11.01.2014
Deneme Hikayeler
Bulutların üzerinde uçarak, kuşbakışı aşağıyı seyrederken kalbim pıt pıt atıyor, dağların yamacına kurulan köy evleri, yollar, bahçeler ve vadi boyunca akan dere güneşin şavkıyla parlıyor.
Alacakaranlıkta bindiğim airbus tipi devasa uçak, beş saattir havada, turizm şirketine daha önceden bildirdiğim için öğle yemeği ilk bana geliyor. İlk bana... geliyor derken, sakın torpil geçtiklerini sanmayın. Et yemediğim için Akdeniz mutfağı, vejeteryen menü talep ettiğimden dolayı yemek karışmasın diye uygulama böyleymiş. Aliminyum kabın sıcaklığı elimi yakacak neredeyse. Ön koltuğa bağlı masayı açarak yemek kabını üzerine koyuyorum. Yemek Fas usulü baharatlı sebzelerden oluşuyor. Küçük poşetle verilen zeytinyağını yemeğimin üzerine döküyorum. Peksimet gibi ekmekle doymasam da bitirip, ardından üzerinde ayıklanmış taze vişneli tatlıyı da iştahla mideye yolladıktan sonra, suyumu içip, tatlı bir rüyaya hazırlanmak üzere gözlerimi kapatmadan önce, üzerime önceden verdikleri polar battaniyeyi ayaklarımdan boğazıma kadar örtüyorum. Yolculuğumun bitmesine daha yedi saat var. Artık atlas okyanusunun üzerine gelirsek karayla bağımız tamamen kesilmiş olacak. Arada bir uçağın taşlı yollardan takır tukur giden arabalar gibi ses yapması, beni iyice sinir etmeye başladı. Neyse ki, uyumuşum. Sarışın bir hostesin Alman şivesiyle koltuğumun yanındaki bayanla konuşmasına uyandım.
Yapılan anonsla, Lady is Gentlemen sesi artık inişe geçtiğimizi müjdeliyordu. Frankfurt havaalanından yolculuğa eşlik eden yanımdaki yolcu bayan, uykumu böldüğü için, mahçup bir edayla, ince ve tiz sesiyle, hiç te alışkın olmadığım bir aksanla özür dilerken, gözlerini gözlerimden ayırmıyor ki, kendi hâlime döneyim. Kadının dili çözülmüş, yarı anlaşılır ingilizceyle nereli olduğumu, ne için seyahat ettiğimi soruyor. Altı üstü bir promosyon tatil çıkmış, sekiz günlüğüne Amerika'nın California eyaletinde, önce Miami'de dört gün, sonra da Orlando'da geçecek bir kaçamak tatil. Aklımdan da bu bayan acaba ajan mı diye geçiriyorum. Ama saf bir kıza benziyor. Uzakdoğu'lu olduğu çekik gözlerinden belli de, Çin'li mi, Japon'mu yoksa Koreli'mi? Neyse ki, gözüm elindeki kitaba bir ara takılıyor, elindeki kitabın üzerinde Mao'nun resmi ve fonunda da, Çinli proleterlerin, pirinç tarlalarında hasır şapkalarını havaya fırlatarak, kızıl komünist devrimin kutlamasını yapıyorlar. Anlaşıldı, yanımda bir kızıl komünist oturuyor. Çok merak etmişimdir, kırlardan kentlere yayılan, sonunda 1949 yılında Tiananmen meydanında zaferi kutlayan, binlerce yıllık gelenek, en son hükümdar Çan Kay Şek'in mağlubiyeti ile Mançu hanedanlığı sona eriyor, 1989'un 15 nisan ve 04 haziranında öğrenciler, işçiler ve aydınların önderliğinde aynı meydanda özgürlük için ayaklanan kitleleri, kızıl Çin tankları korkunç bir şekilde ezerek bastırıyor. Hemen aklıma 1956 yılında, tek parti yönetimine son verip, Varşova paktı'ndan ayrılma kararı alması üzerine, ellibin Rus tankının Budapeşte'ye yürümesiyle, Imre Nagy hükümetinin bağımsızlık mücadelesi yine aynı yöntemle, tankların önüne set kuran Macarları ezerek, bir haftada sona eriyordu. Hayal kısa sürdü, elime bir kağıt parçası uzatan yanımdaki kız, bana okurken tercümanlık yapmak üzere omuzunu omuzuma yaklaştırarak, elimdeki notta