Maviyi seviyorum ve daha fazla, koyulaşıp ad değiştirenini de…
En çok 'Sana çok yakışıyor' dediğin için seviyorum, bu lâfının üzerine söz söyleyemiyordum, söyleyemem de…
Bana, lâf söylemek değil, o renge bürünüp seninle birlikte engin göklerde ve derin sularda masallar yaratmak yaraşırdı. Hatırlıyorsun değil mi, biz o ân'a, o ân bize ne çok yakışırdı. Belki yakışmaktan öte, hani aşk'ın on parmağı olsa ve her parmağın bir marifeti, ilki 'o ân' olurdu. Diğerleri keyifli keyifli onu seyre koyulurdu; ama farkında olmadıkları hâlde mutlaka o ân'ın içinde olurlardı, bilmedikleri için hepsi, içlerinden onun yerinde olmayı ister, gözlerini kırpmadan izlerlerdi. Hayranlıkla…
Tanrı, bu gizi sadece Aşk'a anlattı, sonsuz kâinatın başlangıcına…
Aşk da bir gün bana rastladı gözü yaşlı uyandığımda ve bunu benimle paylaştı. O anlattı, ben ağladım; ama sevinçten, paylaştığı öyle yüce bir duyguydu ki söz geçiremedim gözlerimin kahverengi tayına…
Heyecandan aldı başını gitti dört nala…
Koştu, koştu, koştu ve terledi ve dönüştü göz yaşlarıma, süzüldü yanaklarıma…
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,