ÜZÜNTÜ ŞİİRLERİ

ÜZÜNTÜ ŞİİRLERİ

Mehmet Tevfik Temiztürk

Ey Çinli dinle! Bizler zeki Rab kullarıyız,
Üstelik de ölümlü ruh taşıyanlarıyız…

Yapılarımız narin et kemik ve kan gibi,
Duygularımız da var üzüntü, sevinç gibi…

Kimimizde kuvvet var kimimizse çok aciz,
..

Devamını Oku
Mehmet Tevfik Temiztürk

İlk kez giriyor gibi etrafını inceler,
Bildiği yer de olsa olsa kedi, koklar ve girer…

İtimat konusunda insanlık bazen kötü,
Zorba nefisliler var çektirilir üzüntü…

Zeki olduğundan mı etrafını bir yoklar?
..

Devamını Oku
Ahrazi

Ne gâibin denizinden ne de sırlı nehirden,
Seni dilediğim kadar dilemedim kendimi.
Ahh.çektiren bir üzüntü ele verir ya birden,
İsmine öyle giderim ben,dilde can tükendimi.

Umulan bir ufuktur bu,sabâhı tek ve nurlu,
Vatan gibi hayâlin var baş ucumda kalmalı.
..

Devamını Oku
Necdet Uçan

gün geçmiyor ki
bir üzüntü
çöküntü
bir sıkıntı
bir travma yaşanmasın
bizim buralarda
suskunluğumuz ise
..

Devamını Oku
Necdet Uçan

yaşamımdaki
yanılgılarımdan birisi
hayal kırıklığım
sıkıntım
üzüntü kaynağım
yine de
kaybetmeyi göze alamadığım
..

Devamını Oku
Necdet Uçan

sana üzüntü
sana
karamsarlık
sana yası
kötümserliği yasaklıyorum
yakışmıyor sana sevgili
bana da
..

Devamını Oku
Ömer Kurt

Üzüntü, dert ve keder
Mola versinler sonsuz dek
İstemem uğramasınlar sevdamın üstüne
Ta ki dünya yıkılana dek

Ümit ışığım yanık kalsın
Mutluluk kapıma gelene dek
..

Devamını Oku
Murat Şimşek 2

Baharı muştulayan, gamzelerine koy beni,
Ellerin küçücük, sığamam. Umman gibi gönlünle tut beni,
Tatlı bir tebessümle nazar kılıp, mutluluğa sal beni,
Üzüntü, keder bilmesin güvercin gibi titrek yüreğin,
Lisanına sevgiden çiçekleri takıp, bahar mevsimine al beni...

Billur bakışlarında cennet ışığı, her daim nurunla gör beni,
..

Devamını Oku
Emine Genç

-Benim hayatımı sen yazacaksın! Demiştin ya hani, sanki benden önce öleceğini biliyormuş gibi.. Bazen düşünüyorum da, hakkında yazabileceğim, güzel anılar bırakmadın bana. Gerçek ise adına yakışmayacak nitelikte.

Aradan yıllar geçti. Körkütük aşık oluşumu, hatırlıyorum da sana, bu günkü aklım olsaydı, yine aynı şekilde sevebilir miydim bilmiyorum. Durup durur iken aklıma gelişine şaşırıyorum, neden şimdi? Yoksa bulunduğun yerde rahatsız mısın? Helallik mi istiyorsun benden? Keşke bunu kalben başarabilseydim, dilim Allah rahmet eylesin demeye bile varmıyorken, yaşattığın onca acıdan sonra, bunu nasıl yapabilirim, bilmiyorum.

Benim ahımı alma demiştim sana! Ölmeden önce imana geldiğine dair söylentiler var, bıraktığın bir notta, bunu gayet açık bir dil ile beyan da etmişsin, işte buna çok sevindim. Rabbimden sana hep Hidayet diledim, bir de gerçekten aşık olmanı, aşk acısının nasıl bir şey olduğunu tatmanı çok istemiştim. Çok şükür ki, iki duam da kabul oldu.

Şimdi beni çok iyi anlıyorsun değil mi? Ama ne yarar ki, bir gün seni gerçekten affetmeyi istiyorum, Rabbime, samimi olarak bunun için dua ediyorum, kim bilir belki bu duam da, gün gelir kabul olur. Tüm bunları yazarken, kalp sesimi duyduğunu farz ediyorum.
..