yazan Lien yazısını işaret edip, ardından da işaret parmağı ile kendisini gösteriyordu.Anlaşıldı, benim sevimli komunistimin adı Lien'di. Ben de pasaportumu cebimden çıkararak Lien'e gösteriyor ve adımı okuyorum. Lien, very good, very nice Cengizhan diyor. Samimiyetimiz isimleri karşılıklı tekrarlamalarla ilerliyor ve yaptığımız iş, hoşumuza gidiyor, sempati yağmurumuz, gayri ihtiyari ellerimizin birbirine kenetlenmesine, ardından da gözlerimizin hiç ayrılmayacak gibi bakışlarla duygusal bir sağanağa dönüşüyor. Lien, başını omuzundan göğsüme doğru kaydırıp, saçlarımı okşa der gibi, tüm benliğini bana teslim ediyor. Çok yazık, yolun sonuna geldik. Artık alçalan uçağın lambaları da söndü. Bu ne tatlı rüya allahım, hiç bitmesin diye içimden dua ediyorum. Uçak pistte hızını kesmeye çalışırken, geç bulup, erken kaybedeceğim Çin'li sevgilim Lien'in (nilüfer çiçeği) ellerini daha sıkı tutuyorum. Miami havaalanından, Miami Beach'e birlikte nasıl gideriz diye düşünürken, dış hatlar terminalinin önüne yaklaşan devasa amerikan jeepi önümüzde duruyor. Saçları yer yer kırlaşmış, düzgün kıyafetli bir Çin'li Lieni'alıp hızla uzaklaşıyor. Sonradan öğreniyorum ki, Lien ABD'ye iltica etmek için gelmiş, havaalanına gelip, Lien'i alan amerikan ordusunda Albay rütbeli amcasından başkası değilmiş. O gün, bu gündür, uçağın hava boşluğu yaptığı gibi, hep kendimi boşlukta asılı kalmış, elimden çekip, beni kurtaracak Lien'imi arıyorum.
Seni çok seviyorum nilüfer çiçeğim.
..
Bir sofradayım sanki sofra bezi var sadece. Yenilir yutulur bir durum değil açıkçası. Cimriliğin daniskası soframda. Akıllar kıt, yürekler boş, beyinler fukara... Nereden tutsan sofra bezi aynı. Tat alınacak hiçbir şey yok. Kıtlık elde... Elimden ne gelebilir? Dudaklar boş sürahi, içmeye varlar. Ağızlar kazan, yemeye varlar. Bir duvarın iki tarafı karambol. Tüm kaçmalarım karanpolde. Türbülanslar nefesimin kokusu. Artık açlıktan dilim bir dilim ekmek. Şaşkınlıktan değil küçük dilimi, büyük dilimi yutasım var. Fiziği, kimyayı, edebiyatı bir yana bırak. Artık kültür sarayları yok. Yemek sarayları var. Diller, damaklar, ağızlar bu sarayların kralları. Öyle açlık var ki artık kafamın eti yenmekte. Afiyet olsun bayanlar, beyler... Kıtlık akılda fikirde. Sözler profesörler gibi dolaşmakta. Meraktan soruyorum kim bunlara bana yabancı dilleri öğretmekte. Yabancı basın sözcüsü gibi dudaklar habire anlamsız sözler basmakta. Var mı buna dur diyecek kişi. Yoksa artık çekin fişimi. Kuş kanattır, balık yüzgeç... İnsan bu coğrafyada nedir sen seç. Gürbüz saçlar, henüz orman vasfını kazanmamış makiliğe benzeyen insancıklar. Mutluluk boylu poslu anlaşılan yaşanmayacak. Deli düzeninde hiçbir yer rehabilite merkezi olmaz. Hangi mezhebin inanları bunlar. Hiçbir dine benzemeyenleri yapmaktalar. Sofram sadece sofra bezi. Açlığım ta kalubeladan beri. Dersim kağıt kalem... Peki kim yazacak kim söyleyecek? Cahillik güzel... Gerisi taş bebek... Açlığın gırtlağıma dayandığı yerdeyim. Cömertlik mertlikle olur bilmekteyim. Sofraya samimiyetle konulmayan yemek insanı aç bırakır. Mertliğin sofrasında ise kimse aç kalmaz. Lokantalarda, kafelerde kim doyar? İçtenlikle bağdaşmayan her menü her zaman pahalıya patlar. İnsanların yalancılıkla suçlandığı bir toplumda hapishaneler boş olsa ne yazar.
Mertliğin sofrasında yalancılar bulunmaz: Ziyafet yalancılığın tuz biber olduğu yerde artar. Dayanılmaz acılar içindeki mide kuru soğana tapar. Mertliğin sofrasında açlık bile tatlıdır. Eğer bir söz ballıysa o sofradan zaten kimse aç kalkmaz.
..
Edebi otorite
Okul sıralarında kompozisyon yazardık, planlı yazmayı öğrenmek için. Yazımızı giriş, gelişme, sonuç planına göre yazardık. Bir yerlerine de misal, kıssa, anı eklerdik ki ilgi çeksin. Şiirde ise can alıcı husus kafiye idi elbet. Çünkü içeriği dolduracak birikimimiz henüz oluşmamıştı.
Teknik bir kurumda yaptığım gözlemi anlatıyım.
Bina mükemmel son teknoloji, bahçe bakımlı, çimenler, aydınlatma, park yerleri… Bina içi pırıl pırıl, büro mefruşatı ve mobilyaları en yenisinden. Çalışan personel seçkin, iyi maaş aldığı giyim kuşamından belli. Hiçbir masraftan kaçınılmamış; personel ünitesi, muhasebe, makine-teçhizat, danışma, denetim, hukuk birimleri kurulmuş. Yemek hanesi, kreş, lokal, lojman, eğlence ve sağlık ünitesi unutulmamış. Ulaşım servislerle sağlanıyor. Bu kurumun bir gayesi olmalı ki bu kadar masraf ediliyor. Bu kurumdaki asıl gaye yerine getirilmiyor ise bütün masraflar boşa gider. Kusursuz bu sistem boşa çalışır. Çünkü çaycı bile mühendis üretim yaparken çay içsin diye var.
..
Şahsım yemek yiyecek özel bir kuruluşta,
On lira ödüyoruz sık sık aynı tabldotta…
Vaziyetimizden mi iştahımızdan mıdır?
Patron aşçıya söyler fısıltı anlaşılır…
Bol yemek konulmuştur üste laf da söylenir,
..
BU şiir anlamlı, estetik, hoş!
Sağlık herşeyin başı, gayrisi boş.
Az yemek ustalık, çok yemek hastalık,
Tabağı sünnetlemek yerine,
..
BESMELENİN FAZİLETLERİ İlk yazılan, Besmeledir. Âdem aleyhisselama ilk gelen, Besmeledir. Müminler, Besmele yardımı ile Sırattan geçer. Cennet davetiyesinin imzası besmeledir. Eve girerken Besmele çekilirse, şeytan, “Bu eve girmeme imkân yok” der, dönüp gider.”)
“Amel defterinde 700 Besmele bulunanı Allaha Teâlâ Cehennemden çıkarır.”
