Y-han - 03 - Şiiri - Habibe Merih Atalay

Habibe Merih Atalay
496

ŞİİR


9

TAKİPÇİ

Y-han - 03 -

AŞKSIZ DA DOSTSUZ DA OLMAZ, OLAMAZDI!

Eskiler sandığından çıkanları okuyunca 11 yıl geriye kayıyor şimdi zihnim. Yine şimdiki gibi, gecenin bir yarısındayken İzmit'ten Hereke'ye gitmekte olan bir trenin içinde uyuya kalışımı ve Hereke istasyonunu geçip gidişimi sonra gerisin geri otobüsle dönüşümü... Hereke otobanında tek başıma inip taksiye binerken Y-Han'ı arayıp uykusundan uyandırışımı anımsıyorum da... tabii o zamanlar adı Y-Han değildi; bu ünvanı alması 10 yıl sürdü onun da, daha uğruna nelelerimi feda edebileceğimi asla bilemeyecek olan aşığımın... Uff! Ne heyecan ne heyecan! Üstüne üstlük ne büyük bir riski göze alarak...

İstanbul’da kaybolduktan sonra tarihi surlarda ölü olarak bulunan Portorico asıllı Amerikalı amatör fotoğrafçı Sarai Sierra... ya da 31 Mart 2008, Kocaeli'nde ölüsü bulunan İtalyan sanatçı ve aktivist Giuseppina Pasqualino di Marineo ya da daha çok bilinen adıyla Pippa Bacca gibi... canına susamışcasına hem de. Ama benim adım "Barış Gelini" değildi ve canıma değil... cana... aşka susamıştım. Tecavüze uğramam söz konusu değil daha çok tecavüz etmem söz konusu olabilirdi. Boğularak öldürülmem değil de ancak boğarak öldürebilirdim... o da... kalemle ve yazıyla elbet!

Pippa Bacca'nın yanında sanatçı bir arkadaşı vardı üstelik, Silvia Moro. Bense son derece bireysel takılıyordum, tek başına. Dünya barışı için 8 Mart 2008’de Milano’dan başlayıp Slovenya, Hırvatistan, Bosna, Bulgaristan, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin güzergahından Tel-Aviv’de noktalanması planlanmıştı onların yolculukları, benimse tek bir hedefim vardı, kısaca "Y-Han'a ulaşmak". Bu kadar! Basit ve temiz.

Pippa'nın, onun ölüm noktasının isimlerine bakarsanız 'Kocaeli’nin 'Gebze' ilçesine bağlı 'Tavşanlı' Köyü yakınlarında 'Ballıkayalar' mevkiinde tecavüze uğramış ve boğularak öldürülmüştü; Bacca ve arkadaşı Nisan ayı ortalarında 'Kudüs’e ulaşmayı' planlıyordu. Yolculuk başlangıcında, internet sitelerinden "Beraberimizde yolculuk boyunca üzerinde birikecek tüm kirlerle birlikte götüreceğimiz tek elbise beyaz gelinlik olacak." demişlerdi. Ne hüsran! Bense onlardan önce başlamışım Antalya'nın Manavgat'ından bu cinayi hedefsiz yolculuğuma ve onların olayı, biri benden 5 yıl diğeri ise 10 yıl sonra gerçekleşecekti, daha geçtiğimiz yıl yani ve işte nihayet bitirmişim... nihayet...

Niye o kadar heyecan yapmıştım ki? Daha önce hiç kimseyle yatmamıştım da sanki ilk kez sevişecektim gerdeğe girer gibi! Onu o denli arzuluyordum ki... karşı konulmaz bir yer çekimi var gibi aramızda indikçe iniyordum dibine... demek ki bende de libido baya tavan yapmış o sıralar! Oysa yer çekimsiz aşklar lazımdı bana... uçmak daha bir yakışık alırdı daha o zaman bile.

Üstelik daha karşılaşır karşılaşmaz, 'tanıştığımız ilk andan itibaren' derlerdi de inanmazdım tüm aşık olanlar; Üniversitedeki sergisine gidip gördüğüm anda vurulmuştum ona. Hatta oradan ayrılırken, üniversite çıkışı, onu arkamızda bıraktığımız için, 'sanki niye kaldı ki orada', 'niye gelmedi ki benimle'; serzenişleri daha üniversitenin kapısında başlamış; 'gelmedi işte! Gelmez! ' de. Zihnim o kadar sersemlemiş ki yolda karşıdan karşıya geçerken atıvermişim kendimi caddeye, cart diye ezilebilirdim de olmayacak şey değil hani, ama ezilmedim işte. Ne talih!

