Şair duruşu diye bir şey var mı?
Varsa nedir?
Bu konuda fikir bildirmeye hakkımız var mı?
Yetkinliğimizin sınırları nereye kadar uzanır?
Bu soruları yanıtlamak hiç de kolay değil, çünkü yukarıdaki soru cümlelerinin algılanışı kişiye göre değişir. Yanıtlar tamamen öznel olup şairin duruş kavramını nasıl tanımladığı ile doğrudan ilgilidir. Birisi çıkıp, “Şair duruşu diye bir şey yoktur” da diyebilir pekâlâ. Bu duruşun - eğer varsa - tarihsel süreç içerisindeki dönemsel gerçekliklere ve akımlara göre değişim gösterdiğini iddia edebilir ya da “Edebiyat dünyasında şair olarak tanımlanmamış kişiler bu konuda görüş bildirmemeli” de diyebilir. Hal böyle olunca, “şair duruşu” ancak kişisel pencerelerden bakılarak; “olmazsa olmaz” sayılacak, en azından evrensel ölçekte kabul görme olasılığı yüksek bazı özellikler sıralanarak açıklanabilir.
Şair, her koşulda çağının tanıklığı işlevini üstlenmek, toplumları tutsak eden sorunların sözcüsü ve aktarıcısı olmak, ancak J.L. Borges'in de belirttiği gibi dar bir dönemde sıkışıp kalmayıp, tarihe ve geleceğe karşı da bir sorumluluk taşıyarak şiirlerini 'zamana yazmak' mecburiyetindedir. Hüseyin Ferhad benzer bir görüşü “geleceğe mektup yazmak” olarak vurgulamıştır. Öne çıkarılan bu özelliğe, mekânı yok etmeden mekânı sınırsızlaştırmak boyutu da eklenebilir. Sorumluluk alanının genişliğinden dolayı şair susmaz, susamaz. Tanıklık ettiği haksızlığı, sömürüyü, yanlışlığı kâğıda dökmek; muhalif ve hesap sorar duruşunu her koşulda sergilemek, bu duruşu sözüyle de somutlaştırmak ve aynı zamanda evrenselleştirmekle yükümlüdür. Yükümlülüğünü yerine getirirken, olup biten tüm olumsuzluklardan kendisini sorumlu hissedendir. Daha yaşanası bir dünya yaratmak amacıyla düş-kuran, düş-yazan biri olmasına rağmen kurgulanmış her şiirin altına gerçekleri ustalıkla gizlemeyi bilendir. Aynı zamanda her tür iktidara uzak duran bir öncüdür. Kalıpları kıran, kalıpları kuran, kültürü ve dolayısıyla insanı dönüştüren; dönüştüremese bile, insanı eskisinden farklı düşünmeye ve duyumsamaya yönelten bir güçtür.
Şair esinlenebilir ama asla kopya çekmez. Biricikliğin ve özgünlüğün, kişisel “poetika”sını, şiirsel edasını, şairaneliğini oluşturmadaki rolünü kavramıştır. Üstelik hayata, aşka, insana ve karmaşaya dair inceliklere karşı fevkalade duyarlı; sıradan bir gözün göremediği ayrıntıları sezebilen, bunları doğru algılayıp pervasızca dile getiren, kendisine dert edinen kişidir. Derdi olmayan şairin duruşu olamaz! “Kendisi” olamayan şairin de… Düşünmenin ve sorgulamanın değerini anlamış, yaşamında en az şiir kadar felsefi düşünceye de yer vermiştir. Varoluşsal kaygıları, bitip tükenmez arayışları olan, bir filozof kadar felsefeyi önemseyen ama ondan daha mücadeleci biridir. Üstelik yarattığı eserlerde soyut felsefi düşünceyi şiirsel malzeme ile harmanlayıp somutlaştırmayı amaç edinmiştir. Ancak unutmamak gerekir ki, şiir yalnızca felsefe değildir; felsefenin de tek başına şiir olmadığı gibi… Ama toprakla çiçek kadar yakındırlar birbirlerine.
