Tanrı,güneşi hergün yeniden doğdurarak,bizi mutsuz kılan herşeyi düzeltmemiz için şans veriyor bize.Ama biz,hergün bize böyle bir şansın verildiğini unutuyoruz.
PİEDRA IRMAĞININ KIYISINDA OTURDUM, AĞLADIM
Sevgili!
Ümmü Mektum gibi
Seni görmeden sana sesleniyoruz
Alıp verdiğin nefesi duyar gibi
Sanki açınca gözlerimizi
Seni görecekmişiz gibi
Sana sesleniyoruz.
Senin huzurunda ses yükselmez.
Edeple konuşulur; edeple susulur.
Hele biz ki bu kapının dilencileri,
El açıp beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi ama
Şu araya giren yıllar olmasa
Medine’ne uzak yollar olmasa
İsmin anılınca yürek yanmasa
Kapında beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi.
Bekliyoruz Sultânım!
Rüyada olsa bile
Belki teşrif edersin diye
Hem de hiç kimseyi beklemediğimiz gibi.
Seni bekliyoruz.
Gelseydin,
Bizim için cennet olurdu gelişin.
Gelseydin,
Saadetli asrından gönderdiğin selâmını,
'Kardeşlerim' deyişini
Birbirimize nasıl anlattığımızı görürdün.
Gelseydin,
Dolaşsaydın sofralarımızı,
Bir tabak fazla görecektin,
Bir bardak, bir kaşık fazla...
Ve sofrada bir yer boş,
Baş köşe! ..
Ola ki Sen(A.S.M.) lutfeder gelirsin diye.
Gelseydin,
Dolaşsaydın gecelerimizi,
O 'Kutlu Doğum' gecelerini,
Anneler görecektin.
Yeni doğmuşsun gibi,
Yeryüzünü yeni teşrif etmişsin gibi,
Mışıl mışıl uyuyasın diye
Seni sabahlara kadar
Hayalen ayaklarında sallayan anneler görecektin.
Sevgili!
Gelseydin,
Medine-i Münevvere'den dünyaya yayılan Ashabın gibi,
Eyyüb Sultan gibi,
Kab bin Malik gibi,
Bir fecir vaktinde,
Henüz yirmisinde yirmi beşinde,
Bırakarak yurtlarını ocaklarını,
Hedeflerine ilahi rızayı koyan,
Arkalarına bakmayı ar sayan,
Yiğitler görecektin.
Onlar senin yiğidin,
Elleri, o öpülesi elleri,
Kimbilir hangi memleketin zemheri soğuklarında üşürken,
Senin köyünün hayaliyle ısındılar.
Gelseydin,
Gecenin zifiri karanlığında,
Uykunun en tatlı aralığında,
Rabiatül Adeviyye gibi Rabbiyle başbaşa
Gençler görecektin.
Gözyaşı dökerken günahlarına,
Veysel Karani'den istediğin gibi,
İnsanlığa dua eden gençler görecektin.
Gelseydin,
Asr-ı saadet gibi olmasa da,
Koklanmaya değer güllerimiz vardı.
Yine senin ikliminde yetişen.
Ama sen gelseydin,
Dikenler bile gül kokardı EFENDİM(A.S.M.) ! ! !
Seninle göz göze gelmeden gizli gizli seni seyretmek...
Hz.Vahşi gibi...
Hani sen Hane-i Saadet'ten Mescid-i Nebevi'ye giderken
Aişe annemiz ardından hayran hayran bakardı.
Seni mescidin önünde bekleyen Ashabı'nınsa
Bakışları yerdeydi.
Edepten göz göze gelmezlerdi.
Sende(A.S.M.) tebessüle nazar ederdin.
Mütebessim çehreni bir Ebu Bekir(R.A.) görürdü,
Bir de Ömer(R.A.) ...
Şimdi okununca Ezan-ı Muhammedi
Pencerelerde, kapı önlerinde,
Seni(A.S.M.) bekleyen nemli gözler var.
Gelseydin,
Ve yürüyüp geçseydin önümüzden,
Gülleri bayıltan o enfes kokunu çekerdik içimize.
Sevgili!
Hakiki aşıkların sana doğru uçarken
Bizim bu yaptığımız yolda emeklemekti.
Dünya güzelliğiyle kollarını açarken
Bize düşen el açıp kapında beklemekti.
Sevgili!
Bekliyoruz! ...
Sen yoktun...
Hz.İsmail’in alnındaydı Nurun
İbrahimî bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden
“Rabbimiz” dedi,
“Onlara kendi içlerinden
Senin ayetlerini okuyacak
Kitap ve hikmeti öğretecek onlara,
Onları temizleyecek bir elçi gönder,
Amin dedi on sekiz bin âlem
Nurunla aydınlanan minicik ellerini semaya kaldırarak
Amin dedi İsmail.
Hira Nur dağı amin diyerek ayağa kalktı
Medine’den adı Uhud olan bir amin yankılandı sevr dağında.
Şimdiye kadar ölüm üzerine ne ağıtlar yükseldi yerden gök kubbeye. Ama ağıt yakanlar bir sonraki seferde kendileri ağıtlara konu olmaktan kurtulamadılar. Zaman değirmeni çarkına düşenleri öğütmeden bırakmıyor. İnsanoğlu hep başka semtlere kovuyor ölümü, hiç kendi hanesine yaklaştırmıyor. Ama ansızın karşısına çıkıverince belki şaşırmaya dahi fırsat bulamadan kucağına düşüveriyor ölümün. Tam konuşacakken, diller gerçeği haykıracakken, söylemez oluveriyor; başka bir aleme saklanıyor sırlar. Artık hâl konuşuyor dilin sustuğu yerde, hâlden anlayana. Bir ömür, can ipliğine ölüm üzerine mısralar dizen şaire son anda söz söyleme fırsatı verilmiş:'Sen ölümden çok söz ettin, haydi ölümü anlat bakalım yaşayanlara, dercesine...' ve son söz:
'Demek böyle ölünürmüş.'