Devamını Oku
Ali Lidar

O kadar acı çeker ki insan, canlılar arasında bir tek o kahkahayı icat etmek zorunda kalmıştır der Nietzsche. Ya da buna benzer bir şey işte sarhoşum şimdi bu kadar hatırlıyorum…
Elbistan Şeker Fabrikası’nda çalışıyordu babam. Ortaokul yıllarım.. Ertesi tatil olan bazı günler işyerine götürürdü beni. Orada tanışmıştım Şeref amcayla. Dünyanın en güzel gülen adamıydı. Hafiften de Kemal Sunal’a benzerdi. Cebinde hep şeker taşırdı. Ya da benimle karşılaştığı zamanlarda cebinde hep şeker olurdu, bilmiyorum. Ne zaman beni görse kocaman gülümser sonra cebinden şeker çıkartıp verirdi. Bir keresinde şuna benzer bir şey söylediğini anımsıyorum babamın. “Bu Şeref kadar gamsız adam yoktur. Dünya yansa içinde hasırı yok derler ya, öyle bir adam. Surat astığını gören yoktur. Ne olursa olsun hep güler..”
Bir akşam morali epey bozuk geldi babam. Sordu annem ne oldu diye. O anlatırken ben de duydum. Kendini asmış Şeref amca. Fabrikanın kazan dairesinde…
Kim bilir nasıl acı çekiyordu da bu kadar çok gülüyordu. Dinmiştir ölünce acıları. Ölüm her şeyi sıfırlar..
Yirmi küsür yıl geçmiş üstünden. Cin içiyorum Caner’le beraber. Yan masada birileri Nietzsche’den bahsetti. Duyunca yukarda yazdığım sözü hatırladım. O söz de birden bire Şeref amcayı anımsattı durduk yere. Bellek yavşak bir düşman gibi davranıyor bazen. Canını yakacak şeyleri tamamen unutmana izin vermiyor. Freud’unun da amına koyim bilinçaltınında..!
Haberi duyduğum ilk andan daha çok üzgünüm şu an. Şeref amca için yeterince üzülmemiş olmamın mahcubiyeti bu sanırım. Mahcubiyet böyle bir şey işte. Gecikmeye gelmez. Geciken mahcubiyet ekstra üzüntü ve utançla çıkartır acısını..
Son duble cini Şeref amcanın anısına söyledim. Araya bir de çay sıkıştırdım. Ve şu an kafamda tek bir soru var. Eğer uyumamışsa eve gider gitmez babama soracağım. Şeref amca gülümsüyor muydu ipte sallanırken?
..

Devamını Oku
Birol Akarsu

Fırtınalar kopmasın yüreğinde
Bu dünyada yoksa kavuşmak
Ne sen üzül nede bir üzüntü ver
Aşk denizimiz kabarmasın
Dilimiz lal kalbimiz tutsak
Gözlerimiz kan ağlamasın
Kaburga kemiklerimiz kalkıp inmesin
..

Devamını Oku
Deniz Terzioğlu (Güneşin Kızı)

konuşamıyorum….yine suskun kaldı dudaklarım, kalbim bas bas bağırırken…ne zayıf insanın duyguları, öfke değil aşk…olamıyor…gurur yenemiyor özlemi işte böyle zamanlarda…yine buradayım…genişçe bir kavis çizmiş olsam da bu sefer, o kaçınılmaz açına yakalandım…o kadar eminsin ki beni ayartacağından ve o kadar da haklı….zamanı, mekanı belirsiz ama mutlaka olacak olan güneş tutulmaları gibi, dünyayla benim arama giriyorsun…buz gibi dudaklarını, çatlamış, hatta parça parça ayrılmış, her oyuğun içinde binlerce ızdırap mıhlanmış ve tekrar kanamasın diye üzerleri kabuk tutturulmuş dudaklarıma değdirerek….
ne senaryolar üretmiştim oysa, ne olasılık hesapları yapmıştım bu kez tuzağına düşmemek için….gözlerini gördüğüm an altüst oldular…çoğu zaman ne dediklerini çözemediğim gözlerin…korktuğun anlarda bir kalkan örüyorsun gözlerine, her türlü duygudan yoksun ifadesizce bakıyorsun o zaman…ne sevinç, ne üzüntü, ne pişmanlık, ne gurur…siliveriyorsun gözlerini, baktıkça dümdüz bir ufuk çizgisinden başka bir şeyi andırmayan iki nokta…zaten bir o kadar da uzak oluyorsun o zaman….


