RÜYASINDA KENDİNİ DARI AMBARINDA SANAN AÇ VE BİTLİ BİR TAVUK MUYUM Kİ
TRT KORİDORLARINDA EŞİNİP DURACAĞIMI SANIYORDUNUZ?
Eğlencenin temel unsuru insanları birbirine yakınlaştırmasıdır öyle değil mi? Ya da hayatın bir amacı da budur diyelim: eğlenmek. O halde temel unsurlarından biri de yakın temas kurmamızı sağlamasıdır bu eğlenceliklerin insanoğlu ve kızıyla. İnsani tüm farklılıkları göz ardı etmeyi ve iç içe geçirip özlü bir yapı oluşturmayı kolaylaştıran bütünleştirici bir zamk gibi değil midir gerçekten de eğlenceler? Şöyle güzelce kabarmış, nefis kokulu bir ekmek düşünelim mesela şimdi! Taptaze, fırından henüz çıkmış... Nasılda ağzımız sulanıyor, midemiz kazınıyor öyle değil mi bu saf ekmek kokusundan? İçinde kimbilir kaç unsur var ve bu işte de kimbilir kaç ustanın parmağı?
İnsanlar eğlenmek için bir araya gelirler ve birlikte eğlenirlerken bir araya gelişlerini eğlenceli hale getirmeyi başardıklarında en kötü havalar açıvermez mi, moraller düzelmez mi? Bir arada eğlenemeyenler soğurlar birbirlerinden, uzaklaşırlar ve bir daha yanyana gelmekten kaçınırlar. Ancak eğlenerek hele de yardımlaşabilen topluluklar ne mutlu topluluklardır; onları hiçbir ayrıştırıcı güç ele geçiremez, zapt edemez, esir alamaz, tüketemez, yok edemez ve açlıkla tehdit edemez...
Bu nedenle eğlence ve yardım unsurlarını yazın sanatının vücudunun diyelim mesela sağ ve sol kolu ya da onu ayaklandırıp koşuşturan kol ve bacağı olarak nitelendirmemiz de pek saçma gelmeyecektir kulağa. İnsanlara eğlenceyi nükte hiciv kara mizah gibi ifade edilebilecek türükleri kullanmaya çalışarak yaklaşmak hem onlara ve hem de kendimize ve çevremize de nasıl yararlı ve mutlu beraberlikler yaşatabileceğimize rehberlik edecek yazılar kaleme almak istemek de sanırım çok yadırganmayacaktır. İşte yazar hma'nın temel amaçlarından biridir eğlence ve yardım. Hatta eğlenceli yardım! Yardım eğlenceleri de düzenleyebiliriz pekâlâ bir vesile.
Yazın sanatımı top yekün Komedi Sanatı ögeleri ile donatıp hatta sanatın kendini ve komiklik üslubunu bile hicivleştiren bir donanıma sokup yeni bir fenomen yaratmak maksadım. Ama bunu yaparken kendi icatları yüzünden ölen mucitler gibi olmak istemem doğrusu. Eğlenme arzusunun bilinç altında yatan esasını mezarından hortlatırken bir yandan öte yandan da mezarlıktan geçerken ıslık çalma refleksine benzer bir esas izleyeceğim dolayısıyla bu yüzden çünkü: Korku' nun üzerine gidiyorum yazarken ve çünkü yazmak başlı başına tehlikedir; celladına aşık olursun yazarken; başını giyotine kendin yerleştirir, ilk gönüllü olarak girersin gaz odasına; dar ağacında sallandırılmana rıza gösterir bedenin, ruhun ter ter tepinirken bütün öldürücü ölüm korkularının peşinde; korkularınla at koşturur, çelik çomak oynar, raks edersin ölümle satranç masasında burun buruna. Yüzleşirsin hep ama hep kendinle, kendi ölümünde bile fazla yüz göz olmazsın ama ölümle, mesafeyi sıkı tutar, aralığı iyi ayarlar, sınırları aşmamaya çalışırsın. Ya da tam tersi. Çerçeveni devamlı bir öte yaşama bir bu yaşama (haykırır) kaydırır olmak ve olmamak işte bütün vazifen Türk istiklalini ve idealini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir, namusum (masumum!) dünya namusuna (masumiyet müzelerine) armağan olsun! Marş marş! !
