ruhum en eski kemanın tozlarıyla kaçamak
tantanalar, samanyolunda yanan
sokak lambaları kadar kızgın
biraz uzağınıza düştüm
dişlerimin üşümesini buzla onaracağım artık.
çürüyen güllerin manifestosunu boğan
zeytin güveleri bağırtıları
ah rotalar kime çizer cümlesinin gizini
aynaları istihbarat ıslıkları tırmalarken
sırlarında çizik dudakların uçuk damlaları
nasıl saçmalıyorum bir duysan
fondip bir yalnızlıktan sonra
ah nasıl kaçar, soğuk bakışlar terimin yolundan
yâda ben size ta en başından
fosil şekillerinden çeviri yapsam
ahhh dijital baskı!
solaryumlu cancağızlarım
cereyan ve suyu emdiğinizde
belki size bir gün gelir, bir gün
gelip harfiyen bulaşır teninize
nasıl yaşayın günü nasıl sevin
size miyav desin gün, kaşıyın onu
bak nasıl uzanır pelüşlerinizin arasına
aralarınıza akar mırıltı ve hırıltılar
ama mutlaka pazartesilerini buruşturmayın
ütülenecektir çünkü günün gömleği
ocakta cam, billur bir müzik
buğusundan çıkan güne dilinizi uzatın
üfleyin taşmasın, hijyendir güvercinli dolma soluğu
üfleyin, kuvvetli üfleyin, buzdan gemilerinize.
ah ne zor tantanaymış yemek içmek sahibim
ne zor
nasıl tersoyum bir bilsen
bu sıvıdan bozma metallerin arasında
sesimi sonuna kadar açıp
cıvalı zarlara tükürüyorum sonralarımı
dolaşıp dolaşıp, yeniden çözüyorum dizlerimin bağını
sözlerimi bağlıyorum
sığ sularda koşan
kırmızı somonlar kadar açım katliamıma –hemşirem-
sonra ta şuramda
gözlerimin en beyazında kireçlenme midir nedir?
ne yana çevirsem bakışlarımı bir çıt bölünmüşlüğü
sütleğen sütünde dinlendirensim geliyor gözbebeğimi
her şey âmâ’dır –ama-
ama biraz renk lazım kafamızdaki saçlarımıza –diye-
bacalara dalıp çıkmamız ne kadar doğrudur –hemşirem-
ben bir haritametod defteriyle dayak yediğimde
ilk şehir, ilk güzdü
bunu zeytinlere aksettiremedim, peltekliyordum
masalar duydu, hiç kimseler ve maaş bordroları
cam kenarında kurumuş üveyik yumurtaları
bütün kulaklar, kuklalar, dallar, kovuklar duydu
ama zeytin
kapsanmayan alanlarda ne hazin, kemiksiz yatıyordu
ben bir haritametod defteriyle dayak yediğimde
darmadağın oldu ruhumun tozları -hemşirem-
ah ne zor tantanaymış yemek içmek sahibim
ne zor
ben sana dememiş miydim –anne-
reçetemi bu kadar karmaşık yazma diye
oyaladın beni, hodri meydan
okunamıyorum, ne kadar çizgiyim, ne kadar kesişme böyle
nereye gittiysem, katarakt bulutlarını temizlet öyle gel dediler
benim elimden bir şey gelmiyor gibi dönüyorum sana
ah ne fena
devranı dalında uzatan tarlaların çamur banyosundaki
gözlerinin sürmesi, ah ne fena!
her günümü sen yaşıyorsun sanki
ey sabahlarımın darmadağın dağı
neden dağılmıyorsun usumdan?
bakışlarımın güz yitilileni
yıldız tohumum
eşkalimin süzülmüş sureti
gözlerimdeki silik biyografim
cilalı çocuk devrim
neden dağılmıyorsun usumdan?
ah ne zor tantanaymış yemek içmek sahibim
ne zor
bu günü zıvanadan çıkmış gibi yüzüme çarparak yürüdüm
ben sana dememişmiydim diye başlayan
mişligeçmiş olsunları yerken
evet yerken, mayhoş bir elma, düşünemezsin rodin
şimdi biz olmasak, o heykelin ne anlamı var
ama biz varız ve manşeti biz attık dünyaya
ve o heykel biz olduğumuz için düşünüyor
biz olduğumuz için katırlar ürememekte ısrar ediyor
ormanların sakat yürüyüşü
yağmurların solunum yetmezliği
düzeltiyor gibi kırıyoruz toprağın kemiğini
her şey biz olduğumuz için değişti –rodin-
her şey.
kalbini kur!
lokomotiflede kıvılcım hasreti
gökyüzünün namlusundan çıkan izli bir şimşek
kalbini kur!
ey metal bir fırtınadan kiralanan ömür
bu yağmurlar, can sıkıntını artırmakla kalmaz
kuduz eder saçlarının ağzını
kıldan salyalar damladığında
ve sağanak bir titremeden sonra
gözlerini ısmarladığın çocuklardan
sonu çekersin kınından
hadi devril
duvarlarımın üşümelerine sarılan mendil…
Mustafa YEŞİLKAYA
NİSAN-EYLÜL-2007
Kayıt Tarihi : 6.10.2007 19:16:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!