Senin aşkına düşeli, bana bir hâl olur gider
Şiir-türkü besteleyen dillerim lâl olur gider
Yemek-içmek mümkün değil, yanımda sen yoksan eğer
Ellerinle zehir versen, yağ ile bal olur gider
..
Hadi sen de git, sıkılmadan, acısız ve umutsuz
İstersen son bir defa bak arkana
Ya da hiç arkana bakmadan, saçlarını savur
dokunsun yüzüme dokunsun saçların saçlarıma
Ötekiler gibi ağlamak ya da ağlayamamak arkandan
..
Tesadüfmü bu karşılaşmalar o bakışlar manalı konuşmalar söyle tesadüfmü,Gölge gibi takiplerin otobüs duraklarında beklemen olurmu bu kadarı sabahları karşı kaldırımda duruyor olman, sessiz telefonlar hepsi tesadüfmü,söyle beni sevdiğini yalana dolana gerek yok,Belki seni bekliyorum bir adım ötende otururken öylesine seni düşünüyorum.Bırakma beni böyle boynu bükük ağlamaklı çocuk gibi, her görüşte kalbimin hızlı çarpması yeni bir aşka gebe,gözüm yollarda seni arıyor geçtiğin yerler hep sen kokuyor aşığım ben hem de köpekler gibi güzelim,yetmezmi bu kadar naz gel artık.
Bir sabah yanımda sen ol ilacım,dermanım gözyaşıma karışan Leylam sen ol, dokunuşların titretsin ayin yapar gibi dans edelim birlikte.Yalnız beni sev düşlerinde ben olayım çünkü ben sadece seni görüyorum gözlerimi kapatırken al beni benden götür senin cennetine melekler ülkesinde içerken aşk şarabını çıkartalım mehtabın tadını dilekler tutalım kayan her yıldızda utanmayalım işlerken günahların en günahını fark etmez senle olduktan sonra razıyım cehenneme hem de yedi kat dibine, yaşarken en mesut sevdamızı mevsimler gelsin geçsin senin muradın ben olduktan sonra,yaşlanalım birlikte sakın sen önce ölme dayanamam ayrılığa bende gelirim. Mezarımız yan yana olsun ayrılmayalım damla damla tadalım mutluluğu içerken saadet şerbetini aynı bardakta dudak izlerimiz kalsın hatıra.
İşte böyle bir tanem tadarken aşıklar çeşmesinden avuçlarımdan kana kana içelim saatlerce bakarken gözlerine götürürsün sevdalara hem de en şahanesine korkularım gider, konarken omzuna mutluluk şelalesi çeker beni hafiften bir esinti usulca sokulurum sol yanına şımarık çocuklar gibi yemek gelir içimden kırmızı elma şekeri yanaklarını….
Yaz: Mehmet Ali Tuna
..
“Allah belamı versin” demek isteme asla.
Hiç yararı olmayan emek isteme asla.
Herkese dostlarının gıybetini yaparak,
Kardeşinin etini yemek isteme asla.
*** (14 Mart 2014)
..
Dikenli,taşlı,karanlık,
Bir yolda yürüyorum.
Nefes yok,yemek yok,su yok.
Sanki bir robot gibi.
Öyle bir acıki,
Dünyanın sonu gelmiş gibi.
..
