YEMEK ŞİİRLERİ

YEMEK ŞİİRLERİ

Coşkun Uslu

Yemek içmek, bakan göz, tutan el hepsi rüya
Gerçek nedir? Gelen geçen, doğan ölen bu ya
Anladım, zira dünyayı bu defa başka anladım,
Sol gözümle dünyaya, sağ gözümle ahirete ağladım.
..

Devamını Oku
Sinan Sonkan

Bugün daha erken başladım sana yazmaya. Seni arar oldum her sabah. Yokluğun öyle bir sardı ki benliğimi seni sorar oldum herkese. Sensizliğe alıştığımı sanarken seni özlediğimi fark ettim gizlice. Gittiğin günden bu güne daha bir hüzünlüyüm sadece. Gelmedi bekliyorum ümitsizce ama gelmeyeceğinide biliyorum aslında. Ne yapabilirim ki sevdim seni delice ve kim bilebilirdi ki kara sevdaya tutulacağı mı böyle. Biliyor musun artık güncem de seninle ilgili yazdığım tek şey "Onu çok özledim..." Gittiğin günden bu yana her günüm seni düşünerek geçiyor. Acaba üşüyor mudur orada yada karanlıktan korkuyor mudur bensiz diyorum kendi kendime. Bak aşkım öğlen oldu.Tek tek boğazıma dizildi lokmalar. Biliyor musun aşkım sensizken yemek yiyemez oldum ama sırf annem üzülmesin diye yemeye çalışıyorum. Biliyor musun aşkım dostlarım seni unutmamı söylüyorlar o yok artık öldü diyorlar. Söyle onlara aşkım her gece rüyalarımda buluştuğumuzu, her gece beni görmeye geldiğini söyle onlara aşkım. Bak aşkım akşam oluyor. Her gün, gün batımını izlediğimiz tepeye gidiyorum yavaş yavaş. Gelirsin dimi aşkım... Hava kararana kadar bekledim seni aşkım ne oldu izin mi vermediler yoksa işin çıktığı için mi gelemedin. Bak aşkım gece olmak üzere geleceksin dimi buluşmamıza gecikme ama dünkü gibi olur mu? Aşkım neden mektuplarıma cevap yazmıyorsun. Yoksa yazmana mı izin vermiyorlar. Aşkım neden sadece rüyalarıma geliyorsun başkalarının seni görmesinden mi korkuyorsun. Aşkım seni çok özledim bu gece gelmeyi unutma...
..

Devamını Oku
Beyazıt Bestami Uçakcı

Bak ne güzel diyorum baba
Oysa iki yıl oldu baba demeyeli
ne de çabuk gecti bir masal gibiydi
aynı senin bana küçükken anlattıgın masallar gibiydi
kısaydı ama acıydı senin anlattıgın masallar hep mutlu bitiyordu baba
bu masal degilmiydi yoksa hayatın acı sillesimiydi
erken degilmiydi daha bu silleyi yemek
..

Devamını Oku
Hasan Akın

'Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır.'



Yusuf Aksun’ a ve onun yüreğinde ki çocukluğuna…


..

Devamını Oku
Nihat Gülle

Elazığın Gazi caddesinde oturan bir bayan evine marangoz ustası çağırır ve evin eski gardrobunun arabalar geçtikte sarsıntıdan cızırdadığını bu yüzden rahatsız olduğunu gardrobu tamir etmesini ister.
Usta gardrobun içine girer ve arabaların geçmesini bekler böylece gardrobun neresinin cızırdadığını tesbit edip onarmak ister.Tam da bu esnada hasbel kader kadının kocası çıkıp gelmesinmi.tabii ilk işi gardrobu açıp üzerini değiştirmektir adamın.Gardrobu açınca elinde keserle oturan adamı görünce kadının kocası basar yaygarayı.kim bu adam ne işi var burada çabuk söyle ne işin var benim gardrobunda diye bas bas bağırır.Bu bir namus şeref haysiyet ölüm kalım meselesidir.Zavallı marangoz bunu bildiği için durumu kurtarmak ortamı yatıştırmak için yüzündeki tüm masum ifadeyle şöyle yalvarır.Gakko şimdi ben diyecem araba beklim sen bahan inanmayacaksın.
Ev sahibi kadının da anlatmasıyla durumu anlar ve başlar bu komik duruma kahkahalarla gülmeye.şöyle der hadi ustam sen araba beklemeye devam et benim karnım çok acıktı hanım yemek hazırla bana.Bu olay birebir yaşanmış gerçek bir hikayeden alınmıştır...