Ben de Andy Warhol gibi yıllardır aynı konserve kutusunu mu çiziyorum ne?
yıllardır bitiremedim çizmeleri seni…güneşe koydum, parladın gözümü aldı yansımaların…. karanlıkta bıraktım, orada olduğunu bile bile yokmuşsun gibi …gözlerimi kapatıp çizdim seni…daha da belirgindi sınırların benim gözümden yansıdığında… içini doldurdum çıtır çerez umutlarla, birer birer harcayışını seyrettim, ben, rakımı mezesiz içerken, sen, sevdaları bir bir tükettin …sen hep aynıydın bunca zaman aslında…benim sana yükleyip kaldırdığım anlamlardan bihaber….yalın bir hikaye gibiydin, ağdalı kelimelerle süslemeye kalktım seni….genzime yapıştın….
sen yeni mekanları keşfe çıkacağına, başka insanlarla aynı mekanlarda, yeni heyecanlar aradın yıllarca….ben de seni…. aynı teneke kutuda….
..

Devamını Oku
Devrim Dokdere

Yagarken kartaneleri kentime
Birden üzüntü ve gam çöktü yüregime
Ah bu dokunaklı sancılar, yaralar beni.
Ve daldım uykuya.

Gün şubatı dogurmaktayken,
Sabahın ilk saatlerinde,
..

Devamını Oku
Gülşah Süder Uzunmehmetoğlu

Ne yazabilirim sana dair bilmiyorum ki? Hayattayken ne hissediyorsam,söylemiş içimde tutmamıştım.Her şeyi konuşabilen kaç kişi vardır bilmiyorum.
En çok seninle otobüs seyahetlerini, bilmediğimiz sokaklarda saatlerce yürümeyi severdim. Sessiz gecelerde saatlerce balkonda oturup uzun uzun sohbet ederdik.Bir türlü anlam veremezdin insanların neden böyle davrandığına.İçinde kötülük yoktu ki,sen nasılsan herkes öyle olsun istedirdin, ama malesef olduramadın.Ve hepte anlamsız yere kendini suçlardın; o kadar hassas,o kadar duygusal.
O gülen, yeşil gözlerini son kez açık görmek isterdim. Aslında istemezdim.
En son seni Mudanya iskelesinde geride bırakmıştım.İlla karnımı doyurmak istemiştin, yolda inip puaça almaya kalkmıştın. Kıyamazdın ki.42 yaşında da olsam senin küçük kızındım. Son defa sarıldığımı bilmeden; iki kere sıkı sıkı sarılmış,boynundan öpüp kokunu her zaman ki gibi içime hapsetmiştim.Arkamı dönüp el sallamıştım.Gözlerinde üzüntü yoktu, tam tersi mutlu; ışıl ışıldı. Zamansız bir zamanda sevdiğini karşısında bulmanın mutluluğu vardı.Çünkü gene süpriz yapmış hiç beklemediğiniz bir anda iki günlüğüne kapınızda bitivermiştim.
Eğer o hastane odasında görseydim gözlerini biliyorum ki mat bir yeşil olucaktı.
“Köhne İskele” şiirimde yazdığım gibi; en son bir iskelede bırakmıştım seni.Ama bizim iskelemiz ne kırık ne de şehrimiz silikti.Bana her zaman güç veren güneş ışığı parlıyordu,mis gibi deniz kokusu, gökyüzünde martılar...
Mudanya’ya giderken babannemim mezarlığı gözüküyordu köyünüzle birlikte. Hayıflanmıştım -bir türlü ziyaret edemedim babannemi- diye.Hayat öyle bir şey yaptı ki bana; sen şimdi orada yatıyorsun ve ben hem seni hem babannemi ziyaret edicem.
..

Devamını Oku
Mehmet Ak

Kafamda hafakanlar
Damarlarım gam taşır.
Kaygılarım sabırsız
Umudumla savaşır..

Anam'dır kaygım,tasam
Anadolum'dur derdim..
..