Saygıdeğer şiir dostları,
Önceden davetli olduğum bir eğitim sendikasının yemek programına katılmak üzere dün (31.05.2008) öğle saatlerinde Boraboy’a çıktım.Yola yalnız çıkmıştım, Taşova-Ladik karayolundan Boraboy’a doğru ilerlerken etrafı daha bir alıcı gözle gözlemleme imkanı buldum.Yol kenarlarında yeşilin her tonunun hakim olduğu, giderek yükselen vadi boyunca en çok dikkatimi çeken ve yer yer şiirlerimde kullandığım haşhaş tarlaları ve bu tarlaları beyaz ve mor renge boyayan haşhaş çiçekleri oldu.Mercimek köyünden geçerken 29 Mayıs 1993 yılında Almanya’nın Solingen şehrinde ırkçı saldırı sonucunda katledilen ve Taşova’nın Mercimek Köyü kabristanında ebedi istirahatgahlarında uyumakta olan Solingen Şehitleri’ni tam da anma yıldönümlerinde yadetmeden geçemezdim elbette.Ve arabamın içinde yüksek sesle ezberimde bulunan ve şair dostum Çelebi Öztürk’ün güzel bir tahlilini yaptığı ***Solingen Şehitleri*** şiirini okudum.
********** Solingen Şehitleri ***
-Ruhları Şadolsun-
..
Dünya! Heveslileri yemek ister, Sezayi!
Ahreti kazanmaksa, emek ister, Sezayi!
Batmaya meyil eden, hayatının güneşi,
Günün tükendiğini demek ister, Sezayi!
*** (01 Mart 2013)
..
Kırık Kalem Şiir Tahlilleri Dergisi Grubu ve Sivri Kalemler Derneğinin düzenlemiş Olduğu Şiir Şölenine Katılmak İsteyen Dostların Organizasyon Kolaylığı Açısından İsimlerini Bildirmeleri Gerekmektedir...
Saygılarımla İsa ERKOL ve Ümüt GÜNGÖR
****
DEV ŞİİR ŞÖLENİ
Sivri Kalemler Derneği ve Kırık Kalem Şiir Tahlilleri Dergisi grubunun düzenlediği şiir şöleni...
..
Ben de çok güzel gülerim taa ki
sokakta yaralı bir hayvan görene kadar.
Ben de çok güzel gülerim ayakkabısı yırtık bir çocuk, özellikle de saklamaya çalışıyorsa yırtığını.
Ve çöplükten yemek toplayan bir yaşlı görene kadar.
Ben de çok güzel oynarım üç maymunu ve gülmeye devam ederim. İşte vicdan var. Susmayan, görmemezlikten gelemeyen ve dillenen bir vicdan...
..
İki kelam bir araya getiremez
Hata kusur aramaya üstüne yok
Marifetli yemek yap de pişiremez
Benim böyle bom boş laflara karnım tok
07.03.2016
..
Bitti işte. Ne bekliyorduk ki yüreğim? Hiç yalnız kalmayacak geceleri hep onunla uyuyacak elimi hiç bırakmayacak mı sanıyorduk? Olmadı işte. O bir daha hiç ayrılmayan mutlu sonla biten çocuklarına isim bulma çabası içine giren birlikte yaşlanan kişilerden olamadık biz. Ben bugün eşime ne yemek pişirsem diye düşünen bir kadın olamadım. O ise işimi bir an önce bitirip eşimin yanına evime gideyim diye düşünen bir adam olamadı. Biz hep hasret çektik yüreğim. Biz hep vuslattık. Biz hep yalan dolandık. Ne sarıldığımızda kavuşabiliyorduk birbirimize ne dokunduğumuzda ısınabiliyorduk ne de göz göze geldiğimizde dünya duruyordu. Biz hep uzaktık yüreğim. En uzak yer adresi olmayan bir ev evin içinde hiçbir zaman kurulamayacak olan bir yuvaydık.Doğmayacak olan çocuklarımızın anne ve babası nikah masasında iki evet ile bitmeyecek olan bir aşk hikayesiydik. Gururduk biz yüreğim. Allah belasını versin ki gururluyduk. Ne ayaklar altına alınmaz şeymiş ki tek bir mesaj bile atamadık yalnızca 'özledim' yazan. Gönderilemeyen mesajlardık biz rehberden silinen isim her özlediğimizde bakmak için kaydedilen eski mesajlardık. Unutulmayan özel günlerdik biz yüreğim. Evlilik yıl dönümü çocuklarımızın doğum günü değil biz ayrılıkların birlikte dinlenip unutulmayan şarkıların ilk kez gidilen yerlerin yıl dönümüydük. Biz kavuşamamaktık yüreğim. Yenilgiydik güçlü değildik.
