...“Yenilmez Aklın Deliliği”...Şair ve D ...

Naime Erlaçin
955

ŞİİR


43

TAKİPÇİ

...“Yenilmez Aklın Deliliği”...Şair ve Delilik...Düz Yazı

“Şiir, sanatın gerilla dili…” (İsmail Mert Başat)

“Bütün şairler delidir” demişti Robert Burton. (“Melankolinin Anatomisi”, 1621) Sahiden öyle midirler? Bilemeyiz elbette. Ancak olağandışı birtakım özelliklere sahip olduklarını söylemek sanırım yanlış bir tespit olmaz. Yaratıcılık, alışılmışın dışında üretkenlik, gözü karalık, inatçılık, cüretkârlık, pervasızlık; düzene ve iktidara başkaldırmak, fırtınalarda yaşamak, ‘aklı gezintiye çıkarır gibi’ gerçeklerden uzaklaşmak, yaratım sürecinde enerji yoğunlaşması ve hızlı boşalım, yalnızlığa odaklanmak, zaman zaman kabaran ve bastırılamayan patolojik intihar saplantısı, özgürlüğün sınırlarını alabildiğine zorlamak, dik ve isyancı bir duruş, öz beni ve çevresiyle aralıksız sürdürülen yüzleşme, hesaplaşma, özeleştiri, bitip tükenmeyen varoluşsal sorgulama halleri gibi nitelikler şairin ruhsal durumunu açıklamaya yetmez bile.

Aragon’a göre, “Şiirin özü fırtınadır… Her imge bir tufan yaratmalıdır”.

Fırtınalarda savrulmayan, fırtınaları algılayıp içselleştiremeyen, birikimlerini öznel ve özgün şifrelere dökemeyen bir şair tufanlar yaratabilir mi?
‘Normal’ dediğimiz kavramın dışına sızmayı bilmiyorsa eğer, şiiri duru suya tiritten öteye geçebilir mi? Önce gerçeklerin dışına çıkıp, onlara tepeden bakarak tespitlerde bulunmadan, sonra da gerçekleri gözümüze sokmadan sanat yapabilir mi?

C. Baudelaire, Hermann Hesse, T. S. Elliot, Slvya Plath, Anne Sexton, A. Rimbaud, A. Puşkin, S. Quasimodo, Edgar Allen Poe, Pavese ve daha niceleri çizginin dışına çıkmamış olsalardı eğer, yaratının sınırlarını bu denli zorlayabilirler miydi?

Şiirin ustaları, hem hayatın sıradanlıklarından kaçıyor, hem de hayatı tam kalbinden yakalıyorlardı. Kendilerinden sonraki zamanlar için bile, hayata dair şifreler bırakıyorlardı. Goethe’nin de işaret ettiği gibi, sanat gerçeklerden kaçarken, hayata sıkı sıkıya bağlanmanın yollarından biriydi. Sanatçı ise somut aykırılıkları sanatın soyut inceliklerine ve estetiğe dönüştüren; bu kadarla da kalmayıp, içinde yaşadığı dünyayı estetize etme çabasında bulunan; söz konusu eylem sırasında deli gömleği giymeye hevesli, azgın sularda yüzmeye niyetli birisiydi.

Gerçekler ve estetik diyoruz. Acımasız bir sertlikten - çoğu kez de hayatın çirkinliklerinden - yufka gibi bir yumuşaklığa; yüzeysellikten derinliğe geçişin öyküsünden söz ediyoruz. İnce işçiliğin neden olduğu ruh hali değişimlerinden, yaşamın sırlarını keşfederken bir anlamda gerillalaşmaktan, uçsuz bucaksız tünellerde bitip tükenmez arayış ve bekleyişlerden… Bütün şairler bunalır böyle. En zor dönem ise çözüme ulaşmayı amaçlayan doğurgan bekleyişlerdir. Louis Gluck, “şiir dedi ki karanlık tünelde yalnız değilsin! ”cümlesiyle sesleniyordu şairlere. Karşılık olarak bir çalışmamda şöyle demiştim:

bir yerde sessizlik
bir yerde çillenmiş dirlik
takvimle ütülü ruha banılan
“sus! ” diye
haykıran bezginliğe
kıvamlı bir gülümseme olmalı!

sorunlu bu bekleyiş
üniforma kuşanıyor delilikten
yaşamın muskasını yazıyor kalbine

(Muska – N.Erlaçin)

Taşıması kolay bir ağırlık değildir bu. Şairin ruhunda elbette depremler yaratacak ve o, sancılı bu süreçte korunmak için mutlaka sıra dışı bir zırha gereksinim duyacaktır. Böylelikle kâh delilik üniformasını, kâh savaşçı kalkanını; diğer bir deyişle, kullanabileceği tüm silahları kuşanarak yaratmaya koyulacaktır. Koyulmak zorundadır, çünkü kalemiyle iktidarın şakağında yaralar açabilen, onunla pek çok derdi olan, egemenliğini sürdüren düzene karşı çıkmayı göze alabilen, aşka boyun eğen ama aynı zamanda ona başkaldıran, dağları yerinden oynatmaya niyetlenmiş, çelişkilerle dolu biridir şair. Yaşadığı süreç olağanüstü bir emek sarfını, yetenek, yoğunlaşma, duygulanım, kararlılık, donanım ve gelişmiş bir bilinç düzeyi gerektirir. Elbette isyan edecek, kimi zaman da bıkkınlık, küskünlük, kırgınlık gibi ruh halleri ve aşırı yorgunluk dönemlerinden geçecektir. Dünyayı parçalayarak yeniden kurmaya çabalarken oradan kopma ve bir anlamda cinnet geçirme olasılığı daima mevcuttur. Sanat dünyasına geçişin pasaportunu edinirken, gerçekliğin izdüşümünü yakalamanın bedelini ödemektir bu süreç. İnsanın düşünce dünyasında olumlu bir sıçrayış sağlama gayretinin ağır yüküdür. Acılı ama ayrıcalıklı bir durumu tarif eder ve herkesin dayanma eşiği farklıdır. Söz konusu süreçte şair diğer şairlerden farklı boyutlarda dirence sahip olup, farklı ölçülerde zorlanabilir, çünkü yaratırken bunalmanın derecesi düş kırıklığını taşıyabilme kapasitesi ile doğru orantılıdır. Kimi zaman çıkmazlarda kaybolur, kimi zaman var gücüyle direnir. Çağında anlaşılmasa veya kabul görmese, tepkilerle karşılaşsa bile yapıtının arkasında durup onun sorumluluğunu sonuna dek taşımakla yükümlüdür. Kısacası hesabını vermekle ilgili bir sorunsalı da vardır. Hayal gücünün doruğa vardığı anlarla, hayal gücünün tükendiği sanılan anlar arasında yaşanılan iniş çıkışlar, dayanma gücünün parçalandığı durumlar pekâlâ depresyon ve psikozlara, hatta intihar eğilimine neden olabilir.

Şair belki de Platon’un söylediği gibi “tanrılar tarafından kutsal bir çılgınlık bahşedilen kişi”dir. Delilikte bir hikmet olmalı ki Ömer Hayyam bile “ayrılma delilikten” demiştir. Ama her deliliğin şair olmayı gerektirmediği gibi her şair de deli değildir. Tescillenmiş / tescillenmemiş bir deliliği var veya yok diyelim, yine de şairin öznel dünyasında yaşadıklarını anlamanın pek kolay olmadığı gerçeğini göz ardı etmemeli. Üstelik şair yaftalanmayı pek sevmez. Ancak tarih boyunca daima delilikle yaftalanmıştır. Bu etiketlenmenin altında yatan anlam ise yaftanın hangi niyetle iliştirildiğine bağlı… Şairi aşağılayarak mı, yoksa onurlandırarak mı yapıştırılıyor bu sıfat? Asıl sorulması gereken soru bu. İlk yorumuyla ele alırsak, onu anlamak yerine, kestirmeden sonuca varmaktan söz ediyoruz demektir. Bir bakıma şairi hafife almaktan… Oysa bu, adı her ne olursa olsun, doğurgan olduğu kesin ama aynı zamanda bilgece bir deliliktir. Yenilmez aklın deliliği…

Bildiği yolda tek başına yürüyen, tek kişilik ordudur şair. Kendisi bile tanıyamaz bazen kendini. Kimi gün deliliğini denetleyebilir, kimi gün çaresizdir. Bu yüzden kim delidir, kim değildir; ne zaman delirir, ne zaman akıllıdır (!) kimse bilemez.

O halde herkesin deliliği kendine.
Şairinki ise başımızın üzerine…

(HAYAL Dergisi, Temmuz 2010, Sayı 34, Dosya Yazısı)
("Bir Tutam Tuz", Hayal. Yay. Ekim 2010, s. 123-126)

Naime Erlaçin
Kayıt Tarihi : 19.10.2010 13:14:00
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Arabi Adam
    Arabi Adam

    üzerine daha ne denilebilir ki...


    kutluyorum

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Naime Erlaçin