doğmamış düşlerimde tutarken seni
tutsaklığa zincirledim kendimi
kurşuna dizmek istiyorum vahşi hasreti
anılara yaz……. sakla köşende beni
kanatların çırpındığı gökyüzü gibi
nercan topladığın o….denizin dibi
..
Biliyorum güzel annem
Bu seninle son baharımız, son yazımız
Her geçen günde gidiyorsun
Bahar bitti, yaz bitti, güz geldi annem
Gözlerinde hüznü gördüm annem
Bu son yaz biliyorum annem
..
N e bileyim,
N e bilirsen yaz işte.
Dertlimisin,bana kızgın
Kondur acı söz işte.
Kırgınmısın?
Bağır çağır kız işte!
Hasretmisin?
..
Yaz 49,99,kazıkla 1 kuruşlarımı!
Yaz 99,99,cebe indir kazançlarımı…
Biz bırakır gideriz, her yerde 1 kuruşu,
Sen de kazançlarınla, çıkarsın her yokuşu…
(2009)
..
Önümüz artık kış, geçti koca yaz
Üzme sevenleri, hem çal hem söyle
Yapalım bir alkış, sen derdini yaz
Üzme sevenleri, hem çal hem söyle
Söyle türküleri, kelimeler az
Dök maharetleri, olmaz şimdi caz
..
Yazsana,
Titrek sesinin nağmelerini.
Yazsana,
Ürkek kalbinin tınılarını.
Yazsana,
Mavi gözlerinin düşlerini.
Haydi bakalım,
..
Umudunu yitirmiş yaz bulutu gibidir halim
Ne bir yağmur nede inci bir kar tanesi taşırım
Dolanırım rüzğarın savurduğu umutsuza giderim
Uçsuz bucaksız ve kimsesizdir benim mekanim
Bir deli rüzgâra bağlı kaderim
Götürmek istediği yere gitmektir emelim
..
Piyasada meşhursun, adam diye tanındın
Üç kelime bir cümle, şair diye kasıldın
Karakterden ne haber, işte sınıfta kaldın
Varsın adam sansınlar, yaz gene şiirini.
Meteliğe kurşun at, gönlün aşk ile dolsun
Evde hatun eskimiş, onun ruhu şad olsun
..
Ne kış etti kışlığını
ne de kurak geçen bu yaz
al kudret kalemini
var yare maruzatım yaz
Gün batımı çöker hüzün
deli gönül nice halin
..
YAZ YAĞMURU
Bir yaz yağmuruydu
Sevgimiz
Hemen gelip geçen
Bir yaz yağmuruydu
..
Sığıra çan kelek, takalım ana
Sığırla koyunu, katalım ana
O yaylalar benim, vatanım ana
Yaz geldi yaylaya, çıkalım ana
İneğe püskülü, bağlayak ana
Her dere yanında, çağlayak ana
..
Yaz ey kalem yaz!
Kış bize kaldı, ona geldi yaz.
Yaz kardaşım yazı yaz,
Benden de habar ola,
Bir köşeye kıştan da yaz.
Şaşırmış mevsimleri,
Karanlık gündüzleri de yaz...
..
Ara sıra mektup yaz
Seven kalbim gülsün...
Gönlümde açtın bu yaz,
Dikensiz tek gülsün!
..
mananın sonuna mı geldim
bitti mi kısa metraj yaz gecelerinin esrarı
kokusuz yaz gecesi olur mu
demlenemiyor kelimelerim
..
Gönül ne beklersin gurbet ellerde
Gidelim sılaya gayri yaz geldi
Açıldı laleler susam sümbüller
Dağlar kemha giymiş allı yaz geldi
Hasretin figanı durmadan başlar
Akıyor gözümden kan ile yaşlar
..
sus, karanlıksan bil artık sus
hiçmi ağlamayacağım, hiçmi
yani o kadar yalancılar varken
han,i beni kandırmışlarken söyle
sanki havada bulut yoktu bu yaz
sanki kış hiç gelmeyecekti sessiz
..
Veda ettim hülyalara, düşlere,
Aklım ermez başa gelen işlere,
Bahar bitti, ömür erdi kışlara,
Ben sustum kalemim, sen yaz halimi...
Gül açılan bağlarımı ot bastı,
Dost bildiklerimin canıma kastı,
..
Saatlerin ılık yaz rüzgârları gibi ağırdan aktığı vakitlerde, sadece sevgilisini serinletmek isteyen bencil bir delikanlı misali hırıldayan “pırpıra” yüzümü tuttuğum sırada geldi o. Hesse’nin ilk gençlik öykülerinin böyle kimsesiz bir akşamüstü ansızın ziyaret etmesinde de vardır bir hikmet, diyerek okumaya başladım. Elbette yine aynı şey oldu. Aradan geçen onca yıla rağmen sanki “ilk gençlik ülkemden” hiç ayrılmamışım, o yuvanın kendine has sıkıntısını geleceğe neşesiyle taşıdığı kıpırtılı ruhu kaybetmemişim gibi hayata yeniden uyandım.
O zaman bana çok ulu, cömert, merhametli görünen meyve bahçelerinde dolaştım bir süre. Anların durgun bir gölün üzerinde halka halka çoğalan genişliği içinde yüzerken, yaz tatili için gittiğim kasabaları düşündüm. Toprağa tıpır tıpır düşüp çürüyen meyveler gibi bir köşede öylece unutulmuş hissediyordum. Serin avlularda oturup cırcır böceklerinin türküsünü dinlediğimde, esas derdimin “dertsizlik” olduğunu henüz bilmiyordum. Bütün huzursuz gençler gibi canım sıkılıyordu işte. Ama sezgilerim o manasız boşluğu kavrayacak kadar güçlenmemişti. Gençliğin buruk ve esrik sarhoşluğunu yaşıyordum. Hayata dair cevap alamayacağım soruları gizli bir dilek kutusunun içine koyup kuyruklu yıldızlara yolladığım yıllardan bahsediyorum. Hiç bitmeyecekmiş gibi kendiliğinden uzayıp esneyen saatlerden.
Hesse’yi okuyan pek çok okur gibi o yazlarda bıraktığım kendimi özlüyorum. Bilmiyorum ki; şimdi annemin yumuşak dizine başımı koysam, ona kırlardan topladığım gelincikleri, papatyaları getirip buğulu bir sürahiye yerleştirsem, sofradaki kiraz tabağına dadanan birkaç arı vızıltısını o anki neşesiyle, hüznüyle çağırsam, vişne reçelli kızarmış ekmeklerin kokusunu içime çeksem, dantelden bir örtünün kendiliğinden kayıp düşmesi gibi akıp giden hafif yaz bulutlarıyla hülyalara kapılsam o zamanki kendimi bugüne taşıyabilir miyim? Cevap karmaşık; ne evet, ne de hayır.
Hesse kitaba adını veren “Gençlik Güzel Şey”de, gençlikle olgunluk arasında salınan “sıkışmışlık” hissini bir doğa ressamının titizliğiyle resmediyor. Gelecekte edebiyat tarihinin en önemli yazarlarından biri olacağının müjdelediği tabiat tasvirlerinin arasına gizlediği “insanlık hâlleri” son âna kadar hiç değişmemiş. Edebiyatı nasıl da kendine benziyor. Onun hayal etme üslubu, okuruna yaşama üslubunu da açıkça gösteriyor sanki.
Bir roman, hikâye kapağında, “otobiyografik unsurlar içeren” hatırlatmasını her gördüğümde, itiraf etmeliyim ki müstehzi bir tebessüm yayılır yüzüme. Sanki başka türlüsü mümkünmüş gibi. Saf sanat ve saf hayat varmış ve bu iki nehir nihayetinde sonsuz bir denizde buluşmazmış gibi... Hele ki ilk aşk heyecanlarını, taşrada geçen çocukluk yıllarını, o ilk uyanışları, kırılmaları, kayıpları, eksilmeleri, çatlamaları anlatıyorsa bir yazar, yapıp yapabileceği kendi suretinden kâinatın sırlı aynasına bakarak hayatı çoğaltmak değil midir? Zihnin, yüreğin tortusunda birikenler, hatıralardan, imgelerden, kayıp anlardan istediğini seçer, yorumlar, bazen eksiklerini tamamlar ve kendi ham gerçeğinden yeni bir “gerçeklik” yaratır.
Hesse, bu ilk gençlik hikâyelerini yazmak için masanın başına oturduğunda nasıl bir gelecek tasavvuru vardı bilinmez ama yazarak “büyüdüğü” kesin. Bu yaz hikâyesinde, yuvasına dönen gencin, çocuk yaşlarda âşık olduğu güzel Helene’den, hakiki dostluğun içtenliğiyle sevdiği Anna’ya, saf bilgiden inancın melankolisine uzanan çakıl taşlı yolda, insanın değişimini gösteriyor. Tabiatta, kâinatta karşılaştığı her şeyin kutsal bir parçası gibi hissettiği için muhtemelen, duyguları tül tül uçuşan mısralara dönüştürebiliyor. Ve sanırım bu yüzden hiç eskimiyor.
Onunla birlikte tren yolu kenarına dizilmiş katırtırnaklarını, bahçe çitlerinin çizdiği yaralı dizleri, dirsekleri, verandanın parmaklıklarına tırmanan yabani, acı otların kokusunu, kan kızılı gülleri okşayıp geçen ikindi güneşinin loş aydınlığını hatırladığınızda çocukluktan kalan bir titremeyle ürperiyorsunuz. İlk gençlik anılarınız, ona baktığı yerden belki mavi bir çiçek çanağından göz kırpıyor size. Dingin bir yaşama özlem duymanıza rağmen uzaklarda kalan o yıllara geri dönemeyeceğinizi biraz burkularak fark ediyorsunuz. Tam da o anda, size gençlikten bilinmezliğe doğru adım attığınızda hissettiğiniz o ilk huzursuz kıpırtıları hatırlatıyor. Onun kelimeleriyle münzevi bir mutluluğun eşiğinde, her seferinde biraz daha bilgece büyüyorsunuz: “Gece vakti açık havada yollarda, suskun göğün altında, sessiz sakin akıp giden bir subaşında olmak her zaman sırlarla örtülüdür ve ruhun derinliklerini harekete geçirir. Hayatın başlangıcına yaklaşmışızdır, kendimizi bitkilerle, hayvanlarla hısım akraba hissederiz. (...) İnsanın bu en korkunç duygusu; kurtulması imkânsız bir şekilde yapayalnız kalma, yapayalnız yaşama; acıyı korkuyu, ölümü bir başına tatma, hepsine bir başına katlanma duygusu, her düşüncede usulca çınlar, sağlam kişide ve gençte bir gölge, bir ihtar; güçsüzde de bir dehşet olarak.”
..
yaz başında pembeydiler...
yaz sonunda yeşile...
güz sonunda kızıla döndüler...
bu yüzden,
en çok sevdiğim çiçekler...
ORTANCALAR...
..
Lapa, lapa karlar yağdı gördün mü?
Dağlar giymiş beyaz kefen baksana,
Dere, tepe belli değil düz olmuş,
Acaba bu yıl da gelecek mi yaz?
Her taraf oldu da hep, beyaz gelincik,
Kış bitince gelecek mi ki de yaz,
..