Aslı samimiyet olmayan ilişkilerle, itişmelerle, kakışmalarla, hiç bir yere gidilemez…
Benim sadece kusmalarıma sebep olur…
Belirsizliklerle geçen zamanlarımın ardında kalan mahvolmuş benliğimi yıllar, yıllar boyu ayakta tutmaya çalışıyordum…
Çoğu zaman korkularımın esir ettiği benliğimiz, zaaflarından çıkan umutsuzlukları, bir tek umut olan sen varlığıydı hayata bağlandığım…
Hüsran baş gösterdiği anlarda ise, şaşkınlıkların kol gezdiği bir derbederlikti, sığınmaktan kaçtığım…
Tüm darbeler ardı ardına düştükçe umutsuzluk zaafa dönüşürdü…
Bakışlarımdaki morluk, bir arayış koşuşmalarını andırıyordu…
Her şey bir hiçlik korkusunun ardına saklanıyordu…
Bu benim kaderimdi, hiçliklerden kaçarken boşluğa düşmek…
Sadece bir zaaftın sen…
Yaşanmamış aşklara say bunu…
Bu gün başı boş dolaşıyorum, içimden bir ses, bu gün kendine ait ol, kendini ve de kimseyi yargılama, aitlik özel bir şey…
Yollardayım, yol çizgileri hızla aştığım yol barketlerinin koruma direkleri, demirler, asfalt ve ışıkların kesiştiği ağaç dalları, sararmış yapraklar son duruşlarında…
Yargılamaların yıkımları, yalnızlığın yapıştığı gölgelikler… Mecalsiz rüzgâr, mecalsiz gidiş bu, kararsızlığın ardından geçen bakışlar…
Nereye ve kime aitlik sorusu…
Hızla yaşıyorum bu düşünceleri...
Bir kır kahvesi…
Aniden bir kahve kokusu, bir omlet isteği, acı bir fren sarsıntısı ve bedenin fütursuzca sallanması…
Yağmurun bıraktığı ıslaklık, yıkanmış bir ruh hâli…
Islak bir masa ve masa kararsızlık oturuş için…
Tek başınalık ve hüznün arkalarda kaldığı bir an zamanı…
Bu gün ben varım havanın boşluğunu dolduran…
Işık kesmesi bir gölgelik…
Yabancılık çekmediğim bir duruş bu… Kararlılık…
Sigara içmeme duygusunun ağır bastığı bir an…
Ve…
Karşı masada tek başına oturan bir kadın…
Sigarasını ani bir kararla ortasından bastırıp, söndüren bir kadın…
Göz göze geliyoruz…
Gülümsüyor…
Dudaklarım şaşkınlıkla yayılıyor…
Zorlama bir gülümsemeye baş eğerek, selamını alıyorum…
Merak içindeyim…
Kim bu kadın ve dertlerinin ardındaki insanları, insanı düşündüm bir an…
Kendi varlığını yitirmiş, aitsiz bir kadın, halindeki görüntüsüyle… Tekrar gülümsedi…
Yakın ama uzaktan gelen bir sesle günaydın derken, gülümsüyor…
Kim ve niçin günaydın sorusunu soramadan, “sizi tanımıyorum ama gülümsedim size ve bu gün kararlıyım gülümsemeye ve gülümsetmeye” diyor…
Yaşanmamış aşklardan biri gibi say bunu…
Biraz heyecan, biraz macera, biraz gizli kalacak yaşamlar, biraz yazgı, en önemlisi de sonsuzluğa kalacak hüzün ve hüzünleri tarif edecek…
Her şeyin kuru bir amaç için başlayıp, bedenden ter boşalmalarına ulaşan sıkıntılar, milyonda bir olasılıkla meydana gelmiş sevinç, ve gülüşmelerin hepsi bu satırlara gömülecek… Belki birileri, birileri daha sevmeyi deneyecek ama korkacak bu satırlardaki söylemlerle…
Hayatın kısa zamanında hediye ettiği bu sevgi, kahredici bir sonuca ulaşmasından dolayı belki de yaşanmamış aşkların acıları atacak kendini öne…
Sen de bunları yaşanmamış aşklardan birini yaşamış gibi say… Say, ki acılar kendi başlarına teklikte kalsın ve tarifi eksik olan acılarla nedensiz kalsınlar… Bir hevesti belki de, bir haz duyma eksikliğiyle
denediğimiz, beni yollara ve çaresiz isteksizliğe düşüren yaşam öyküsü…
Bazen öyküler de yanılır, yaşayıp istenip de yaşanmamış sayılır…
Ölürüm yoluna, senin için ölmek isterim, cümleleri de böylece bizde sahipsiz kaldı…
Bazen dehşetle acılar düşünce, gözlerimiz, için için yanmalara dönüştükçe, anladık ki bu aşkta boşu boşuna kaldığımızı…
Belki de hayat bizi başarmışlığın yanında aşkla sınadı…
Ve kaybettik, beceremedik, bunu şansa yüklemek de yanlış oldu, hele sen benim son şansımsın cümlesi de kendisini bu aşk gibi geçersiz saydı…
Hayat aşkta zor günler yaşatırken, belki de acının hazzını yaşıyordu…
Aşk acıdan haz duyar gibi laf etmenin de artık anlamı kalmadı…