“Besmele ile yazı yazanın haceti kolaylaşır, Allaha Teâlâ da razı olur.
“Besmele ile işe başlayanın günahları af olur.
“Yemeğe Besmele ile başlayıp, sonunda Elhamdülillah diyenin, daha sofra kalkmadan günahları af olur.”
“Besmele ile yenen yemek bereketli olur.”)
“Sıkıntıya düşen, “Bismillahirrahmanirrahim ve lâ havle ve lâ kuvvete illa billahi aliyyil azim” derse, her türlü sıkıntıdan kurtulur.” “Bin kere Besmele okuyanın dört bin büyük günahı af olur.” (“Soyunurken çekilen Besmele, cinlere perde olur, avret yerlerini göremezler.”
..
Toplumsal teşkilatlanış
Biçimi, hiyerarşi.
Tarım ürünlerinden alınan
Onda bir uzay
Oranındaki vergiler.
Ondalık. Ondalık.
Aşar toplayan kişi.
..
Çok iyi iki dosttular. Kılıktan kılığa ve şekilden şekle girmek ise onların en büyük özelliği ve meziyetlerinden biri idi... Kimi zaman sarı leblebi olarak çıkarlardı insanların karşısına, kimi zaman patates cipsi, kimi zaman sütlü çikolata, bazı bazı ekmek arası kaşar ya da ikindi vakti okuldan dönen çocukların ekmek üzerine sürdüğü krem peynir olurlardı bu Abur ile Cubur... Sizin anlayacağımız Teksas Tommiks çizgi romanlarında ki karakterlerden bin bir surat gibi şekil değiştirme yetenekleri inanılmaz derecede fazlaydı... Ha bir de eskilerin çizgi filmlerinden Tonton vardı hatırlarsınız ''Hop hop değiş Tonton.'' dendi mi hemen şekil değiştirirdi. Kimileri de Abur ile Cuburu o çizgi filimde ki Tontona benzetirdi...
Çocuklar ah bu çocuklar, sade çocuklar mı zaman zaman büyüklerde onların büyülü, ambalajlı güzelliklerine kanar ve parasını verip midelerine cumburlop yaparlardı. Sonrada o midelere yapılan cumburloplar kişilere tabi ki yol, su elektrik değil de, kilo, tansiyon, kalp sıkışması, diyetisyen ve zorunlu diyet olarak geri dönerdi hem de ne dönme, belini bükerdi insanların epeyce...
..
Bir ağacın meyvesini böldüler ikiye
Bu ayrılık bu ikicilik bilmem ki niye
Kimine Türk kimine kürt diye diye
Allah bile kabul etmez
Öyleyse bu naneyi yemek niye
..
kocaman bir ailenin güvendiği adamsın
ve ailenin tamamen başındaki adamsın
üstelikte bilmem kaç yaşındaki adamsın
ne demekmiş kardeşim yapamadım ne demek.
haram olsun vallahi benim yediğim yemek....
istemezdim tabiki bu şekilde yazmayı
..
Kim, yemek yedikten sonra bir ihlâs sûresini okursa, Allâhü Teâlâ hazretleri o kişi için kırmızı yakuttan cennette bir şehir yaratır. Ve onun yemiş olduğu her lokma sebebiyle ona on hasene yazar...” Nüzhetü’l-Mecâlis, c. 1,s. 28
..
Doğrunun kırılganlığı,
Herkesin aynı yerden beslendiği bir ortamda, mutfakta yemeğin lezzetinin ayrı olduğu öğretiliyordu.
Aslında yemek aynı kazanda pişmişti.
Fakat yemeği tadanların birinin dili dağlanmıştı.
Birinin dili buzdan çıkarılmıştı.
Diğerinin dili ise acı bibere yatırılmıştı.
Sonunda aynı yemek herkeste ayrı tat yaratıyordu.
..