Nihat Gülle
Şair ve yazar
..

Devamını Oku
Abdulkadir Azaklı

Duvarlarla çevrilmiş, musul mahpus hanesi.
Hasta olsan bakmazlar, yoktur hastahanesi

Mahpus hane hayatı, zordur arkadaş zordur.
Parmak lıklar ardında, insana değer yoktur.

Buranın ahvalını, ben anlatayım size.
..

Devamını Oku
Ergun Çoruhlu

e guzeldi gozlerine
dalip dalip dusunmek

ne guzeldi boynuna
sarilip icten opmek

ne guzeldi sonrada
..

Devamını Oku
Nesrin Sarıyıldız

Yemek
Bulaşık
Çamaşır
Ve
Yalnızlık.............
Nesrin Sarıyldız
..

Devamını Oku
Azizim Girgin

Bir rüzgar esti doğudan sert ama çok güzel esti tıpkı senin beni yellendirdiğin gibi öyle sert esti ki,Ağaçlar yerinden bende sana koşar oldum,Rüzgarın hemen ardından yağmur geldi sırılsıklam etti beni ben hiç bir şeye aldanmayıp öylece senin pencereye bakıyordum tabi ellerimde çiçekler senin pencereyi açıp yağmuru seyretmen için gözümü ne senden ayırdım nede pencerenden,Sabah oluyordu ezan okundu bitti hala ben senin perdelerine bakıyorum birden sesler yükselmeye başladı duyuyorum yanlız gözlerim hala sende kapında leyla olmuşum benim bile haberim yok,Birden senin perden ığrandı o an kalbim güm güm atıyordu.Birden senin odadan bağrıltılar geldi,
Ben direk ne oldu diye pencerene koştum ve biri yerde yatıyordu,bağırdım kaçtım ordan çıktım bir kayanın üstüne öyle bağırıyorum ki millet koştu benim bağırışıma herkes ne oldu diyor ama ben hala bağırıyor ve ağlıyorum koştum pencerene ve sen ağlamaya başladım seni görünce korkmuştum çünkü ölmenden ya sen ölseydin ben ne yapardım o zaman sensiz,Düşündüm sen ayaktasın ya yerde yatan sonradan boşverdim sen iyisin ya gerisi yalan,Karnım acıktı yemek yemeğe gidiyordum. Sokaktaki insanlar bana bakıp gülmeye hatta leyla demeye başladılar birden senin baban çıktı karşıma sen kim olursunda benim kızın pencereden bakıyorsun diye tartıştık biraz babanla baban birden tabanca çıkartttı ve dur diyemeden vurdu beni bir selvi ağacı gibi yığıldım yere çok kan kaybediyordum babanda kaçtı hemen ordan nefesim kesilmişti zor nefes alıyordum başıma birileri geldi kalk ölme diye bağırdı ve o anda birşeyler oldu ve uyandım ne yazıkki rüya idi hepsi gerçek olsaydı keşke senin için ölmeyi çok istiyordum ama olmadı sağlık olsun....
..

Devamını Oku
Tayyip Mehmet Doğan

Düz tepside üç kap sade bir yemek,
Elbette bize düşen elbette şükretmek,
Nöbetçi atar sana ufacık bir kelek,
Elbette seni bekler güzel bir melek.
..

Devamını Oku
Defne Martin

O her sabah güneşi yakar;
Ama ben ocağı yaksın isterdim bir sabah
Yemek için...
..

Devamını Oku
Yorgo Demir

acıyı yaşamak lazım, bir de yemek lazım..
yemek lazım yaşamaya
yaşamak gerek
acı çekmeye

tarif; o da elzem
yemeğinki aşçıya
..

Devamını Oku
Birol Yiğit

Ben; seni düşünüyorum
Her sabah uyandığım da.
Ve.., Günün her anında
Üç öğün yemek, yemek gibi
Mütemadiyen alınması gereken ilaç gibi
Akşamları yatmadan önce,
Uykularım.., hatta uyamadığım her gece.
..

Devamını Oku
Mehmet Tevfik Temiztürk

Lâf veya söz taşımak, aşağılık bir şeydir,
Kul haklarını yemek, dedikodu iledir…

Engellenemez bir şey, ruhlarımızdan gelir,
Nefiste eklenince, çok yalan söz eklenir…

(2012)
..