Ben sende yaşarken haz duydum, ama kapı ardıma kapanınca işte o zaman düşünce çukuruna gömüldüm…
Bu aşk bizde obruk çukurları gibi dibi karanlık derinlerde kaldı…
Artık hayatımı seni sevmelerle zorlamaktan da başka çarem kalmadı sanki…
Artık kararlıyım acılar denizinde son kulaca kadar yüzebilmeye…
Kaderimi terse döndüremeyeceğim en iyi bilenlerden de biri bendim veya sendin…
Ama bütün uğraşlar bu akıntıyı terse çevirmek içindi…
Bütün bu acılar ve bu parçalanmış ruhlarla uğraş içinde ayakta kalma mücadelesi hep boşuna, boşu boşunaydı…
Kaval boyuna uzardı, bizse kök salmaya uğraşıyorduk, boşuna bir devşirme bu… Boşuna…
Yalnızlığın ötesinde ne vardı, neler vardı ki düşünceler doludizgin arayış içinde koşuyor…
Hangi amaç, hangi dalda asılı kalmıştı ve ruhsal koşuşturmaların ardındaki karanlıklar neydi?
Ne sen yeni bir ben olabilir, ne de ben eski bir sen olabiliriz artık…
Beyhude bir pişmanlık yarışı bu düşünceleri zıpkınlayan…
Her şey bir yaprak düşümü kadar zamana sığındı…
Ve kesik bir yaşam istesek de istemesek de başlamış oldu…
Artık gülücükler yüzde askıda kalmaya mahkumdu…
Arsız bir düşünce yağmuru bu, ne ıslanmak, ne de kaçmak çare değil…
Sadece bunalmak bu kaçış, veya ıslanış…
Belki de ruhumun yapısında var bu kovalanma… Kovalamaca…
Her şeyin boş verildiği bir an var mıdır, ki ama uzakta ama yakınımda, ta dibimde… içimde…
Belki de sert bir ruh bu, geleneğe ve duruşa sahiplenme…
Koyverilmiş asi ruhları özler oldum…
Kaçıp kurtuluşa varan düşünceleri özler oldum, ne ıslanmak, ne kovalamak, ne de ıskalanmak kendi kendinden…
Her şeyini kaybetme duygusu ağır basıyor, bir de üstüme yalnızlık saplanıyor…
Çaresizlik koyvermiş yakasını ve de dermansızlık…
Topuklarım sürçüyor, bakışlarım bulanık ve de dağınık…
Görmeze geldiğim yaşamım kovalıyor ardımdan, durasım mümkün değil, isyan edişimse imkânsız..
İmkânsız kovalanmalardır ki belimi büken… Neye ve kime isyan olsun asi yüreğime mi, zaptedilmez duygularıma mı?
Kaybettiklerimi özler olmak, bir perişanlık mı, dur denilebilecek yer yok mu?
Camlar donuk gölgelerimle dolu, aynadaki yüzüm bir başka, çift taraflı bir bakış hüküm sürüyor, bir mahzunluk, bir yokuş aşağı düşüş, bir içtenlik yoksuzluğu hüküm sürmede, bir de büküklük…
Kaç gündür traş olmuyorum, bu bir özenti mi, derbederliğe… Oysa kravatlarım sallana sallana duruyor askıda… isyan edemiyorum, derbederlik özentilerime, kilitlenmiş isteklerin unutulmuş,ütülü giysilerim, ellerim pas içinde, küf kokuyorum kendime…
Oysa özenli giyimler bekliyor beni bir dolap kapağının ardında, kravatlarım unutulmuş birer korkuluk bağı, ruhum kelepçeli bedenime, acınası halime…
Bir kahkaha atmayı özler olmuşum, kimin umurunda,
sarkıtılmış zamanları kullanıyorum,
kendime acımadan körlemesine bir saplantı bu yazmak, kendi kendine konuşmak…
dudaklarımın oynayışı görülse, aklını yitirmiş derbeder denilir, oysa ben delicesine kendime gülüyorum bir anlık özentiyle… bana acıyanlara gülüyorum acıyorum halime, ağlarken gülmek, gülerken ağlamak, kaç paraya satılır kim verir ki…
Ben uzakların ruhuna atıyorum kendimi…
Bulut altı gülüşlerim yetersiz,
Doyumsuz nefeslerle uçmak, koşmak delilik mi, ben halimde yaşıyorum…
Genç kadın bunları dinlerken, gözaltlarındaki ıslaklığın farkında değildi…
Bir sigara derken, yak dedim, sözüm var bir arkadaşıma, en azından bu sözümde durayım…
Elindeki sigarasını yarı belinden bastırarak söndürdü…
“Bir kahve içelim isterseniz dedi, bir kahve, belki yani bir yaşamınızın kırk yıl sürmesini sağlar…”
Elini omzuma koydu, “başınız dedi başınızı omzuma koyun isterseniz, yağmurla ıslanmışlığımızla kururuz ikimizde…” dedi…
Sanırım çok uzaktan gelen bir kelime anlamı, belki bir kabullenişti, ama anlayamadım…
Bu kelimenin peşine takılarak ruhum tekrar ıslanmaya koştu…
Bense başımı o omuza koydum.
