bir tarafın “git”der,
Bir tarafında hayır o burada “kal” der.
Hangisini yapacağını şaşırırsın.
..
uyku hali
düşün her seyin tesadüfle oldugunu bilen
ve kendini akllı sanan adem oglu
kahinatın nasıl var oldugunu sanan
ve tesaduflerle oldugunu bilen
maymundan geldigini ve atam maymun diyen
uyku halini hayel ed
..
Çaresizlikler içinde kaldığın zaman,
Umuda yolculuk başlar unutma.
Ağla şimdi içinden geldiği gibi
Savur kendini yere
Bir sızı var içinde
Ellerinle dokunamıyorsan dokun yüreğinle…
..