Devamını Oku
Hikmet Güner

Dostluk, arkadaşlık kardeşlikmi
Birliktelik, paylaşmak yoksa kalleşlikmi
Kime kalmış bu dünya bu güzellikler
Yaptıklarımız, iyilik, güzellik yoksa kalleşlikmi

Herkese yetecek yemek varken bu açlık niye
Paylaşmadan yemek, kapışmak niye
..

Devamını Oku
Mehmet Tevfik Temiztürk

Yemek menüsü gibi, program düzenlenir,
Hakikat reddedilir, zevk amaç edinilir…

Tek haber bulunmuştur ısıtılıp sürülür,
Elde başka şey de yok, vatandaş güldürülür…

(2012)
..

Devamını Oku
Mehmet Akif Tiryaki

Leyla'ya sor o bilir, yemek pişirmesini,
ortalığı toplayıp, çamaşır dürmesini.
çocukların durumu da Leyla'dan sorulur,
bizim evin düzeni Leyla ile kurulur.
Sen bizim başımızın her dem tacısın Leyla,
bu güzel yuvamızın sabır taşısın Leyla.
..

Devamını Oku
Gök Tengri

Matematik kitabım
Geçen sene hiç bir işe yaramadın
Ne soru çözdüm senden
Ne de 5 almamda var bir payın...

Ve sen sırf gavurca yazıldın diye
Yemek parası çıkardın tam 6 kişiye...
..

