Yazı 082 MAHLUKİ ASİL Şiiri - Necdet Erem

Necdet Erem
1570

ŞİİR


16

TAKİPÇİ

Yazı 082 MAHLUKİ ASİL

Kıymetli şeylerin vücut bulması için hem çok emek, hem çok masraf ve zahmet gerekir.

Bir ton altın elde edebilmek için, kaç bin ton toprak ve kaya içinden ayıklandığına,
bir kilo uranyum saflaştırmak için ne masraflar edildiğine dikkat etmek lazım.

İnsanlığın Fahri Hz. Muhammed Mustafa (Sav.) ve yolundan giden insanlığın medarı iftiharı olmuş, mümtaz şahsiyetlerin de insanlık kervanı içinde yerini alabilmesi için, elbette bir sürü muzır mahlûkatın hayat sahnesinde arz-ı endam etmesi gerekmektedir.

Evet, dünya tarlası kâmil insan mahsulü vermede kısır bir döneme girmiş olabilir.
Ama bu ilânihaye böyle gidecek anlamına gelmez.

Çok değerli mobilyalar odundan yapılır.
Nihayetinde hepside yanacak bir odun olmalarına rağmen, değerlerini usta bir mobilyacının mahir sanatı, yorulmak bilmeyen azim ve gayretine muhatap olmalarında aramak gerektir.

Muhataplıkları sayesinde asli hüviyetleri olan odunluktan, dolayısı ile yanmaktan kurtulmuş ve sarayların mutena salonlarında mümtaz yerlerini almışlardır.

İşte her insan “LEKED HALEKNEL İNSANE Fİ EHSENİ TAKVİM” (95/4 - Tin) sırrınca en güzel bir surette yaratılmış olmasına rağmen!

Kimisi şeytanın ve nefsin tuzağına düşüp “SUMME REDEDENAHU ESFELE SAFİLİN” (95/5 - Tin) ayetinin muhatabı olup şeytanı bile hayret ve dehşete düşürecek, düşünce ve davranışlar içinde aşağıların aşağısına sukut etmiş.

Kimisi de Hz. Muhammed Mustafa (Sav) ve sair enbiya ve murselinin rahle-i tedrisinden ders alıp asaletine melekleri hayran bırakan, kâinata takvimcilik âli makamlarına yükselmiş, İnsanlığın medar-i iftiharı olmuşlardır.

İşte nihayetinde Allahın en mükemmel sanatı olan insan!
ALLEMEL ÂDEME BİESMA-İ KULLİHA (2/31 – Bakara) hitabına mazhar olmakla esma-i ilahiyenin sırlarının keşşafı olup, sema genişliği, arz derinliği ile emrine lebbeyk deyip hizmet adına ilim ve iradesinin sanat ve marifetinin karşısında LEBBEY diyerek esas duruşa geçmiştir.

Sıfa-ı sübhaniyenin ainesi, esma-i hünsanın mazharı olan insan kendisine verilmiş olan yetki ve imkân ile uzayı fetheder, arzın derinliklerinden ihtiyacını çıkarır.

Kanadı olmamasına rağmen uzayda gezer, solungaçları bulunmadığı halde okyanusların abis denilen canlı hayatının bittiği en derin noktalarında yüzer.

Allah’ın emirlerine riayet, vadine itimat edip hayatı anlamlı yaşayan da İNSAN.

Nefsinin kölesi, şeytanın eğlencesi olup HAYATINI ANLAMSIZLAŞTIRAN DEĞERSİZLEŞTİREN, dünyanın sıkıntılarına rağmen inat ile inkâr içinde Allah’a ve özellikle kendisine ihanet ve düşmanlık eden de İNSAN.

Mahlûkat arasındaki üstün ayrıcalığına bakmadan, hilkatine ve türüne ihanet edip!

Kendisini hayvanlaştıran, yüksek bir asalet unvanı imiş gibi, hayvan olduğunu iddia edip ispatlama mücadelesi veren de maalesef yine İNSAN.