İşte korkunun ecele faydası... onun temel olmadığı tek bir eylem gösteremiyorum bu yüzden. Bilmem sen gösterebilir miydin şu an karşımda olsaydın Y-Han? Buzlar Kralım benim!
Bu önemli bir ayraç: şu bizim yan yanalık meselemiz, etki ve tepkinin en üst safhadaki -vibrasyonik- titreşimsel salınımı zangırdatıyor öyle değil mi? Bir eğlenceyi en vazgeçilmez kılan yegane ansallığımız: Buz gibi Zelzeledir! Depremler!
Ancak bu tek-yönlü eğlence akışının, bizimki gibi yazar ve okuyucu ilişkisinin yazar tarafı, karşısına görünmez kitleleri alıp kendi mastürbasyonunu gerçekleştirişini bir tür eğlence ustalığına dönüştürürken ustalıklı bir eğlenceyle tüm maharet ve marifetlerini kendini ayıplatmadan sergileyebilenleri erişebiliyor yazar üstün statüsü tüzüğüne. Deniyor ki bir tek çıt çıksa eli titremeye başlar bir ressamın, cep telefonu çalsa çamura düşürür heykeltraş telefonunu heyecandan, seyircinin teki öksürse ezberini unutur sahnede aktrist... hele bir başbakan çocuğu ciklet çiğnerken dönüp bakıverse çapulcu aktörün biri ve göz göze geliverseler bir anlığına ansızın, herif göz kırpsa başı bağlı kadın mı kız mı bilemediği hanımcağıza bir de utanmadan, salonu terkeder gider şikayet eder babasına elbet... şikayeti alan başbakan da kimse kızımı üzemez diyerek kurumları mülga eder... peki ya yazar! ? Ya birden karşısında beliriverirse karakterleri? ! Birinin bile ansızın üç boyutlu silüetini karşısında görse -Koca Mi'mâr Sinân Âğâ- (Sinaneddin Yusuf - Abdulmennan oğlu Sinan) 'ı mesela, kafayı yemez mi haspam! !
Herhâlde yerdi! Ancak önceden de belirttiğim gibi hma' da göreceğimiz tüm dönüşümler, HMA'nın en temel iç güdüsünün ne gibi bir amaç taşıdığını da seslendirmektir ki bütün bunların da ötesinde konu başlığıma dikkatinizi çekerim; sahi size de öyle mi görünüyorum ordan bakılınca? Rüyasında kendini darı ambarında sanan aç ve bitli bir tavuk muyum ki, buralarda eşinip duruyorum sanıyorsunuz? Açlık ve bit yeniği midir beni bu ambara sokan dersiniz? Ve üstelik neyin açlığı bu ve kim bu bit kafamın etini yiyip duran? Ya da Bitler?
Gün Y-Han'dan yana yine... diyerek yazarın kaderini yazmaya devam edelim... Haydi iyisin yine bak! Bugün de sevdim seni... Ama sadece senin için değil herkes için güzel bir Salı olsun ya da Çarşamba. Aslında Perşembe de güzel olabilir. Kuşkusuz hepimizin bütün haftalarımızın güzelliğine ihtiyacı var, bitten çok... bitlerden... ha! bitter çikolatayı tavsiye ediyorlar hem bu aralar her reklamda, mesut'luk hormonunu besliyormuş!
Habibe Merih AtalayKayıt Tarihi : 7.10.2014 18:32:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Habibe Merih Atalay](https://www.antoloji.com/i/siir/2014/10/07/y-han-06.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!