Yağmurlara Benzer Duygular düzyazı

Adnan Durmaz
490

ŞİİR


9

TAKİPÇİ

Yağmurlara Benzer Duygular düzyazı

YAĞMURLARA BENZER DUYGULAR

Bulutlara benzer duygular: turuncu, erguvan, beyaz. Bir rüzgâr sürükler hepsini. Bulutlara güven olmaz. Çiçeklere benzer duygular: gönüllerde yıldız yıldız açılır, meyve olur, ağaç olur; nesiller dinlenir gölgesinde: muzaffer alınlarda taç olur. Çiçeklere benzer duygular, kuytu bir bahçede açan çiçeklere. Gözyaşlarında kanatlanır yaprakları, kalbinin kanıyla şafaklaşır. Ağlayınca açar o çiçekler, gülünce solar. Kuşlara benzer duygular. Nereden gelirler bilinmez. Kâh çığlık çığlıktırlar, kâh sesleri işitilmez. Bağrında güneşler tutuşmuyorsa selamlayıp geçerler seni. Kuşlar soğuk iklimi sevmez…
Cemil Meriç - Jurnal 1

Duygular renk renktir; çiçeklerden daha çok
Gül, menekşe, papatya, sümbül, kardelen, yasemen, erguvan, jakaranda, begonvil ve adını bilmediğimiz niceleri.
Çoğu zaman adı yoktur duyguların aslında.net olarak ad verdiğimizde bile saf ve arı değillerdir.Saf aşk,saf sevgi,saf hüzün yoktur.
Hani bazan bilemeyiz ya adını duygularımızın; sevgi mi, aşk mı, yoksa değil mi.
Mevcut zamanın ve koşulların kuralları daha kesindir ve bizi, duygularımıza ad vermeğe zorlar. Bu açmazı yaşamaktan uykusuz geceler geçirir, huzursuz zamanlar yaşarız.
Oysa bırakmalıyız kendimizi dalgalara
Her dalganın bir adı yoktur.
Beyaz ve siyah arasındaki sonsuz tonun her birinin bir adı yoktur.
Bazan nefrete yaklaşır kayığımız bazan sevgiye

Verdiği sözü tutmuyor hayat, tutsa bile, özlediğimiz şeyin özlenilmeye değer olmaktan ne kadar uzakta bulunduğunu göstermek için yapıyor bunu. Kimi zaman umut, kimi zaman da umulan şey aldatıyor bizi. Bir eliyle verdiğini öteki eliyle alıyor. Uzaklığın büyüsü, cennetler gösteriyor bize. Ama büyülenir büyülenmez, bu cennetlerin uçup gittiğini görüyoruz. Demek ki, mutluluk ya gelecekte ya da geçmişte; şimdiki an, güneşli ovanın üzerinde dolaşan bir küçük buluta benziyor; önü arkası pırıl pırıl bu bulutun; ovaya yalnız onun gölgesi düşüyor.

Schopenhauer

Bulutlara benzer duygular, rüzgârda sürüklenirler…
Gökyüzü olmazsak eğer, her giden buluta ağlarız
Gökyüzü olabilirsek sevgide
Her giden bulut bizden gider
Bize gider…

Çiçeklere benzer duygular
Çiçekler kadar çeşit çeşit ve hepsi de güzeldir
Bazan çiçekler dökülüp dikenlere dönüşür; bozkırda nice bitki vardır ki, akıl almaz güzellikte çiçeklerin taç yaprakları dikendir.
Çiçekler elbet solar gider
Ama biz mevsimler gibi olmalıyız
O zaman bizde açar bizde solar çiçekler… Her mevsim başka yaşar doğa.
Dikenlerini sevmeden çiçekleri sevmek, çiçeğe sevgi değil, sevgiye ihanettir..
Dikeni elini kanatmadan çiçeği sevdiğin kuşkulu olur.

Kuşlara benzer duygular; gelip geçerler...
Ama geçmeyeni de vardır, kaçmayanı da.
İnsana yaklaşan her kuş evcil değildir
Aşk gibidirler
İnsanoğlu o kadar çok kuş evcilleştirmiştir ki
Evcil kuş bir daha süzülemez gökyüzünün özgür sonsuzunda
Aşk evcilleşmeyen bir kuştur
Kırlangıçlar da serçeler de yakın durur bazan insana, leylekler olmayacak yerlere yuva yaparlar, insanlara çok da uzak olmayan yerlere; ama evcilleşmezler

Kelebeklere benzer duygular
Onların yaşaması için içimizde çiçekler gereklidir
Dokunmaya gelmezler
Bilen bilir, o güzel kanatlarından ışıksı bir toz kalır parmak uçlarımızda dokunursak.
Dokunma duyumuza hitap etmezler
Onların yeri gönlümüz olmalıdır
Gözlerimize kondurmalıyız
Gözlerimiz dünyanın en güzel çiçekleri olmalıdır
Fırtınalarda yerle bir olmuş bir iç dünyada nasıl da zordur çiçekler açtırmak

Ne kadar zordur kelebekleri öldürmek
Fırtınalar sığar kısa ömürlerine
Yağmur damlaları başlarına gülle gibi düşer
Rüzgârlarla cebelleşir kanatları
Kolay değildir kelebeklerin yenilmesi
Ama dokunsan, oynamaya kalksan,
ölürler

Sevinç kadar tez canlıdırlar
Mutluluk kadar uçarı
Onlar düşünmeden bilir
Vücudun acıyan yerini bilmesi gibi insan elinin

Hani kahkaha atarız ya katılasıya
Kahkahanın yurdu içimizin neresidir, nerededir içimizde gülüş şelalesinin aktığı, coştuğu kaynak; bilmeyiz ve düşünmeyiz…
Ağlama pınarlarının gözeleri kalbimizin neresinde…
Duyguların vatanı içimizin bir yerleriyse eğer, o yuvayı dış dünyadan aldığımız malzemelerle inşa ederiz; hiç ayrımında olmadan; tıpkı kuş yuvaları gibi…

Dış dünyamızda neler var…
Huzur veriyor mu dış dünya bize…
İşimiz, hayatımızdaki insan, çocuklarımız; sahip olduklarımız, sahip olmak istediklerimiz, sahip olamadıklarımız, asla sahip olamayacağımızı bildiklerimiz, özlemlerimiz, mutluluk veriyor mu bize. Bizi yaşama bağlıyor mu bize sunulan yaşam. Kaç dostumuz var, sınırsız güvendiğimiz, bizi aldatmayacak; sığınabileceğimiz kaç liman…
İç dünyamıza yaptığımız duygu barınaklarının malzemesini dışardan alıyoruz.
Parasız şeylerdir.
Bir dostun sıcaklığıdır,
Çocuğumuza bakarken hissettiklerimizdir
Bizi yaşama bağlayan şeylerdir. Kadınımızdır, erkeğimizdir, aşkımızdır.

Dış dünyada nasıl bir yaşam istiyorduk; şimdi nasıl bir yaşamın içindeyiz? Nasıl bir dünyada yaşamak istiyorduk, nasıl bir dünya sunuldu bize? Sahi biz, nasıl biri olmak istiyorduk, şimdi nasıl biriyiz? Biz olmak istediğimiz biz miyiz? Yoksa şu an var olan kendimizden memnun değil miyiz? Duygularımızı ne kadar yürürlüğüne koyabildik hayatımızın?

