Yaşamak, bazen eski bir sinema perdesine yansıyan silik bir gölge gibidir. Görürsün ama dokunamazsın. Bir pazar sabahı, kimsenin uyanmadığı bir apartmanın merdiven boşluğunda yankılanan çocuk ayak sesleridir. Hayatın ağırlığı, o yankıda gizlidir. Bir sigaranın külüne, bir yağmur damlasının cama bıraktığı iz kadar geçicidir bazen mutluluk. Yine de, vazgeçemezsin.
Gece çöker, karanlık yalnızdır; yıldızlar bile birbirine bakmaz. O sırada caddenin köşesinde bir şişe şarapla konuşan adama takılır gözlerin. “Bu da yaşamak mı?” diye sorarsın kendine, lakin cevabı bilir misin? O adamın ayakları nasırlıdır belki; bir zamanlar sevdiği kadının adını kazımıştır köhne bir ağaca, şimdi o ağaçtan dökülen yapraklarla konuşur. Sen ise bu manzarayı seyrederken, kendi içindeki boşluğu bir çukura gömmeye çalışırsın. Fakat bilirsin, çukurlar dolmaz.
Kimi geceler çay kaşığının bardağa değdiğinde çıkardığı ses bile seni yaralar. O kadar hassastır ruhun. Çünkü hayatta kalmak, bazen en zor savaştır. Kimse bilmez; çatı katında duran o tozlu valizin içinde sakladığın eski anıları. Bir kitap ayracının arasında unuttuğun çiçek yaprağı gibi, sen de zamanla unutulursun. Ama asıl mesele unutulmak değil, unutmaya çalışırken un ufak olmaktır.
Yaşamak, mezarlıkta bir mezar taşını okurken hissettiğin o açıklanamaz duygudur. Ne ağlamak gelir içinden ne de gülmek. Zihninde eski bir şarkı çalar durur. Ritmi kaybolur, fakat sözleri hala aklındadır. İnsan bazen kendi hikâyesinin yazarı olmak ister, lakin kalem başkasının elindedir. Sen sadece kelimelere katlanırsın. Ve kelimeler, bazen en derin yaradır.
Yollar yürünür, şehrin ışıkları söner, yüzler silinir. Yaşamak ile de yaşamak devam eder. Çünkü hayat, kimine cennet kimine ise dibi görünmeyen bir kuyudur. O kuyuda boğulurken öğrenirsin: asıl mesele düşmek değil, düşerken kendine tutunmayı becermektir.
Karanlık bir odada çalar saate sarılmak gibidir bazen, yaşamak. Gürültüsüyle uyanırsın ama kalkamazsın yerinden. Bir sokak lambasının titrek ışığına benzer umut, yanar ama aydınlatmaz. İnce bir çizgide yürümektir; düşersen kimse tutmaz seni. Gözlerinde büyüyen bir çocukluk fotoğrafı gibi, geçmiş hem ağlatır hem güldürür. Yaşamak yaşamak… İnce bir camı avuçlamak gibi, tutmaya çalışırken kesilir ellerin.
Birileri kahkahalarla yükselirken, sen mutfak masasında eski radyonun cızırtısına dalarsın. Çaydanlığın buharında kaybolur gözlerin ve bulvardan geçen bir yabancıya anlam yükler durursun. O yabancının ayakkabısı yırtık olabilir, ya da cebinde bir kalem. Kim bilir? Bazılarının cehennemi beton yığınlarında başlar. Çünkü herkesin hikâyesi bir çiçek kokusunda başlamaz, bazılarının hikâyesi yağmurlu bir gece yarısında, köhne bir apartman merdiveninde tükenir.
Hayat, bazen yutkunduğun ama söyleyemediğin kelimelerde saklıdır. Bazen de yazılmış ama okunmamış bir mektubun ucunda. Bilirsin, yaşamak tam olarak bu: kimine bir dalga sesi, kimine kırık bir piyanonun sol anahtarıdır.
Yaşamak, bazen bir tren istasyonunda beklemek gibidir. Gelen olmaz, giden de dönmez. Saatin tik takları beynine işlenir, dakikalar uzar, geceler kısalır lakin bekleyiş bitmez. Yolculuklar, bavullarda taşınan hayalleri tüketir ve geriye yalnızca boş bir peron kalır. O peronda üşüyen ellerinle tutunmaya çalışırsın bir anıya, fakat anılar her zaman sıcak değildir.
Hayatın bazı köşeleri sessizlikle doludur; öyle derin bir sessizlik ki kulaklarında çınlar. Kaldırım taşlarının arasından fışkıran o yalnız otlar gibisin; yerin bellidir ama yönün yoktur. Çünkü bazen yaşamak, kök salmak yerine savrulmaktır. Ve bu savrulma, insanı kendi varlığından şüpheye düşürür.
Bir apartman penceresinden sızan ışığı izlersin; içinde bir aile mi var, yalnız bir adam mı, yoksa yıllardır dokunulmamış bir eşya mı? Bilemezsin. Ama o ışık, sana hep kaybettiğin bir şeyi hatırlatır. Belki bir gülüş, belki bir ses, belki de kendini. Kaybettiklerinle yaşamak, sırtında taşımaya alıştığın görünmez bir yük gibidir. Kimi zaman durup omuzlarını silkeler, ama yük oradadır.
Bazen eski bir pazardan alınan kullanılmış bir kitaba rastlarsın. Sayfalarında unutulmuş notlar, altı çizili cümleler vardır. Hayat da öyledir; senden önce yazılmış bir metin, senden sonra unutulacak bir hikâye. Yine de o cümlelerin arasında bir yer bulmaya çalışırsın kendine. Çünkü insan, var olmanın ağırlığına rağmen yaşamak ister.
Bir gün, taş bir duvarın dibinde oturup sigaranı yakarsın. Duman yükselir, uzaklaşır, sadece senin durduğun yer değişmez. Hayat hep ilerliyormuş gibi görünür, bazıları koşar, bazıları aynı köhne mahallede sıkışıp kalır. Sen o zihninde kaybolurken, gökyüzünde yıldızları saymaya çalışırsın. Ama yıldızlar, hayaller gibi, elini uzattığında kaçar.
Ve bazen, bir meleğin sesinden şiirler dinlersin; eski zamanlardan kalma, rüzgârın usulca savurduğu kelimeler gibi. O ses, sana kendinden çok uzakta bir yeri hatırlatır. belki bir çocukluk düşü, belki de hiç var olmamış bir masal. Her mısrada biraz daha hafiflersin, dünyanın ağırlığı omuzlarından silinir gibi olur. Hayatın yazılmamış sayfalarına bir not bırakmak istersin o an; kısacık bir cümle, belki de sadece bir iz, unutulmayacağını umarak.
Ve bilirsin, yaşamak tam olarak budur. Tutamadığın yıldızlar, konuşamadığın hikâyeler, silemediğin izler… Bunların arasında, nefes almaya devam edersin. Çünkü yaşamak, her şeye rağmen, asla tamamlanmayan bir cümle gibidir. Ve sen o cümlenin sonundaki üç noktada savrulursun.
Yasemin Ünlü
Kayıt Tarihi : 29.11.2024 23:12:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!