Evvel zaman icinde, kalbur saman icinde, cok guzel bir ulkede mahalleler varmis. Bu mahallelerin cocuklari birbirlerini cok severlermis. Disaridan gelen parolali bir isliga ucarak asagi iner, beraber olacaklari anlari iple cekerlermis. Kavga etseler de kin tutmaz,her gun yeniden dunyalar kurarlarmis.
Herkeste paylasma duygusu, sevgi ve arkadaslarini kollama duygusu yavas yavas gelisirmis. O zamanlar cocuklar okula servis ile degil, kosebasinda bulusarak giderlermis.
Onlarin yolunu gozlememis evdeki bilgisayar, sehrin en iyi dersanesi, hazirlik kurslari. Bilmezlermis; hamburgeri, MTV'yi,Interneti, cep telefonunu, tetrisi, nintendoyu...
Eve gitmeyi unutmayi, hava kararinca dayak yemeyi, sonra bir islikla tekrar asagiya kukali saklambaca kacmayi.
Bilirlermis o hakkinda turlu seyler soylenen evdeki garip adamdan korkmayi, kusmeyi, ayni kiza asilmayi, torbalarla misket toplamayi, gicir kostek ayirmayi, degis tokus kaybedince kapisi, Teksas'i, Tommiks'i, Konyakci'nin dislerini...
Ic ice konan naylon toplari, tastan kale direklerini.Uc korner bir penaltiyi.Uzerine apartman yapilan top sahalarini, sonra o apartmana tasinan yeni dostlari ve onlari kapma yarisini...
Evlerin arkasindaki odun komur depolarini. Yakar topun yakisini.Mantarli gazoz kapaklarini, yaldiz kazimayi. Yandaki mahalle ile alinan kavgayi, her kavganin cikardigi kahramani-odlegi.
Kan kardesligini, ip atlama, lastige basma, topac virtiozlugunu, celik comagi, kirilan camlari, toplanan paralari... Acik hava sinemalarini, frigo buzu...
Sonra zamanla bu guzel ulkede durumlar degismeye baslamis. Yaslar ilerledikce bu birliktelik, koruma kollama duygulari bu mahallenin cocuklarinin baslarina cok isler acmis.
Daha sonra issizlik, hayat pahaliligi, enflasyon, koseyi donme, adamini bulma,mali goturme falan derken, herkes yuzunde soluk bir bakis, icinde hayatin yenilgisi, caresizlikleri,tatminsizlikleri ile basbasa kalmis.
Cocuklari mi? Cocuklari simdi koca koca apartmanlarin arasinda, nefes alinmaz bir havada, evlerinde, sanal bir dunyada, emniyet icinde ve yalniz yasiyorlar. Anneleri babalari onlari cok seviyor.
Beta kapmasinlar diye kalabalik ortamlara hic sokmuyor.Hafta sonlari hep beraber Karum ya da Galleria'dalar. Okul servisleri cocuklari neredeyse yataklarindan aliyor.çocuklar trafik kaygisiyla, kosedeki markete dahi gonderilmiyor. Babalar sirketlerin bilancolarini,cocuklar da dersane reytinglerini izliyorlar.
Hepsi birer test uzmani, sayisal-sozel yuvarlanip gidiyorlar. Seksek oynamayi degil ama taban puanlari cok iyi biliyorlar. Hayata acilan pencereleri Windows 95, 98... Onlar ekrana, ekran onlara bakiyor ve koca bir hayat disarida akip gidiyor...
Ve sehrin disinda agaclar; tirmanacak, salincak kuracak, kalp kaziyacak mahalle cocuklarini bekliyor. Paylasmayan, yalniz, bencil, kafesler icinde, gurbuz, guvendeki cocuklari...
Hic sopa yememis,agactan dusmemis, topu yandaki bahceye kacmamis,dizlerinde yara kabuklari olmamis cocuklari...
Çabuk olsun, çabuk başlasın isterim ne başlayacaksa. Sabırsız, fütursuzum... Çok önemsemem ne düşündüğünü ilk anda... Bu benim ve bu benim düşüncem... Sonrası zaten zevk-ü sefa derler ya.... Seç seç al, ne istersen gönül bahçemden... Kasmanın, kastırmanın, kasılmanın ne faydası var? Birden olmalı her şey... Aniden... Hızla, yıldırım hızıyla... İşi de gücü de, gülmesi de ağlaması da.... Beklemenin, bekletmenin ne faydası ve yaşamın? Ertelemeden... Hemen, hemen, hemen... Yarın belki geç olabilir her şey için... Gidebilirim, sen gidebilirsin, yağmur yağabilir, kar yağabilir, hava soğuyabilir, hazan olabilir. Hasta olabilirim, başkası olabilir... Şimdi, hemen şimdi... Ne olacaksa... Olmadı mı? Olmasın ne yapalım. Olmadı der geçer gideriz... Tarih uygun yeri buldurur her insana...
Hüznüme, sevincime, çoşkuma ayak uydurabilecek misin? Deli misin sen? Biraz deli olman lazım beni anlaman için.... Ne akıllılar gördük deliden beter, ne deliler vardır, her şeye aklı yeter. Yaparım ben hep bunu... Bazen deli gibi bakarım uzaklara. Dalgalara, seslere kulak veririm. Delicesine kaptırırım kendimi, kemanın sesine, telin tınısına, sanatçının söylemesine.... Aklım firar eder, dağlara kaçarım. Yalnızlığıma kaçarım belki. Var mı delilik sende de biraz, benim gibi delicesine dökülmek için yollara?
Hep acıkırım, açlık, doyumsuzluk perişan eder... Hep özlemi vardır ama her şeyin ayırmam ki.... Şimdi konu sensin... Ekmek gibi acıksam, su gibi,susasam sana... Yesem doymasam seni, ya da verdiklerini, kıymetlerini... Sen de alsan biraz benden, istersen tabii... Açsan bana, işte olmazsa olmazı bu... Pencere de bu kapı da... Girebiliyorsan birlikte buyur, bakabiliyorsan bak...Birlikte.. Dolandırmanın bir anlamı yok bu lafları, benimle ölme, benim için ölme, yaşa, yaşamak iste.. İste ki mutlu edeyim, mutlu olayım... Anla, dinle sev sev sev...Çok sev... Bulunmaz hint kumaşıymışız diye düşün, kırk yılda bir gelen, bir yıldız, bir misafir... Kaşık gibi uyumayı iste benden, terini silmeyi, önünde diz çökmeyi... Sevgin, sevgim için, ama gerçekten iste laf olsun diye değil...
O kadar da basite indirme hiçbir şeyi, uzun soluklu bak... 50'sinde dünya seyahatini, 60'ında sahneye çıkmayı, 70'de zeytin dikmeyi, 80'de keman çalmayı, 90' ında çocuk yapmayı düşün... Yaparsın yapamazsın başka... Gerçekten iste bunları... Delice mi geldi? Yapma lütfen... Ya plansız yakalanırsam 60' ında boşluk da hissedersem kendimi? Ya yetmişin de otur şu köşeye diyenler olursa bana? Ama ben bu değilim ki.... Bilmem lazım önceden yapacaklarımı...En incesinden...