Nereye kadar…
Aldırma dedim aldırma, o zamana kadar dursun bu düşüncede yanarak isterse…
Kadın bir şarkı mırıldanıyor, çok eski, çok gerilerden gelen bir ses,
“kararlıyım bu gece senin olmaya geldim…”
Dur diyorum dur, şarkıyı sakın bu kadar iddialı olma, o geceler çok uzakta kaldı…
Hüzünlerin suya yansıması bu davranışlar…
İslerin suda kayboluşu,
ateşin suda sönüşü bu,
çıtırtılı seslerin kırılması bu suyla…
Bakışların toprakta kaybolması,
bir savruluşun son görüntüsü,
paramparça olmuş mutluluk günlerinin suda boğulması…
Nefessiz geçecek yağmur bekleyişi ve
hazan burukluğu…
Bir bensizliğin son kulaç sesleri,
yaprakların düşüşlerindeki titreyişleri,
bedenin son arzusu sükunet…
Zorlamasına geçen kavuşma arzusunun hazanda kayboluşu, sensizliğin tarumar ettiği harman yerlerindeki kırılmış buğday taneleri, tokluk peşinde koşan güvercinlerin, kumruların gün ışığının sonundan önce karın doyurma, sığınak arama telâşları ve benim yorgunluklarımın hazanda parçalanmaları, kısılan göz kapaklarım ve yüreğimin umutsuz ve de çaresizlikle gümbürdemesi, yokluğa açılan bir kapı gibi gıcırdıyor…
Hepsi son bir yudumluk kahve tadında…
Biraz acımsı, biraz buruk…
San ki o an…
San ki o anki sessizlik…
San ki o anki sensizlik…
San ki o anki bensizlik…
Yalnızlık…
Hüzün…
Ve
daralmış bir beden…
Sakinlik özleyişinde…
Belki bir yetimlik hissi…
Belki de bir kayboluş…
Belki de unutulmazlığa giden bir yol, kayboluş…
Sadece dar bir bakış…
Sadece bir mahzunlaşma…
Sadece bir öksüzlük,
hissi…
Bir ben kalmışlık nefes almalara,
bir ben bakışı mevsim sonu güneşe,
gölgelere,, aynalara,
kısılmış gözlerin altındaki ıslaklık,
yağmur özlemi,
belki de…
Unutulmuş ne kadar şarkı varsa ki iç titreten, bir kayboluşa giden düşlerle,
sadece bir arayış bu teklikle baş edilemeyen…
Her şey başladığı yere, bir başa dönme hissi, bir soğukluk… Dönüş…
Senden kalanlarla artık yetinmek istemiyorum…
Ne bir fazlası,
ne de bir eksiğine razı değilim…
tekrar kaybolmak istemiyorum, bu kadar hüzün yeter bana, tabanlarım çatlak çatlak,, bu kadar kayboluş dolaşmaları yeter bana…
Koca İzmir ‘de yalnızım…
Koca İzmir’de yalnız ve de şaşkınsın…
Belki de İzmir yalnızlık çekiyor…
Darmadağın geliyor koskoca İzmir bana…
Dar atıyorum kendimi dışarılara…
Bende kal sende demediğim için çok huzurluyum…
Kurşun donukluğundaki gözlerin artık bana ağır geliyor…
Ben senin ne roman kahramanın, ne de sen benim sığınağımdın.
Bizim bir sığınağımız vardı, patlattın, dağıttın, gittin…
Hepsi bu…
Şimdi hüzünler başı boş dolaşıyor, beynimde, artık ne virgüller ne de noktaların bu düşüncelerde yeri yok artık…
Her şeye bir tek kurşun yetecek galiba…
Bak şafak bulutları dağıtarak söküyor…
Yaşanmamış aşklardan say bunu…
Ben seni çok sevmiştim deme…
Bir güzelliğin vardı, elde bir, o da bir gün kalamayacak…
Boş ver bu düşünceleri, nasıl olsa bir gün unutulacak bu düşünceler…
Bir içine bak, bir de güzelliğine, hiç uyum var mı?
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 20.10.2010 13:33:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (2)