Bizi alıp şekil verirken “hayat” dediğimiz,”kader” dediğimiz,”kahpe felek” dediğimiz sistem, ona karşı ne yaptık? Bencilliğimiz ne zaman bilenmeye başladı? Bize ait bir şeyleri arkadaşlarımıza verdiğimiz çocuk zamanlarımızda ailemiz mi ekti bencilliği içimize “eşyalarını verme başkasına, parana sıkı sahip ol” diyerek? Onlar, iliklerine kadar berbat bir dünyada yaşıyorlardı ve biz korunaksızdık. Korunmayı onlar öğretti bize. Onlara da anaları babaları öğretmişti. Sonra okulda öğrendik, en sevdiğimiz arkadaşlarımızın da dâhil olduğu “birincilik” yarışmalarında. Sahi ne kaldı bize okul yıllarından, anılardan ve sürekli tekrarlanan bilgilerden başka. Madem unutacaktık ve işimize yaramayacaktı da, neden bize zorla öğrettiler Peleponez savaşlarını, Japonya’nın bitki örtüsünü, And Dağlarının yüksekliğini. Yıllarca yıllarca öğretirken, öğrendiklerimizle yarıştık. Aklımız yarıştı, duygularımız yarıştı. Bayramlarda anlamını düşünmeden okuduğumuz şiirler ve yazılar bize ne verdi? Bizden ne aldı? Ya kendisine yalaka olmaya zorlandığımız onca saygıdeğmez insan. Öğretmen görünüşlü gardiyanlar ve gerçek öğretmenler tanıdık. Gerçek doktorların ve doktor görünüşlü kasapların, soyguncuların, insan görünüşlü zebanilerin ve vurguncuların yaşadığı bir gezegendeydik. Notla tehdit eden öğretmen, saat sormaya korktuğumuz polis, adeta esas duruşta beklediğimiz nüfus memuru. Nüfus memurunun azarlaması, doktorun terslemesi, öğretmenin verdiği ceza, sınavlar, sınavlar, yarışlar bizden neleri aldı götürdü? Kuşkusuz biz dâhil her öfkeli insan bir kurbandır. Ve o kendi benliğiyle sürekli birlikte yaşayan bir kurban olarak,bize bağırmakta çoğu zaman haklı çıkacaktır. Sevecen duygular bağırmanın dallarına nasıl konsun?

Sevgi varsa nefret de var
Acı varsa sevinç
Umut varsa umutsuzluk
Mutluluk ve mutsuzluk
Her duygunun olumsuzu var
İçimizdeki topraklarda hangileri yetişiyor? Nefret ettiklerimiz mi çok sevdiklerimiz mi. Yoksa biz sadece nefret mi ederiz de aynı zamanda sevilmek isteriz. Umutsuzluğumuza hangi kelebek konar. Başkalarıyla yarışıyoruz sanırken, başkalarından koptuğumuz yerlerimizdeki yaraya hangi bulutu basabiliriz ki, kanamamız dursun…

Bencil olduğumuzu bilmiyoruz ne yazık
Kendimizi özverili sanıyoruz dilenciye para verince.
Bir kaç küçük yardım edince birilerine, tellal olup âleme ilan ediyoruz; ne büyük bencillik.
İyi bir insanız sanıyoruz ama iyilik yapmadan iyi insan olunamayacağını bir türlü anlamıyoruz. Anlamıyoruz, iyilik sadece iyi şeyler düşünmekle olası değil.

İçimizde çiçekler açacak yer koymadılar ki dikenlerle doluyuz. Kıpırdandıkça batan bencillikler bizi yalnız bıraktı. Gönlümüzün dedikleri ters çıktı. Yanılgılar bıraktık arkamızda dönüp bakınca.

Yağmurlara benziyor duygular
Çiçekler onlarla açmaktadır
Bulutlardır yağmurların anası
Bazan hızlı yağarlar
Bazan yavaş yavaş ve sindire sindire
Bazan sel sele akıp giderler

“Küçük, muttarid, muhteriz darbeler
Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz
Olur dembedem nevha-ger, nağme-saz
Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz
Küçük, muttarid, muhteriz darbeler.” (Yağmur,Tevfik Fikret)

Bazan gece sabaha kadar yağarlar günlerce yağarlar
Selleri akmaz, yavaş yavaş içine işlerler toprağın. Orada onları bekleyen milyarlarca canlı bikrinin dudakları vardır. Toprağın altında bir yaşam vardır. Bizim içimizde nasıl bir yaşam var?

Ağaçlar onlarla boy atar
Değilse ne yapraklar çoğalır hışır hışır
Ne kuşlar gelip konar
Ne bulutlar pembeli mavili salınır
Ne de çiçekler ve kelebekler olur

Yağmurlara benzer duygular
Pencereden bakanlar yağmurda ıslanamaz
Şemsiye taşımak yağmura karşı ayıptır

“Küçük, pür heves, gevherin katreler
Sokaklarda, damlarda pür ihtizaz
Olur muttasıl nevha-ger, nağme-saz
Sokaklarda, damlarda pür ihtizaz
Küçük, pür heves, gevherin katreler”(Yağmur, Tevfik Fikret)

ADNAN DURMAZ
04.06.2007 04:30

Adnan Durmaz
Kayıt Tarihi : 12.6.2007 02:09:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Adnan Durmaz