MURAT TALİ YILDIZ ŞİİRLERİ

MURAT TALİ YILDIZ ŞİİRLERİ

Murat Tali

bu kadar mı yıldız karanlığı yaşar gökyüzü,
atmosferime düşen bütün göktaşları
iz bırakırdı gövdemde,
bir tek sen yıldız olup girdin atmosferimin
o en soğuk
ve
en karanlık yerinden içeri,
bedenim göktaşı izlerinden sıyrılıp
binlerce parçayla birleşti yıldız aydınlığında...
şimdi
..

Devamını Oku
Murat Tali

ve gün
bitiyor
binlerce hüznü kar damlası yapıp döküvermişti saçlarıma
gözlerini kısan insanlar çarparak ilerliyorlardı benden içeri
ve benden geri
gözlerimi açtım yıldız yıldız kar tanesi gördüm
üşüyen insanlar gördüm
açılmış şemsiyelerle kapatılmış
duraklardan geçtim
gözlerim halen açık
..

Devamını Oku
Murat Tali

Şimdi şarap şişelerinde devrilen tüm sessizliklere inat
yıldız sarılı göklere haykırıyor içe dolan sözcükler,
buğulanmış her şişe
güze sarılmış hasretleri barındırıyor

şarabın tadı düşüverdi pencereme,
kulaklarım kokusunu duyuveriyor,
damağımda şişenin soğuk hali
ve yıldız düşürüyorum kadehlerin o kekremsi varlığına,
sözcüklerini yitirmişse gün,
..

Devamını Oku
Murat Tali

Uzun bir günün gecesinde adaçayı kokuyor zaman. Nerden aklıma esti başladım yazmaya, bir köy meydanında sulardan köprüler kuruyorum kendime, geçtikçe ıslanıyorum kederli anlara takıyorum tokaları. Keçi kulağı oluyor anlarım. Ya o ağaçlardan düşen gülümseyişler onlara ne demeli. Bak yine ayarsız cümlelere gidiyorum. Melekler gülüyorlar mıdır bana yukardan. Gecede yüzlerce yıldız yok, olsa valla verirdim. Parlak bir ay var sadece, etrafında da birkaç tane yıldız, o kadar. Bulutları hafifçe serpiştirmişler gökyüzüne. İyi bir ressam olsaydı yıldızlarımı daha çok serperdi yoksa bulutları mı?

Yine satırlar kayıyor yan yan. Paragrafları olmayan cümleler kuruyorum uzun ve noktalama işaretlerinden yoksun. Oturup koklasan, nefesini içine çeksen, sadece hava alabileceğin. Sıradan bir durum olsa, kafayı kapatıp gitmek en iyisi derdim. Yok öyle sıradanlık, her şeyi terk edip gelmişiz kendimize, bırakıp gitmekte olmuyor. Koyuyor, hem de çok fenasından arkana bakmadan gidişlerindeki dönemediğin anların toplamı. Kaç eder her bir adımın fırtınası. Sormadım, düşünmedim sayılır mı böylesi gidişlerde adımlar. Deli derler adama değil mi? yazı yazmak zor zanaat. Memleket meselelerine girersen değil de, böyle boş ve amaçsız yazınca zor oluyor deli misin? Gecenin bu saatinde oturup amaçsız bir yazı yazıyorsun (saat 22.28) o kadar geç bir saatte değil ki, neden geç dedim anlamadım.

