yok mu bizde
sağ elime güneşi
sol elime ayı verseniz
bu davamdan vazgeçmem diyen kararlılık
yoksa güç ve iktidara mı talip olurduk
teklif bize yapılsaydı
mekkenin reisliğini verelim sana
sus yeter ki
teklifini
bıçak gibi kesip atan
içtenliğe yer yok mu yüreklerimizde
ne garip işler etmişiz
diye diye uyanma vakti
nasıl da unutmuşuz
nidasına tutunma vakti
nasıl oldu da hakikati
kendi taraftarımız yapmaya kalktık
gerçeği tekelimize alıp
ötekinin vicdanındaki hakikat kırıntılarına
nasıl da hoyratlık ettik
oysa kalpler saf doğruya susamış
vicdanlar menfaat gözetmeyen
iktidar hesabı gütmeyen
tarafgirlikle sunulmayan som hakikatin
sofrasından doymak istiyor
her şeyden önce insandır o
her insan gibi
bir insan
acıkan, susayan, kaygılanan
hüzünlenen ,heyecanlanan
duru bir insan
lakin ille de düşünen bir insan
insanlığın temel acılarını taşır kalbinde
kederleri, hasretleri ve hayalleri
dünya rüyasına kanmış
insanlığı gerçeğe uyandırmak içindir
tenhalarda sancı çeker
şehre isyan eder
böyle gelmiş böyle gitmez der
hiraya atar kendini
insanı hatasıyla sever
eksiğiyle kusuruyla kabul eder
yüksek yerlerdedir
lakin başından rüzgar eksik olmaz
savrulmayı göze alır
ayrılığın acısıyla kanar
aklını bulutlara bindirir
hayaller kurar
yetimce hüzünleri de
çocuksu sevinçleri de ciddiye alır
yağmur damlalarıyla selamlaşır
inadına ıslanır
tenine varlığın tüm kıpırtılarını dokundurur
dağı sever
taşlarla söyleşir
umar ki dağ da unu sever
taşın da kalbi olduğuna inanır
ara sıra ümitsizliğe düştüğü olur
Rabbim bana küstü mü diye
içi titrer
terk edildiğini sanır
insan ya
köz düşer kalbine
bulutlanır gözleri
sıcacık damlalar dokunur
onun yüzüne de
ne var ki
biz nebinin gerçeğini görmek yerine
onun çokça tartışılacak özelliklerini vurguladık
tüm ömrünü
sadece elli üç gün tutan savaşlara kilitledik
kılıç kalkan şakırtısıyla andık elçiyi
ille de kanlı, hareketli sahnelerde resmettik
peygamberimiz savaştı diye utanacak değiliz elbette
o savaşın ortasında da
incelik ve zarafet dersi verdi
cümle aleme
kalabalıklara karışıp
gökyüzünün çizgilerinde neşe aradığını
kendini şarkılarla karşılayan genç kız
ve delikanlılara
tebessüm ettiğini unutuverdik
fikrinin ince güllerini dermeyi beceremeyince
kerbelanın ciğer sızlatan acılarında
utandıran görüntülerinde
heyecan aradık kendimize.
vahyin gelişini
bir bayram edasıyla özlediğini dillendirmedik
nabzına sözün kalbinden
nasıl can indirdiğini
göremedik
gösteremedik
oysa Allah'ın elçisi aramızda.
elçilik ettiği söz aramızda ne kadar canlı akıyorsa
o kadar aramızda…
tabi olunacak
izleri üzerine yürünecek bir özne iken
nasıl oldu da tuhaf tınılara eşleştirdik hatırasını
kimin fikriydi onu
içinden çıkılmaz hurafelerin heyecanıyla aramıza çağırmak
aziz bir özneyi
acınacak bir hatıraya dönüştürmek
kimin haddi
vakit
hiradan inen rasulü
hz. haticenin samimiyeti ile karşılama vakti
vakit
elçiyi mahcup etmeme vakti
onu mahzun etmeme vakti
vakit
elçiye kardeş olduğumuzu
birbirimize kardeş olduğumuzu göstererek
ispatlama vakti
vakit
onun samimiyetini
şeffaf bir elbise gibi
ruhumuza giydirme vakti
vakit
Rabbimizin bizden beklediği
o saf insanlığı
o som samimiyeti
canla başla gerçekleştirme vakti
vakit
hatırasına ağıt yakmak yerine
hatırını öğüt yapma vakti
belki de
insanlığa ümit olacağız böylece
utandırmayacak bizi karşımızdaki aynalar
redfer
İlyas Kaplan
Kayıt Tarihi : 8.1.2025 01:10:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!