Ey İstanbul! Ey kayıp şehirler prensesi!
Ey o büyülü şarkın garptan yükselen sesi!
En cesur saatlerin senden ürker akrebi
El yazması sanatın güngörmüş mürekkebi
Öyle bir şehirsin ki bir yanda hicaz vurur
Çelişmez bu güzellik bir mehter, bir caz vurur
Siyah beyaz filmlerin sen ey renkli dekoru
Goncanın en kırmızı menekşenin en moru
Ayna görmemiş şehir; zakkum tadı hüzünde
Tarihten yansımalar taşıyorsun yüzünde
Beş yüzyıllık camide bin yaşında güvercin
Şair şiir yazan mı? –asla- senin habercin!
O yıkık surlarıyla belki harap İstanbul
Yine de geleceğe taşan serap İstanbul
İki denizin kadeh tokuşturduğu Boğaz
Ve boğazda yıllanmış asil şarap İstanbul
Aynanın kendisi sen, yerde göğü yansıtan
Semavi masalları sularında ısıtan
Bir vücut olur senle; seni sevip yaşayan
Misal Haşim-Beşiktaş, Fikret’leyse Aşiyan
Martılar Üsküdar’da hala Burhanı dinler
Güneş kim bilir hangi şadırvanda serinler
İki yaşlı kıtanın el ele verdiği yer
Akşamlara ışıklar saçar ayla beraber
Gerçi iki yakandan boğmak istiyor seni
Seni kör gözle görüp seveni sevmeyeni
Altınmış taş toprağın, bu nasıl bir sömürü
Taşın taşken değerli tarihinden ötürü
Soluksuz betonlarla eteklerin ardiye
Bir yılda dört ilkbahar ki gözlerin var diye
Hele Yahya Efendi ve orda ki İstanbul
Mecliste bize şarap sunan saki İstanbul
Tararım saçlarını bir gün eskisi gibi
Aldırma Allah büyük, hüvel baki İstanbul
Gözler… güneş batarken ateşin müsavisi
Mavinin yüz bin tonu; lacivertten griye
Gökten boğazdan kalan maviliktir geriye
Şahittir Ayasofya, şahittir Sultan Ahmet
Kanat kanat huzurdur, güvercinlerce rahmet
Göğe bu yakınlığı minareler üstünden
İstanbul geleceğe köprüler kurmuş günden
Hayalet faytonların meydanlarda çan sesi
Sabahın martılarla birlikte uçan sesi
Değişmesin muhteşem o musiki ne olur
Salacakta ki martı, karşıdan gelen vapur
“Aşk imiş her ne varsa alemde” diyen şair
Bilseydi alem sensin, bilse aşk sana dair
Malazgirt’ten beridir gönül mülkü İstanbul
Lisanımda çiçeksin türkü türkü İstanbul
Peygamber müjdesiydin demek ki ancak layık
Görmüştü Türk’e seni, sana Türk’ü İstanbul
At ölse meydan kalır yiğit ölür şan kalır
Sen ölürsen İstanbul, şu dünya zindan kalır
Aşkla aşık yüz yüze ne bir ses ne aracı
Vuslat sıfatın senin, ey aşığın miracı!
Coğrafyayı çaresiz, matematiği şaşkın
Tarihiyse bilgisiz bırakır inan aşkın
Etilerde kısalan eteğin hayli muzur
Yuşa’dan Üsküdar’a sıçrar ilahi huzur
Almakmış kılıç hakkı kifayetsiz sana pul
Ya sen beni seversin ya ben seni İstanbul
Geçmişten geleceğe akan nehir İstanbul
Evvel zaman içinde kokan zehir İstanbul
Ey yosmalar yosması, ey en güzel fahişe
Kaç kocadan bakire çıkan şehir İstanbul
Kayıt Tarihi : 23.4.2006 15:05:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (4)