Birgün senide alırlar
Kubbede hoş seda kalır.
İlk günler üzüntü feryat
Geride kahkaha kalır.
Hayır ile ananlar da
Kötü diyenler de olur.
..
Gelsede mevsimlerden ister bahar ister yaz
Üşürüm sanki bana başlar bir bitmez ayaz
Gelsede yaz farketmez yaşarım ben hep kışı
Yerimdeyim her daim kalmışım hep mevsim dışı
Nice padişahlara nice fikirlere stand oldu
..
Sonsuzluğun ağırbaşlılığı, - “HUZUR, MUTLU, GÜVEN” kısa bir an içinde olsa, içimi sarıp ısıtıyor beni… Rüyada gibiyim. Doğaya dönüş arzularım sanki bir uyanış... Bir “DİRENİŞ”...“DUYGU” farklı olduğunu anımsatıyor. “SEZGİ” güçlülüğü yaşamın dört rengiyle birleştirmiş ve dinlendiriyor. Ve hayatın ve hayata olan “İNANÇ” Sembolünü kucaklıyor. “ÜZÜNTÜ” duygusunun mavimsi hali, “SEVİNÇ” duygularıyla yer değiştiriyor.. Doğuştan gelen algı yeteneklerimin “FARKINDALIĞI” için öncülük eden psişik, tinsel, ruhsallığımın boyutu mekanikleşiyor. Yöntemleriyle mavi sonsuzluğa doğru... “ANLAMANIN GİZEMİ” Çözülüyor.. Mavi sonsuzluk yolculuğumla “BENİ BANA GETİR YAR TRENİM” ….. Bindiğimde vücut ve beyin enerjisi ile büyüme ve hareketin sembolüne dönüşüyor... “BARIŞ” bolluk, arkadaşlık, dostluk, ümit, verimlilik savuruyor “SAĞDUYU”
ah...”DUYGULARIM” ah... “BÜYÜME ve HAREKET” Sembolü… Yeşil yapraklara dönüşüyor... Ve çoğalıyor... “ÇİÇEKLERİM” açıyor bahçelerinde... Uçuyor bir “KELEBEK SAĞDUYUSU” rüyaların anlaşılmazlığında… “İSTEKLER” gerçekleştirileceği noktada... Çiçeklerin yardımıyla... “KENDİNE GÜVEN” iyimserlik kokuyor. SIKINTILARI, KEDERİ, HASTALIĞI atıp “ZENGİNLİK” kazandırıyor... İsteklerin nasıl gerçekleştirileceği nokta da... O an “ŞEFKAT” kolları saf ve aşk duyguları, “BİLİNÇ DIŞI” sinir sistemine yolculuğuna devam ederken, duygusal “DENGE” sahip olduğu “ENERJİ” ile “GERGİN” ve “DEPRESİF” bir hal alıyor...Ve, “ YAŞAM” yaşamın dört rengi birleşiyor..... İnsan! ! ! ! ...? ? ? Doğasına... ”YALNIZ” değilsiniz artık, “BİRLİKTELİK” için el ele... “MUTLU”, “ YARDIMSEVER”. “SEVECEN”. PAYLAŞIM”, BİRLİKTELİK” “ SEVGİ”, “ SAYGI”, “HOŞGÖRÜ”, “GÜMÜŞ TEPSİM” SÜREYYA YILDIZINI” üzerinize döküyorum.. Nasiplenin. Bu “DÜNYA da “KOZA” yok artık. Beni Başak Yerlerde Kozalarım Bekliyor. Onlar için “Kelebek Özgür Çocuk Uçuyor
.Hoşça Ve “Kelebek Dokunuşu” ile kalın.
İstanbul, 17.04.2006
..
Böyle âşk mı olurmuş böyle derbeder
Gönlüme taht kurmuş üzüntü keder
Gülüyor karşıma oturmuş kader
Gün doğmuş gün batmış var mı haberim
Var mıdır çaresi hep soruyorum
Yemyeşil her taraf ben kuruyorum
..
Yüreğimin en derinlerinden koparıp minik minik melekler yolluyorum sana, gunun guzel olsun, uzuntu senden, yolundan uzak olsun istiyorum. Kulaklarına 'seni korumalarını' fısıldayıp bırakıyorum penceremden usulca...
Sonra bekliyorum, sabırla.. Beklerken yasıyorum, kitap okuyorum, kahvemi yudumluyorum, çalışıyorum, uyuyorum, ölüyorum...
Geri donduklerinde etrafımı huzur veren bir koku sarıyor, içime cekiyorum, hep orada kalsın istiyorum, nefesimi bırakmasam ve icime hapsetsem kokunu diyorum. Bana seni anlatıyorlar, gozlerini, ellerini, uyurken yuzunun aldıgı ifadeyi, yorgun oldugunda nasıl oldugunu, ya da uzuntunu...
Hic susmasınlar istiyorum, dinliyorum, dinliyorum...
..
Bütün arayışlarımız, üzüntü, sevinç.
Ezilen, ezen, bağnazlık, akıl.
Bir garip serüven yaşanır umarsız,
arada geçen keyifli saatler,
zavallı nefes alış.
Sonuç derseniz; zaten sonuçlanmış.
..
her ne kadar sığnacak yerim olsada
sakınılacak bir hal benimkisi
alem karar vermiş yığma tepe bu kaş çatıklığı
arta kalan arkaya kalan üzüntü dolu bir ev
şerefli bir kıyamet övünmesi
başlangıcı olmayan uykularda baki kalmış bela başıma
bir güvercin yüreğinde umut iklimlerine salınmış aşkım
..
Seninle Geçen Her Gün Bana Mutluluk,
Seninle Geçen Her Saat Bana Huzur,
Seninle Geçen Her Dakika Bana Heyecan,
Seninle Geçen Her Saniye Bana Sevinç Veriyor,
Sensiz Geçen Her Gün Bana Keder,
Sensiz Geçen Her Saat Bana Üzüntü,
..
"cehalet içinde olan insanlar kendilerini ukala bir biçimde savunmaya meraklıdırlar" demektir bir insanın hayatında düşeceği en büyük yanlıştır. kendinden nefret ettirir kişiyi anlatmaya uğraşırsın, anlatamazsın anlatamadıkça delirirsin. geri de dönemezsin çünkü o susmaz bu kez. susmak için geç kalmış sındır kendini parçalamak istersin sadece. sorunu yaratanla oturursun ona anlatırsın önce sakince kırmadan nedenleri niçinleri ile beraber anlamaz anlamak istemez sanırsın sakinlik yavaş yavaş uzaklaşır senden. sesler yükselmeye çözümleri anlatmaya devam edersin yılmadan.biliyorsundur sorunu çözüm bellidir çünkü. ama gene olmaz karşındaki kapamıştır kendini çünkü anlamaz söylediklerini olaylar ilerler bağırışlar çağırışlar kavgalar ama nafile sen ne yaparsan yap nasıl davranırsan davran; senin anlattıkların karşındakinin anlatabildiği kadardır bu konuyu anlatan tüm cümleler geçer aklından o anda. ne kadar da doğru söylemişler aslında; "ne kadar bilirsen bil, anlattıkların karşındakinin anlayabildiği kadardır." mevlana ya ait bir söz. çok konuşmanın değil, anlaşılır ve açık konuşmanın öneminin ve gereğinin vurgulandığı söz karşınızdaki insanın seviyesi düşükse ona göre anlatmalısınız, değilse boşa konuşmuş olursunuz.bu cümle sadece anlatan la anlatılanın arasında bir seviye farkı olduğunda geçerli değildir. sorun anlatanın açık bir dilde anlatamamasından da ortaya çıkabilir. ama her ne sebeple olursa olsun bir düşünce ve ya duygu başka bir insana aktarıldığında o artık başka bir şey olmuştur, o sizin düşündüğünüz ve ya hissettiğiniz değildir artık. hele de anlatılan şey anlatan için öneme sahipse, aktarım sırasında kaybettiği değer-ki elbet kaybedecektir- üzüntü yaratacaktır.insan kendi için önemli bir şeyi birine anlatırken dikkatli olmalı, kendisini (olabildiğince) anlayan birine anlatmalı ve duygu ve düşüncelerinin aktarım sırasında kaybedeceği değere razı olmalıdır, razı değilse de kendine saklamalıdır. kendin söyle kendin dinle durumudur bazende. hani bazı zaman insan bu anlayışsızın boğazını sıkmak, şöyle sıkıca bir silkeleyip ağzına geleni saymak ister nafile bir çabadır. şaşırırsın nasıl bu kadar kıt olabileceğine, ama bilirsin ki işine gelmemezlik tir bu ne halin varsa gör deyip susmak en iyisidir.Ama "anlama" eylemi, kişinin dışarıdan gelen anlamlı/anlamsız veri akışını kümülatif ve manalı bir sıraya oturtup muhakeme yeteneğinin yardımıyla sınıflandırması ve çıkarımlarda bulunmasıdır. genel olarak bu durum bir tür döngü olarak da anlaşılabilir.olur ya, döngü bir yerlerde kırılırsa, gelen veriler yanlış değerlendirilirse ya da önemli bir bilgi kırıntısı değerlendirilmeye alınmazsa anlatıcının belirtmeye çalıştığı olgu ile karşı tarafın anladığı olgu arasında dağlar, ovalar stepler kadar fark oluşur. elbette burada tek suç dinleyicinin değildir, anlatıcı da dinleyicinin kapasitesini tartmalı, anlatış seviyesini ona göre ayarlamalıdır. bilhassa anlatıcı dinleyiciden çok daha yüksek bir kültür/zeka/algı seviyesine sahipse.aslında bir etki - tepki meselesidir karşındaki insana bir şey anlattığında bir tepki beklersin, seni tatmin edecek bir tepki. eğer bu tatmin edici tepkiyi alamazsan anlattıkların karşındaki insanın tepki sınırlarını aşıyor demektir karşındaki insanın duygularına cevap verememek ve onu ruhsal açıdan tatmin edememek de buna örnek olabilir. sen bir şeyler anlatırsın hal ve hareketlerinle, sözlerinle ama o anlattıklarının sadece bir kısmını görebilir, duyabilir ya da hissedebilir. asıl anlatmak istediğin aslında onun anlayabildiği sınırların çok ötesinde kalmıştı oysaki tarih bir sürü bilim adamı gördü, alim gördü, bilgin gördü. çoğu da anlaşılamadı, belki de karşısındaki dünyanın toplamı anlayabileceği kadarından fazlasını anlamadı. ama anlatılanlar asla o kadar değildi. sonraki nesiller anladı, anlattı, öğrendi, geliştirdi galile mesela, kimse anlamamıştı diye, galilenin anlattıkları o kadar mıydı bugün bir şeyler anlatacağım diye kasanlar, kasım kasım kasılanlar, anlık bir diyaloğu özetleyeceğim diye, düşünmeden akıl ürünü gibi gösterip aslında neleri harcıyorlar.mağlup ayrılmanın tek nedeni aklınızın ve mantığınızın gücü ile sıkıştırdığınız cahil ve bencil insanın kurtulmak için işi anlamazlığa, kelime oyunlarına, ağız kalabalığına getirmesi sizinle ego yarıştırması ve gerektiğinde üstü kapalı tehdit ve imalarda bulunmasıdır öğrenmeye dirençli bencil insanlara laf anlatmakla zaman kaybedilmemeli, bazen bir musibet bin nasihatten iyidir demiş atalarımız...
..
Sessiz bir kayboluş,
Yüreğimdeki üzüntü...
Yeniden yeşeren,
Hasret filizlerine dair.
Yüreğimdeki sevgin olacak,
Hasretimi bastıran...
O ayaz gurbet gecelerinde...
..
Hayat geçip giderken bir şeyler de onunla beraber gider. Değişir yavaş yavaş mevsimler yıllar, eşyalar, insanlar. Bazıları keskin değişim geçirse de bazıları sessiz sedasız bir değişim geçirir. Sen değiştiğini söylesen de hiç değişmedin. Suspus gelip gidişlerini izlerken bizi kırık bir mızrap gibi kenarda bırakan sert uçlarını bileyip bilemediğini merak ederdim. Bir adım atıp yolunu kesmek vardı, üzgün duran yüzünün anlattıklarını gözlerine sormak vardı ama beni tutan bir şeyler de vardı. Bilirsin aceleci adımlardan kaçmışımdır, suskunluğu giyinip beklemek daha bir ben yapar beni. Sabrımı sabrınızla ölçmek çok bilinçlice olmasa da o arada geçen süreyi anlamlandırır aslında. Bu süre yaşadıklarımızı, ömrümüzü törpüleyip geçenleri ne kadar süzdüğümüzün bir göstergesi. Çok üzüldük, üzüntüler yıprattı içimizde tutunmaya çalıştığımız umutlarımızı. Kırılgan merdivenlerden tırmanmaya çalışıyorduk umutların olduğu bulutlara. Tırmanmaya çalışıyorduk ve bastığımız her basamak parçalanıyordu ayaklarımız altında. Geri dönüşü olmayan kayıpların adıydı bunlar. Tutunduğumuz ağaçta ellerimizde kalınca uçurumun içinde yüzer bulduk kendimizi. Şimdi geçmiş geri gelmeyeceği gibi gelecekte artık elimizde değil. Hala en çok düşündüğümsün. Binlerce pişmanlıkla ördüğünü, duygularınla sıkıca bağladığını, söylediğin bir köprü atmaya çalışıyorsun düştüğüm uçuruma. Çıkmam ve yeniden tırmanmam için. Öylesi yüksekti düştüğüm yer bağladığın hiçbir düğüm yetişmiyor, hiçbir basamak sağlam gelmiyor. Garip bir his bu, hani şu anlatmayı beceremediklerimden. Usul usul soluk alırken kalbimin konuşmasını bekliyorum aslında. Şimdilik duyduklarım ayağa kaldırmıyor beni. Anlaşılması zor birisin. Kalbin kötü değil bunu biliyorum ama içindeki o haylazla hala baş edemiyorsun. İçindeki sen dört nala koşuyor hala, benliğine dur durak yok henüz. Sen kalbinin sesine özgürlük tanımamışken çığlık atmayı içindeki diğer yarına bırakmışken değiştim diyemezsin. Söylemek kadar kolay değil yaşamak. Bu düşüşten hissettiğin acım olsaydı içindeki atlar su içmek için bir nehrin kenarında dinleniyor olurlardı. Sen değişmedin, değişemezsin de. Bu dünyada en yavaş değişimi insanlar yaşarmış. Fark etmekten geçiyor bu işin sonuç bulması. Yaşadıkların yüreğini titrettiğinde artık hayat farklı bir melodiden şarkını söylemeye başlıyor. İşte değişim bu. Nedenini bilemediğim bir üzüntü, içinden geçen. Ama asla seni değiştirecek kadar derin değil. Sağlam bir duruş seninki, hiç taviz vermeyen ve bunun adına hala aynı yanlışları yapmaya devam eden. Başka yolu yok ki, öylemi. Değiştin anladın öyle mi. Hayır sen beni tanımadığın sürece hiçbir şeyi anlayamayacaksın ve hala beni tanımaktan çok uzaksın. Yada ben bulunduğun dünyadan çok uzak. Uçurumlar serin rüzgarların esişleriyle dolu ve yüreğimi ruhumu sarıp sarmalayan onların elleri. Artık çok geç, bir biz daha çıkmaz bu uçurumdan ama isterdim ki atların soluklansın. İsterdim ki yelelerin rüzgarın ellerindeyken başın dik durabilsin. Aşk sana bunu yaşatabilsin. İsterdim ki yeni çayırlıklarda dört nala giderken dizginlerini yüreğin tutabilsin. Bir dua gibi isterdim.
..
Silinebilir tükenmez kalemle yazıyorum
Silinebilir ama asla tükenmez!
Biz artık senli benli olmuşuz
Gözümde ince bir sitem
Boğazımda iç yakan bir hıçkırık
Onca zaman artı bir hafta
Ve bilmem kaç saat geçmiş sen gideli
..
'Kadının biri fuhuş yaparken yakalanmış.Üstelik kocası da odanın dışında imiş.Yani kocası da işi biliyormuş.Gazetedeki resimde bir de çocuk varmış kadının kucağında.Kadın,kocasının resminin çekilmemesi için çırpınıyormuş...'Ne istiyorsanız benden isteyin,kocamı bu işe sokmayın...' diye feryad edermiş.Kocası böbreklerinden hastaymış.Bunun için işten çıkarmışlar.Adam,karısı ve çocuk neredeyse aç kalmışlar.Kocası iş bulamayıp açlık kapıya dayanınca kadın da mecburen bu işe başlamış...'
Nedim usta bunları anlattıktan sonra iç çekerek 'Şu işsizlik kanayan bir yara gibi insanın içini sızlatıyor' diye bitirdi sözlerini.Yüzü, gerçekten derin bir yeis ifadesiyle kaplıydı.
Gözlerine dikkatlice baktım.Neredeyse dolu doluydu...Gerçekten etkilendiği,gerçekten üzüntü içinde olduğu apaçık belliydi.
'İşte...' diye düşündüm.'İşte insan olmak bu olmalı,insanlık bu olmalı.Hiç tanımadığı,hiç bilmediği,hiç tanışmadığı ve hatta hiç tanışamayacağı bir insanın acısını ve ızdırabını sanki kendi acısıymış,kendi ızdırabıymış gibi içinde duymak...'
Böyle düşünürken Nedim Usta'nın sesiyle kendime geldim:
'Hey! .. Çocuklar,gelin size sıcak bir çay ısmarlayayım,içiniz ısınır.'
..
Suskun zümrelerin sessiz tanığı,
Yokluğunda yanar dil alev alev.
Kâbusumun eli kanlı sanığı,
Ne hortlaktır, ne heyula, ne de dev.
İçimdeki Ferhat küskün dağlara,
..
unutamam o günleri ömrümce
zaten buluşacağız 5. senemizde
alıp götürecek bizi bir gemi
kırmızı olacak yelkenleri
lale demeti altında on genç
anıları var kah üzüntü kah sevinç
rahat olun buluşacağız er geç.
..
Kaybetmek demişsin kaybetmek…
Neyi, beklide gerçek anlamda hiçbir şeye sahip değilken neyi kaybetmek.?
Bir çukurun içinde debelenmekten ve o çukurda bir ömrü debelenerek geçirip yine kuyuda kalmaktan başka bir şey değilken hayat, neyi kaybetmiş sayılırım.
Debeleniyoruz kabul etsekte etmesekte, bundan ibaret hayatımız. Ne için ve nereye kadar olduğunu biliyor muyuz. Sadece zamanı tüketiyoruz. Belki tüm uğraşı o çukuru büyütmekten ibaret olabilir bundan ötesi için yürek lazım sadakat lazım bağlılık adanmışlık lazım. Farzedelim kaybettim, seni mi, umudu mu, düşleri mi, …..?
Kaybımın adı ne? Eğer ağlıyorsam gözyaşlarım ıslatıyorsa kirpiklerimi ve ben her defasında sıkıyorsam dişimi bu yenilginin acısından değil. Aynı yolda yürüken yalnızlıkla kalmaktan değil, bu senin artık benimle olmadığını bilmekten doğan bir yenilginin yükünü taşımanın ağırlığından değil. Tek bir seceneği var bunun tek bir cevabı. Hayat boyunca biriktirilen o debelenmeleri sonuca ulaştıracak bir elin kaybına duyulan özlem o kayba duyulan üzüntü ve o kaybın yerini dolduracak başka bir elin olmayacağını hissetmenin hüznü ve hepsinden önemlisi aslında beklenen elin kendini avutmaktan başka bir şey olmadığını anlamanın acısı. Bir beklentinin en büyük hata olduğunu anladığında yüzleştiğin kendinin ne kadar güçsüz olduğunu görmek acı verir ve o acı yüreğini deldikçe gözpınarlarından acının suyu sızar. karanlıktan korktuğun için sığınacağın bir avuntu da yoktur üstelik. çukurda boşuna debelendiğinin kanıtıdır elinde kalan üstelik. Şimdi söyler misin kaybettim ama neyi kaybettim ama kimi?
Kaybımın adı ne?
..
üzüleceğim tabii
herkes kendini yaşıyor
ayrılanların ayrılığından bana ne
gideceksin
olduğun yeri inciteceksin yani
..
İçim acıyor.
Gözyaşı dökemiyorum, içimdeki mutluluğa.
Bir tarafta acım var bir tarafta içimi acıtan mutluluğum
Düşünüyorum, kara, kara.
Düşünmek fayda etmiyor yarama
Buruk bir sevinç var içimde.
..
Göremeyeceğin uzaklıklara bakma
Bugünü yaşamaktansa
Yarına esir olma
Üzüntü, keder ve yası
Başucunda tutmaktansa
Kör bir kuyudan aşağiya
Gönder gitsin
..
Aşk kısa vadeli mutluluk
Sensizlik kısa vadeli üzüntü
Sen kısa vadeli özlenen
Paylaşım kısa vadeli huzur
Vade bitince
Kısa bir ara
Ve yine
..