Sanma ki çok da planlıyım, o kadar değil... Ama ana hatlarıyla bilmem lazım her şeyi... Yapacaklarımı, istediklerimi... Belki yapamam, yarım kalır, ulaşamam, en azından düşünüyorum ya... O da yeter... Kendimi mutlu hissederim böyle... Ha bir de plansız yaşarım... Çaya giderken çorba içmek gelir mi senin aklına? Benim gelir çok da severim...Birden gelişeni, iyiye değişeni, deniz derken dağa çıkmayı, yakına derken uzağa gitmeyi, birden karar değiştirmeyi... ama en doğru kararı vereceğimi bilirim hep... Zordur ayak uydurmak bana hem de ne zor.. Alışabilir misin bunlara, pervasızca? Sorumluluktan kaçmadan sorun çıkarmadan ama...
Sevmem de ağırdır, kızmamda benim. Ölürüm uğruna, gözüm hiçbir şey görmez sevdim mi yandım mı tutuldum mu... Ölürüm ölürüm... Gecem, gündüzüm, sazım sesim meleğim, bebeğim olur benim sevdiğim... Eşim, yoldaşım olur, neyim varsa, neysem onundur... Yaparım her şeyi biz için... Ama biz için, biz olabilmek, biz diyebilmek için... Paylaşmak,üretmek birlikte zevkleri, keyifleri, üzüntüleri... Küstürmeden götürmek geleceğe, üzmeden, düşürmeden, örselemeden sevdayı... Sevdalı yanarak, yaşayarak, bakarak, severek, hissederek.. Kesintisiz aşk benimkisi; çabuk biten değil...
Hüzünlerim de vardır benim; ağlayana, koşana, düşene, ayrılana, ağrıyana, acı çekene, hastaya, sağlama, sakata... Müziğe, resime, denize, dağlara, taşlara... Kaşlara, gözlere... Kaçmalara, koşmalara, durmalara... İçindeyimdir hayatın... Çalan müzik de kavalım, dertli türküyüm, oynak havayım, efeyim, Köroğlu, Karacoğlan misali...
Kırk yılda bir gelenim ben... Her zaman gelmem... Gelemem... Gelmek istesem de bir dahası yok bunun... Kırk yılda bir böyle olurum... Kolayı da istemem öyle, rast gele, el yordamıyla değil, göre göre, diye diye, tuta tuta... Göğüslerim, ararım, severim ne seversem, ne yaparsam, ne istersem, ben gibi...Benim gibi...
Uzağı, yakını, bugünü, yarını, her şeyi... Müziği, resmi, yemeği çayı... Ve seni... Evet evet evet seni... Hemen istiyorum... Geleceksen bana benim gibi koşarak çoşarak; Sevginle, duygunla fırtınanla, gözyaşınla, isteklerin umutların, aşkınla... Heyecanınla, şehvetinle, erkekliğinle... Korktun mu? Kork tabi! ... Beni sevmek yürek ister... Bende olmak gönül ister... Beni bulmak emek ister... Yapabilecek misin,verebilecek misin bunları?
Bir varmış bir yokmuş,uzak ülkelerin birinde, dağların doruklarında güzeller güzeli Dağ Fulyası yaşarmış. Baharın ilk belirtileriyle uzun kar uykusundan uyanır, güneş sıcaklığını iyice hissettirmeye başladığı günlerde tomurcuklanır, yaz boyunca da çiçekleriyle çevresine binbir renkler saçar, kokusu ile, güzelliği ile, güzelliğinden çok o mahçup saf duruşu ile herkesi kendine hayran bırakırmış.
Doğa ananın da en sevgili yavrusu, herşeylerden sakınıp gözettiği en nadide çiçeği imiş bu Dağ Fulyası. En yakın arkadaşı Nergis'le sıcak yaz günleri boyunca gülüşürler, oynaşırlar, bütün doğayı neşeyle donatırlarmış. Fulyacık Nergis'ini çok sever bir dediğini iki etmezmiş. Elinden gelse tüm dünyasını Nergis'le paylaşmak istermiş.
Nergis de çok güzelmiş ama Fulya'nın saflığına karşı son derece kurnaz, işveli, cilveli, bir kızmış. Fulya'yı çok sever, onunla arkadaşlığını sürdürmek için kendini ona benzetmeye çalışır, ama içten içe de Fulya'nın herkes tarafından sevilmesine tahammül edemez, herkes kendini daha çok sevsin istermiş.
Fulya'nın tüm çiçekleri sabırla dinleyip, hepsine yardım etmek istemesine, herkese çözüm getirmeye çalışmasına hayret edermiş. Çünkü, Nergis çiçek için doğadaki en önemli şey kendisiymiş, kendi duyguları kendi düşünceleri, herkesin, herşeyin üstünde imiş. Fakat Fulya'ya özel bir değer verir, onun hayranı olduğu saflığını korumak için olası tüm kötülüklerden sakınmak istermiş.
Fulya ise hep tebessümle karşılarmış Nergis'i zira, Doğa annesinin de aynı koruyucu kollayıcı davranışlarına alışık olduğu için Nergis'e ayrıca çok güvenir, inanırmış. Bu arada aşağılarda, dağların, vadilerin ötesindeki ovalarda ise Bahar Rüzgârı yaşarmış...
Bu rüzgârın en sevdiği iş, ovanın tüm çiçeklerine gezip gördüğü yerleri anlatarak onlara yeni heyecanlar, yeni ufuklar göstermek ve onların hayranlığını, sevgisini kazanmakmış. Birbirinden değişik ilginç öykülerle çiçeklerin gönlünü çelip en masum görüntüsünü takınır en hoş sesiyle onlara birbirinden güzel şarkılar söyler, eğlendirirmiş. Çiçekler kendilerinden geçip, hayranlıkla onu dinlerken, o fark ettirmeden çiçek tozlarını alıp koynunda gizlediği kutusuna atarmış.
Bahar Rüzgârı, bu çiçek tozlarını karıştırıp bir gün kendine en güzel kokulu, en güzel renkli çiçeğini oluşturacağını hayal eder yüreği bu hoş beklentiyle çarparmış. Fakat aldığı her çiçek tozundan sonra yine bir eksiklik hissedip daha güzel, daha ışıltılı, binbir renkli, çok daha güzel kokulu çiçekler aramaya çıkarmış.
Rüzgâr, bir gün yine bu amaçla ovadan ayrılıp vadiye doğru yola çıkmış. Vadiye geldiğinde birden çok farklı bir çiçek kokusu hissetmiş, etrafına bakınmış ama görememiş.Çünkü koku yukarılardan geliyormuş. Başını kaldırıp dağa doğru bakmış. Tepelere yaklaştıkça kokular daha da yoğunlaşırken içlerinden ayırt edici bir koku tatlı tatlı başını döndürüyor, onu daha yukarılara çekiyormuş. Sonunda onu görmüş. İlk önce heyecandan yanına yaklaşamayıp uzaktan seyre dalmış.
Fulya çiçek olacaklardan habersiz pervasızca çevresindeki arkadaşlarıyla şakalaşıyor, çocuklar gibi neşeli kahkahalar atıyor, gülerken gözlerinin içi gülüyormuş. Rüzgâr nasıl olup da bugüne kadar çevresine eşsiz ışıltılar saçan bu çiçeğin varlığından habersiz yaşadığına hayret etmiş. Hemen harekete geçmeye karar verip hafif hafif Fulya'nın etrafında esmeye başlamış. Bir yandan da bildiği en güzel şarkıları söylüyormuş. Fulya bu beklenmedik hoş esintiyi heyecanla karşılamış, kendine yeni ve çok farklı bir arkadaş edineceğini hissetmiş. Çünkü arkadaşı Dağ Rüzgârının keskin esintisine karşı Bahar Rüzgârı tatlı bir meltem edasıyla yapraklarını okşuyor, yıpratmadan dinlendiriyormuş. Güzeller güzeli çiçek, rüzgârın coşkulu, tutkulu heyecanlı sesini büyük bir hoşnutlukla dinlemeye koyulmuş...
Rüzgar, Fulya'ya ovadaki güzellikleri, gezip gördüğü yerlerde duyup işittiği ve yaşadığı ilginç hikayelerini anlatırken onun da başını döndürüp çiçek tozlarını alacağı anı hayal ediyor ve yüreği bu anın heyecanı ile deli gibi çarpıyormuş. Fakat kendindeki bu yeni duygulara kendide şaşırıyor, Fulya çiçeğin tüm dünyasını merak ediyor, daha yakından tanımak için çırpınıyormuş. Bu nedenle çiçek tozlarını almak için biraz daha sabredip Fulya ile arkadaş olmaya karar vermiş.
Rüzgâr, Fulya çiçeğin dünyasına girdikçe hayranlığı daha da büyümüş, onunla konuşmak, onun fikirlerini duymak, kendini dinlerken hüzünlü hikayelerde hemen buğulanıveren gözlerine dalıp gitmek, neşeli hikayelerde kahkahalarına karşılık vermek Rüzgarda tutkuya dönüşmüş.
Fulya'nın kokusu renklerindeki saflık, konuşmalarında kendini hissettiren bilgeliğini, çocuksu ifade tarzı, hele sesindeki o içine işleyen ince tını bugüne kadar hiçbir çiçekte rastlayamadığı özelliklermiş. Fulya ise dinlediği o harika hikayelerle, kendini dünyanın her yerine götürdüğüne inandığı bu yeni arkadaşı yüzünden tüm arkadaşlarını ihmal etmeye başlamış. Zamanını hep Rüzgarla beraber geçirmek istiyormuş. Zira Rüzgâr öyle güzel konuşuyor ve o kadar çok şey biliyormuş ki, Fulya'nın dünyası yepyeni renklerle bezeniyormuş.
Günler geceler boyu birlikte konuşmuşlar, gülmüşler, ağlamışlar. Bahar Rüzgârı Fulya'nın bütün güvenini kazanmış. Fulya bu arada Nergis'i ihmal etmemeye çalışıyor onada rüzgâr'ın anlattıklarını anlatıyor ve ikisini tanıştırırsa birlikte harika bir dünya kuracaklarını çok eğleneceklerini söylüyormuş. Nergis, Fulya'yı ilk kez bu kadar heyecanlı görüyor ve onu bu kadar etkileyen birini çok merak ediyormuş.
Rüzgâr ise çiçek tozlarını aldığı takdirde Fulya'nın arkadaşlığını kaybedeceğini bildiğinden bu çok istediği, beklediği anı sürekli erteliyormuş. Fakat aklında da yaratacağı o muhteşem çiçek olduğundan dağdaki diğer çiçeklerle arkadaşlık kurup, onlarada aynı hikayeleri, aynı şarkıları anlatarak başlarını döndürüyor ve çiçek tozlarını alıp saklıyormuş. Bir gün Fulya, Rüzgâr'ın tüm yaptıklarını görmüş. Fakat çiçek tozlarını saklamasını anlayamamış. Zira çiçek tozları, çiçekler için hayati önem taşıyormuş.
Tüm çiçek arkadaşlarının ertesi baharlarda yeniden canlanıp gün ışığına kavuşmaları için bu tozların yeniden toprağa düşmesi gerekiyormuş. Oysa rüzgâr onları kendine saklayarak çiçeklerin ömürlerini sona erdiriyormuş. Fulya çok üzülmüş, onun derin düşünceli hali Doğa annesini de endişelendirmiş. Bu arada Fulya, istemeyerek Bahar Rüzgârı'nı Nergis'lede tanıştırmış. Ama Nergis'in çok akıllı olduğunu ve Rüzgâr'ın büyüsüne kapılmayacağını düşünüyormuş. Oysa Rüzgâr, Nergis'in ışıltılı renklerini öyle bir övgülerle anlatmaya başlamış ki.. Hele Rüzgâr'ın şarkılarında ki, o heyecanlı sesi duyunca Nergis de tüm diğer çiçekler gibi büyülenmiş ve çiçek tozlarının gitttiğinin farkına bile varmamış.
Fulya büyük bir korku ve üzüntü ile olanları izliyormuş. Hemen evine dönüp Rüzgâr'a, evinin tüm kapı ve pencerelerini sıkı sıkıya kapatmış. Rüzgâr, Fulya'nın olanları gördüğünden habersiz, kendinden emin bir şekilde büyük bir kibir ve iki yüzlülükle Fulya'nın evinin önüne gelmiş. Her zamanki gibi Ona ne eşsiz bir çiçek olduğunu, kokusuyla onu büyülediğini, çok uzaklardan bu koku ile kendisini çekip getirdiğini en etkileyici sesi ile söylemeye başlamış.
Fulya çok büyük üzüntüler içinde perdenin arkasından sessizce Rüzgâr'ın anlattıklarını dinliyormuş. Rüzgâr, kapıların açılmayışına anlam verememiş. Tekrar Fulya'ya ne kadar çok değer verdiğini söyleyip en hüzünlü sesiyle ona şarkılar söylemeye devam etmiş. Fulya, gözyaşları içinde kapılarını açmadan Rüzgara her şeyi gördüğünü ve yaptıklarını çok yanlış bulduğunu, çiçeklerin yaşamlarının sürekliliği için o tozlara ihtiyacı varken kendisinin büyük bir duyarsızlıkla, herşeyi önceden planlayarak tozları çaldığını söylemiş.
