YEŞİL BEYAZ İNTİZAR
“Hasret bir kurşun oldu, yaktı ciğerimizi
Biz sılaya vurulduk, gurbet öldürdü bizi”
Çıkıp zirvelerine yeşil tepelerinin,
Endamını gözlesem uzaktan Çayeli’min.
Karayemişe düşse inceden çiselerin,
Çaylıklarda ıslansa yine elbiselerin.
Yağmuru düşlerimde hasret kokan nazlı yâr!
Yüreğime dokunsa son defa şulelerin.
Sarılsan şairine Mapavri, kadîm diyâr
Eritse dağı taşı nazenin buselerin.
Kulağımda navının akisleri çınlasa,
Ruhuma ab-ı hayat dolsa derelerinden.
Yaylaların gül açsa Senoz’un sinesinden,
Kalsa avuçlarımda sonsuza dek ellerin…
Aşkımızı anlatsa tarihe ilk baharın,
Yağmurlara sevdalı o heybetli dağların.
Güneş doğsa ufkuna, ruhuna bayram gelse,
Dokuz Mart’ı çağırsa, şölen olsa her yanın.
Sakalar özgürlüğün şarkısını söylese,
Kurtuluşu konuşsa barut kokan limanın:
“Aç kalır, susuz kalır, dayanır da bu millet;
Asla esir olamaz!.. Çay kokan medeniyet”
Yâd elleri ansızın savururken küllerin,
Toprağında yeniden filizlenip hürriyet,
İstikbâli selamlar umut açan güllerin.
Yakamozlar karşılar sahilde mehtabını,
Kaptanlar gece gündüz sayıklarken adını.
Hilaline sokulur yıldızdan gemilerin,
Al bayrağını çizer Zancel’e halelerin.
Vurur her bir yanına, Kuspa’dan seyredersin
Dere başından çıkıp sahillere gidersin.
Okşar yine denizin dalgalı saçlarını,
Şefkatiyle sıvazlar ıslak yamaçlarını.
Senin şarkını söyler, çalar kemençelerin
Çaybaşı’nı çağırır geceye türkülerin.
Eskiyi anarsın hep, intizara dalarsın,
Özlediğin çocuğu mazilerde ararsın.
Mevsimler mayıs olur, çay dolar düşlerine;
Tamlılar filizlenir, yeşil gülüşlerine.
Bazen kazan başında, pişerken lahanalar,
Bazen kuzinalarda kaynarken kolivalar,
Ahşaptan evlerinde yanık bir tulum çalar;
Kimi nayla yanında sabaha kadar oynar,
Kimi kadıbağında, nemli gözleri dolar,
Yol havasını söyler gidenlere dillerin…
Lambalar gaz yağıyla geceyi aydınlatır,
Yıldızdan köylerini serenatla anlatır:
Bir yanın hüzün taşır, bir yanın sefalıdır;
Bağrı yanık dağların, dumanın cefalıdır.
Esen dağından rüzgâr şairlere ilhamdır;
Yamacında, sırtında hep çaylıkların vardır.
Gelse bir kaptan paşa köprüler yapsa bize,
Umutları bağlasa kemerle sinemize.
Gönül kapılarını açmak için çilingir,
Gür pınar sularını kavuştursa denize.
Aşıkların söylese zafer türkülerini,
Erenlerin gösterse yavuza hünerini.
Buzlu pınarlarını bekleyen köprülerin,
O şirin köylerinde çınarlı tepelerin.
İzlesem cemalini, göklerinde uçarken,
Derin meşelerinde komar gülü açarken,
Sahil bağrına basar denizini yâr gibi!
Mavisini kaybedip dağlarda arar gibi.
Tepelerine sorup zümrütten renklerini;
Haykırır özlemini, yüreği yanar gibi:
“Nerde Cafer Paşa’dan selam getiren kuşlar?
Nerde patikalara sırdaş olan yokuşlar?
İmecelerin vardı, birlik vardı her yerde
Peştamallı, çeşanlı nazlı kızların nerde?
Seni bir öksüz gibi bırakıp gittiler de
Çayını ana gibi seven yazların nerde?”
Sesini bülbül gibi bekliyorken güllerin
Sen; şehriyar olursun tahtına gönüllerin
Münzevi dervişinim kapında mihman gibi!
İzin ver de gireyim; bırakma, yaban gibi!
Kollarını aç bana, tazelensin aşklarım.
Mahremine girsem de sevgim Mihriban gibi.
Ruhumu aydınlatsın sevdalı bakışların,
Dokunsun yüreğime romantik bir an gibi…
Göz bebeğime değsin gözündeki yaşların,
Toprağımı sulasın yeşeren zaman gibi…
Yağmurların da yağsın, hüzzam olsun sesin de;
Hevesin de titresin, sayılı nefesin de…
Paliva tepesinde, bir mezar gölgesinde,
Yalnız iki renk kalsın sevdamın izlerinden;
Vurgun yeşili otlar, beyazı mermerlerin;
Bir şehrengiz Çayeli, çay çiçeği ellerin…
Kayıt Tarihi : 9.3.2021 12:10:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!