Devamını Oku
Osman Demircan

Kelepçeye ne gerek var. Elim kolum bağlı. Ben yalnızlığa mahkumum. Sen olsan olsan bir gardiyan olursun. Oysa ben bütün zincirleri kırmak isterim. Sen ise sadece hapsetmek istersin beni senin zindan gibi karanlık dünyana. Senin kapasiten budur. Bir mum yaksam karanlığı yok etmek için, rüzgar olursun. Yağmur olursun kara kışta penceremi tıklatırsın. Ben içerde donarım. Anla artık yan yana iki dağ gibiyiz. Aramızda derin uçurumlar var. Bir yol gibiyiz, keskin virajlarla dolu. Bir şehriz, benim semtime uçak uğramaz. Sen ise havalı havalı dolanırsın granit taşlar üzerinde. Sen bir mendilsin çeyiz sandığında, ben de bir mendilim cenaze töreninde. İki ülkeyiz sınır sorunları olan. Ne kadar sınırları zorlasak, o kadar aramızda savaş çıkar. Barışık yaşayamayız bu yüzden. Bir ovayız, aramızdan nehir geçer. Su gibi aksa da zaman, birbirimize kavuşamayız. Ne zaman aramıza bir köprü kursak, hep intiharlarıyla göndeme gelir. Geç öğrenene aptal denir. Geç öğrendim senin ayrı bir dünya olduğunu. Senin dünya görüşüne göre benim hiç önemim yok. Önemli olan aşkımız dersin. Oysa aşkı bu ifade bitirir hiç bilmezsin. Beni hiçe sayarak sevebileceğini sanırsın. Aşkı benim önüme geçirirsin. Aşk yan yana yürümektir oysa. Sen yine beni suçlarsın. Aklımı alıp sonra beni düşüncesizlikle suçlarsın. Aklı olmayanın düşüncesi de olmaz bunu bilmez misin? Şimdi ne kadar kafama vursam azdır. Seni baş tacı ettiğim için. Seni başımın üzerine çıkararak, başıma bela ettiğim için. Bir suç ki keskin bir bıçak gibi ortada durur. Ne katil ortadadır ne maktül. Sonra kan gövdeyi götürür. Polis gelir maktülün dantelli kilodunu görür. Bıçağı saplayan el mi suçludur, kiloda danteli ören eller mi, yoksa kilodu gören gözler mi? Sonra polis maktülü alıp götürür. Otopside maktül anadan uryan soyundurulur. Tekrar kesilir ve dikilir. İlk kesen eller mi suçludur, sonradan kesen eller mi? Dantelli kilodun kumaşını kesen, neyi kimden korumuştur. Maktül hem tecavüze uğramış hem de öldürülmüştür. Maktülün dantelli kilodu çöplükte bulunmuştur ama katil bir türlü bulunmamıştır. Katil çok temiz bir iş yapmıştır. Ölen olur kalan sağlar bizimdir misali bir durum söz konusu olmuştur. Katil aramızda dolaşırken, maktül mezarda çürümüştür. Bir aşk ki bıçak gibi keskin. Ya bu aşk beni yaralar ya da seni öldürür. Bizim ilişkimiz kanla biter. Ne bu aşk beni yaralasın sen suçlu ol ne de bu aşk seni öldürsün ben katil olayım. Bırak ayrı yaşayalım. İki cenaze gibi yan yana durup milleti ağlatacağımıza, iki göz gibi yan yana durup halimize ağlayalım. İki gözün gözyaşlarının aktığı yolların ayrı olması gibi biz de üzülmemize rağmen yollarımızı ayıralım. Yeni bir hayata göz kırpalım. Bir cep telefonu çalınan da üzülür, çalınan hayatların mağdurları da üzülür. Bu iki üzüntünün adı aynı olsa da derecesi farklıdır. Sen cep telofonun çalındığı için üzülürsün. Ben hayatımı çaldığın için üzülürüm. Sen o telefonu bulsan da artık beni bir daha arayamazsın. Üzüntü farkıyla yollarımız ayrı düşmüştür. Senin cep telefonunda benim eski numaram olsa da, yeni numaramın son rakamları kapı numaramın sayıları olmuştur. Sana kapıları kapadığıma göre, beni aradığında telefonu niçin açayım sana. Elimin değdiği her yerden, elimin tersiyle seni kovmuşumdur. Şimdi gelip ellerimi öpsen de nafile. Nefret günleri sona ermiş, şeker bayramı olmuştur. Seninle ayrılalı beni çocukça sevinçler bulmuştur.
..