Biz ne bekliyorduk ki yüreğim?
Biz sadece onun dönmeyeceğini bile bile beklemeyi biliyorduk.
..
Öküze ot yemek;
Yakışır da..
Sen yersen
Hayvanlığına delâlettir bu.
Nereden beslendiğine bak.
..
Toza dumana gidelim yine, şenliğin kalbine. Çünkü ölüm döşeğinde bir ihtiyar tanımıştım. İnsanlara gerçekten bakmak istiyorsan oğlum, onların sana bakamayacağı bir yere git demişti. Kıyametin ortasına git. O kadar yaşlıydı ki, öldükten bir hafta sonra sanki on sene önce ölmüş gibi düşünmeye başlamıştı herkes. Ölenlerin ölü taklidi yaptığını düşünüyordum ben o zaman. Yaşayanların yaşıyor taklidi yaptığını hissediyorum şimdi. Toplum değil toplu mezar. On bir yıldır sabah yatıp öğlen kalkıyorum. Hava kararana kadar geçmiyor dalgınlığım. Belki de uykuda kaybettiğim bir şeyleri arıyorum. Kimi görsem rüyalardan bahsediyorum. Oysaki hatıralardan konuşmak lazım. Rüyalardan daha karanlık hatıralar var. Daha çok fikir verir biri hakkında. Şekeri bitmiş sakızı, toz şekere batırıp çiğnemeye devam etmen gibi senin. Ben de tüpte satılan çokokremi diş macunu tüpüyle değiştirmiştim bir sabah. Gülmüşlerdi sadece. Oysa bir çocuk numara çekiyorsa gerçekten yemek lazım, yemiş gibi yapmak değil. Yirmi sene sonra Beşiktaş’ta bıraktığımız o ev. Bırakabildiğimiz tek ev. Beş kat seksen iki basamak. Balkon demirlerinden uzak duruyorduk geceleri. Hep daha yukarı bakmak zorunda olan iki vertigozede. Kar taneleri birbirine benzemez. Sözcükler de benzemez. Ama bir cümle bir başka cümleyi hatırlatır her zaman. Koşan atlar düşen atları. Yağmur yağar, durur, tekrar başlar. Yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten iyidir oğlum. Spermden mezara kadar. Karanlıkta herkesle çarpışabilir insan. Yalan mı söylüyorum yine, olsun. Sen biliyorsun nasılsa.
Bir sürü doğru söyledik ama hiç burnumuz kısalmadı.
..
Bugün bir film izledim. Her karesinde sen vardın. Ellerin bir merhametti. Bütün paslanmış parmakların inadına seninkiler altın gibi parlamaktaydı. Ellerindi ihtiyaçlarımı gideren. Ellerindi bana zahmetsiz bir gün geçiren. Senin eline düşmek, parmağında bal olmaktı. Parmakların yürek peteğimden keşke hiç çıkmasaydı. Yüzün gün ışıklarıydı. Seninle yüz yüze gelince, hiç akşam olmasın istedim. Sözlerin yün yastıkları kadar yumuşaktı. Başımı koyup latif sözcüklerine, bir masal kadar hayallerle doldum. Bugün o kadar güzeldin ki, bütün insanlar gölge gibi yerlerde sürünürken, sen ise gerçek bir insan gibi apaydınlıktın. Bugün bütün ışıklar senin üzerindeydi. Loş ışıkların birer parçası iken tüm insanlar, sen bir yıldız kadar ışıl ışıldın. İnsanlar, yemek artıkları gibiyken günün dudaklarında, sen porselen dişler gibi ışıltılıydın. Bugün gözlerin merhametti, bakışların insandı. Öyle güzel bakmaktaydın ki, gözlerinden öpmek istedim o an. İnsanlar kara çarşaflar gibi dolanırken etrafımda, sen hadife kadar yumuşaktın. Öyle bir halin vardı ki, hiç insan görmemiş kadar temiz bir bakışın vardı. Gözlerine girmemişti sanki bir insan sureti. Öyle tatlı bakıyordun. Göz kapaklarında yaşamak istedim o an. Öyle aydınlıktın ki, yeryüzüne cennet indi sandım. Cehennemi görmemek için başka biriyle göz göze gelmemeye çalıştım. Tenekeden şehirlerin, teneke saksılı gülleriydi diğer insanlar. Sen ise, baştan başa çiçek tarhıydın. Çoraklığıma gül bitir diye, yanında toprak olmak istedim o vakit. Ne güzel suret ne güzel insandın. Tüm insanlar uzun yazılardı, sen sadece 'nasılsın' dın. Bütün insanlar kitaplar dolu cümle iken sen sadece, ' bana güven' din. Abartısızdın, sadeydin ve yalındın. Öyle bir hafiflemek yaşadım ki yanında, sanki kıble rüzgarıydın. Sen bugün bir kelebek değildin, bir kelebeğin kanadı hiç değildin. Sen bugün bir kelebek kanadındaki ince çizgiydin. Diğer insanlar ise, demir teliydi. Paslı ve inciticiydi. Bugün durgun bir göldü. İnsanlar sularına düşmüş kütüktü. Sen ise o durgun sularda yüzen tek kuğuydun. Aslında bir insanı kuğuya benzetmek istemedim; ama hata ettim. Sen bugün bembeyaz bir insandın.
..
ÖVERKEN SÖVMEK
Şer güçlerin niyeti, överken bile sövmek
Hem bağda üzüm yemek, hem de bağcıyı dövmek…
11/03/’16
Hanifi KARA
..
Emercesine derin derin, son bir nefes çektikten sonra, izmariti kaldırımda ayağıyla kayboluncaya kadar ezdi. Gökyüzünde insanı rahatsız eden temmuz güneşi; yaptığı işten zevk alıp, sırıtıyor gibi geliyordu adama. Sağ elinin tersiyle alnında tomurcuklanan terini sildi. Soğuk bir bira olsa; nasıl da içilir diye geçirdi içinden. Dış görünüşü traşlı yüzü, hafif kırlaşmış, gür kara saçları ile yaşının kırktan fazla olmadığını gösteriyordu. Elbiseleri yıpran-mış ama temiz ve ütülüydü. Masa işi yaptığını tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yoktu. Elleri pantolonunun cebinde vitrinlere bakarak; salına salına yürümeye başladı. İçinden bazı hesaplar yapan, dalgın insanlar gibi sağa-sola çarpmaya başlayınca, kendini toparladı. Bir kahveden içeri girip, köşelerde sakin bir yerde bir masaya çöktü ve garsona bir çay getirmesini söylerken (nalet) sigarasından,ölüme bir adım daha yaklaştıran birini yaktı. Gelen çayı karıştırırken dumanı da burnundan üflüyor diğer yandan düşünüyordu.
.Biyopsi sonuçları hiç iç açıcı değil aksine karartıcıydı. Ciğerinden alınan parça, urun habis olduğunu söylüyordu. Raporu ceketin iç cebinden çıkartıp; zarfı itinayla açıp; raporu belki yüzüncü defa dikkatle okudu. Her seferinde içinden daha önce yanlış okumuş olmak için dua ediyordu. Ama maalesef yüz birinci de; diğer yüz okumanın aynısıydı. Temmuz ayında; kapalı bir mekan da; soğuk soğuk terlediğini fark etti. Artık yol ayrımına geldiğini hissediyordu. Ya kendini, bu pis hastalığın pençelerine teslim edip; ölümü bekleyecek ya da hayata daha sıkı tutunup, içinde pozitif duygular büyütecekti. “Allahtan geride yalnız bırakacak kimsem yok” diye geçirdi aklından. Onların mesuliyeti daha ağır basardı, benim sonumdan. Doktorun dediğini yaptı, önce sigara paketini çöpe atarken bir daha içmeyeceğine kesin emindi. Şimdiye kadar, kendi egosunu tatmin etmek için yaşamıştı; artık her kese faydalı olmak için yaşamaya kesin kararlıydı. Bunun da kendini sevmek, kendinle barışık olmaktan geçtiğinin bilincine varmış olarak; yaşama yeniden başlayacaktı sıfırdan.
Ölüm hiçte korkulacak bir olgu değildi. Zaten doğarken ölümle beraber gelmiyor muyduk Dünyaya? Bir yerlerde okumuştu; eski yunanda bir filozof şöyle demişti: “ Ölümden korkmaya hiç neden yok çünkü; biz yaşarken o yok. O geldiğinde de biz yokuz.”
Sivil toplum kuruluşlarından çalışması uygun olanları düşündü. Sağlık kuruluşlarında görev alması daha uygun olurdu; hem de onlara örnek bile olurdu. Mesaiden artan zamanlarını topluma, faydalı olmaya adamayı düşündü. İyi şeyler düşündükçe içi içine sığmaz olmuş, bir tür sevinç dalgasına yakalanmıştı. Çayın parasını garsona öderken; bir eliyle de raporu iç cebine yerleştirip kahveden caddeye çıktı. Eve yürüyerek gitmeye karar verdi; yorulursa bir dolmuşa binerdi. Belki on beş yıldır bu kadar yol yürümeyi düşünmemişti. İnsanların arasında olmak, yaşam duygusunu ateşliyordu Daire de Muhasebe memuru Hasibe hanım geldi, aniden gözlerinin önüne; dar eteği ve dolgun göğüsleriyle. İri ve kara gözleriyle manalı manalı bakışı ve maaş alırken ki imalı sırıtışı ile karşısındaydı. Iskaladığı bir konu, şimdi bu hasta zamanın da; niye kendini ısrarla hatırlatmaya çalışıyordu? Bilinçaltının derinliklerine atılmış, bastırılmış bir konu kendi egosu tarafından mı hortlatılıyordu. Yoksa benim evliliği düşünme zamanım geldi mi? Hastalığımı saklamam dürüslük olmaz diye düşünmeye devam etti. Hem yürüyor hem düşünüyordu ki; kolunda bir çiçek sepetiyle bir Çingene, yolunu kesti ve çiçek satmak için laf kalabalığına başladı. Adam elini cebine attı ve bir demet karanfil aldı. Hasibe hanımı düşünürken; çiçek hayalindeki manzaranın tamamla-
yıcısı olmuştu. İçgüdüsel olarak aldığı karanfilleri derin derin koklarken; aklından Hasibe hanımı geçiriyordu. Evin, bir sürü eşyası yenilenmek isterdi; evlilik düşünülürse. Kız isteyecek kimsem de yok, bana kız vermezler. Acaba daire müdürüne söylesem kabul eder mi? Beni takdir etmişti; işe erken geldiğim için. Ama bir kere de kızmıştı; sarhoş geldiğim için. Ben niye kendi kendime gelin güvey oluyorum ki; daha ortada fol yok, yumurta yok.
Diye mırıldandı. Hayata iyi bir başlangıç yaptığını düşündü.
Aslında; her şeyi o lanet sigaraya borçluydu. Ölümcül bir hastalığa yakalanmasa sigarayı bırakmayacak, sağlık derneklerinde çalışmayacak, Hasibe hanımı hatırlamayacaktı bile. Hayatını karartan sigaranın, böyle faydaları da olmuştu Elinde çiçek, kafasında mutluluk hayalleri, farkında olmadan bir taksi çevirdi ve bekar evinin adresini verdi. Taksi hızla, hayallerini soğutmadan evine taşıdı.
..
Hindistan'da sığırlar sokaklarda dolaşır. Kutsal oldukları için kimse onlara dokunmaz. Türkiye'de de insanlar kural bilmeden, düzen tanımadan sokaklarda dolaşır. Biz de onlara kimse dokunmaz. Bizim ülkemizde de insanlar kutsaldır. Şehirlerimiz solunum yetmezliği çeken hastalar gibi. Nefes aldırmazlar insanlara. Şehirler, şehirlerimiz ne açık hava müzesidir ne de açık hava tiyatrosu. Kuralsızlığın sahnelendiği merdiven altı bir atölyedir şehirlerimiz. Rize, Zincirlikuyu mezarlığından bile daha yaşanabilir bir yer değildir ve buradan Rize belediye başkanına sesleniyorum: Rize, Zincirlikuyu mezarlığından en azından daha yaşanabilir bir yer olsun. Çam ağaçlarıyla dolu, toprakla barışık, çiçekle bezenmiş, herkesin boyunun ölçünü bildiği bir yer olsun. Rize ne beton yığını ne araba mezarlığı ne de insanların yemek sonrası genirip durduğu bir yer olsun. Dağlarıyla, dereleriyle, deniziyle küsmüş, kuzuları sadece midesinde gören bir halkla bütünleşmiş bir şehirdir Rize. Binalarının içinin koktuğu, insanlarının etle, kumaşla, parayla yıkandığı ve her gün yüreğim temiz diyen insanlarının yaygaraya verdiği bir şehirdir Rize. Bu şehir akbabalara yeterince tat vermedi mi sizce? Ne zaman bu şehirden insanlar tat alacak sorarım size? Sokaklarının labirenti andırdığı bu şehirde, aydınlığa açılan bir kapı yoktur. Tüm kapılar tüpçüye, sütçüye, lahmancuncuya açılır bu şehirde. Rize, Fransız balkonlarından lümpenliğin bir tanga misali sarktığı şehirdir. Rize, donsuzluktan tangaya geçmiş ve bu sayede çağdaşlaşmış bir şehirdir. Rize, yüzyıl sonra umut vadeden bir şehirdir. Köylüler en azından evinin yanında bir bahçe yapar. Bizim şehirliler köylüleri beğenmez ama; evinin yanındaki çöp kutusuyla yaşar. Bu yüzden şehirlimiz çöp gibi ince olmak ister. Şehirlimizin bildiği en güzel doğal manzara çöp dağlarıdır. O da bu yüzden çöp gibi incelmek ister; güzelleşmek ister. Bu ülkenin en medeni canlıları ayılardır. Bal yer, armut yer, balık yer. Şehirliğimiz gibi hak yemez... Çöp gibi de incelmeye çalışmaz. Bir pislik olmaya çalışmaz ya da bir domuz jambonu gibi olmaz. Rize, bir köy mezarlığı kadar güzel olsun, bu şehir adam oldu diyeceğim. En azından hortlamış gibi kimse barındırmaz. Bu bile yeter.
..