Elinden su içmek
Nasıl bir duygudur
Yada yemek yemek
Yada ne bilim
Senin elinden bir şeyler işte
Ne olursa olur belki
Hep sevişecek değiliz ya
..
“ Öncelikleri değiştirmektir sevmek..”Bu söz, yazar Hasan Gökçe’nin bir yazısında geçiyor..
Bence, diğer bir değişle sevmek, gerektiğinde sevdiği kişi için önceliklerini değiştirmektir.
Bir Denizli Dergisinde Hüseyin Gökçe isimli yazarın Bir Denizli Öyküsü isimli yazısında geçiyordu bu cümle. Öykü kısaca şöyle: Birbiriyle samimi dört arkadaştılar. İkisi erkek ikisi bayandı. İki çift güvercin gibiydiler. Muharrem Zeynep’in, Hasan da Meral’in yarım elması, ayrılmazıydı. Karşı cinsler birbiriyle, dördü de kendi içinde “Kanka” idi. Her fırsatta birlikte olmaktan, aynı sofra etrafında buluşmaktan, oturup saatlerce konuşmaktan keyif alırlardı. Sorun üretmeden, mazeret belirtmeden onlardan birinin birlikte paylaşabilecekleri bir öneriye (örneğin sinemaya gitmek gibi, falanca yerde yemek yemek gibi) , diğerleri karşı çıkmıyor, uyum gösteriyordu. Birbirlerinin önceliğine saygı duyuyor, önceliklerini yer değiştiriyorlardı.
Arkadaşları onlara muhteşem dörtlü diyordu..Onların anladığı sevgide, niçin, nasıl, nerede gibi soğuk tavırlı isteksiz sorularla işi yokuşa sürmek yoktu. Bu sorular hemen gelme ve katılma isteği için buluşmayı kolaylaştırmak için kibarca ve arzu ile sorulabilirdi. Sevdiğin insan gel diyorsa geleceksin, saçını değiştir diyorsa, hiç soru sormadan değiştireceksin. Çünkü asıl amaç, sinema, yemek, piknik değil, beraber bakmaktır aynı pencereden. Sorular, sorgulamalar peşi peşine gelmeye başlayınca, sevginin büyüsü bozulur. Sevdiğin kadar sevilirsin..Aldığından fazlasını verme gayreti göstermeyen sevgi cimrileri, aslında sıradan çıkarların izlerini sürüyor demektir. Bir Cuma akşamı bu dört arkadaş sinema önünde buluşmak için sözleştiler. Hanımlardan biri filmi daha önce gördüğü halde, gurubun ahengini bozmamak için filmi daha önce gördüğünü söylemeden buluşmaya katıldı, beylerden biri çok sevdiği futbol takımının maçını seyretmekten vazgeçerek buluşmaya katıldı. Diğer ikisi de başka işlerini erteleyerek buluşmaya katıldılar. Ve o gece şunu bir kere daha anladılar: Önceliklerini değiştirmeye razı olmakmış sevmek…Ben o filmi gördüm..Bizim takımın maçı var bu akşam..Kuaförüme sözüm var canım..türü gerekçeleri olanların, karşısındakine sevgisi değil, ilgisi vardır yalnızca. Ucuzluk pazarına düşmek üzere olan bir ilgidir o. Çünkü gerçek sevgi sormaz, peşine takılır sevdiğinin..Haydi gidelim’in karşılığı, nereye, niçin? olamaz hiçbir zaman. Çünkü sevgi bekler, sabreder, katlanır..Çünkü sevgi eksik aramaz, eksiği tamamlar sebep sormadan. Onu yemem, onu sevmem, prensiplerim var..gibi yüzlerce örneği olan ekşi duruşlar arasından sevgi doğmaz..Doğsa da serpilip boy atamaz. Sevgi için önceliklerini değiştirmeyi göze alacaksın önce...Öykü böyle bitiyordu…