Devamını Oku
Ali Lidar

Gerçek aşk, hiçbir şey yapmamaktır. Bir şeyler yapmak kolay; aramak, ağlamak, yalvarmak, kızmak, yalan söylemek dünyayı yerinden oynatmak.. Zor olan,bunların hepsini yapmaya gücün yetecekken hiçbir şey yapmamaktır. Beklemektir zor olan, herhangi bir beklentiye sığınıp yaslanmadan beklemek. Hiçbir şey ummadan, hiçbir şeyi değiştirmeye kalkmadan, gücünü sadece masumiyetten alan ve sabırla beslenen.
Böyle zamanlarda eşya hayatla aranda bağ kurulmasını sağlıyor. İki kişilik kullanılmış tren bileti, yapım aşamasında yarım kalmış bir ney, bir zamanlar gerizekalı bir süs muamelesi yaparken en kıymetli eşyan haline gelen duvardaki dart, galata kulesi kartpostalı, yemek sonrası verilen küçük mor lokantacı şekeri, renkli fotokopi bir vesikalık resim, çantada muhafaza edilmiş alakasız bir kitap, Mcdonalds'dan alınan kredi kartı slipi, boş votka şişesi, boş ıce tea mango kutusu, boş Winston paketi ve dünyanın en güzel misketi.. Ve tüm bunlarla dolu bir oda. Beklerken hiçbir şey yapamadan, dua ettiğin kutsal objeler haline geliyor nesneler ve odanın kendisi..
Ve uzaktaki eşya. Anları anı haline getiren ve hatırlandıkça katlanmayı zorlaştırıp beklemeyi kolaylaştıran eşyalar. Şu an seninle olmayan ama diğerlerinden hiç ayıramadığın eşyalar. Belki birgün bir araya getirip anıları birleştirmeni sağlayacak olan eşyalar. Sigara jelatininden mamül dünyanın en korunaklı yerinde saklanan galata kulesi maketi(ki külahını yapmak -bir kaç tuhaf girişimden sonra akıl edilebilen- çok yaratıcı bir hamleydi) ,cafede yıllardır duran ve muhtemelen kimsenin dikkat etmediği ve ihtimal kimsenin bakıp gözlerinin yaşarmasına neden olmayan bozuk gramofon ve onun artık nerede olduğu bile bilenmeyen karakalem resmi, başka bir ankara-eskişehir gidiş dönüş tren bileti, olmadık bir yerde koparılıp kurumaya bırakılmış bir gül, yeni baskı bir Salinger kitabı(Gönülçelen) , sendeki Galata kulesi kartpostalının bir eşi, içi dışı kara bir paket karanfilli sigara..
Ve mekanlar tabi. Zamanın durduğu, gidildikçe hep o anları yaşatan ve dayanmak zor olduğundan mecburen uzak durulan ama bir şekilde hep etrafında dolaşılan mekanlar. Oralarda oldukça acı veren, ama çok uzak oldukça da her şeyin tamamen yitirilmesi demek gibi bir şey olacak olan yerler.. Çocukluğunu, sevdiklerini, hayallerini, duygularını Perec ve Oğuz Atay eşliğinde en sevdiğine servis ettiğin teras barı, onu beklerken her dakikanın bir saatte geçtiği cafe, yıllarca şehrin gürültüsünden kaçıp kafa dinlemek için gittiğin ve artık bambaşka bir şey demek olan kenardaki park ve onun yukarıdan dördüncü aşağıdan üçüncü bankı, dünyanın en güzel uykusuzluğunun yaşandığı kuşetli istanbul treni, hangisinin gerçek olduğu konusunda türlü münakaşalara girdikten sonra karar verilip girilen ve yemek gelir gelmez çakma olduğu anlaşılan sultanahmet köftecisi, son anda koşarak yetişilen ve 360 derece dönerken bile yüzündeki gülümsemeyi silemeyen lunaparktaki ölümcül makine, sinema tarihinin en rezil filminin büyük bir keyifle izlendiği sinema salonu, İstasyonun yanındaki trene binmeden son trenden inince ilk sigaranın birlikte içildiği çiçekli ağaçlı taşa oturmalı dış bahçe, binbir nazla geçilen üst geçit(bilen bilir oradan geçmek epey bir iştir) ,tavla oynanılan ve yenilince mahsustan küsmecilik oynanan çay evi, v.s... Ve odam tabi, odamız.. O kadar çoklar ki. Ama hepsinin yaşattığı duygu ortak. Hem en güzel anları oralarda yaşamış olmanın hatırlanmasıyla yüzde beliren tebessüm hem de o anları yitirmiş olma ve bir daha yaşayamama ihtimalinin verdiği acı. Tebessüm ve acı sadece anlar ve mekanlar birlikte hatırlanınca bu kadar yakışıyorlar birbirlerine. Keşke mümkün olsa da eşya gibi mekanları ve anları da bir odaya toplayabilsek. O zaman büyü yapmak daha kolay olurdu belki..
En başta inanamamak. Hiç ihtimal vermediğin birşeyin kolayca oluvermesi. Ve neredeyse şaşkınlıktan sevinmeye vakit bulamamak. Bir taraftan onu haketmediğini düşünmenin yol açtığı kendine güvensizlik diğer taratan ise hiç alışık olmadığın güzellikler. İlk buluşmanın çocuksu heyecanı, trenden ineceği saati beklerken oynanan sevimli zaman hesaplaması oyunları, saatlerce ne yesek telaşına düştükten sonra aynı anda dillendirilen "yemek yemeyiverelim" keşfinin yol açtığı inanılmaz rahatlık, yağmur yağarken saçak altında geçen zamanda sigara içmekle öpüşmeyi aynı ana sığdırmaya çalışmanın kaçamak telaşı, mantıyı sarımsaksız salatayı soğansız yemenin tarifsiz lezzeti, kalkmasına az zaman varken ve anlatacakların hiç bitmeyecekken önündeki son yudumu içmemesi için bira bardağına çaktırmadan atılan yalvaran bakışlar, terlediğini farkederde elimi tutmayı bırakır endişesiyle başka bahaneler bulup kısa süreli elleri bırakıp kot pantolonun arkasında silme hınzırlığı, rüzgarın ağzına soktuğu saçlarını usulcacık çekip çıkarma ve bunu yaparken bir taraftan başka şeylerden bahsedip hiçbir şey olmuyormuş gibi hissettirme çabası, her gecenin son iyi geceleri -her sabahın ilk günaydını,güne onun sesini duyamadan başladığın anların tedirgin edici gerilimi, sigara jelatininden mamül kutsal kulenin başında geçirilen ömrünün en içten zamanları.. Hepsini bir arada hatırlamak mı daha çok acı verir yoksa teker teker hatırlayıp ayrı ayrı acı çekmek seyreltir mi biraz acıyı? Belki de tek bir acı var. Yoğunluğu hiç değişmeyen ve hep aynı şey demek olan tek bir acı. Çok özlemek demek olan, boşluğunu hiçbir şeyle dolduramayacağını bildiğin yitirilmiş zamanları kafanda tekrar tekrar yaşamanın sızısı..
Ama bu haksızlık. Öylece çekip gitmek bu kadar kolay olmamalı. Gücünü yalnızlığından alan ve yalnızlığa alışkanlığını yıllar süren bir çabayla benimseyen birinin hayatına girip,onu kapandığı ve artık şikayet etmediği mağarasından çıkartıp hiç alışık olmadığı bir oyunun ortasında tek başına bırakıvermek. İnsafsızlık. Tamam insan kızar, küser, kavga eder, yanlış bir şey varsa yapanın burnundan getirir. Ama böyle basıp gitmek neyin nesi, insaf. Tamam artık aramaz seni diyerek telefonun sesini kısıp elinin eremeyeceği bir yere koyarken bile on dakikada bir telefonu kontrol etmek ve kendi kendine ben aslında saate bakıyorum kimseden telefon beklediğim yok diyerek yürek burkan yalanlar söylemek; iyi oldu zaten yürümeyeceği belliydi eninde sonunda bitecekti türünden avuntularla uykuya dalıp sonra sıçrayarak uyanmak ve bu zavallı avuntunun aslında seni hiç rahatlatmadığını farketmek; artık hiç işine yaramayacağını bilmene rağmen acı bir alışkanlıkla ve tükenmeyen alışkanlıktan da acı bir umutla 3900 dan 5000 sms almak; bin kere bilmene rağmen artık seni ilgilendirmediğini, kendini kendinden gizli acaba bu saatte o ne yapıyordur diye düşünürken yakalamak; geçen ay bu saatlerde şuradaydık, şu saatte şunları konuşuyorduk, eğer böyle olmasayadı şu gün şunları yapacaktık muhasebesine obsesifce takılıp kalmak; birlikte dinlediğiniz şarkılardan kaçmaya çalışırken mırıldandığını utanarak farkedip yarıda kesmek ama kafanın içinde şarkının devam etmesine engel olamamak; ikinizinde sevdiği yazarların kitaplarını kitaplığın en görünmez yerlerine sokuşturup,göz ucuyla yerlerinde olup olmadığını hızlıca kontrol etmek; nefret etmek için yüzlerce bahane üretip her birine tutundum zannedip bir süre rahatlamak ve sonra hiçbir işe yaramadığını süratle farkedip eskisinden daha beter kahrolmak; ve özlemek.. Hep özlemek; uyurken özlemek, uyanır uyanmaz özlemek, bir şeylerle uğraşmaya çalışıp bir süreliğine unutur gibi olduğunda farketmeden özlemek, hiçbir şey yapmadığın zamanlarda özellikle gece yarısından sonra ibadet eder gibi özlemek, yüzünü görsem bir kere,başkasıyla konuşurken bile olsa sesini duysam yetecek bana dedirtecek kadar özlemek. Özlemenin her çeşidini ezberler gibi özlemek. Yok, olmaz böyle,haksızlık bu..
Sonra bütün günler birbirine benzemeye başlar. Ayrılığın ilk bir kaç günü deliren ve ne yapacağını şaşıran sen zaman geçtikçe acıklı bir suskunluğa bürünürsün. İnsanın en zavallı hallerinden biridir böyle zamanlarda yaşanılan. İlk gün, kızgınlığının etkisiyle burnundan kıl aldırmaz en söylenmeyecek lafları söylersin. Sonra aynı gece şaşkın ve ne yapacağını bilmez şekilde dolaşırsın ama seni çıldırtan şey öfkeymiş gibi gelir sana. Ona öyle kızıyorsundurki, sırf sana bunu yapmış olması bile affedilmez bir hatadır. Karar vermişsindir artık o seni aramaya kalksa bile konuşulmayacaktır. Evet her şey bitmiştir.. Öyle zanneder içebildiğin kadar içersin ve sızarsın sonra. Ama uyanınca aklın başına gelir. Önce bir önceki günü düşünürsün ve metafizik bir umutla bunun rüya olması için yalvarırsın. Ama rüya değildir, ayrılmışsınızdır artık. İçinde korkunç bir acı ve boşluk hissiyle atarsın uyku sersemliğini ve umutsuzca telefona saldırırsın. Ama ne bir arama vardır ne de mesaj. O zaman akşamki öfkenin yerini çaresizlik alır. Ve elinden bir şey gelmeyeceğini bile bile ama bir taraftan da her şeyi düzeltebilecekmiş gibi büyük bir enerjiyle sen ararsın. O da ne,telefonu kapalıdır! Defalarca denersin ama hep aynı şeyi duymaktasındır. "Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor..." Aslında çok iyi bilirsin ki aradığın kişi artık geride bıraktığın kişi değildir. Bir şey olmuştur dün ve artık o başka birine dönüşmüştür. Ama bu düşünceyi şiddetle kovarsın kafandan. Hayır,bir kaza yaşadık dün, düzelecek mutlaka. Telefon elinde yataktan kalkıp sokağa atarsın kendini, çok erkendir gidecek yerin de yoktur. Hem olsa bile hiçbir yere sığamazsın ki.. Dolaşıp durursun gözünde akıtmaya utandığın kocaman yaşlarla. Ağlayamazsın ama henüz. Çünkü içinde hala bir umut vardır, zannedersin ki telefonu az sonra açılacak,konuşmaya başlayacaksınız ve o kötü kabus hiç görülmemiş gibi hayatınız devam edecek. Affetiririm kendimi diye düşünürsün, o da beni seviyor nasılsa, kıyamaz bana. Ne kadar pişman olduğumu görür, biraz kızar ama sonunda affeder. Yeter ki şu telefonu bir açsın, gerisi mutlaka hallolur, olmak zorundadır. Bu düşüncelerle dakikada en az üç kere arayarak şehrin muhtelif yerlerinde dolaşıp durursun, vakit ilerler ama telefon bir türlü açılmaz. Bu esnada telefon açıldığında ne konuşacağını kafanda kurgulamaya başlarsın ve o anda yapmış olduğun yanlışların hepsi birden aklına gelir. Ve beklerken bir taraftan da kendinle hesaplaşmaya başlarsın. Pişmanlık içinde çığ gibi büyümektedir. Sözler verirsin kendi kendine, söz dersin bir daha onu üzmeyeceğim, küçük kaprisler uğruna hayatı dayanılmaz hale getirmeyeceğim, onu mutlu etmek için elimden gelen her şeyi yapacağım, hatalarımın farkındayım asla hiçbiri tekrarlanmayacak. Onu ne kadar çok sevdiğimi göstereceğim ona her şey eskisinden de güzel olacak.. Bu esnada o kadar samimisindir ki gerçekte tutamayacağını bildiğin sözleri bile vermekten çekinmezsin. Trajiktir aslında, çünkü bir taraftan tükenmeye yüz tutmuşken diğer taraftan kendini hiç olmadığın kadar kuvvetli hissedersin. Kendi kendine tekrarlarsın, olmaz dersin böyle olmaz, düzelecek herşey yoluna girecek. O da üzülüyordur zaten, sen anlatacaksın o anlayacak ve eskisinden daha kuvvetli bağlarla sarılacaksınız birbirinize. Yeter ki telefonunu açsın.. Açsın artık telefonunu.. Sadece telefonunu açsın.. Açsın artık.. Açsın.. Ne olur açılsın artık o telefon.. Ve sonra açılır o telefon.. Alo dersin...
..