Sonra mesaj periyodları başlıyor tek-taraflı... itiraflar... itiraflar ve şu eskiler sandığından çıkan son serenatlara kadar... zamanlı zamansız arayışlarla sık boğaz edişlerim, konuşmaya zorlayışlarım geliyor ardından aklıma ve en sonunda da zar zor koparılmış o ilk randevu... Ne nazlıydı ama o zamanlar! Ama sonunda baştan çıkarmayı başarmıştım işte. Şimdiyse... ah! Komik. Traji komik. Kara Komedi hatta!

İlk buluşmamızın sabahıydı, Manavgat'tayım ve inanılmaz kuş cıvıltıları ile uyanıyorum, 2003 yazı... çok güzel bir yazdı benim için. Yepyeni bir başlangıç umudu vardı içimde durmadan yazıyor yazıyor yazıyordum; yazar olacaktım ya hesapta... üstelik de Fikret Muallâ Saygı'nın hayatını oyunlaştırmaktı amacım... bütün kitapları toparlamıştım, gece gündüz hayal kuruyordum nasıl bir oyun olacağı konusunda fikirler üretiyordum zihnimde, Fikret'çe!. Muallâ'ca! Ve Saygı'lıca... Sonra birden bire Hereke sahilinde buluverdim kendimi. Yaşananları hayal meyal hatırlıyorum. Yüzünü, vücudunu, fiziğini, (matematiğini, metafiziğini) ve nasıl öpüştüğünü... pek hatırlamadığımı fark ettim ama şimdi... demek fazla öpüşmemişiz... Sevişmiş miydik gerçekten? O konu bile zaman zaman kuşkuya düşürüyor zihnimi. Ama hastaydı, ilaçlar almıştım en yakın nöbetçi eczaneden hatırlıyorum, hafta sonuydu çünkü.

Henüz ortada bu randevu yokken, Antalya ya da henüz gelmemişken, daha yaz başıydı yani, Cihangir'deki karanlık odamda ona dair rüyaya benzer bir şey yaşatmıştım kendime, bir düşlemdi bu... olası ilk buluşmamıza dair. Bir öpüşme sahnesi imajine olmuştu görüş alanımda tam dudaklarımı aralamış ilk öpüşe hazırlanmış uzatırken ona boynumu bir atkı giriverdi çalı gibi ağzıma... onun boynuna daha düşümden itibaren rengini bile hatırlamadığım bir atkı bağladığımı öngürememiştim... o da siyah-beyazdı büyük olasılıkla eski türk filmleri gibi. Böylece öpüşmemiz, daha benim imgelemimdeki öpüşmemiz bile yarım kalıyorduysa gerisini düşünmek bile istemezdi insan aslında, bu araya giren 'atkı' imgesi daha sonra olacakların işaretiymiş meğer. İlk buluşmamızda hastaydı evet, hastalanmıştı, çok halsizdi, bitiyordu yorgunluktan ama bir o kadar da cazibeli... çekici... seksi... tıpkı şimdiki gibi; bu konu hep aynı kalmış demek ki.

24 saat gibi bir süreydi sanıyorum topu topu tüm görüşmemiz hatta o kadar bile sayılmaz; ayrılışımızda... Hah! Zaten film de o andan itibaren color cinemascope olmuş olmalı. Hereke tren istasyonuna beni uğurlamaya gelmediğini ve bunun için de öne sürdüğü gerekçesini hiç unutmuyorum '16 yaşında genç bir kız değilsin artık değil mi? Kendin gidebilirsin'... demişti. (Odun!) Tabii o zamanlar o da benim HMA olduğumu bilmiyordu, zavallım. (O mu sen mi?) Bu cümle adeta çakıldı kaldı belleğime! Dramatik bir andı ama ben yine de pişkinliğe vurmuş geçiştirmeyi başarmıştım. 'A! Hiç gerek yok, gerçekten! ' Özgür ve özgün bir kadındım, bir erkeğin hakkımda ne düşüneceği umurumda değildi o zamanlar, (gerçi hâlâ da değil ya) arzularıma gem vurmamış, istediğimin hiç olmazsa bir kısmını ele geçirmiştim. Çapkın taraf bendim yani bu hikayede. (Ee sonra?) Sonra... (tabii yine öyle...) öyle olacak.

Sonrası birazcık hüsranlı gerçi. Bir daha hiç görüşmedik değil tabii, ta ki bir vesile Ankara'ya turneye gidene kadar göremedim sadece. Onda da bir kez kaldığımız otelin lobisinde ve bir de ressam bir arkadaşının atölyesiydi sanırım işte o zaman, iki kez buluşmuştuk hepi topu. Onun aslında beni hiç, hem de hiç arzu etmediğini, sadece benim üstelemelerim, aşırı ısrarlarım, üstüne nerdeyse zorla tırmanışım bir kezliğine baştan çıkarmış olabilirdi onu ama buna asla ikinci bir merdiven dayatmaya fırsatı vermeyen duvar olabileceğini o dakka sezinlemiştim aslında. Ancak mesajlarım ve aramalarım bir türlü sonlanamıyordu işte. Bir vantilatör çalışırken aniden durdurulduğunda nasıl bir süre daha dönüş yapar aynen öyle. Yazdıkça daha çok bağlanmış, bağlandıkça daha çok arayıp yazar olmuştum. O dönem gerçekten ona olduğu kadar kendime de az sıkıntı vermemişim demek ki. Nitekim kendimden fena halde sıkılıyordum artık. Bir gecelik maceradan uzun vadeli romantik bir aşk hikayesi yaratmaya çalışıyordum bir yandan hem de iyice bayağılaşan bir şekilde... onursuzca... bir yandan da kendime saygı duyurmaya çalışıyordum... Yaah! İğrençtim gerçekten ya! . Amaan! Yalnızdım işte...

