Deniz kuşunun üzerinde
Uzun bir güneş gülü
Dağlarda maki
Şapeller ve çamlar
Sırrı saklı.
Ve her şey
Kapının altında ki anahtarda yatıyor.
Deniz kuşlarının uzayan
Bembeyaz kulaçlarında
Tek bir martı sesi bile yoktu.
O zamanlar gün, güzdü.
Gün Yıldızkoy’da
Kaleköy’den aşağı bir kaydı
Bir düştü.
İki şişe huzur
Dibinde sayısız harcanan saatler
Rüzgârın devinimiyle akıyor.
Her büyük esinti,
Bir öpücük
Yalnız
Bir saniye
Tepemde ki kalede
Tanrı’nın nefesi
Kulesinden boğaz aşağı
Tam da vaktin gırtlağından geçiyor.
Mavinin ünsüzleri
Bir dilek hakkı olsa
Yaşayana mı üflerdi
Ölüye mi?
Çünkü ölüler sol/la
Yaşayanlar sağ/la
Kuşkusuz arzum
Bekleyişin ve şevkin
Tüm şarkılarını
Dolunayın göz bebeklerine söylüyor.
Gözleri gümüşle dolmuş,
Karanlığa çevrilmiş,
Isırılmış bir açlıkla.
Oysa henüz yeri ve zamanı
İspatsız çabasının gösterilmeyecek bir daha
Ne orası
Ne burası…
Koylar boyu, boyunca
Su alametleri
Yeminli balıklarla
Resimsiz masalları
Sizlere bırakıyorum.
İnsanın bile ilk enstrümanı
Şişeye üflenmiş dalgalarken
Size ölümle dolu
Size hayatı yarılamış
Mavi bir kadeh bırakıyorum.
Poseidon ya da Neptün
Deli kayalarda ağlayan son kadın
Keçilerin peynirleriyle suçlandı.
Dağların saçlarıyla
Taşa tuğlaya dönüştü.
O hayalet evlerden gelen
Gözyaşı ihtimalleri
O kadın kadar yalnızlığımın
Buruk kuşkularıdır.
Taa Tanrılardan başlayan.
Ki Ağustos olsam
Balıkçı Köyü’nde
Tepeköy Altı Manastır’da
Sular altında seranatım
Su atıyım
Çalı zillerini duymak için
Bir meleğin kanatlarını yakıp ısınmışım.
Sözüm ona
Suya götürüp
Susuz getirdi
Sebepler ve gerekçeler.
Aksine ağır ve dingin
Gençlik sokaklarında
Kimliksiz bir şalım ne de olsa.
Önüne konan küllük kadar ömrü kimsenin,
Bir izmarit kadar uzun olmamıştır.
Gökselinde rüzgârın
Döndüğün sırtın
Kontrolsüz saçların küfürleri
Ve gelişi güzel telleri
Sevmekte bir türlü
Başka şarkı bulamazken.
Soruyor ‘’Ellerin kaç numara?’’
Ellerim;
Yana yakıla maziye adanmış
Çocuksuz bir dünyanın son gülümsemesidir.
Oysa mesafesiz kahkahalarda
Masallarda,
Kucakta taşınan bir çocuğun ilk adımları
Şuursuz bir neşe sadece.
Bakın bu Gökada;
Bu Yıldızgök
Şu pahalıya mal olan beşik
Kaç çocuk doğurdu ve baktı
Ben ise yerde ölümlü bir hayali yaşar
Ben ise gökte fesleğen kokar
Saati sormaksızın
Sandal-yemden kalkmam!
Sardunyam boş vermiş,
Belli ki meyilli
Bakın meyil ediyor, nasıl da!
Ama bir adı vardı her şeyimin.
Boşa doldurup
Dolu yağacağım derken,
Biliyorum o ateş yanmaz, boşa.
Kadın ancak üşüyünce buldu ateşi.
Kadın ancak üzülünce kilitledi kendini.
Kabulsuz inkârımın
Belki geliş sırası bu.
Orada ne varsa biliyorum.
Sadık
Canlı
Yırtıcı
Hepsi aynı neticede
Sıfatlar yalancıdır.
Hayvana yürür
İnsana giderim.
Çilek ve çitler
Hepsi benim.
Ben ekmek gibi somun somun
Bölünür de yırtık
Sebebi benim.
Arşivim gelmiştir.
Biriktiremem
Susuz dans huysuzdur.
Edemem
Çakmaklar bile en asılsız anlarda
Asla yalnız yanmazlar.
Bilmem bu hangi derdin kavrayışı
Lakin salladıysa beni bu Yıldızada
Bir senfoni
Bir safsata
Rüzgârın kendinden
Okşanmamış kedi tüyünden
Keçilerin göz karesinden
Tutmuşum denizi
Na- Mert’im
Kuruyacağım kâğıdımda
Sabah kafeste kahvem
İştahla âşık
Güneşli ve suçlu
Yıldızların adasındayım.
Kayıt Tarihi : 29.10.2020 18:45:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Yonca Enderer Altan](https://www.antoloji.com/i/siir/2020/10/29/yildizada.jpg)
Size desteğimi sunuyorum...ilhamınız bol olsun.
TEBRİKLER...yüreğinize sağlık sn Yonca Enderer ALTAN hanımefendi...
En derin hürmetlerimle...başarılar dilerim,
Her şey gönlünüzce olsun..esen kalınız her daim.
TÜM YORUMLAR (1)