Çiçeklerin arasındayım aslında, onları yazsam ne kadar uzun yazabilirim. Mesela şu limoni selvi yada Japon gülü yok onlarda değil bitkilerden de çok anlamadığım ortaya çıktı. Halbuki onlarca çiçek var karşımda, aha iki tanesini ben dikmiştim, bak onları rahatça söyleyebilirim. Gül. Konuyu devam ettirecek güzel bir kaynak buldum; gül. Bak, şimdi ayın önüne bulutlar girmeye başladı, şu ressama ne dedimse yapıyor, şimdi yağmurda yağdırır kim bilir. Nerde kalmıştık? Gülde. Evet, bakalım neler biliyoruz gül hakkında, kopya çekmek serbest mi? gül bir çiçek adı akla ilk gelen bu, sonra gülmek fiilinin kök hücresi. -Gülsene, deyip birilerini gülmeye teşvik ederiz. –Gülme, diyerekten gülmemesi için kısıtlamaya gideriz. Gülme, gülmek, gülmekten katılmak, katıla katıla gülmek. Hem olumlu hem de olumsuz bir durum söz konusu, güzel bir şey değil midir gülmek, o zaman neden engelleriz anlamam. Bir cenazede gül götürülebilir gülmek götürülemez gülme götürülür. Güldüm ben götüremediğim gülmeleri de yanıma alarak. Şimdi ikimizde aç, bitap kapıdayız, almadılar bizi yemeğe. Ben yemeksiz, gül ise susuz kaldı. Aylardan da yaz. Tabi, akılsız başın cezasını gül çekiyor. Birde akıl çekiyor, tabi başa giremeyip açıkta kaldığı için bu durum başın hoşuna gidiyor mu dersiniz? Bence gidiyor, en azından derdi tasası yok, taşıyacak bir aklı yok.. ne gam, ne keder salla gitsin dünyanın derdini. Bende isterim onlardan dolu dolu diyesi geliyor insanın şimdi. Akılsız bir baş akıllı bir başı döver mi? sanırım bu sorunun cevabı, koskocaman bir evet. Baksana, dünyaya akılsızlar hakim olmuş bir şekilde, oh hem içinde bir şey yok hem de her şeyin var. Olmasa da hakkın varmış gibi davranıp olanları alabiliyorsun.

Gül demiştik nereye geldik, bir süre suda beklediğinde neden soluyor gül. Bir öykü vardı “gülün suya aşkı” diye, sanırım doyuyor bir süre sonra gül ve tokluktan kuruyor. İnsanoğlu da öyle değil mi, doyunca kuruyor insan olan yanları. Hepsi böyle değil tabi, öyle olsaydı her yanı su alır götürürdü. Suya doymadan, kendini dışarı atabilmek var işin içinde. İnsanlık nerde kaldı dostlar. Bir gül dik, bülbül gelsin aşık olsun, sonra bülbülü yakala ve sat. İşte sana gelecek, sonra otur öykü yaz roman yaz ver yayınevine, adın çıksın yazara.

Abuk sabuk yazılara devam ediyoruz. Bulut halen ayın önünde, gitmedi ve gitmeyede pek niyetli görünmüyor. İki üç tane yıldız vardı, onlarda kayboldu. Yıldızsız gecelerde yaşamayı öğreneli çok oldu. Çocukluğumda görürdüm her akşam, sonra tatillerde denk gelmeye başladı, birde uzun gece yolculuklarında. Şehirler, gecelere ve yıldızlara baskın çıkmaya başladılar. Toprağı ele geçirdiği yetmiyormuş gibi. Dalga sesleri ve böcek sesleri yerine, uzaktan gelen araba motorlarının sesleri hakim zamana. Zaman, saatlerden çıkıp, tümden gelip tüme varılan bir kavram zinciri. Emanete verildiğinde almaya gecikirsen, bastonla karşısına çıkıp tanıyamadığın derin bir kavram oluyor bazen, zaman. Derin kırışıklıklar sarıyor insanın yüzünü, elleri buruşuyor. Sürülmüş toprağa dönüyor beden, bir farkla hep nadastadır artık. Meyve vermesi zor. Verebileceği ise, yaşayabildiği, hikayeleştirebildiği geçmiş zaman fiilleri. Kiminin sadece askerlik anısı olur, kiminin sadece okul. Kiminin çocukluğudur anlatılmaya değer. Bütününü doldurabilmek ne zor şu hayatın. Yüzde kaçını boşa yaşıyoruz acaba. Doluya koysan taşar, aza koysan dolmaz bir durum yaşadığımızı sandığımız dünya.

..

Devamını Oku