Devamını Oku
Şamil Akay

Bazen vazgeçmen gerekir. Kurduğun hayallerin üzerine çizik atman gerekir. Bazen canın çok yandığı halde susman gerekir. Ya da gece yarısı birdenbire ağlamaya başladığında sesini duymasınlar diye yüzünü yastığa bastırman gerekir. En kötüsü de o değil midir zaten. Gizli gizli ağlamak, göğüs kafesinin tam ortasına yerleşen ve bir türlü yok olmayan o ağırlığın daha da artmasına sebep olmuyor mu?
Bazen kalabalık bir arkadaş ortamında üzüntünü belli etmemen gerekir. Ya da babasıyla birlikte eğlenen bir çocuğu gördüğünde gözlerin dolmamalı. Hem bazılarımız o kadar şanslı doğmuyor, biliyorsun. Ne kadar yalnız olduğunu kimse fark etmemeli, böylesi daha iyi. ” Keşke beni de böyle seven insanlar olsa” cümlesini kimse duymamalı.
Bazen sevdiğin insanın seni ne kadar çok üzdüğünü düşünmemen gerekir. Zamana bırakmak en iyisi derler. Zaman her şeyin ilacıdır sözüne inanmamalısın. O söz sadece uydurma. Zaman hiçbir şeye ilaç olamıyor, sadece yaşadıklarına alışıyorsun. Bir nevi uyuşturucu gibi bir şey oluyor senin için. Unutmuş gibi yapıyorsun ama unutmuyorsun, üzülmemiş gibi davranıyorsun ama üzülüyorsun. İşin en kötü tarafı kimse üzüldüğünü anlamıyor. Anlıyor da umursamıyor da olabilirler. İnsanlarda bencillik denen şey olmasa keşke.
Bazen seni mutlu eden anıların şefkatli kollarına sığınman gerekir. Hem iyi şeyleri hatırlamak gülümsetir belki seni, kim bilir. Bazen biriktirdiğin fotoğrafları yakman gerekir. Unutmak için yok olması gerekir bazı şeylerin. Bazen bir mekanda duygusal bir şarkı işittiğinde aklına o gelmemeli. Hatta onunla ilgili hiçbir şey gelmemeli. ” Keşke yanımda olsa” gibi özlem dolu cümleler sarf etmemelisin. Çünkü bu hiçbir şeyi değiştirmiyor. Sadece üzüntü kat sayını arttırıyor. Bitmiyor, sadece bazen belki güneşli bir günde veya kalabalık bir gecede geçtiğini sanıyorsun ama geçmiyor esasında. Alışıyorsun zamanla.
Bazen en yakın arkadaşının sana karşı birdenbire yabancılaştığını fark ettiğin zaman üzülmemen gerekir. İnsanların gidişine engel olamıyorsun bir süre sonra. Dört duvar arasında sıkışıveriyor yalnızlığın, duvar saatinin tik tak sesi eşlik ediyor yalnızlığına. İşin kötüsü ne biliyor musun? İnandığın her şeyin yalandan ibaret olduğunu fark etmek. Hiçbir zaman istediğin gibi olmadı her şey, biliyorsun. Ya bir şey eksikti hayatında ya da sen yabancıydın etrafındaki olaylara.. Sustukça birikiyor içindeki kelimeler ve farkında olmadan çığlık çığlığa büyüyor sessizliğin. Ve bir sabah o çok inandığın uğruna ömrünü feda edebileceğin hayallerin, koca bir yalandan ibaret olduğunu fark ediyorsun.. Ondan sonrası mı? Yazmaya gerek yok.
..

Devamını Oku
Kubilay Enginol

Biliyorum
Sen, gelince
Ayrılık korkusu sinecek içimize
Biliyorum
Gözlerinden sevgi akacak yüreğime
Ellerini birdaha hiç
Bırakmıyacağım
..

Devamını Oku
Nalan Uzer

Bir cenaze kaldırıyorum bugün yüreğimden
Namazsız niyazsız rastgele gömüyorum

Dirhem acı dirhem üzüntü hissetmiyorum
İçimde soğuk yeller esiyor
Çok bile yaşadı biliyorum
Gereksiz tahammülüme
..

Devamını Oku
Ali Kemal Altan(hitabi)

Gam ile yükümü tuttum
Hicranına kervan olduk
Feleğin çarkına düştüm
Mihnetine mihman olduk

Hitabi irfan yolumuz
İnsanlığın aşk dalıyız
..

Devamını Oku