Kimsecik Üçlemesi, Yaşar Kemal’in son dönem başyapıtlarından. Çağımızda epopenin son temsilcilerinden biri olan Yaşar Kemal, Kimsecik’te bir tanıklığın, bir göçün, evrensel bir durumun destansı öyküsünü yazar. Bu destansı üçleme, özcesi, evrensel bir durum olarak “korku”nun olağanüstü betimlemesiyle Kaf dağına doğru düşsel yolculuğa çıkan çocuk dünyasının resmedilişidir.
Bu üçlemede önceki yapıtlara “açık” göndermeler de var. Daha önce Yaşar Kemal’in romanlarında tanık olduğumuz birçok öğeyi burada “metin içi gönderme” biçimiyle buluruz. Ne var ki Yaşar Kemal’in göndermesi, yapıya ilişkin bir gönderme değil, bir bakıma yeniden ele alıştır. Büyük bir insanlık serüvenini yazan Yaşar Kemal; Kimsecik Üçlemesi’nde bu serüvene tekrar dönüp baktığı için (ki bu yarı-düşsel bir çocuk atmosferinden verilir) bu göndermeler bir anlamda zorunluluk olur. Ya da belki şöyle diyebiliriz, anımsananlar, yalnızca bir kez anımsanmaz...
Kimsecik Üçlemesi’nin yaşamöyküsel bilgiler ve tanıklar içerdiği kesin. Bu böylece, bir kimlik sorgulamasını da gündeme getiriyor: Nereden gelip nereye gidiyoruz? Ailesinin Van’dan kalkıp Adana’ya gelişi. Yoldaki serüvenler ve yerleştikten sonraki serüvenler. Küçük Mustafa’nın canından çok sevdiği babası İsmail Ağa’nın evlatlığı Salman tarafından öldürülüşü: bitmez tükenmez bir kan davası ile ardından gelen korku ve ölümler...
Kuşkusuz ki etrafı saran bu “Şekspiryen” kan korkusu, yalnızca Küçük Mustafa’ yı değil; öykünün, destanın, olayın içindeki hemen herkesi sarar. Nitekim üçüncü kitabının adı da Kanın Sesi’dir. Üstelik denilebilir ki korkunun yükseldiği noktalarda “ölüm”ün devreye girmesi söz konusudur. Korkudan dolayı bir başkasını öldürme...
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta