ardımızdan koşup geliyor işte
masum bir çocuğun ürkek bakışları arasından
çığlık çığlığa ağlayan bir geçmiş portresi
içimizden günler geçerdi
tüllenen hayallerimizden huzmeler
kalbimizin yalın duygularından yalnız başına
belleklerimizin zembereklerinde kıvranan saatler son kez
terk edilen gölgeliklerde unutulur, uyuya kalırdık zamanla
öyle cılızdı ki çıldırışlara dayanamayan küçücük bedenlerimiz
hücrelerimizin köşelerine sinen korkularla ezilirdik
içimizde bir çocuk nasıl da kıvranırdı hıçkırırdı
dünyayı ayağa kaldırmak istiyormuş gibi
gözlerini açtığında kapanırdı gözlerimiz zamanla
yeni bir sabahtı kucağımıza dökülen
olgunluğuna ermiş akıl terini ortaya koymuş
kapılar, odalar, evler, sokaklar, meydanlar .
toprağa dönüştürmüştü gurbeti
hüzünlü ikindiler, kızıl akşamlar, koyu geceler
yeni başlayan ayın yolculuğu gittiğimiz yere zamanla
taze nefes savururduk sine ocağından
zamana kayıt düşürmek için
yer yok, gök yok
gölgesi düşerdi dökülürdü ayakuçlarımıza
közlerimize üfleyerek alazlanırdı ateş
sırrı ısıtırdı muradına baş koyduğumuz her geceyi zamanla
vuslatlar asılırdı zülfünün kara kerpiçten duvarlarına
aynalarda hayat bulurdu güneşe nispet sevdalar geceleyin
ışıklar saçılırdı yüzünden bahtımıza
hayallerimizin rüyalarımızın zifiri karanlığına
tutuşturulurdu ellerine kıyametten evvel bir kıyamet
yusuf diyarının hasretliğine eş
nehirlerce akardı ezeli özlemler zamanla
anlamlı vedalara terk edişlere alışmıştık
bir yolcunun sessiz uzun bekleyişleriyle birlikte
pencereleri küçücük evimizin camlarından sarkardı
bir gecenin arka sokağına ay
keşişlere has hüznünü de yanına alarak
çiselerdi yağmur ve de giderdi her şey zamanla
kar üzerine gül desenli hayaller çizebilmek için
sırlar sırrına bir nebze erebilmek için
kesik ritimli öksürüklerin mecalsizliğinde ince hastalıklarımız
eski aşklar gibi sevinç sevinç rüyalar gösterirdi
taze sevdalar gibi püfür püfür eserdi zamanla
ümidimizi yitirirdik pusatsız bırakırdık heyecanlarımızı
günahları gizlenmiş şeytanlara çaldırırdık ruhlarımızı
ecinni dansların kıvılcımları sıçrardı üzerimize
yıkardık eski ve yeni ahitlerimizi
kaybederdik zamanı eskirdik zamanla
kutsal vadilerde nalınlarımız olurdu
parlayan yıldızlarımızdan elif lam mimler düşerdi
yağmur suretinde yağardı tertemiz yüreklerimize
hep bir sancı saplanırdı hezeyanlardan
devşirirdik cennetleri en nadide toprağından zamanla
yıldızlar ülkesinin ululuk burcundan
arzularımızın sadakları incilerle dolardı
nurlarla aydınlanırdı yüzlerimiz
sevinçle parlayan ışıklar vururdu hislerimize
şeref çınarlarımız yeşile boyanırdı zamanla
saçlarımızın kırık bir tarakla tarandığı zamanları özler dururduk
camlarından güneşin bolca sızdığı renkli cıvıl cıvıl evlerimizi
severdik en çok masallar ülkesinin o çok tatlı prensesini
o sevgilerin kucağında büyürdük zamanla
dengesiz dalgalar vururdu kıyılarımıza
zamansız fırtınalara tutulurduk sersefil
kopmayan ipiyle darağaçlarına asılırdı gençliğimiz
gelecek kervanları bekleye bekleye yitirirdik umutlarımızı
aysız gecelerde katran kazanlarına atılırdık zamanla
kırlaşan saçlarımızın ne olduğunu geç fark etmiştik
hakkında düşündüklerimiz ne kadar da yanılgılarla doluymuş
bir kıyamet zamanı kadar bir kıyamet dolusu
yarınsız hesapsız…şimdisiz sevmiştik
halbuki sitemler gecenin soğuğunda yıldızlar kadarmış
aslında ayrılıklar boşlukta kaybolmakmış zamanla
içimiz yanardı koca yanardağ gibi
ağaçta dal, ateşte alev sarsılırdı
acı bir zerre alev kadar yakıcıydı gerçekler
bir cehennemi yatağından bulup çıkaracak kadar zamanla
her şey ama hiçbir şeyle de aynı olmuyordu işte
zamanlardan farklı sadece geçmiş
sadece sonsuz bir anıymış yaşananlar
birbirine eşit her şey önce ve sonrası
bir varmış bir yokmuş zamanla
perdeler bir açılıp bir kapanırdı hayaller sahnesinde
bütünüyle ruhumuzda izler bırakıp
siyah-beyaz bir filmin silik görüntüleri
her an yanımızda ellerimizle tutuşmuş sanki
hiç sönmeyen sıcaklığıyla kalbimizin içlerine işlerdi
öylesine zihnimize nasılda çökerdi zamanla
üst üste kaç kez güneş nereden doğardı
üst üste kaç akşam nereden batardı
unutmakla geçerdi vakit
bitmez geçmez denilen niceleri
karanlığa alışkın kendisini bekleyen kaç ışık
üzüm renkli dalların üzerinde kaç gök
bir adının da yalnızlık olduğu hayaller
üst üste kaç ölümle biterdi zamanla
ölümün ne anlama geldiğini bilemeyecek kadar cahildik
cahildik diyorum ya, değilmiydik yoksa
kaç dost kaç arkadaş kaç sevenimiz kaldı yanımızda
onlarsız olmaz dediğimiz onlarsız uyuyamadığımız
yok olan her şeyle birlikte
çocukluk hakkımız da yok oldu zamanla
redfer
Kayıt Tarihi : 22.4.2018 13:34:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!