Yeşil Maşalı Kırmızı Bisiklet!

Turgay Akbulut
108

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Yeşil Maşalı Kırmızı Bisiklet!

Bizim zamanımızda küçüksün diye bisiklet falan alınmazdı
Şimdiki çocuklar çok şanslı.
Alınmadığı için ağlama sızlanma şansızımız da yoktu
Belki bu yüzden kendi oyuncağımızın mimarı da yine kendimizdik.
En kolay yaptığımız oyuncak, telden iki tekerlekli, ortasında uzun bir tel dümen olan,
Bisikleti andıran oyuncaktı…
Bizim zamanımızda ancak kazanıyorsan bir şeyler alabilirdin…
Kazanmak içinde biraz boy atmış, eli çapa tutan olmak gerekirdi.
Aile içindeki çocuk sayısının çok olması ya da gelirin kıt olmasıyla da pek alakalı değildi. Bisiklet sahibi olmaya…
Ağlamak içinde öyle çok da sevilmezdik şimdiki gibi…sevgi bile çok uzaktan gülümserdi yüzümüze…ama hissederdik yürekteki sevginin sahiciliğini…

Ne zaman elindeki değneği çapa ile değiştirdi…eli para görmeye başladı.
Çobanlıktan terfi etmişti çiftçiliğe. Adı Ömer di ama bu kadar kolay ismi kimse telaffuz etmezdi.
Ya Şomar ya Şıhömer yada Omar denirdi. Ekiz(ikiz) de diyen çoktu.
Ekizler ailenin tüm işlerini sırtlamışlardı. Biri çoban biri çiftçiydi yaşları ney diki, bu günün çocuk dendiği yaştayken, onlar koca adam muamelesi görürdü…
Tabi en çok itibar çiftçi olana yapılırdı. Çiftçinin altına minder atılırken çobana yer bile gösterilmezdi…
Çiftçi olmakla çoban olmanın farklılığı hayatın ileriki evresinde de kendini göstermişti…
Çobanın duygusallığı hayata değnek savurup ıskalarken, çiftçinin kararlılığı, altına atılan minder de güreş tutmaktaydı hayatla…

Hayatında ilk defa para kazanmış ilk defa ikinci el bir kırmızı bisikleti olmuştu.
O tarlaya her gidişinde ben bisikletle yüz yüze kalırdım…eh ondan habersiz kulana kullana öğrenmiştik biraz.
Sakın bisikleti alma! Derdi…Çocuk olup ta hanginiz dayanabilirdiniz kırmızı mersedesi andıran bu yaratığa…Yine her zamanki gibi atlamış köyün içine gidecektim.
Karşıma Melın çıktı.'beni de götür' dedi. Arkasında sepetliği olmayan mersedesin önüne oturmuştu.
Melın onun en modern lakabıydı… Hikayenin en acı tarafı, bu yaştan sonra arkadaşıma meşhur lakabıyla hitap etmek (tüysüz) . Mahmut bizim komşu, yoldan geçen çocukların korkulu rüyası…
Elindeki jiletle, yoldan geçen başka mahallenin çocuklarının üzerindeki düğmeleri keserdi…
Bir iyi tarafı vardı aynı mahalleliye dokunmazdı.
Şimdi büyüdü sanırım aynı memleketliye dokunmuyordur…

Neyse az gittik uz gittik Çekirdekçi amcanın evine varmadan bizim bisiklet iki büklüm oldu!
İkimizi birden taşıyamadı ikinci el mersedes. Ön tekeri tutan maşa kırılmış firenler kopmuştu.
İçimdeki dayak korkusu değildi telaşıma…
Tarladan geldikten sonra gururla bindiği bisikletle tur atarken yorgunluğu gidiyordu garibin…
Bu onun en büyük servetiydi. işte ne olduysa bu servetin çöküşü oldu…
İki büklüm bisikleti diriltmenin çaresi neydi! . Bu çocuk halimizle nasıl bir çözüm bulabilirdik!
Kendi oyuncağımızın mimarıydık ama bunun değildik.
En azından sağlam bir maşa bulup yerine takabilirdik. Sağlam bir maşa!
Sağlam bir maşayı düşündükçe, aynı zamanda akşam yiyeceğim sağlam bir şaplağın sesi de yankılanıyordu kulağıma…
Ben bunları düşünürken Melın boş durmamış çözüm yollarını da bulmuştu bile…
“Dedenin evinde yeşil bir bisiklet iskeleti olacaktı” dedi. Sahi öyle bir bisiklet iskeletini hatırlıyorum. Çiftçi ağabeyimin(Fetullah) olmalıydı.O çok önceden para kazandığından bu saltanatı çoktan yaşamıştı…
Eee bu Melın benim dedemin evdeki bisikleti nasıl hatırladı! Her neyse hatırladı ya.
Dedemin evini benden daha iyi biliyor Melına Bak!
Dedem bağa göçmüş üzümleri bekliyordu. Kapısı da kilitli. Bu sorun değildi… Melının bildiği yoldan bu işi halledecektik…Dama çıkıp Tandır bacasından içeri girecektik.
Tandır bacasının tam üstüne bir kom (kalas) koyup bir ip bağlayıp ipi aşağıya sarkıttık.

Dedemin evi uzun bir arapı (aralık) , bir oturma odası,birde kilerden oluşuyordu.
Arapının uzun duvarında, duvar boyunca bir ağaç raf vardı. Rafın üzerinde bir sürü demir parçası …Ortasında koca bir üzüm ezme teknesi vardı.
Oturma odasında ise en belirgin eşyası,tam karşıda büyük bir ayna, aynaya takılı eski resimler…
Kilerinin tavanında kurumuş çıbıklar(çubuk) asılıydı…Çıbıkların dallarına salkım salkım üzüm asar, kışın bu pörsümüş üzümleri çirtim çirtim yerdi…
Bizde okuldan geldikçe önlüklerimizi çıkarmadan dedemden üzüm isterdik. O okullu halimizi gördükçe dayanmazdı, bir çirtim üzüm almaya yetiyordu.
Bu pörsümüş üzümün tadı bir başkaydı… Hele bir yufka ekmeğin arasında, deri peyniri ile birlikte yedin mi tadına diyecek yoktu…
Okumanı kutsallığı en kıymetli yiyeceği koparmadan belliydi…
Hiçbir zaman bir salkım üzüm bir bütün elma vermezdi… Bir kap yemekte on horanta(kişi) doyar, tavanın dibinde kavga ederdik… Lokmanın tadı vardı…
Dedem gitti ne ağzımızın tadı kaldı ne de bir çirtim üzüm… Dedem gitti varlığı ile beraber yokluğu miras kaldı…
Neyse bu hikayede dedem hala bağ evinde… Melın da damda beni bekliyor…

Üzümlerin goruk halleri renklendiği zaman Dedem bağa göçerdi…
Alaçıklarının tepesinde ay ışığı dolanır… etrafında bin bir çeşit böcek yılan çıyan sesleri gezinirdi…
Hiç de fena değil di bu romantik halleri. Bir nine bir dede ay ışığında elele…ne çok zaman üretmişler ne hoş zaman..yalnızlığı paylaşmak için…
Her yıl göçmelerine sebep, belki bir sepet üzümün çalınması değildi… Baharın yazın bu renk cümbüşünü, gecenin bin bir çeşit seslenişini, havanın mis kokusunu, beklide bir göz odalarına düşen ay ışığının süzülüşünü özlemişlerdi…
Bir asır bekledikleri bağdan geriye, bir salkım üzüm kalmamıştı kilerine asılacak…

Önce Melın indi duvarı is kaplı bacadan… Kapı aralığından sızan ışığın aydınlatması kafiydi
Yeşil renkli iskeleti bulmaya… İskeletten maşayı söküp çıkmıştık yüzü gözü kara içinde…
İçimizdeki umut yüzümüzdeki karayı silmeye yetmişti…
Her şey tamamladık bütün ayarları yapmıştık… Bisiklet biraz renk değiştirse de hiç de fena değildi…Ama dikkat etmek gerekir di artık onu durduracak mekanizma çalışmıyordu. Frenleri yapamamıştık.
Korku ve başarının verdiği karışık bir his haliyle Şıhömeri beklemeye başladık...

Tilkinin masaldaki gibi kuyunun üzerine biraz çer çöp atıp, minder serip Kurt'u misafir etmesine benziyordu bu bekleyiş…Duvara dayalı haldeki bisikletin yanına çöküp hiçbir zaman oynamayacağımız oyunu oynuyorduk… Külün içine saklanan taşları bulmaya çalışarak.
“ne yapıyonuz lan! ” deyip bisiklete uzandı…Gideceği yer biraz yokuş aşağı, karşıda bir duvar var! Frenleri olmayan mersedesini saldı yokuş aşağı… Her zamanki gibi frene basıp sağa sapacaktı garibim!
Karışık sesler çıkararak duvara tosladı…
Gülermisin ağlarmısın…
Kısa bir pataklamadan sonra fark etti bisikletin yeşil rengini…

Turgay Akbulut
Kayıt Tarihi : 14.11.2006 22:14:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Adem Avşar
    Adem Avşar

    Yani; Zabit Memmedin evinde duran, Fetullah'tan kalan, eski bisiklet iskeletiyle, Tüysüzle gezerken kırdığın Şomarın bisikletini yaptın... ama yinede abi dayağından kurtulamadın :) hııı ?. Bunlar güzel şeyler... Yaşamasaydın ! yazamazdın...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Turgay Akbulut