Erol Güngör olarak, bendeniz bu güzel görüşlere şu düşüncelerimi eklemek istiyorum:
Sevgi gayet tabi beklemez, hele aşk hiç beklemez. Sevdiğinin ilgisinden, içtenliğinden, uyumundan, kararlılığından ve sevgisinden her an, her saniye emin olmak ister. En küçük bir kararsızlık ve isteksizlik, dal gibi kırılmasına sebep olabilir. Bu, sevenlerin birbirlerinin her isteğini ne olursa olsun yapmak, birinin diğerinin kölesi olmak değildir. Birbirlerinin kölesi gibi olurlarsa zaten köle olmamış olurlar, birbirlerinin efendisi olurlar. Fedakârlık yarışı, aslında mutlu etme ve mutlu olma yarışıdır. Sabır, nezaket ve hoş görü, fedakârlığı kolaylaştırır. Kusurları değil, meziyetleri görerek ve düşünerek sevgiyi sürdürmek ve asla vazgeçmemek gerekir. Tüm sevgilerden ve herkesin dostluğundan vazgeçen insan, bir gün yaşamaktan da vazgeçebilir. Sevdikçe seviliriz. Sevildikçe sevmeliyiz ve bu sevgiye lâyık olmalıyız. Hak etmeyenden sevgi geri alınır. Birbirini sevenlerin, bu sevgiyi korumak için, önceliklerini birbirleriyle sık sık yer değiştirmelerinin, aslında yaşamı da kolaylaştırdığını unutmamak lazımdır. Bu sayede ha bu gün ha yarın, onların tüm öncelikleri nazara alınmış ve uygulamaya konmuş olmaktadır. Bu durum çeşme başında iki kovanın da yavaş yavaş birlikte dolmasına benzer. Aksi durumda, yani benim önceliğim önde olsun önce benim dediğim olsun düşüncesi ile hareket etmek ise, çeşme başında kovalarla itiş kakışa benzer ve bu arada sular boşuna akar. Belki de kimse kovasına su dolduramaz. Gerçek sevgi, bir damla suyu boşa harcanmayacak eşsiz güzellikte bir deniz gibidir. Bu denizde yüzmek, yaşamaktır..
..
Canından Bir Parçayım Annem
Sen Beni Büyütün,Sen Beni Sevdin
Bu günlere Getirdin
Sensiz Geçmedi Bu Ömrüm
Hep Sağlıklı olmamı İsterdin
Peşimde Dolanırdın,
..
Bir kenara itilip kakılmış gibiyim. her kent sakini gibi yemek saatinden sonra odalarımıza çekilip, yalnızlığımızı savuşturmaya çalışıyoruz. gece ilerliyor. gece bizden alıp ilerliyor her zamanki gibi. sızı oluyoruz her dakikanın ertesinde. kahır oluyoruz kalıyoruz işte kendi gölgemizde.
..
Kimler değil ki memnun
Bunu iyi okuyun
Defet baştan onları
Sakın eğmeyin boyun
Yabancılar çok memnun
Evde yoktur yemek un
Toprağı sattırmayın
..
Yemek haram olunca yiyebilirsin de Uyku haram olunca uyuyamazsın..!
..
Bugünlerde sessiz sedasız bir oruç tutuluyor. Davul yok, bağıran yok, çadır yok; parti, belediye, reklam siyaset hoyratlığı, istismarı, iftar koşuşturması, "yetişemeyeceğim" telaşı yok. Sen benim yanımda su içtin, yemek yedin görgüsüzlüğü yok. Benim inancıma saygı göster buyurganlığı yok. Lokantaları, çay ocaklarını kapattırma baskıcılığı yok. Oruç tutmayanlarda, sözlü ve fiili bir saldırganlığa uğrayacağım tedirginliği yok. Oruç tutulduğunun bir belirtisi bile yok.Farkında mısınız? Bugünlerde sessiz sedasız bir oruç tutuluyor.çünkü aşüre orucu sesiz tutulur canlar
..