Uzun bir sosyal birlikler dönemi sonunda, komünsel süreçler gelip mülkiyet ilişkilerine dayandı. Ve bu süreçler kendi içinde de, toplumları; eşdeyişle mülk ilişkilerini ve sınıf ilişkilerini ortaya çıkardı. Toplum mücadelelerinin büyük kısmı, sınıf ilişkilerinin savunuluşlarını oluşturur. Başlarda, sırf sosyal etik işleyişin bir yetkesi olan otoriteler, artık bundan böyle de, sınıf ilişkilerini, sınıflar etiğini de, düzenleyen mekanizmalar da olacaklardı. İşte sosyal birlikler döneminde, öznelci inançsal oluşmaların içinde, meşrulaşan YETKE–OTORİTEler kendisinden sonraki sınıflı toplumların da, sınıflar arası ilişkilerini, sınıflar arası etiğini ve sınıflar arası nesnel ilişkilerini, düzenlemeye matuf, geçici bir süre yetke olmanın bir müktesebatı olmuşlardır.
İttifak toplumları içinde, sınıflı toplumların girişen, artan çelişiklileri karşısında, öznelci inançsal gelişmeler, giderek hem sistemleştiler (kendi toplum ve sosyal etik çelişme ilişkileriyle dinleştiler) hem de bu dinler değişmezliğin kuralı oldular. Çünkü dinler mevcut yapıyı koruyabilmek için ilkten beridir bu böyledir, bu böyle olmak zorundadır, demenin bir kuralı olmak için değişmezliği savunmak, yoluna girmiştiler. Böylece inançlar, evrimci gelişmenin, yolunu da tıkamıştırlar. Yol tıkanmıştı ama sınıfsal çelişkiler geliştikçe ve giriştikçe, kendi yolun da yeni etik ve nesnel kurallarla düzenleştirmesi gerekiyordu.
Dinler bu kez de, “şartlar değişince hüküm de değişir” diyemediklerinden. Yine dinler zaman içinde “şeriatlarının yeni şartlarla geçersizleştiğini” söyleyemediler. Zaman henüz bunları anlamaya müsait zaman değildiler. Bu nedenle inançlar, “değişme esastır ve zamanla gelişemeyen ölür” diyemezdi. Diyemediği için de “söz baştan söylenmiştir” diyerekten,otoritelerini sarsmamak için şeriattan sapıldığını söyler oldular! Her yeni gelişmelere tersdüşen söylemlerini,”eksi şeriatın unutulduğunu” söyleyen takiyye iddialarla, yeni dinleri; ya da eski dinlerin (şeriatların, tutulan yolların) güya “düzeltilmişlerini” reforme edilmişlerini, o günün sosyal ilişkilerine göre ortaya koydular.
İşte otoriteler toplum içinde bile, eski öznelci anlamalı ve dini biriktirmeli olan, ilk tipten yapılardı. İnançlar kendi otoritelerinden ötürü, kendilerini sınırlayıp, otoritelerini de tıkamıştılar. Artık güncel deneysel ve bilimsel katkılıklar, ancak nesnelci öznel alanın yetke dinamikliği ve çekenliği içinde biriktiler. Böylece nesnelci öznel otoriteler (yetke) daha hızla birikti. Daha hızlı değişip dönüşmeye ve müktesebatlarını oluşturmaya başlamıştı. Uzun süreçler sonunda insanlık, genel inançları da oluşturmalarıyla, dinlerin toplumsal oluşma alanından ayrılıp, kişi öznel dinamikliğinin eline verilmesi gerekiyordu. Öznel inanmalı, mistiği olmayan insan da veya sürekli tinsel ve tensel gelişmeyen insan da; yarımdı.
Satarken güllerini,
Alırken alın terini.
Yırtıktı elbisesi,
Ayağında terliği.