Rüzgâr, Fulya'nın tepkisini çocukça ve anlamsız bulmuş. O tozlara kendi mükemmel çiçeğini yaratmak için ihtiyacı olduğunu Fulya'ya anlatmaya çalışmış ama Fulya onun yaptıklarını asla anlayamayarak bencillikle suçlayınca büyük bir kızgınlıkla oradan uzaklaşmış. Nergis ise olanlardan habersiz Rüzgârla arkadaşlığına devam ediyormuş. Rüzgâr kendi mükemmel çiçeği için sakladığı tozları arasında Fulya'nın eksikliğini içinde duyarak, kutusunu açmış, bir daha ki bahara kendi muhteşem çiçeğini oluşturmak amacıyla çiçek tozlarını toprağa serpmek istediğinde birde ne görsün tozların hepsi kutunun içinde günlerce havasız kalmaktan bozulup küflenmemiş mi?
Rüzgâr, her çiçek tozunun kendi doğal ortamı içinde sadece ait olduğu çiçek olarak yaşayabileceğini çok geç anlamış. Yinede büyük bir kibirle doğanın kanunlarına karşı geldiğini binlerce çiçeğe sonbaharı yaşattığını görmezden geliyor, diğer yandan içinde Fulya'nın yokluğundan kaynaklanan büyük bir boşlukla tüm hedef veamaçları tükenmiş bir şekilde avare esip duruyormuş...
Fulya, gördüklerine yaşadıklarına dayanamıyor büyük acılar çekiyormuş. Hele bir dahaki baharda hiçbir arkadaşının olamayacağını düşündükçe, Nergis'inin bile Rüzgâra kapılıp gittiğini görmek, onu kaybettiğini bilmek Fulya'nın büyük üzüntülerle hastalanmasına neden olmuş. O incecik zarif boynu bükülmüş, günden güne sararıp solmuş. Doğa anne üzüntüsünden ne yapacağını bilemiyor en değerli yavrusunun gözünün önünde eriyip gitmesini, hastalıktan ölecek hale gelmesini önleyecek çareler arıyormuş. En sonunda aklına çok güzel bir fikir gelmiş. Hemen Dağ Fulyası'nın yanına gelerek, onun vaktinden çok önce uyumaya başlaması gerektiğini söylemiş.
Fulya çiçek derin üzüntülerle minicik yüreği çok yorgun olduğundan henüz daha bahar aylarında olmasına rağmen annesinin kollarında kolayca uyumuş.. Günler haftalar aylar boyunca hiç uyanmamış.. Böylece tüm yaz ve sonbahar aylarını uykuda geçiren Fulya bir gün kulağında Doğa annesinin tatlı mırıltılarını duyarak gözlerini açmış. Yüreğinin nedenini henüz bilemediği büyük bir huzur ve mutluluk ile dolu olduğunu hissediyormuş. Gördüklerini anlamaya çalışıyor, muazzam bir beyazlığın ortasında gözleri kamaşıyormuş.
Adeta tüm evren, bu güzel ve cesur çiçeğin yüreğini huzurla doldurmak istercesine büyük bir sessizlik içindeymiş. Karların Prensi ise büyük bir şaşkınlıkla kardan pelerinin altından adeta yüreğini delip çıkan bu çiçek karşısında nefesi tutulmuş, gözlerine inanamayarak bu güzel çiçeğin yaşama yeniden gülümsemesini izliyormuş. Hayatında ilk kez böylesine güzel bir çiçekle karşılaşmış. Zaten zavallıcık hayatı boyunca hiç çiçek bile göremiyormuş ki, kış boyunca doğadaki tüm canlılar kış uykusuna yatar, her yer derin bir sessizliğe gömülürmüş. Fulya da doğaya böylesine muazzam güzellikler veren ve büyük bir huzur içinde uyumasını sağlayan karlar prensine mutlulukla gülümsüyormuş.
Tüm ruhu ve incecik zarif gövdesi ile sadece karlar prensine yönelmiş, gözleri sadece onu görsün, yüreği sadece onu duysun istemiş. İşte; o günden beri tüm doğa, Dağ Fulyasına KARDELEN demeye başlamış. Zira, karları delip yeryüzüne çıkabilen tek çiçek Kardelen olmuş. Karların ve Karlar Prensi'nin tek çiçeği... Kardelenle Karlar prensi birbirlerine hiç beklemedikleri bir anda kavuşmanın sevinci ile sonsuza dek büyük bir mutlulukla yaşamışlar... (balca'dan alıntı)
Kardelen çiçeği, etrafındakilerin dostlarının anlatımıyla güneşe aşık olur.Aslında hayatında güneşi hiç görmemiştir. Çünkü bilir ki güneşi gördüğü an canından olacaktır. Ama bu aşk içinde öyle büyür öyle büyür ki artık dayanılmaz bir hal alır ve Allah'a dua eder,bana bir defacıkta olsun güneşi görmeyi nasip et diye. Ve bir gün dayanamaz Allah'ın huzuruna çıkar ve şöyle der; 'Allahım güneşi görmem için bana izin ver.' Allah'ta ona şöyle seslenir; 'Ey kardelen bilmez misin ki sen narin bir çiçeksin ve güneşle karşılaştığın an canından olabilirsin.İyi düşün sana 2 gün mühlet veriyorum, ya güneş ya canın.' Kardelen yüce rabbinin huzurundan ayrılır ve düşünür.Ama içindeki güneş sevdası adeta onu içten içe kemirir.2.günün sonunda Rabbinin huzuruna çıkar ve şöyle der; 'Bu aşk beni öyle büyüledi ki güneşi görmek için can atıyorum. Allah'ta ona; 'Cesaretini taktir ederim ey kardelen ama bir yandan da üzülürüm,çünkü canından olacaksın.' der. ve kardelen güneşi görmenin aşkıyla tutuşurken karın üstüne çıkmaya karar verir. Tam o beyaz karın içinden kafasını çıkardığı an güneşi görür,ama ona daha önce söylendiği gibi canından olur. Bu olay herkesin kalbinde yer eder.Herkes çocuklarına ve torunlarına bu olayı anlatır,nasihatte bulunurlar. 'Eğer günün birinde aşık olursan,birini çok seversen __KARDELEN__ gibi cesaretli ol. Eğer ___KARDELEN___ kadar cesaretin yoksa Sakın Aşık olma! ! !
06.08.2010 - 18:37
EVVEL ZAMAN İÇİNDE
Yasi Yeterince olgun olanlar hatirlarlar
Evvel zaman icinde, kalbur saman icinde, cok guzel bir ulkede mahalleler varmis. Bu mahallelerin cocuklari birbirlerini cok severlermis. Disaridan gelen parolali bir isliga ucarak asagi iner, beraber olacaklari anlari iple cekerlermis. Kavga etseler de kin tutmaz,her gun yeniden dunyalar kurarlarmis.
Herkeste paylasma duygusu, sevgi ve arkadaslarini kollama duygusu yavas yavas gelisirmis. O zamanlar cocuklar okula servis ile degil, kosebasinda bulusarak giderlermis.
Onlarin yolunu gozlememis evdeki bilgisayar, sehrin en iyi dersanesi, hazirlik kurslari. Bilmezlermis; hamburgeri, MTV'yi,Interneti, cep telefonunu, tetrisi, nintendoyu...
Bilirlermis duvarlarin uzerinde sohbet etmeyi, hatira defterleri doldurup sevgileri kesfetmeyi.
Bilirlermis horoz sekercisini, elleri kirli macuncunun tornavida ile koydugu rengarenk macunlari.
Eve gitmeyi unutmayi, hava kararinca dayak yemeyi, sonra bir islikla tekrar asagiya kukali saklambaca kacmayi.
Bilirlermis o hakkinda turlu seyler soylenen evdeki garip adamdan korkmayi, kusmeyi, ayni kiza asilmayi, torbalarla misket toplamayi, gicir kostek ayirmayi, degis tokus kaybedince kapisi, Teksas'i, Tommiks'i, Konyakci'nin dislerini...
Ic ice konan naylon toplari, tastan kale direklerini.Uc korner bir penaltiyi.Uzerine apartman yapilan top sahalarini, sonra o apartmana tasinan yeni dostlari ve onlari kapma yarisini...
Otobusteki biletcinin lastik silgi sarili kalemini, yogurtcuyu, kalayciyi, hallaci...
Evlerin arkasindaki odun komur depolarini. Yakar topun yakisini.Mantarli gazoz kapaklarini, yaldiz kazimayi. Yandaki mahalle ile alinan kavgayi, her kavganin cikardigi kahramani-odlegi.
Kan kardesligini, ip atlama, lastige basma, topac virtiozlugunu, celik comagi, kirilan camlari, toplanan paralari... Acik hava sinemalarini, frigo buzu...
Sonra zamanla bu guzel ulkede durumlar degismeye baslamis. Yaslar ilerledikce bu birliktelik, koruma kollama duygulari bu mahallenin cocuklarinin baslarina cok isler acmis.
Daha sonra issizlik, hayat pahaliligi, enflasyon, koseyi donme, adamini bulma,mali goturme falan derken, herkes yuzunde soluk bir bakis, icinde hayatin yenilgisi, caresizlikleri,tatminsizlikleri ile basbasa kalmis.
Cocuklari mi? Cocuklari simdi koca koca apartmanlarin arasinda, nefes alinmaz bir havada, evlerinde, sanal bir dunyada, emniyet icinde ve yalniz yasiyorlar. Anneleri babalari onlari cok seviyor.
Beta kapmasinlar diye kalabalik ortamlara hic sokmuyor.Hafta sonlari hep beraber Karum ya da Galleria'dalar. Okul servisleri cocuklari neredeyse yataklarindan aliyor.çocuklar trafik kaygisiyla, kosedeki markete dahi gonderilmiyor. Babalar sirketlerin bilancolarini,cocuklar da dersane reytinglerini izliyorlar.
Hepsi birer test uzmani, sayisal-sozel yuvarlanip gidiyorlar. Seksek oynamayi degil ama taban puanlari cok iyi biliyorlar. Hayata acilan pencereleri Windows 95, 98... Onlar ekrana, ekran onlara bakiyor ve koca bir hayat disarida akip gidiyor...
Ve sehrin disinda agaclar; tirmanacak, salincak kuracak, kalp kaziyacak mahalle cocuklarini bekliyor. Paylasmayan, yalniz, bencil, kafesler icinde, gurbuz, guvendeki cocuklari...
Hic sopa yememis,agactan dusmemis, topu yandaki bahceye kacmamis,dizlerinde yara kabuklari olmamis cocuklari...
Can Yücel
06.08.2010 - 12:56
Çabuk olsun, çabuk başlasın isterim ne başlayacaksa. Sabırsız, fütursuzum... Çok önemsemem ne düşündüğünü ilk anda... Bu benim ve bu benim düşüncem... Sonrası zaten zevk-ü sefa derler ya.... Seç seç al, ne istersen gönül bahçemden... Kasmanın, kastırmanın, kasılmanın ne faydası var? Birden olmalı her şey... Aniden... Hızla, yıldırım hızıyla... İşi de gücü de, gülmesi de ağlaması da.... Beklemenin, bekletmenin ne faydası ve yaşamın? Ertelemeden... Hemen, hemen, hemen... Yarın belki geç olabilir her şey için... Gidebilirim, sen gidebilirsin, yağmur yağabilir, kar yağabilir, hava soğuyabilir, hazan olabilir. Hasta olabilirim, başkası olabilir... Şimdi, hemen şimdi... Ne olacaksa... Olmadı mı? Olmasın ne yapalım. Olmadı der geçer gideriz... Tarih uygun yeri buldurur her insana...
Hüznüme, sevincime, çoşkuma ayak uydurabilecek misin? Deli misin sen? Biraz deli olman lazım beni anlaman için.... Ne akıllılar gördük deliden beter, ne deliler vardır, her şeye aklı yeter. Yaparım ben hep bunu... Bazen deli gibi bakarım uzaklara. Dalgalara, seslere kulak veririm. Delicesine kaptırırım kendimi, kemanın sesine, telin tınısına, sanatçının söylemesine.... Aklım firar eder, dağlara kaçarım. Yalnızlığıma kaçarım belki. Var mı delilik sende de biraz, benim gibi delicesine dökülmek için yollara?
Hep acıkırım, açlık, doyumsuzluk perişan eder... Hep özlemi vardır ama her şeyin ayırmam ki.... Şimdi konu sensin... Ekmek gibi acıksam, su gibi,susasam sana... Yesem doymasam seni, ya da verdiklerini, kıymetlerini... Sen de alsan biraz benden, istersen tabii... Açsan bana, işte olmazsa olmazı bu... Pencere de bu kapı da... Girebiliyorsan birlikte buyur, bakabiliyorsan bak...Birlikte.. Dolandırmanın bir anlamı yok bu lafları, benimle ölme, benim için ölme, yaşa, yaşamak iste.. İste ki mutlu edeyim, mutlu olayım... Anla, dinle sev sev sev...Çok sev... Bulunmaz hint kumaşıymışız diye düşün, kırk yılda bir gelen, bir yıldız, bir misafir... Kaşık gibi uyumayı iste benden, terini silmeyi, önünde diz çökmeyi... Sevgin, sevgim için, ama gerçekten iste laf olsun diye değil...
O kadar da basite indirme hiçbir şeyi, uzun soluklu bak... 50'sinde dünya seyahatini, 60'ında sahneye çıkmayı, 70'de zeytin dikmeyi, 80'de keman çalmayı, 90' ında çocuk yapmayı düşün... Yaparsın yapamazsın başka... Gerçekten iste bunları... Delice mi geldi? Yapma lütfen... Ya plansız yakalanırsam 60' ında boşluk da hissedersem kendimi? Ya yetmişin de otur şu köşeye diyenler olursa bana? Ama ben bu değilim ki.... Bilmem lazım önceden yapacaklarımı...En incesinden...
Sanma ki çok da planlıyım, o kadar değil... Ama ana hatlarıyla bilmem lazım her şeyi... Yapacaklarımı, istediklerimi... Belki yapamam, yarım kalır, ulaşamam, en azından düşünüyorum ya... O da yeter... Kendimi mutlu hissederim böyle... Ha bir de plansız yaşarım... Çaya giderken çorba içmek gelir mi senin aklına? Benim gelir çok da severim...Birden gelişeni, iyiye değişeni, deniz derken dağa çıkmayı, yakına derken uzağa gitmeyi, birden karar değiştirmeyi... ama en doğru kararı vereceğimi bilirim hep... Zordur ayak uydurmak bana hem de ne zor.. Alışabilir misin bunlara, pervasızca? Sorumluluktan kaçmadan sorun çıkarmadan ama...
Sevmem de ağırdır, kızmamda benim. Ölürüm uğruna, gözüm hiçbir şey görmez sevdim mi yandım mı tutuldum mu... Ölürüm ölürüm... Gecem, gündüzüm, sazım sesim meleğim, bebeğim olur benim sevdiğim... Eşim, yoldaşım olur, neyim varsa, neysem onundur... Yaparım her şeyi biz için... Ama biz için, biz olabilmek, biz diyebilmek için... Paylaşmak,üretmek birlikte zevkleri, keyifleri, üzüntüleri... Küstürmeden götürmek geleceğe, üzmeden, düşürmeden, örselemeden sevdayı... Sevdalı yanarak, yaşayarak, bakarak, severek, hissederek.. Kesintisiz aşk benimkisi; çabuk biten değil...
Hüzünlerim de vardır benim; ağlayana, koşana, düşene, ayrılana, ağrıyana, acı çekene, hastaya, sağlama, sakata... Müziğe, resime, denize, dağlara, taşlara... Kaşlara, gözlere... Kaçmalara, koşmalara, durmalara... İçindeyimdir hayatın... Çalan müzik de kavalım, dertli türküyüm, oynak havayım, efeyim, Köroğlu, Karacoğlan misali...
Kırk yılda bir gelenim ben... Her zaman gelmem... Gelemem... Gelmek istesem de bir dahası yok bunun... Kırk yılda bir böyle olurum... Kolayı da istemem öyle, rast gele, el yordamıyla değil, göre göre, diye diye, tuta tuta... Göğüslerim, ararım, severim ne seversem, ne yaparsam, ne istersem, ben gibi...Benim gibi...
Uzağı, yakını, bugünü, yarını, her şeyi... Müziği, resmi, yemeği çayı... Ve seni...
Evet evet evet seni...
Hemen istiyorum...
Geleceksen bana benim gibi koşarak çoşarak; Sevginle, duygunla fırtınanla, gözyaşınla, isteklerin umutların, aşkınla...
Heyecanınla, şehvetinle, erkekliğinle...
Korktun mu?
Kork tabi! ...
Beni sevmek yürek ister...
Bende olmak gönül ister...
Beni bulmak emek ister...
Yapabilecek misin,verebilecek misin bunları?
04.08.2010 - 16:58
Bir varmış bir yokmuş,uzak ülkelerin birinde, dağların doruklarında güzeller güzeli Dağ Fulyası yaşarmış.
Baharın ilk belirtileriyle uzun kar uykusundan uyanır,
güneş sıcaklığını iyice hissettirmeye başladığı günlerde tomurcuklanır, yaz boyunca da çiçekleriyle çevresine binbir
renkler saçar, kokusu ile, güzelliği ile, güzelliğinden çok o
mahçup saf duruşu ile herkesi kendine hayran bırakırmış.
Doğa ananın da en sevgili yavrusu, herşeylerden sakınıp
gözettiği en nadide çiçeği imiş bu Dağ Fulyası. En yakın
arkadaşı Nergis'le sıcak yaz günleri boyunca gülüşürler,
oynaşırlar, bütün doğayı neşeyle donatırlarmış. Fulyacık
Nergis'ini çok sever bir dediğini iki etmezmiş. Elinden
gelse tüm dünyasını Nergis'le paylaşmak istermiş.
Nergis de çok güzelmiş ama Fulya'nın saflığına karşı son derece
kurnaz, işveli, cilveli, bir kızmış. Fulya'yı çok sever, onunla
arkadaşlığını sürdürmek için kendini ona benzetmeye çalışır,
ama içten içe de Fulya'nın herkes tarafından sevilmesine
tahammül edemez, herkes kendini daha çok sevsin istermiş.
Fulya'nın tüm çiçekleri sabırla dinleyip, hepsine yardım etmek istemesine, herkese çözüm getirmeye çalışmasına hayret edermiş.
Çünkü, Nergis çiçek için doğadaki en önemli şey kendisiymiş,
kendi duyguları kendi düşünceleri, herkesin, herşeyin üstünde
imiş. Fakat Fulya'ya özel bir değer verir, onun hayranı olduğu
saflığını korumak için olası tüm kötülüklerden sakınmak istermiş.
Fulya ise hep tebessümle karşılarmış Nergis'i zira, Doğa
annesinin de aynı koruyucu kollayıcı davranışlarına alışık
olduğu için Nergis'e ayrıca çok güvenir, inanırmış.
Bu arada aşağılarda, dağların, vadilerin ötesindeki
ovalarda ise Bahar Rüzgârı yaşarmış...
Bu rüzgârın en sevdiği iş, ovanın tüm çiçeklerine gezip
gördüğü yerleri anlatarak onlara yeni heyecanlar, yeni
ufuklar göstermek ve onların hayranlığını, sevgisini
kazanmakmış. Birbirinden değişik ilginç öykülerle
çiçeklerin gönlünü çelip en masum görüntüsünü takınır
en hoş sesiyle onlara birbirinden güzel şarkılar söyler,
eğlendirirmiş. Çiçekler kendilerinden geçip, hayranlıkla
onu dinlerken, o fark ettirmeden çiçek tozlarını alıp
koynunda gizlediği kutusuna atarmış.
Bahar Rüzgârı, bu çiçek tozlarını karıştırıp bir gün kendine en
güzel kokulu, en güzel renkli çiçeğini oluşturacağını hayal eder
yüreği bu hoş beklentiyle çarparmış. Fakat aldığı her çiçek
tozundan sonra yine bir eksiklik hissedip daha güzel, daha ışıltılı,
binbir renkli, çok daha güzel kokulu çiçekler aramaya çıkarmış.
Rüzgâr, bir gün yine bu amaçla ovadan ayrılıp vadiye doğru yola
çıkmış. Vadiye geldiğinde birden çok farklı bir çiçek kokusu
hissetmiş, etrafına bakınmış ama görememiş.Çünkü koku
yukarılardan geliyormuş. Başını kaldırıp dağa doğru bakmış.
Tepelere yaklaştıkça kokular daha da yoğunlaşırken içlerinden
ayırt edici bir koku tatlı tatlı başını döndürüyor, onu daha
yukarılara çekiyormuş. Sonunda onu görmüş. İlk önce
heyecandan yanına yaklaşamayıp uzaktan seyre dalmış.
Fulya çiçek olacaklardan habersiz pervasızca çevresindeki
arkadaşlarıyla şakalaşıyor, çocuklar gibi neşeli kahkahalar
atıyor, gülerken gözlerinin içi gülüyormuş. Rüzgâr nasıl olup
da bugüne kadar çevresine eşsiz ışıltılar saçan bu çiçeğin
varlığından habersiz yaşadığına hayret etmiş. Hemen harekete
geçmeye karar verip hafif hafif Fulya'nın etrafında esmeye
başlamış. Bir yandan da bildiği en güzel şarkıları söylüyormuş.
Fulya bu beklenmedik hoş esintiyi heyecanla karşılamış, kendine
yeni ve çok farklı bir arkadaş edineceğini hissetmiş. Çünkü
arkadaşı Dağ Rüzgârının keskin esintisine karşı Bahar Rüzgârı
tatlı bir meltem edasıyla yapraklarını okşuyor, yıpratmadan
dinlendiriyormuş. Güzeller güzeli çiçek, rüzgârın coşkulu, tutkulu
heyecanlı sesini büyük bir hoşnutlukla dinlemeye koyulmuş...
Rüzgar, Fulya'ya ovadaki güzellikleri, gezip gördüğü yerlerde
duyup işittiği ve yaşadığı ilginç hikayelerini anlatırken
onun da başını döndürüp çiçek tozlarını alacağı anı hayal
ediyor ve yüreği bu anın heyecanı ile deli gibi çarpıyormuş.
Fakat kendindeki bu yeni duygulara kendide şaşırıyor,
Fulya çiçeğin tüm dünyasını merak ediyor, daha yakından
tanımak için çırpınıyormuş. Bu nedenle çiçek tozlarını almak
için biraz daha sabredip Fulya ile arkadaş olmaya karar vermiş.
Rüzgâr, Fulya çiçeğin dünyasına girdikçe hayranlığı daha da
büyümüş, onunla konuşmak, onun fikirlerini duymak, kendini dinlerken hüzünlü hikayelerde hemen buğulanıveren gözlerine
dalıp gitmek, neşeli hikayelerde kahkahalarına karşılık
vermek Rüzgarda tutkuya dönüşmüş.
Fulya'nın kokusu renklerindeki saflık, konuşmalarında
kendini hissettiren bilgeliğini, çocuksu ifade tarzı, hele
sesindeki o içine işleyen ince tını bugüne kadar hiçbir çiçekte rastlayamadığı özelliklermiş. Fulya ise dinlediği o harika hikayelerle, kendini dünyanın her yerine götürdüğüne inandığı
bu yeni arkadaşı yüzünden tüm arkadaşlarını ihmal etmeye başlamış. Zamanını hep Rüzgarla beraber geçirmek istiyormuş.
Zira Rüzgâr öyle güzel konuşuyor ve o kadar çok şey biliyormuş
ki, Fulya'nın dünyası yepyeni renklerle bezeniyormuş.
Günler geceler boyu birlikte konuşmuşlar, gülmüşler,
ağlamışlar. Bahar Rüzgârı Fulya'nın bütün güvenini kazanmış. Fulya bu arada Nergis'i ihmal etmemeye çalışıyor onada
rüzgâr'ın anlattıklarını anlatıyor ve ikisini tanıştırırsa birlikte
harika bir dünya kuracaklarını çok eğleneceklerini söylüyormuş. Nergis, Fulya'yı ilk kez bu kadar heyecanlı görüyor ve onu
bu kadar etkileyen birini çok merak ediyormuş.
Rüzgâr ise çiçek tozlarını aldığı takdirde Fulya'nın
arkadaşlığını kaybedeceğini bildiğinden bu çok istediği,
beklediği anı sürekli erteliyormuş. Fakat aklında da
yaratacağı o muhteşem çiçek olduğundan dağdaki diğer
çiçeklerle arkadaşlık kurup, onlarada aynı hikayeleri, aynı
şarkıları anlatarak başlarını döndürüyor ve çiçek tozlarını
alıp saklıyormuş. Bir gün Fulya, Rüzgâr'ın tüm yaptıklarını görmüş. Fakat çiçek tozlarını saklamasını anlayamamış.
Zira çiçek tozları, çiçekler için hayati önem taşıyormuş.
Tüm çiçek arkadaşlarının ertesi baharlarda yeniden canlanıp gün
ışığına kavuşmaları için bu tozların yeniden toprağa düşmesi
gerekiyormuş. Oysa rüzgâr onları kendine saklayarak çiçeklerin
ömürlerini sona erdiriyormuş. Fulya çok üzülmüş, onun derin
düşünceli hali Doğa annesini de endişelendirmiş. Bu arada Fulya,
istemeyerek Bahar Rüzgârı'nı Nergis'lede tanıştırmış. Ama Nergis'in
çok akıllı olduğunu ve Rüzgâr'ın büyüsüne kapılmayacağını
düşünüyormuş. Oysa Rüzgâr, Nergis'in ışıltılı renklerini öyle bir
övgülerle anlatmaya başlamış ki.. Hele Rüzgâr'ın şarkılarında ki,
o heyecanlı sesi duyunca Nergis de tüm diğer çiçekler gibi
büyülenmiş ve çiçek tozlarının gitttiğinin farkına bile varmamış.
Fulya büyük bir korku ve üzüntü ile olanları izliyormuş.
Hemen evine dönüp Rüzgâr'a, evinin tüm kapı ve
pencerelerini sıkı sıkıya kapatmış. Rüzgâr, Fulya'nın olanları gördüğünden habersiz, kendinden emin bir şekilde büyük
bir kibir ve iki yüzlülükle Fulya'nın evinin önüne gelmiş. Her zamanki gibi Ona ne eşsiz bir çiçek olduğunu, kokusuyla onu büyülediğini, çok uzaklardan bu koku ile kendisini çekip
getirdiğini en etkileyici sesi ile söylemeye başlamış.
Fulya çok büyük üzüntüler içinde perdenin arkasından sessizce Rüzgâr'ın anlattıklarını dinliyormuş. Rüzgâr, kapıların
açılmayışına anlam verememiş. Tekrar Fulya'ya ne kadar
çok değer verdiğini söyleyip en hüzünlü sesiyle ona şarkılar söylemeye devam etmiş. Fulya, gözyaşları içinde kapılarını
açmadan Rüzgara her şeyi gördüğünü ve yaptıklarını çok
yanlış bulduğunu, çiçeklerin yaşamlarının sürekliliği için
o tozlara ihtiyacı varken kendisinin büyük bir duyarsızlıkla,
herşeyi önceden planlayarak tozları çaldığını söylemiş.