Bizim kâinatın misal-i musağğarı dediğimiz ve destanını yazdığımız insan, “LEKED HALEKNEL İNSANE Fİ EHSENİ TAKVİM” ilahi iltifatının ve sırrının mazharı, insan olarak yaratıldığının farkında olan, insan onuruna yakışır bir hayat tarzı ortaya koyup melekleri muhabbetine itaatine, itimadına, nezahet ve nezaketine hayran bırakan MAHLUK-İ ASİLDİR.

Halikına ve hilkatine ihanet den, hayvani arzularının esirsi, şeytanın vekili fuzulisi, oyuncağı basiti, ve avukatı adisi olan “ESFELESAFİLİN” yolcusu acube-i hilkatler değildir.

İnsana ve insanlığının farkında olan Mahluk-u asile selam olsun.

Necdet Erem
Kayıt Tarihi : 13.4.2011 11:54:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Bedri Tahir Adaklı
    Bedri Tahir Adaklı

    Efendim tebrik veteşekkürlerimi sunarım..
    BAKINIZ NE GÜZEL DEMİŞ ÜSTAD...

    İnsan üç cihetle esmâ-i İlâhiyeye bir aynadır.
    Birinci vecih: Gecede zulümât, nasıl nuru gösterir; öyle de, insan zaaf ve acziyle, fakr ve hâcâtıyla, naks ve kusuruyla bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini, kuvvetini, gınâsını, rahmetini bildiriyor ve hâkezâ, pekçok evsâf-ı İlâhiyeye bu sûretle âyinedarlık ediyor. Hattâ, hadsiz aczinde ve nihayetsiz zaafında, hadsiz a’dâsına karşı bir nokta-i istinad aramakla, vicdan, dâimâ Vâcibü’l-Vücuda bakar. Hem, nihayetsiz fakrında, nihayetsiz hâcâtı içinde, nihayetsiz maksadlara karşı bir nokta-i istimdâd aramaya mecbur olduğundan, vicdan, dâimâ o noktadan bir Ganî-i Rahîmin dergâhına dayanır, duâ ile el açar. Demek, her vicdanda şu nokta-i istinad ve nokta-i istimdâd cihetinde iki küçük pencere Kadîr-i Rahîmin bârigâh-ı Rahmetine açılır; her vakit onunla bakabilir.
    İkinci vecih âyinedarlık ise: İnsana verilen numûneler nevinden cüz’î ilim, kudret, basar, sem’, mâlikiyet, hâkimiyet gibi cüz’iyât ile, Kâinat Mâlikinin ilmine ve kudretine, basarına, sem’ine, hâkimiyet-i rubûbiyetine âyinedarlık eder; onları anlar, bildirir. Meselâ, ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idare ediyorum; öyle de, şu koca kâinat sarayının bir ustası var, o usta onu bilir, görür, yapar, idare eder ve hâkezâ.
    Üçüncü vecih âyinedarlık ise: İnsan, üstünde nakışları görünen esmâ-i İlâhiyeye âyinedarlık eder. 'Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfı'nın başında bir nebze izah edilen, insanın mahiyet-i câmiasında nakışları zâhir olan yetmişten ziyâde esmâ vardır. Meselâ, yaratılışından Sâni’, Hàlık ismini ve hüsn-ü takvîminden Rahmân ve Rahîm isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerîm, Latîf isimlerini ve hâkezâ, bütün âzâ ve âlâtı ile, cihazât ve cevârihi ile, letâif ve mâneviyâtı ile, havâss ve hissiyâtı ile ayrı ayrı esmânın ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek, nasıl esmâda bir İsm-i âzam var; öyle de, o esmânın nukuşunda dahi bir nakş-ı âzam var ki, o da insandır.
    Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa, hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimâli var.

    DENİLMİŞTİR. Saygılarımla...

    Bedri Tahir Adaklı

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Necdet Erem