Şiirin soyunmadan yazılamayacağını erkenden fark etmiştir. Bu yüzden kendisi ile olan hesaplaşmasını, yüzleşmesini, aynasına soyunarak bakmayı şiir yolculuğu boyunca sürdürür. Öznel duruşmalara sıkça çıkmaktır bu… Masumiyetini, dürüstlüğünü korumayı amaç edinmiş ve olumsuz kişisel duygulardan arınmıştır. Örneğin alkışlanmayı ve okura ulaşmayı sever ama ortalıkta gereğinden fazla gözükmeyi sevmez. İmrenir ama kıskanç değildir. Faydacı yaklaşımlara yabancıdır. Şiirden yarar beklemenin şair duruşundan ödün vermek anlamına geldiğini öğrenmiştir. Gerçek bir şair, “şiirküre”yi beklentilerin geçerli olduğu bir mekân olarak algılamaz. Tıpkı şairliğin atama ya da lütufla elde edilen bir unvan veya diplomalı-diplomasız kazanılan bir meslek olmadığını bildiği gibi… Bu payeye içinde saklı olan nefesin ancak doğru bir biçimde, estetik değerleri de dikkate alarak, uygun ve taze bir dille üflendiğinde, büyük emekler sarf etmek suretiyle ulaşıldığını fark etmiştir. Diğer taraftan, yalnızlığı önceden seçmiş biri olup, yalnızlıkla barışık bir kişilik oluşturmayı başarmıştır. Gösteriş yapmanın, böbürlenmenin, medyatikleşmenin, şiirine zarar vereceğini bildiğinden susarak konuşmayı; diyeceği her ne ise, şiiriyle söylemeyi yeğler. Kısacası şiir sanatını zanaatla karıştırmaz.
Söyleminde iç tutarlılık vardır. Neyi dert edinmişse, neyin savaşımını veriyorsa (insanlık onuru, sınıf bilinci, insan hakları, çevre, doğa, varoluş sorunsalı, acı, hüzün, çocuk safiyeti, aşk, vs.) her sözünün bir önceki ve sonrasıyla örtüşüp bütünlük sağlamasına özen gösterir. Değişime açıktır ama kendisini yadsımaz; öz beniyle çelişkiye düşmez. İnatçı, dirençli ve kararlıdır. Yılmaz, küsmez, şiire sırtını dönmez. Özverili ve Sisyphos kadar sabırlıdır. İlhan Berk’in de işaret ettiği gibi,“şiir cehennemi”ne bir kez dalanın bir daha çıkamayacağını, ruhuna şiir üflenen birinin şiirden kopamayacağını, ona bir ömür boyu bağlı kalacağını bilir. Yazmak şairin yazgısıdır, şiir ise kölelik ettiği bir mülke dönüşmüştür. Örneğin yaşı olgunlaştığında veya aşkı bittiğinde yazmamayı seçen bir duruş şiire dâhil değildir. Buna olsa olsa geçici heves denir… Aşk, acı, sömürü, ölüm ve bunun gibi temaları işlemek, bunlardan kaynaklanan her türlü içsel tepkiyi şiirine yansıtmak duruşunun bir parçasıdır. Acıyı içselleştiremeyen şair bireysel ve toplumsal sorunları dile getiremez. Bir yerde mutlaka tıkanır, çıkmaz sokaklarda kalır. Örneğin ölüm onun için yeniden doğmakla eşanlamlıdır. Bu nedenle ölüm temasından vazgeçemez. Şiirin yazılma sürecinde de simgesel anlamda ölümü göze alandır. Şiir âleminden ancak ölülerin sağ çıktığını bilir.
Duruşu sağlam bir şair acımasız eleştirilerde bulunmaz. Yol göstericidir. Yeri geldiğinde yardımcı olur, gerekirse görmezden gelir ama diğer bir şairi saldırgan, çokbilmiş ve sert tavırlarla hırpalamaz. Eleştirisi daima olumlu, yapıcı, nazik; genel davranışı ise emeğe saygı doğrultusundadır ve bunu başaracak yeteneğe de sahiptir. İşi sözcüklerle iç içe yaşamak, sözcüklerden anlam üretmek olan birisi edebiyatta da “edeb”i en etkin biçimde kullanmak, öfkesini ve öteki sert tepkilerini denetim altına alıp aklını, birikimini ön plana çıkarmak zorundadır. Böylesi bir duruşun özellikle genç yetenekler üzerinde ileriye dönük oldukça yapıcı etkileri olacaktır. Özeleştirisinde, mümkün olduğu ölçüde tarafsız bir tavır sergilemesi, dışarıdan gelecek eleştirilere karşı da aynı olgunluğu göstermesi beklenir.
Ortada savunulacak, yani ayakta duran bir şiir olduğu sürece, bedeli ne olursa olsun, sözünün (şiirinin) arkasında durur. Sözünden kuşku duyandan şair olmaz! Aksi halde şiiri bir gün kaçınılmaz olarak yıkılır. Dil ve estetik kaygıları büyük olan şair şiirini yazar; sonuna kadar da savunur. Tersi söz konusuysa, diğer bir deyişle şiirini savunamıyorsa eğer, inandırıcılığını da yitirir. Sözünün arkasında duramayan şair kalemi bırakmalıdır, çünkü şair aldatan-aldanan değil, uyandıran-hakikate açılan kapıları aralayan kişidir… Geçtiği yollar ne denli tehlikeli olursa olsun dengesini korumakla görevlidir. Bir bıçağın yalnızca keskin ağzı üzerinde duran biri değil aynı zamanda o keskin çizgide yürümeyi bilendir. Kendisinin bir yolcu, şiirin ise sonsuza uzanan bir yolculuk olduğunun bilincindedir. Tevazu en temel özelliklerinden bir tanesidir. Şiiri bildiğini onun okuru anlar ama şiiri bildiğini kendisi iddia ederse şair duruşunda bir eksiklik var demektir. Bu durumda yolcu artık öğrendiğine-bildiğine kanaat getirmiş olup yolun sonuna vardığını düşünüyordur ki şiir açısından sakıncalı bir yaklaşımdır bu.
Şair, şiirsel metinler kadar şiir-dışı metinlere de odaklanmayı görev bilir. Kısacası, “şairin beslenme kaynağı okumaktır” denilebilir. Öğrenme tutkusunu, okuma coşkusunu asla yitirmemesi gerekir. Bu yüzden okumaya dair hedefleri sınırsızdır. Ve tuhaftır ki, okudukça hiçbir şey bilmediğini fark ederek daha çok okumaya yönelecektir. Sadece esin perilerine güvenmeyip, şiirin ancak belirli bir birikim ve süzülmüş bilgiden sonra kendini göstereceğini, yetkin bir bilinçte filizleneceğini kavramıştır çünkü. Öğrenme ve keşfetme erdemine, derinliğe ve duruluğa ulaşmanın sırlarına varmaktır bu; aydın kimliğini bir bayrak gibi sallamaksızın, sessizce, bilgiçlikten uzak ama şiirin büyülü vadisinde esin perileriyle kol kola bir sürgün hayatı yaşamaktır. Ancak sırf bilgi, birikim, yetenek yetmez. Bunlar yalnızca şiir için gerekli altyapıyı hazırlayan araçlardır. Şiirin kendiliğinden geldiğini gözden kaçırmaması lazımdır. Şair, iklimi hazırlayan, zamanı geldiğinde şiirin götürdüğü yere gözü kapalı giden; şiir ise, şairin içindeki “başkası”nı (Rimbaud- “Ben, bir başkasıdır.”) ortaya çıkarandır. Özetle nerede durduğu-duracağı hiç belli olmayan şair, şiirin karar verdiği bir buluşma noktasına koşan; onun kendini yazdırmasını sabırla bekleyendir, çünkü bu âlemde seçici olan şair değil şiirdir. Şairiyle buluşamayan şiir ise yazılamaz.
Her ne kadar “görmek” bakmakla başlarsa da, farkındalık düzeyi bir hayli yüksek olan şair içselleştirdiği zenginlikler sayesinde farklı bakmak, görünmeyeni de görmek ve göstermek mecburiyetindedir. Dolayısıyla bilgelikten payını almış olması, bilgece bir duruşa ve bakışa sahip olması şarttır. Demek ki şair duruşuna bilgelik yolunu aramak, “hikmet” sahibi olmak da dâhil… Ve bu duruş şiirin niteliğini belirler.
Şair için yukarıda anlatılanları gerçekleştirmek kolay mı, ya da bunları hayata geçirmek mümkün mü? Hem düş dünyasında dolaşacak, hem gerçekleri yazacak. Hem dik başlı ve isyankâr, hem bilge olacak. Hem yalnızlığı seçecek, hem kalabalıkların dertlerini içselleştirip dile getirecek. Doğasında saklı olan benci’liği ile birlikte yaşayacak ve aykırılığını koruyacak ama aynı zamanda kişisel zaaflarından uzak durmayı bilecek. Bir ömür boyu çelişkiler arasında gidip gelecek; öte yandan da şiirin kapısını çalmasını soğukkanlılık maskesi altına gizlediği yürek çarpıntıları ile bekleyecek…
Şairin işi zor, çok zor! Yukarıdaki soruların yanıtlarını bilmiyorum ancak benim kafamda canlanan şair portresi ve duruşu böyle bir şey işte.
(HAYAL Dergisi, Temmuz-Ağustos-Eylül 2009, Sayı 30, “Şiir ve Şair Duruşu” dosya yazısı)
(Eklenme tarihi: 27 Ağustos 2009)
Naime ErlaçinKayıt Tarihi : 27.8.2009 11:14:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Naime Erlaçin](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/08/27/yerinde-duramayan-sair-in-durusu-duz-yazi.jpg)
Şair (duruşunun/duramayışının) bir de sezai karakoç dilinde anlatımı bulunsun istedik kıymetli tahriratınızın eşliğinde....
Parmaklarınızın klavye üzerinde (duruşuna/duramayışına) tebrikler diyorum bu vesileyle...
TÜM YORUMLAR (1)