Benim kemiğim sevilmez. O yüzden senin gibi itler benden uzak durur. Senin bana yakın olmaman beni uyuz olmaktan korur. Zaten kancıklığını da çekemem. Salyaların ağzından akarken, seninle mum ışığında yemek yiyemem. İtliğin hayatıma ne katabilir? Boynuna zincir takıp seninle kumsalda yürüyemem. Hayatım boyunca sevilmemeyi ve düşmanlığı öğrenirken ve ben artık sevmek ve sevilmek isterken, seninle it dalaşına giremem. Sen hayat gibisin sevgili. Hayat da it gibidir ve hayat en çok korkakların peşine düşer. Yazık sana yazık! Senden korktuğumu mu sanmaktasın? Hayat korkaklara göre değildir. Ortalık kancıklarla doludur. Korkakların sonu itin eline düşmektir. Yazık sana yazık! Senin eline düşeceğimi mi sanmaktasın? Aslında senin bir suçun yok! Hayatın bana hep yazı tarafı düşmüştür. Bu yüzden şiir yazmışımdır, roman yazmışımdır, deneme yazmışımdır. Hayat ağacının gövdesine çizdiğim kalbin üzerine “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” yazmışımdır. Ağaca kazırken Nazım Hikmet'in duygularını, tüm yongalar beynime kaçmıştır. Nazım Hikmet gibi düşünmek beynimi acıtmıştır. Yazık sana yazık! Nazım Hikmet hep özgürlük derken, sen it gibi yaşamaktasın ve beni de yaşatmak istemektesin. İt gibi ulumak, ısırmak, kırıntılara razı olmak, korkunca kuyruğunu apiş arasına saklar gibi yaşamak senin hayat tarzın olabilir. Hem şunu da unutma, köpekler istedi diye de tüm kediler ölmez. Sen ister bana havla istersen ikide bir kuyruğunu salla, it gibi birinin sevgilisi olmak bana yakışmaz. İnsanca sevmek ve insanca sevilmek varken, it gibi koklaşmak, hayatıma güzel kokular yaymaz. Yazık sana yazık! Aşk bir avlanma şekli değildir. Etiler, Nişantaşı ve Teşvikiye’nin spritüel kancıklarına sürtünmek değildir aşk. Zengin adamlardan veya karılardan intikam almak için onların eşleriyle yatmak da değildir aşk. Hayat ise içinde hayvan resimleri falan olan bir şey değildir. Sen o kafayla anca gidersin. Sen o kafayla anca kemiği sevilen insanlar bulursun.
..
Gönül sofrasından, yemek yiyelim
Helal dairesi, geniştir usta
Müslim haram lokma, yemez diyelim
Helal olan keyfe, kâfidir usta
21.01.2013
..
Vandan bir arkadaşımla görüşüyorum günlerdir sıklıkla ya ben arıyorum ya o arıyor beni. Oysa birkaç gün öncesine gidersek aylarca araşmadığımız olmuştur. Fakat deprem haberini duyunca aklıma ilk o geldi. Elbette etrafımızda olan biten her şeyle bir bütünüz hepimiz. Ama toprağa düşen acı ilkin ona en yakın olana yürür. Ona bir şey olursa benim yapraklarım kuruyacakmış gibi bir şeydi. İyiydi, orada yaşayan herkes ne kadar iyiyse. Akrabadan insanlarımızı kaybettik dedi. Halen sürüyormuş artçılar. Artçılar ama bir yerleşim yerini yerle bir edecek kadar. Fakat orada yerle bir olacak yapı kalmadı. Yağmur yağıyormuş bugün hem soğukmuş hava. Ambulans sirenleri duyuluyor dört bir yandan. İçim ezildi o ise toprak altından sağ çıkanlar olduğunun müjdesidir bu dedi. Evsizlere çadırlar kurulmuş. Aş çadırlarından da yemek alabiliyorlarmış artık. Gelen yardımların dağıtımları düzenlenmiş. Anlattı anlattı sesi bugün biraz daha rahattı. Ve sonra duraksadı, bugün annem de yardım almış dedi. Küçük bir kutu. Eve getirmiş. Anneme vereyim dur telefonu dedi, o anlatsın, Hamide anneye verdi telefonu. Hatırını sordum önce iyiyim şükür dedi sonra durdu anladım ki ağlıyor gizli gizli. Hamide anne, iyi misin dedim tekrar. Zorlukla konuşarak, kutunun içinde yarısı kullanılmış bir paket çay vardı dedi, bir avuç toz şeker, altında altı tane elma.
Mutlulukla acının birleştiği yerden doğuyor kökler.
27 Ekim 2011 Perşembe
..