- ''İtaat'' yazılı künyelerimizde, ite atılan hasretlerimizin tasması ses çıkarır yalnızlılarda. Oysa duruşlarımıza yakışını biliyoruz. Küllerimizi savurarak, yeni ateşlere sıcak sevda olmak için yeniden kül ya da başkalarına kul olmaya gerek var mı ki gülüm.
Barut olmanın ateşsiz kalakalılmışlığında yaralarım taşlaşırken başka güzellerin ateşi beni yakamıyorken neden yoksun, yoksul özlemlerimde. Masallar anlatıyordum, mağaranda sensizlikle ölüm ölüme gelmelerine güvercin olup beyazlarına yumurtlardım, yetmez ağ örerdim, yar koşularına katılmayasın diye. Daha ötesi Tepegöz olurdum, senli, sensiz her şeyi yiyen uzak bir yardım. Derdimin hiçbir yerine bir şey batmayan hüzünlü bir tepegöz. Afacan bir Boğaçhan’ın teneke sevgilerle bir gün yaramın bir yerine gelmeyiş bıçağını saplarsa belki aşkımızın acımasız tepegözü olmaktan kaçarım neşelerin şekvası…
İsimlerimizin aktığı, kızıl bir nehirde,çiçekli yastığını yıkıyorum.Nefeslerimize şahit olan,sarılışlarımızın şahidi,aşkımızın ahdi olan çiçek desenli,sen desenli çarşaf da örtmüyor yakarışlarımızı. Yakamozlarını görebildim, nemli gözlerinle.Med-Cezirlerimde mavi tutkularımın dalgalanışı daha izlemedin.Dalgalarımız kırılmadı ölü denizlerde,boğulma tehlikesi geçirmedi ali cenap buluşmalarımız.Oysa,ne çok ağladık çöllerde.Gözyaşlarımız serap olurdu,sessizce akardık,kuytu kaçınılmazlara. Yabancılaşma sevilerindeydi nakışlanışımız.
Birikmiş tuzlu suların en dibinde ruhlarımızın kirlenmişliğini yıkamak gerek.Aynı derdi,aynı deterjan temizlemez ki…Herkesin derdi kendine göre kirli…Sessiz hıçkırıklarını da katmalıyız son yaramızın kirlettiği sevda gömleğini yıkamaya.
Sonra susalım…
Telaşlarımızın talaşlarıyla özlemin ekmeğini pişirsin gelişler.Yatıya kalsın,senden kalışlar.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla