(Hikâye)
Günlerdir, ılık bir mutfağın sünger kanepesinde oturmakta, pencereyi örten tülün ardından ara sıra yoldan geçenleri izlemekteyim. Çoğu zaman hiçbir şey düşünmeden, öylesine dalgın dalgın bakıyorum. Dışarıda güneş kendini göstermiş olsa da, bu durumun aldatıcı olduğunu anlamam zor olmamıştı. Pencereyi açıp biraz hava almak istediğim anda, içeri dolan aşırı soğuğun etkisiyle iliklerime kadar titrediğimi hissettim. Tekrar yerime otururken, şu an binlerce insanın yokluk, yolculuk, savaş veya başka nedenlerle yeterince korunamadıkları için, aşırı soğukların etkisinde yaşadıkları zor anları aklıma geldi. Büyük, küçük yaşlı genç milyonlarca insanımız, Ülkemin pek çok bölgesinde şu veya bu nedenle soğukla mücadele etmekteydi. Özellikle yalnız yaşayan yaşlılar, gelir seviyesi çok düşük olan aileler ve sokaklarda yaşayan binlerce yoksul, şu anda Allah bilir ne acılar çekiyorlardı. Dünyanın pek çok bölgesinde ve komşu Ülkelerde de buna benzer durumlar yaşanıyordu. Bu zor durumdan en çok da çocuklar ve yaşlılar etkilenmekteydi. İnsanlığın geldiği bu noktada maalesef çok acılar yaşanıyor, medeni ülkeler değişmeyen sömürü zihniyetleriyle, gelişmemiş Ülkelerdeki bu durumlara karşılık duyarsız kalmakta veya sadece göstermelik demeçlerle günü kurtarmaktaydılar.
Küçük fakat sıcak bir odada, yalnızlığımdan şikâyet ettiğim için kendime kızdım. Yerime oturup gözlerimi tekrar pencereye çevirdiğim zaman, yıllar öncesinde yaşadığım anılara dalıp gitmiştim.
Henüz karlar tam olarak erimemiş, kuzeye bakan yamaçlar ve çukur alanlarla yüksek yerler, tamamen karlarla kaplıydı. Mart ayının sonu olsa da, yöremizin oldukça yüksek bir yerde bulunması ve Karadeniz dağlarının sert ikliminin etkisinde kalması nedeniyle, buralara bahar geç geliyordu. Kış aylarının hayli sert ve uzun olması, bazı ailelerde olduğu gibi bizim evde de bir takım sıkıntılara yol açmıştı. Elimizde, avucumuzda hemen hiç para kalmamış, unumuz ve diğer kış yiyeceklerimiz bitmek üzereydi. Eksiklerimizin bir kısmı, köyümüzde durumu iyi olanlardan borç karşılığında giderilmiş, şimdilik sıkıntı atlatılmıştı. Ama bu borçlar bir şekilde ödenecekti. Babam hasta ve yaşlı, dört çocuğum ise küçüktü. Bütün sorumluluğun benim üzerimde olduğunu biliyor ve bir şeyler yapmam gerektiğini düşünüyordum. Köyde, ot biçim zamanına kadar pek iş olmazdı. Olacak işleri de eşim ve babam yapabilirdi. Ben, bizim memlekete yakın, sahildeki sıcak şehirlere gidip çalışabilirdim. Yapacağım iş, bahçe işi, hamallık veya amelelikti. Çalışmak için gitmeye kara verince, durumu aileme ve babama açtım. Eşim boynu bükük, verdiğim karara itiraz etmemişti. O da biliyordu ki, geçinmek için bir şeyler yapılmalıydı, fakat kocasının kış sona ermeden yola çıkmasını da istemiyor, ancak sesini de çıkarmıyordu. Babam, gitmeye kararlı olduğumu anladığı zaman, sırtımı sıvazlayarak hayırlar dilerken, Allah yolunu açık eylesin diye dua ediyordu.
Küçük bir hazırlığın ardından, yolculuk için kararlaştırılan gün geldiğinde, sabahın er vakti yola çıkmalıydım, aksi halde gün kararmadan dağları aşıp Rize’nin yüksek köylerine ulaşamazdım. Köyden bir arkadaş, yolun yarısına kadar bana eşlik edecek, kalan kısmını tek başıma gidecektim. Yolculuk günü sabahı, evde herkese veda ettikten sonra, arkadaşımla beraber mart ayının sert ayazında yola çıktık. Yanımıza biraz yiyecek almış, benim giysilerim de tahta bir bavula konularak bir eşeğe yüklenmişti. Evden ayrılmanın verdiği hüzün ve gideceğim yolun tehlikeli olmasının heyecanını derinden hissederek, biraz korku, biraz endişe ile yola çıkmıştım. Sabahın er vakti olduğu için dağlarda havanın nasıl olduğu anlaşılmıyor, ama köyümüzdeki aşırı ayazdan havanın açık olduğu görülüyordu. Yolumuzun başladığı ilk kısımlar yokuş yukarı olduğundan bizi yorsa da, bunu düşünecek ne zaman, ne de duracak vaktimiz vardı. Koşar gibi yol alıyorduk. Arkadaşım benden rahattı, çünkü o geriye dönecek, ben yalnız başıma dağı aşacaktım.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla