Vahit Çakar Şiirleri - Şair Vahit Çakar

0

TAKİPÇİ

1959'da Tekirdağ'ın Malkara ilçesinde doğdu. Halen bir kamu kurumunda görev yapmaktadır.
Hüseyin Aktan'ın kaleminden Vahit Çakar&Demir Leblebi:
Demir Leblebi Yeni Kalemler romanı dizisinden bir kitap.Yazarı Vahit Çakar yayına sunulan bu İlk romanıylaTürk romancılarıarasına katılmaya aday.
1959 Tekirdağ doğumlu olan yazar kendisini ve kitabını kısaca şöyle anlatıyor.
''Kışın hükümranlığının olağanüstü şiddetiylesürdüğü, kurtların açlıktan köylere saldırdığı karlı bir zemheri günü dünyaya gelmişim.
Öyle pek ...

Vahit Çakar

Yanyana yürüyorduk konuşmadan.Şubat ayının o dondurucu soğuğuna karşı bir nebze korunabilmek için ellerimiz cepte,büzüşmüş,omuzlarımızı içeri çekmiştik.Sokak lambaları yanmıştı.O ayazda sisli birer fanus gibi aydınlatıyordu sokağı lambalar.Ve bu isli,soğuk ışıklı lambaların altında üç kişi,yanyana konuşmadan yürüyorduk...
Sessizliği yine Nedim Usta bozdu: 'Çocuklar,işsizlik ayıp değildir derler.Fakat işsiz kalındığında insana yoksulluk dahi ayıp geliyor.Sanki bütün gözleri üzerinde hissediyorsun,sanki herkes işsizliğini konuşuyor sanıyorsun.Bir kahveye girdiğinde o huzursuzlukla sandalyeye dahi rahat oturamıyorsun...'
Neler söylüyor bu adam yahu? ..Benim düşündüklerim,benim düşüncelerim sanki onun ağzından dile geliyordu.Biraz evvel onu ilk gördüğümde aklımdan geçirdiklerim için tanrı beni cezalandırıyordu sanırım.'İşte kişilere karşı önyargılı olursan böyle daha bir kaç dakika bile geçmeden ne denli yanıldığını anlarsın...' diyordu.Sanki bu dersi kafama sokmak için karşıma çıkarmıştı Tanrı,bu Nedim Usta denen adamı.
Sürdürüyordu Nedim Usta konuşmasını,işsizlikti konuştuklarının temeli: 'Bu işsizliğin,sırf bana,sırf bizlere özgü bir şey olmadığını biliyordum ben zaten.Zaman zaman dünyanın ekonomik sıkıntılara girdiğini biliyordum...Ve bu işsizlik denen illetten benim de nasibimi almam,işte şu seksenli yıllara rastlıyordu...

Devamını Oku
Vahit Çakar

8 Şubat 2007 tarihli Gözcü Gazetesinde Sn. Erkan Altaca'nın Demokles'in Kılıcı adlı köşesindeki, DEMİR LEBLEBİ hakkında çıkan övgü dolu yazısını siz,dostlarla paylaşmak istiyorum...

DEMİR LEBLEBİ

Doksandört sayfa bir roman bu. Elime almamla okuyup bitirmem, bir saati bile bulmadı. Öyle sürükleyici zira. Yutar gibi okutturuyor kendini.
Romanın kahramanı, fabrika işçisi Vedat. Ancak Vedat'ın kim olduğu, daha doğrusu kimle özdeştirildiği belli. Yazarlığın ezelî kuralı(!) , 'DEMİR LEBLEBİ'de de değişmemiş. Hani her yazar ilk romanında kendini yazar ya!

Devamını Oku
Vahit Çakar

'Kadının biri fuhuş yaparken yakalanmış.Üstelik kocası da odanın dışında imiş.Yani kocası da işi biliyormuş.Gazetedeki resimde bir de çocuk varmış kadının kucağında.Kadın,kocasının resminin çekilmemesi için çırpınıyormuş...'Ne istiyorsanız benden isteyin,kocamı bu işe sokmayın...' diye feryad edermiş.Kocası böbreklerinden hastaymış.Bunun için işten çıkarmışlar.Adam,karısı ve çocuk neredeyse aç kalmışlar.Kocası iş bulamayıp açlık kapıya dayanınca kadın da mecburen bu işe başlamış...'
Nedim usta bunları anlattıktan sonra iç çekerek 'Şu işsizlik kanayan bir yara gibi insanın içini sızlatıyor' diye bitirdi sözlerini.Yüzü, gerçekten derin bir yeis ifadesiyle kaplıydı.
Gözlerine dikkatlice baktım.Neredeyse dolu doluydu...Gerçekten etkilendiği,gerçekten üzüntü içinde olduğu apaçık belliydi.
'İşte...' diye düşündüm.'İşte insan olmak bu olmalı,insanlık bu olmalı.Hiç tanımadığı,hiç bilmediği,hiç tanışmadığı ve hatta hiç tanışamayacağı bir insanın acısını ve ızdırabını sanki kendi acısıymış,kendi ızdırabıymış gibi içinde duymak...'
Böyle düşünürken Nedim Usta'nın sesiyle kendime geldim:
'Hey! .. Çocuklar,gelin size sıcak bir çay ısmarlayayım,içiniz ısınır.'

Devamını Oku
Vahit Çakar

Daha çocukluğunu yaşayamadan kromaj banyosunda çalıştırıyorlar. Amonyak ve asit buharlarının içinde. Etkilenmemesi mümkün mü? Bizzat işveren söylüyor 'bu buhar insanda on beş gün fevkalade ters tepkiler yapar' diye. Parmak aralarında kaşıntılara sebep olurmuş. Bir nevi alerji yani. 'Ama sonra da alışılır' diye ilave ediyor. Yani bu şu demek ki; başlangıçta vücut zehire tepki gösterir. Fakat sonra göstermez. Çünkü direnç kırılmıştır. Alışmaya başlamıştır vücut bu zehire.
İşte bu çocuk bu zehiri niye alıyor dersin ha? .. İki kap yemek için... Çırak sayıldığından aldığı para da son derece cüz'i. Sigorta dersen olamaz. Yaşı tutmuyor çünkü. Yani düpedüz kaçak işçi senin anlayacağın ve beri yanda da bizleri çalıştıran patronlar ve onların da büyükleri mangalda kül bırakmazlar sağlıklı bir nesil yetiştirmeliyiz diye.
Tüm bunları kendi gözleriyle gören ben, sağlıklı bir nesil yetiştiğine katılabilir miyim?
Bir tarafta demeçler, nutuklar ve palavralar... Diğer tarafta da işte şu canlı, somut tablo. İşte bundan ötürü; 'hiç de değil evlat başkasına neyse bana da o. Ya da her koyun kendi bacağından asılır falan...' nemelazımcılığına kapılmadan sahip çıkmalıyız emeğimize ve genç nesile. Çünkü bu çocuklar hepimizin.'
Cevap veremedim söylediklerine. Öylesine haklıydı ki. Öylesine gerçekti ki dile getirdikleri... Ne söylemeliydim? Ya da ne söyleyebilirdim? Fırtınadan sonraki sessizlik gibi olmuştu şimdi aramızdaki hava.
Birkaç adım daha yürüdük. Durdu. Bu sefer deminkinden daha farklı, son derece sakin ve yumuşak bir sesle konuşuyordu. Anlaşılan ruhunda kopan fırtına dinmişti. 'Klasik şeyler konuşuyorsun be Nedim Usta diyeceksin. De. Peki. Olsun. Ama unutma delikanlı, gerçeğin ta kendisi bu dediklerim. Evet, tatsız ama gerçek olan bu. Buralarda da bir dünya var. Buralarda da zor da olsa sürüyor yaşam. Ve sürecek. Tamam. Yaşamın kendisi güç. Fakat böylesine şartlar, bir beden işçisi için daha başka bir zor.'

Devamını Oku
Vahit Çakar

Nedim Usta'nın gürül gürül, bir çağlayan gibi çoşkusu karşısında şaşırmıştım, büyülenmiştim adeta. Bu adam bir taraftan sınıfını savunuyor, bir taraftan da bu sınıf bilincinin ötesinde derin bir hümanizma ile insanı insan yapan erdemleri nasıl da coşku ile ve hatta huşu içinde savunuyordu. Aklıma ilk karşılaşmamızda konu ettiği fuhuş yapan kadının öyküsü geldi. O tanımadığı kadının dramından nasıl kendine pay çıkarıyorsa işte, yine hiç tanımadığı bir insanın da erdeminden kendine pay çıkarıyordu... Bununla övünüyor, kıvanç duyuyordu. Haklı idi şüphesiz. Onun bu hali beni de etkilemişti. Ben de içten içe bir coşku duymaya başlamıştım. Onun düşüncelerine katıldığımı, onu desteklediğimi kanıtlamak için bir şeyler söyleme ihtiyacı duydum:
- 'Biliyorum usta.Daha çok gencim. Fakat yine de ve ne olursa olsun kabuğumdan sıyrılmak istiyorum. Ve günün 24 saatinin her birini sonuna kadar keyifle ve yudum yudum içmek istiyorum. Ve de bu yaşamdan geriye kalıcı bir şeyler bırakmak istiyorum. İşte senin bahsettiğin o kişi gibi belki de yıllar sonra benden de böyle sırf bir insan olarak, gurur duyularak bahsedilmesini istiyorum. Anlıyorsun herhalde beni değil mi? '
Nedim Usta hafif bir tebessümle dinliyordu söylediklerimi. Hiç kuşku yok bu filozof yaradılışlı insan içimde kaynayan volkanı hissetmişti. Anlamıştı. 'Delikanlı' dedi, 'Sen Mevlana'nın dediği hamdım, piştim, yandım üçlemesine gidiyorsun. Şimdi pişme safhasındasın. Bu zor bir safhadır. Bu pişme döneminde, genç arkadaşlar binlerce yılda kurulan dünyadaki düzeni bir gecede değiştirebileceklerini zannederler. Ve sistemi değiştirmeye kalkarlar. Çok çabuk farkına varırlar ki bu mümkün değildir. O zaman da başka arayışlara yönelirler. Ve çoğu kez de asıl amaçlarını unuturlar. İşte aslında bu olgu da bu dünyanın, bu binlerce yıllık düzenin değişmez bir parçasıdır. Ama eğer buna karşı da mücadeleni sürdürebilirsen ne mutlu sana. O istediğin amaca ulaşma azmin, bu güçlükler ve olumsuzluklar karşısında yine de saman alevi gibi sönmezse, o amacını unutmazsan ve en azından ideal olarak içinde yaşatırsan yine de bir şeyler yapmış sayılırsın.
Topal karınca Hacca gitmeye kalkmış. 'Bu bacakla nasıl gidersin, nasıl varırsın? ' demişler. 'Varamasam da yolunda ölürüm ya...' demiş. İşte sen de kuşkusuz dünya kurulduğundan beri topal bacakla yola çıkanlar gibi belki gayene varamayacaksın ama hiç olmazsa var olma arzusu ile dolu yaşayıp bunu unutmazsan, insan olmanın erdemini kişiliğinde yansıtmış olursun. Bu da bir şeydir delikanlı.'
*********************
Bugün ile birlikte tam 12 gün olmuştu. İstanbul'da devamlı yağan kar ve aynı şiddetiyle hükümdarlığını sürdüren kar, kış...

Devamını Oku
Vahit Çakar

BEKLENEN SONUÇ

Çok değil 4 gün sonra işverenleri pes etmişti. İşçilerde ilk günlerdeki o bezgin halden eser yoktu, hepsinin yüzlerinden mücadele vermiş, yorulmuş fakat başarıyı haketmiş insanların mutluluğu okunuyordu. Usta anlaşmaya iki yeni madde daha ekletmişti. Birincisi işçi atılımına karşıydı.
Habersiz, sebepsiz işçi atılmasına son verilecekti. İkincisi ise küçük yaştaki çocuk işçiler sadece çırak sayılacak ve vücutlarının kaldıracakları, bedenen ezilmeyecekleri işlerde çalışacaklardı. Ustayı görünce 'nasıl oldu bu iş bu kadar kısa zamanda? ' diye sordum.
'Nasıl olsun bizim işverenimiz böylesine ilkel işte. Gerçekten aklı selim bir adam olsa bizim işveren, bizimle anlaşmaya uygun zeminler hazırlar, her imkanı seferber eder. Böylece işçinin grev denilen silaha kolayca sarılmasını önlemiş olur. Bizimkisi ise sağolsun önce grev kışkırtıcılığı yapar, elinizden geleni ardınıza koymayın der, sonra da topu topu 40 gün dayanabilir.'

Devamını Oku
Vahit Çakar

Önsöz

Demir Leblebi, Yazarın coşkusuyla okurların dimağında yeni bir anlayış sayfassı açacağından eminim.Hayat mücadelesi merdivenlerinden kimi
zaman bizlerde aynı basamakları çıkmadık mı?
Zaman oldu herbirimiz bir Nedim Usta olmadık mı? Ya da hayat telaşına
düşen bir emekçi olarak birer Nedim Usta aramadık mı?

Devamını Oku
Vahit Çakar

Patronun yanından çıktığımızda bana 'Ehh erenler! ' dedi. 'Artık işsiziz.İşsiziz artık delikanlı.Yine o ayaklarının altı su toplayıncaya kadar dolaşıp iş arama günleri geldi.Yorgunluktan adım atamayıp dilinin bir karış dışarı fırlayacağı günler geri geldi.Fakat ne olursa olsun onlara bu zevki tattırmadık ya...İşçilik onurumuzdan taviz vermedik ya...Az şey mi bu? ..
Arkadaşım bu kadar izahı yeterli görmüş olmalı ki sözünü burada kesti.Çay bardağı elinde,gözleri dalgın dalgındı.Belli ki o anlattığı günü yeniden yaşıyordu o an...
Doğruydu.Az şey değildi gerçekten yaptıkları.Belki ilk bakışta kuru bir gurur gösterisi olarak gelebilirdi bu, insana ama olayın altında yatan asıl şey, işçinin sınıf bilincine sahip olduğunu ve kişiliğinden hiçbir şey vermeyeceğini, bunu anlamayanların suratına tokat gibi çarpmasıydı.Hem de aç kalmak,işsiz kalmak pahasına...
Şimdi artık Nedim Usta'yı tekrar görmek benim için kaçınılmaz olmuştu.Yarından tezi yok bulmalıydım,görmeliydim onu.Konuşmalıydım onunla.
Arkadaşımdan çalıştığı fabrikanın ismini aldım.Paydos olur olmaz damlayacaktım fabrikanın kapısına.Çünkü benim çalışma saatim ile onun ki denk düşüyordu birbirine.Tamam,olmuştu bu iş.Yarından tezi yoktu.Bulacaktım Nedim Usta'yı.Yavaş yavaş da olsa sabır ede ede onun yaşantısını öğrenecektim.Çok şeyler vardı onun yaşantısından öğreneceğim.İçimden bir ses söylüyordu bunu.Belki kendi yaşantımdan parçalar da bulacaktım onunkinin içinde.
Arkadaşımla kahveden çıktıktan sonra ayrıldık.Eve gelip yatağıma girdiğimde günü şöyle bir gözümün önünden geçirdiğimde 'kârlı bir gün' dedim.İşçiik mesleğini adeta bir doktorun uzmanlık dalı gibi telakki eden ve bunu gerçekten de uygulayan biriyle tanışmıştım.

Devamını Oku
Vahit Çakar

Birden geçmişte başka bir fabrikada yaşadığım küçük bir anı geçti gözlerimin önünden.
Bütün formaliteleri tamamlamış bir vaziyette bir kilit fabrikasında işe başlamıştım. O sabah, bu benim bir fabrikada ilk çalışmam oluyordu. Gerçekten insan hiç durmaksızın çalışıyordu orada, ya da ben öyle sanıyordum o sıra. Saat 12.30 olmuştu. Harplerdeki uçak saldırılarında herkesin sığınaklara girmesinin uyarı anlamı olan o lanet olası siren ötmeye başlamıştı. Televizyonda oynayan II. Dünya Savaşı'ndan Canlı Belgeler adlı belgesel filmden bu sese aşinalığımız vardı. Ne oluyor demeye kalmadı, millet başladı koşuşturmaya. Koşanlar arasında 18 yaşlarındaki gencecik kızlardan tut 50 - 55 yaşlarındaki kadınlara kadar... Meğerse hepsi bir an önce yemeğe yetişebilmek için acele ediyorlarmış.
Upuzun bir kuyruk oluşmuştu koridorda. Ve epey bekledikten sonra yemek sırası geliyordu ve o da ne? Aşçıbaşı salatayı tabaklara elleriyle koyuyor, işçiler de alıp yiyorlardı. Buna şaşırmıştım. Sabır oğlum diye dişlerimi sıktım bunları görünce. 'Ulan hödük kepçeyle koysan da insan ağız tadıyla, rahat yese olmaz mı? ' diye geçirdim içimden.
Bu işyerlerinde ustabaşıları çavuş, postabaşıları onbaşı pozisyonundaydılar. Gereksiz yere durup dururken, sırf kişisel egolarını tatmin için montajcı kadınlara 'İyi çalışın haaa' diye bağıran postabaşıları mı, yılışık yılışık şakalarla kadınlara asılan ustabaşıları mı hepsi vardı burada.
Hakkını yememek lazım! İspiyonculuk ve muhbirlik müessesesi de çok iyi çalışıyordu doğrusu! Herkes birbirini gammazlamak için yarışıyordu adeta. Ya sabır çekerek onyedi gündür çalışıyordum, hayır çalışmaya çalışıyordum burada.
Memnun muydum? Hayır, sadece mecbur olduğum için çalışmak zorundaydım.

Devamını Oku
Vahit Çakar

Yani bu işsizlik denen toplumsal yara ve hatta illetle buluşup haşır neşir olmam pek erken gerçekleşmişti.
Öte yanda bir de büyük büyük konuşan insanlar vardı bu çevrede.Bu konuştukları büyük büyük lafları neye dayanarak söylediklerinin asla farkında olmayan bir sürü insan...
Bunlar hiçbir bedensel eziyet çekmemişlerdi hayatlarında karınlarını doyurabilmek için,çoluk çocuklarının geçimlerini sağlayabilmek için...Şayet biraz eziyet çekmiş olsalardı,örneğin sabahın altı'sında kalkıp yedi'de işbaşı yapmak için buz gibi yollara düşselerdi,bir dakika gecikmeyle kontrol saatini işaretlemeyip ustabaşından fırça yemiş olsalardı,hayatın ne kadar ciddi ve acımasız olduğunun farkına varırlardı.
Ufak bir sac levha 22 kilo geliyordu.Ve ters çevirip dört defa indirip bindiriyordum giyotine.Günde 8 ton mal yaptığım oluyordu tek başıma.Bu kadar da değil...Bir de akşamları,üç kişi birlikte yaptığımız malları yüklüyorduk kamyona.
Akşam yatağa uzandığımda yorgunluktan bütün kemiklerim sızlıyordu.Öylesine yorgunluktu ki bu bazen insana uyku bile uyutmazdı alışılanın,bilinenin tersine...
İşte o büyük lafları edenler acaba ömürlerinde böyle bir bedensel yorgunluğu tatmışlar mıydı hiç? .. bunun ne olduğunu bilmişler miydi acaba?

Devamını Oku