Yalnızlık olunca insan baya şaşalıyor. Ve hayatıma uzun süre hiç kimseyi sokamadım desem... yine yalan. Bir süre onun yerine birilerini koymaya çalışmakla geçirdim zamanımı. Ta ki en sonunda beni iyice bir refüze ettikten sonra, 'sadece arkadaş olabiliriz' diyerek; ben de 'hayatıma çeki düzen vermem ve kalıcı birini sokmam gerek artık' deyip onu da adeta zorla başardım. Ama bir süre sonra nihayet birinin varlığı büsbütün kaplayıverdi onun hayatım üzerindeki alanını.. İşte o aradaki boşluk da bu yüzden ya zaten. Çok şükür unutmuştum nihayet ya da öyle sanıyordum. 6 yıl sonra bir gün ansızın çekip gidiverince öbürü, yine yalnız kalıverince... eski defterlerimin arasından telefonu da çıkıverince karşıma... o da bir kompluydu ya gerçi... kendi kendine kurulmuş bir komplo! Ne diye bırakıyorsun ki sanki orda o notu! ? Bulunca böyle olacağını bile bile hem de! Böyle olmasını da arzu ettiğim için bes belli ki kendime apaçık tuzak kurmuşum işte yine dayanamadım... tıpkı 10 yıl önceki gibi... Ancak bu kez teşvik ondan geliyor sanki...

Ve işte bu hiç de beklenmedik oldukça değişik bir durum! ... Sürpriz! Ben önceki kişiliğini de pek tanımıyordum gerçi ama bu halini hiç mi hiç öngörememişim. Tıpkı atkıyı öngöremeyişim gibi mi acaba? Henüz bilmiyorum ama ergeç onu da anlarız. Birbirimizi o zaman da tanımıyorduk şimdi de tanımıyoruz! Ama o ne bunun farkında ne de başka bir şeyin! Ya da herşeyin bire bir farkında ama oyunu kendi kurallarına göre oynamayı seviyor! O zaman da tanımamıza hiç fırsat vermemişti şimdi de verdiği söylenemez. Sanki eskisinden farklı gibi duruyor; o günden bu yana çok değişmiş gibi ama aslında tamamen değişmemiştir tabii. 11 yıl önce olmasını arzu ettiğim kişi gibi şu an ama eminim bana öyle geliyordur çünkü öyle olmasını arzu ediyorum... yine tıpkı 11 yıl önce olduğu gibi ben de kendi oyunumu kendi kuralsızlığımı dayatıyorum.

Gerçi daha konuşkan ve espritüel ve kişiliğini daha rahat yansıtabiliyor artık. Hereke' de o kısacık, saatlere bedel sayılı dakikalarda yaptığımız yürüyüşümüzde bu özelliğinin nüvelerini göstermişti aslında ama sonra nedendir bilinmez benden sakınması gerektiğini anlamışcasına uzak durmayı tercih etmiş, benle hiçbir alakası yokmuş gibi unutup gitmişti.

Aa sahi... bir de daha sonraları Beyoğlu'nda karşılaştık! "İlhan Koman: Retrospektif" sergisinde 1 Mayıs 30 Haziran 2005 arası bir gün. Evet! Birlikte sanatçının videosunu izlemiştik... kısacık bir an... dizime elini koymuştu çok dostane bir dokunuşla. Oysa aşkı istiyordum ondan dostluğu değil. Ve yine de hâlâ da aşkını tercih ederim aslında, ben sadece saçlarımı boyamaktan vazgeçtim, aşktan asla! Ama dostluğu... artık o da çok değerli sayılır. Yani.. demem o ki beni hangi kefeye koyarsa koysun yine ağır basacaktım... yine.. ağır bastım... basmaya da devam edeceğim... ve giderek daha da ağırlaşacağım.

Onu hâlâ seviyorum ve her gece o uyurken bebek gibi ensesinden öptüğümü düşlemek istiyorum. Bu kez atkı matkı olmasın aman! Girmesin artık aramıza hiçbir mefhum. Hatta bedenlerimiz bile.

Habibe Merih Atalay
Kayıt Tarihi : 7.10.2014 18:36:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!