Yağlı Pilav. Şiiri - Fatih Lütfü Aydın

Fatih Lütfü Aydın
299

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Yağlı Pilav.

Firavun denen Nefs-i Emmareye, *1
Başkaldırılırsa Musa denen iradeyle,
Alınana kadar başkaldırının sürmesi şartıyla,
Musa kavmi denen nefse yani bedenlenmiş ruha.
Vaad edilir, Belede-ül Emin*2 denen vaha.

Ruh bu başkaldırıya dayanamazmış,
İstermiş kasa, masa ve nisa.*3
Allah sana daha hayırlısını, Ruhlar alemini, sazlığı,
Beled-ül Emin’ i vaad ediyor dermiş akıl, irade yani Musa.

Ruh dermiş vaad edilen topraklar için savaşmam.*4
İsterim, kasa, masa ve nisa onlarsız yapamam.
Ruhlar alemi, Beled-ül Emin yani Nefs-i Mutmainne.*5
Değil yağlı pilavın*6 kokusu çekiyor,
Maneviyattan, özgürlükten banane

Saygılar ve Sevgiler.
05.02.2012


Prof.Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK
*1 YÛSUF-53
"Nefsimi ak pak gösteremem. Çünkü nefs, Rabbimin merhamet ettiği durumlar hariç, olanca gücüyle kötülüğü emreder. Ama Rabbim çok affedici, çok esirgeyicidir.
*2 TÎN
1.Yemin olsun incire, zeytine,
NÛR
35.Allah, göklerin ve yerin Nur'udur. Onun nurunun örneği, içinde çerağ bulunan bir kandile benzer. Kandil, bir sırça içerisindedir. Sırça, inciden bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispeti olmayan bereketli bir zeytin ağacından yakılır. Bu ağacın yağı, neredeyse ateş dokunmasa bile ışık saçar. Nur üzerine nurdur o. Allah, dilediğini kendi nuruna kılavuzlar. Allah, insanlara örnekler verir. Allah herşeyi bilmektedir.
36. Kandil, Allah'ın yükseltilmesine ve içinde adının anılmasına izin verdiği evlerdedir. Orada sabah akşam O'nu tespih eder.

. Tûr-i Sîna'ya,
3. Ve şu güvenli kente ki,
V e hâzel beledil emîn(emîni) .
1. ve : ve
2. hâzâ : bu
3. el beled: belde, şehir
4. el emîni: emin, güvenilir

4. Biz insanı, gerçekten en güzel bir biçimde yarattık.
Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin) .
1. lekad : andolsun
2. halaknâ : biz yarattık
3. el insâne: insanı (insanın nefsini)
4. fî : içinde
5. ahseni : en güzele (ahsene) ulaşabilecek
6. takvîmin: takvim, programlanmış zaman kevn, yaratış tarzı

5. Sonra da onu düşüklerin en düşüğüne/aşağıların en aşağısına çevirip attık.
Summe redednâhu esfele sâfilîn(sâfilîne) .
1. summe : sonra
2. redednâ-hu : onu reddettik, iade ettik, çevirdik
3. esfele sâfilîne: esfeli safilin, sefillerin en sefili, en sefil hale
*3 Kasa: haksızlık içerse bile arzulanan mal, mülk, servet.
Masa: haksızlık içerse bile arzulanan makam ve şöhret.
Nisa (Kadınlar) : haksızlık içerse bile arzulanan şehvet, cinsellik.

BAKARA-61
Siz şöyle demiştiniz: "Ey Mûsa, biz bir tek yemeğe asla dayanamayız, bizim için Rabb'ine dua et de bize yerin bitirdiklerinden, baklasından, acurundan, sarmısağından, mercimeğinden, soğanından çıkarıversin." Mûsa şöyle demişti: "Siz daha aşağı bir nimeti daha üstün bir nimete mi değişmek istiyorsunuz? İnin bir kasabaya; istediğiniz sizin olacaktır." Ve üzerlerine zillet, eziklik ve yoksulluk damgası vuruldu, Allah'tan bir gazaba çarpıldılar. Bu böyle oldu, çünkü onlar Allah'ın ayetlerini inkâr ediyor ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. İsyan ettikleri için böyle oldu. Sınır tanımıyor, azgınlık yapıyorlardı.
Burda tek yemek okuduğum bir yoruma göre azgınlıktan, aşırı gösterişli yaşamdan uzak, dengeli ve sade bir yaşam anlamındadır.

06.07.2012
Fatih Lütfü AYDIN.

*4 MÂİDE

22. Şöyle dediler: "Ey Mûsa, orada zorbalardan oluşan bir toplum var. Onlar ordan çıkıncaya kadar biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer çıkarlarsa o zaman gireceğiz."

24. Dediler ki: "Ey Mûsa! Onlar orada oldukça biz oraya asla girmeyeceğiz. Hadi sen git, Rabbin'le birlikte savaşın. Biz şuracıkta oturacağız."

Not: bu zorba kavim Ali Baba ve 40 haramiler masalında anlatılmak istenen, ruhun derinliklerinde ki İlahi güzelliklere yani masalda ki hazinelere ulaşmayı engelleyen nefsin 40 türlü Hak rızasına aykırı arzusu olabilir.

*5. FECR-27

Ey sükûna kavuşmuş benlik!

Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu) .

1. yâ eyyetuhâ : ey

2. en nefsu: nefs

3. el mutmainnetu : mutmain olan, tatmin olan

*6 Ya Hz. Hasan’ ın ya da Hz. Hüseyin’ in düşmanlarından birine, hem onu sevdiğini söylüyorsun hem de ona düşmanlık ediyorsun bu nasıl iştir diye sormuşlar. Kişi de onun sohbeti tatlı ama Muaviye ya da Yezid’ in de pilavı yağlı, tatlı cevabını vermiş.

Elbette ki yağlı pilav her türlü yiyecek, içecek ve seyredilip birlikte olunan rakkaseler demek oluyor. Daha açık anlatımla yağlı yani etli pilav lüks yaşam demektir. Lüks yaşam da kanaatın (Hakkın verdiği ile yetinip, helalinden çalışma ve maddiyatı helal yoldan arttırma. Şeytanın köleliğini kabul edecek şekilde maddiyat arzulamamanın.) zıttıdır. F.L.A.

05.02.2012

Kur’an ayetlerinin günümüzde yaşatıldığına bir örnek.

Oysa bakın ‘Tek çeşit yemek’ ne anlama geliyor ve ‘Samirî’nin buzağısı’ ne demek?
“Şöyle demiştiniz: “Ey Musa, biz tek çeşit yemeğe katlanamayacağız; Rabbine yalvar da, yerin bitirdiklerinden bakla, acur, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın.” Musa da; “Hayırlı olanı daha aşağı olana tercih mi ediyorsunuz? Mısır’a geri dönün, orada istediğinizden var.” demişti. Allah’ın gazabına uğradılar, onlara zillet ve alçaklık damgası vuruldu. Bu, Allah’ın mesajını inkârda ısrarları ve peygamberleri haksız yere öldürmelerinden dolayı böyle oldu, bundan hiç şüpheniz olmasın. Bu böyle oldu, çünkü isyan etmişler ve aşırı gitmişlerdi.” (Bakara; 2/61)
Görüldüğü gibi kölelikten kurtulanlar “tek çeşit yemeğe” (ta’âmin vâhidin) sabredemeyeceklerini/katlanamayacaklarını söylüyorlar. Mısır’daki efendileri Firavun’un çok çeşitli yemeklerinden istiyorlar. Yerin bitirdiği çeşitlerden; yeşillik, kabak, sarımsak, mercimek, soğan vs. istiyorlar.
Burada “tek çeşit yemek” sadeliği ve ihtiyacı kadar olanı temsil ediyor. “Yerin bitirdiği şeyler” (mimmâ tunbitu’l-arz) ise çokluğu, türlü türlü yiyecekleri ifade ediyor.
“Firavun bizi bolluk içinde yaşatıyordu. Önümüze her türden yiyeceği koyuyordu. Köleydik ama bolluk ve refah içindeydik. Şimdi özgür olduk ama tek çeşit yemeğe talim ediyoruz.” demek istiyorlar.
“Tek çeşit yemek” bugün için sadeliği, ihtiyacı kadar olanla yetinmeyi temsil ederken, “yerin bitirdikleri” yani yeşillik, soğan, sarımsak, kabak, mercimek vs. bugün için “tüketim kültürü” dediğimiz türlü türlü eşyaları, çeşit çeşit metaları ifade ediyor.
İnsanlar sadeliği terk edip daha fazlasına “iştah” edince, buradan yakalanıyorlar ve Firavunlara köle oluyorlar. Firavun onlara bunu veriyor. Onlar bitmek tükenmek bilmeyen yeşillik, sarımsak, soğan, kabak, mercimek vs. peşinden koştukça köleleşiyorlar aslında.
Yani eşyanın, nesnelerin ve metaların kölesi haline geliyorlar. Daha fazla eşya, daha fazla meta, daha fazla tüketim, daha fazla yiyecek, daha fazla giyecek, daha fazla, daha fazla… Bu ihtiras bir türlü bitmek bilmiyor. İhtiraslarının peşinden koştukça metalara köle oluyoruz haberimiz yok.