Rüzgâr, Fulya'nın tepkisini çocukça ve anlamsız bulmuş.
O tozlara kendi mükemmel çiçeğini yaratmak için ihtiyacı olduğunu Fulya'ya anlatmaya çalışmış ama Fulya onun yaptıklarını asla anlayamayarak bencillikle suçlayınca
büyük bir kızgınlıkla oradan uzaklaşmış. Nergis ise
olanlardan habersiz Rüzgârla arkadaşlığına devam
ediyormuş. Rüzgâr kendi mükemmel çiçeği için sakladığı
tozları arasında Fulya'nın eksikliğini içinde duyarak,
kutusunu açmış, bir daha ki bahara kendi muhteşem
çiçeğini oluşturmak amacıyla çiçek tozlarını toprağa
serpmek istediğinde birde ne görsün tozların hepsi
kutunun içinde günlerce havasız kalmaktan
bozulup küflenmemiş mi?
Rüzgâr, her çiçek tozunun kendi doğal ortamı içinde sadece
ait olduğu çiçek olarak yaşayabileceğini çok geç anlamış.
Yinede büyük bir kibirle doğanın kanunlarına karşı geldiğini binlerce çiçeğe sonbaharı yaşattığını görmezden geliyor,
diğer yandan içinde Fulya'nın yokluğundan kaynaklanan
büyük bir boşlukla tüm hedef veamaçları
tükenmiş bir şekilde avare esip duruyormuş...
Fulya, gördüklerine yaşadıklarına dayanamıyor büyük acılar çekiyormuş. Hele bir dahaki baharda hiçbir arkadaşının olamayacağını düşündükçe, Nergis'inin bile Rüzgâra
kapılıp gittiğini görmek, onu kaybettiğini bilmek Fulya'nın
büyük üzüntülerle hastalanmasına neden olmuş.
O incecik zarif boynu bükülmüş, günden güne sararıp
solmuş. Doğa anne üzüntüsünden ne yapacağını bilemiyor
en değerli yavrusunun gözünün önünde eriyip gitmesini,
hastalıktan ölecek hale gelmesini önleyecek çareler arıyormuş.
En sonunda aklına çok güzel bir fikir gelmiş. Hemen Dağ Fulyası'nın yanına gelerek, onun vaktinden çok
önce uyumaya başlaması gerektiğini söylemiş.
Fulya çiçek derin üzüntülerle minicik yüreği çok yorgun olduğundan henüz daha bahar aylarında olmasına rağmen
annesinin kollarında kolayca uyumuş.. Günler haftalar aylar boyunca hiç uyanmamış.. Böylece tüm yaz ve sonbahar aylarını uykuda geçiren Fulya bir gün kulağında Doğa annesinin
tatlı mırıltılarını duyarak gözlerini açmış. Yüreğinin nedenini
henüz bilemediği büyük bir huzur ve mutluluk ile dolu
olduğunu hissediyormuş. Gördüklerini anlamaya çalışıyor,
muazzam bir beyazlığın ortasında gözleri kamaşıyormuş.
Adeta tüm evren, bu güzel ve cesur çiçeğin yüreğini huzurla doldurmak istercesine büyük bir sessizlik içindeymiş. Karların Prensi ise büyük bir şaşkınlıkla kardan pelerinin altından
adeta yüreğini delip çıkan bu çiçek karşısında nefesi tutulmuş, gözlerine inanamayarak bu güzel çiçeğin yaşama yeniden gülümsemesini izliyormuş. Hayatında ilk kez böylesine
güzel bir çiçekle karşılaşmış. Zaten zavallıcık hayatı boyunca
hiç çiçek bile göremiyormuş ki, kış boyunca doğadaki
tüm canlılar kış uykusuna yatar, her yer derin bir sessizliğe gömülürmüş. Fulya da doğaya böylesine muazzam
güzellikler veren ve büyük bir huzur içinde uyumasını
sağlayan karlar prensine mutlulukla gülümsüyormuş.
Tüm ruhu ve incecik zarif gövdesi ile sadece karlar prensine yönelmiş, gözleri sadece onu görsün, yüreği sadece onu duysun istemiş. İşte; o günden beri tüm doğa, Dağ Fulyasına
KARDELEN demeye başlamış. Zira, karları delip yeryüzüne çıkabilen tek çiçek Kardelen olmuş. Karların ve Karlar
Prensi'nin tek çiçeği... Kardelenle Karlar prensi birbirlerine
hiç beklemedikleri bir anda kavuşmanın sevinci ile
sonsuza dek büyük bir mutlulukla yaşamışlar...
(balca'dan alıntı)
04.08.2010 - 09:19
Kardelen çiçeği, etrafındakilerin dostlarının anlatımıyla güneşe aşık olur.Aslında hayatında güneşi hiç görmemiştir.
Çünkü bilir ki güneşi gördüğü an canından olacaktır.
Ama bu aşk içinde öyle büyür öyle büyür ki artık dayanılmaz
bir hal alır ve Allah'a dua eder,bana bir defacıkta olsun güneşi görmeyi nasip et diye.
Ve bir gün dayanamaz Allah'ın huzuruna
çıkar ve şöyle der;
'Allahım güneşi görmem için bana izin ver.'
Allah'ta ona şöyle seslenir;
'Ey kardelen bilmez misin ki sen narin bir çiçeksin ve güneşle
karşılaştığın an canından olabilirsin.İyi düşün sana 2 gün
mühlet veriyorum, ya güneş ya canın.'
Kardelen yüce rabbinin huzurundan ayrılır ve düşünür.Ama içindeki güneş sevdası adeta onu içten içe kemirir.2.günün sonunda Rabbinin huzuruna çıkar ve şöyle der;
'Bu aşk beni öyle büyüledi ki güneşi görmek için can atıyorum.
Allah'ta ona;
'Cesaretini taktir ederim ey kardelen ama bir yandan da
üzülürüm,çünkü canından olacaksın.' der. ve kardelen güneşi görmenin aşkıyla tutuşurken karın üstüne çıkmaya karar verir. Tam o beyaz karın içinden kafasını
çıkardığı an güneşi görür,ama ona daha önce söylendiği gibi
canından olur.
Bu olay herkesin kalbinde yer eder.Herkes çocuklarına ve torunlarına
bu olayı anlatır,nasihatte bulunurlar.
'Eğer günün birinde aşık olursan,birini çok seversen __KARDELEN__ gibi cesaretli ol.
Eğer ___KARDELEN___ kadar cesaretin yoksa Sakın Aşık olma! ! !
Toplam 52 mesaj bulundu