Devamını Oku
Ersin Türkdoğan

Bir bebek alın kucağınıza, göz bebeklerinin içine kendi çocuğunuz gibi bakarak. Gün doğarken bir bisiklet alıp, akşam ezanına kadar bisiklet kullanmayı öğretin herhangi bir çocuğa. Yapacak daha önemli bir işiniz yoksa “ çok açım “ sesini duyduğunuz bir kaldırama oturun; iki kişilik yemek alıp. Gün boyunca arayanlara bir arkadaşınızla olduğunuzu söyleyin. Aramayanları siz arayıp – merhaba deyin. Ömrünüzde ilk gez geçtiğiniz bir sokağa “ Seni Seviyor” yazıp, U ve M harfleri için yeterince boya bırakın yanına. Askere gönderin birini son dakikaya dek yanında olup. Yabancı bir düğünde bir gelin izleyin kendi kızınız gibi. İçinizden geçenleri yada kopya çekip en sevdiklerinizi bir kağıda yazın el yazınızla size ait olmayan herhangi bir isimle imzalayıp altını denize bırakın bir şarap şişesinde. Bir başkasını toprağa verin bir cenazede anneniz, babanız, eşiniz, kardeşiniz gibi. Ve bir başkasının mezarında dua edin bir gün.

Sahip değilken âşık olun yeniden ve yeniden öğrenin sevmeyi ait olmadan kimseye. Sevdiğinizde birini son defaymış gibi söyleyin, son nefesinizmiş gibi


Ersin TÜRKDOĞAN
..

Devamını Oku