Gelelim buzağıya tapmaya…
Olay Kur’an’da şöyle anlatılır:
“Musa öfkeli ve morali bozuk bir şekilde halkına döndü. ‘Ey halkım, Rabbiniz size son derece güzel vaatlerde bulunmadı mı? Çok mu uzadı vaat? Yoksa üzerinize Rabbinizden gazap inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözü tutmadınız? ’ dedi. Onlar ‘Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden caymadık. Fakat biz Mısır’dan çıkarken halktan üzerimize bir takım süs eşyaları almıştık. Onları attık, aynı şekilde Samirî de attı’ dediler. Senin ardından halkına böğüren bir buzağı heykeli yapıp çıkardı. ‘İşte sizin tanrınız ve Musa’nın tanrısı bu. Fakat Musa bunu unuttu’ dediler.” (Taha; 86-88) .
Görüldüğü gibi Musa halkının yanından uzaklaşınca, Samirî, Mısır’dan getirdikleri süs eşyaları ile bir buzağı heykeli yapıyor ve “Sizin tanrınız da, Musa’nın unuttuğu tanrısı da bu” diyor.
SAMİRÎ: Eski Mısır dilinde “ecnebi, yabancı” anlamına gelen shemer kökünden bir sıfat-isimdir. Dolayısıyla Samirî, Hz. Musa’ya o dönemde katılan binlerce Mısırlıdan birisi olmalıdır. İsrailoğulları Mısır’daki Firavun İmparatorluğu’nun tanrı-devlet sembolü kutsal boğa (Apsis) ’in etkisinde oldukları için Musa aralarından ayrılır ayrılmaz, tekrar geri dönme arzusuyla boğa (Apsis) heykeli yaparak eski Mısır dinine dönme eğilimi gösterdiler.
Mısır’daki boğa (bakara) heykelleri, arkasından ve önünden boşluk bırakılarak yapılırdı. Rüzgâr vurunca da böğürme sesi çıkarırdı. Bu boğaya metafizik bir hava verirdi. Genellikle tunç renginde, altın yaldızlı olurdu. Gücü; tanrısal bilgiyi (sihir) , devleti ve serveti elinde bulundurmanın sembolüydü. Böyle onlarca boğa heykeli Mısır’ın ana cadde ve meydanlarında dikiliydi. Firavun’un sarayına çıkan yolun her iki yanı da böyle heykellerle doluydu (Eliade) . Kur’an’ın en uzun suresine adını veren “bakara” da boğa/inek (Apsis) demek olup bunu anlatır.
İşte Samirî bunun bir benzeri küçük figürünü (ıcl /buzağı) yapmış ve “Bizim eskiden beri Tanrımız bu, bundan vazgeçemeyiz” diye laflar etmeye başlamıştı.
“I’cl” Arapçada buzağı/dana demek olup Türkçede de kullanılan “acele/âcil” kökünden gelir. Kur’an’da insanoğlunun temel bir özelliği olarak dünyaya düşkünlük, dünya malına tamah anlamında kullanılır: “Hayır! Siz şimdi/hemen/peşin (âcile) olanı seviyorsunuz, sonrasını/ilerisini (âhire) bırakıyorsunuz (Kıyamet; 20-21) . Keza insanoğlunun temel bir tabiatı olduğu söylenir: “Muhakkak ki insan hemen/peşin/şimdi olana düşkün (acel) yaratıldı.” (Enbiya; 37) .
Bu durumda Samirî’nin yaptığı ayette geçen “ıclen cesedâ”, “insanoğlunun burada/şimdi/hemen olana düşkünlüğünün ölü (cesed) bir hayvan temsili ile ifadesi/dışa vurumu” demek olur.
İşte “buzağı heykeli” bu oluyor.
Samirî’nin “Musa unuttu” demesi yaptığı buzağı heykelinin önceden bilinen bir şey olduğunu gösterir. Samirî’nin demek istediği şuydu: “Mısır’daki Firavun sarayının, tanrısal güç, bilgi, iktidar ve servet sembolü olarak kullandığı boğa figürü ile temsil edilen tanrıyı unuttu da gitti görünmez bir Tanrı’yı Sina dağının yamaçlarında arıyor. Hâlbuki önceden bizim tanrımız buydu. Bundan vazgeçemeyiz. Bakın Musa’ya uyduk çöllerde sürünüyoruz. Demek ki Mısır’ın büyük tanrısını kızdırdık. Şimdi tekrar ona dönüyoruz…”
***
Daha sembolik anlamda yorumlarsak, “süs eşyalarından buzağı yapmak” süs, altın, para, servet hırsından vazgeçememek ve bunu elde etmek için Firavun’a yaranmak, ona kölece sığınmak, bunun için de onun soğanına, sarımsağına, mercimeğine, yeşilliğine razı olmak demek olur. Nitekim sonraki ayetlerde “Onların kalplerine buzağı (sevgisi) içirildi” (Bakara; 2/93) ifadesi bunun esasında kalpte olan/içsel bir durum olduğunu gösterir.
Demek ki dışarıdaki put (buzağı) içe içirilmişin/işlemişin; tutkunun, ihtirasın mücessem ifadesi (ıclen cesedâ) oluyor. Bugün hala borsanın sembolünün “boğa” olması bir şeyler anlatıyor olmalı…
Bu nedenledir ki “kalplerine buzağı sevgisi içirilenler” yani süs, altın, para ve servet tutkusu içinde olanlar ve bunun için de Firavun’a kölece boyun eğenler Kur’an’da hep “aşağılık maymunlar”, “domuza dönüşenler”, “haddi aşanlar, aşırı gidenler”, “zillet ve alçaklık damgası vurulanlar” ve “gazaba uğrayanlar” olarak anılırlar.

http://www.ihsaneliacik.com/2010/12/01/tek-cesit-yemek-ve-samirinin-buzagisi/

Sonuç olarak lüks yaşam ve altın putunu biriktirme azgınlık ve şeytan köleliği olmakta.
Tek çeşit yemek ise sadeliği ve kanaati, helal lokma yemeyi simgeler.

18.03.2017

Fatih Lütfü Aydın
Kayıt Tarihi : 27.8.2014 00:53:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fatih Lütfü Aydın