Yok, hayır.
İnsanın etrafında öyle bir koza var ki Azrail’in ayak seslerinden başka hiçbir şey onu delmeye muktedir değil. Günümüz insanı ölüm karşısında, belgesellerde seyrettiğim zebraları hatırlatır bana. Hani aslan tehdidini enselerinde hissedince korkudan tüyleri diken diken olup da aslan içlerinden birini avlayıp yemeye başlayınca rahatlayıp otlamaya başlayan zebraları. Kabristandan dönenler bir dosta karşı son görevlerini yapmış olmanın gönül huzuru içinde, ölenle ölünmez, deyip hayatlarına kaldıkları yerden devam etmiyorlar mı? Hz. Ömer kendisine her gün ölümü hatırlatsın diye birisini görevlendirmiş. Bir gün saçlarında bir ak görünce onu çağırmış. Hadi sen git, artık ölümü hatırlatmak için bu bana yeter, demiş. Hayatını, kılı kırk yararcasına hassas yaşayan bir insana, ağarmış bir saç teli ölümü hatırlatmak için yeterli oluyor. Hayat sermayesini hoyratça harcayan bizlere ne oluyor ki dostlarımızın bir bir etrafımızdan ayrılışı karşısında bile bu kadar duyarsızız. Ölüm, hayatın gerçeği, ölüm korkusuyla da yaşanmaz ki, diyebiliriz. Doğru, ölüm korkusuyla yaşanmaz ama ölüm bir ibret dersidir:
'Sen ibret almaz mısın ölenlerden
Onlar da sencileyin kul değil mi? '
Hayatı verenin bir gün bizden hayatın hesabını mutlaka soracağı gerçeğinin dersidir, ölüm. Hayatın insana verilmiş kısacık bir fırsat olduğunun ifadesidir.
Yunus Emre’nin:
'Okumaktan mana ne, kişi Hakk’ı bilmektir
Çün okudun bilmezsen, ha bir kuru emektir'
Şiirini,
'Yaşamaktan mana ne, kişi Hakk’ı bilmektir
Çün (eğer) yaşadın bilmezsen, ha bir kuru emektir'
şeklinde yorumlarsak, amaçsız yaşamanın kısır döngüsü içinde nasıl kıvranmakta olduğumuzu fark eder miyiz acaba? Bu âlem içinde anlamım nedir? Beni herkesten farklı yaratan, benimle ne murat ediyor? Benim yaratılış amacım nedir? Ben nereden geliyorum? Nereye sevk olunuyorum? ... Evet sorular uzar gider. Bir kere olsun kendisiyle yüz yüze gelememiş, hayatın anlamını düşünmemiş, kendi kendine soramamış, daha doğrusu işten güçten, meşguliyetten bunu aklını getirmemiş olan bizler, hayat karşısında – kendi konumumuz itibariyle –vazife ve yükümlülüklerimizi ne zaman hatırlarız? Azrail kapımızı çalınca mı?
Bir gün birinin karşısına ansızın Azrail dikilivermiş, canını almaya geldim diye. Adam önce çok korkmuş, sonra aklı başına gelince yalvarmaya başlamış: Ne olur Azrail, canımı alma, hiç hazırlığım yok. Bu halimle Rabb’imin karşısına nasıl çıkarım? Gelmeden öne haber verseydin ben de ona göre hazırlığımı yapardım, demiş. Azrail, adamın haline acımış: Hadi git, şimdi senin canını almayacağım. Tekrar gelmeden önce de iki defa haber vereceğim, üçüncüsünde gelip canını alacağım, demiş. Adamcağız sevinerek gitmiş. Bir süre verdiği söze sadık yaşamış, sonra işi gevşetmiş, nasıl olsa Azrail gelmeden önce haber verecek. Geleceğini haber verdiği zaman hazırlanırım, deyip büsbütün olayı unutmuş. Aradan uzun zaman geçmiş. Azrail her halde gelmeyecek diye düşünmeye başladığı bir zamanda Azrail çıka gelmiş. Adam çok korkmuş ama bu arada da sormadan edememiş: Hani sen gelmeden önce haber verecektin? Azrail: Ben haber verdim, filan zamanda uzun süre burnun kanamıştı, hatırlamadın mı? Başka bir zamanda şöyle bir kaza geçirmiştin. Adam başını sallayarak tasdik etmiş. Sonra: Sen geleceğini böyle mi haber verirsin, diye sormuş. Azrail de, evet ben geleceğimi hadiselerin diliyle haber veririm, cevabını vermiş
Avrupalı ölümü hatırlatan her sembolü gündelik hayatının dışına kovarken atalarımız mezarlıklarını şehrin ortasına yapmış, ölümü hatırdan çıkarmayalım daha doğrusu hayatın anlamını unutmayalım diye:
'Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet!
Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet!
Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;
Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde? '
Soralım, '...gidenlerden kalan şey neymiş elde? ' diye. Yüce Kitabımız kalanların, sadece 'sâlih ameller' yani sırf Allah rızası için yapılan güzel işler olduğunu haber veriyor bize. İşte ölüm, ölüm korkusuyla tir tir yaşayalım diye değil hayatın gerçeğini anlamak ve unutmamak için sık sık hatırlanması gereken bir olgu. Ölümü böyle anlamak ve idrak etmek herkese nasip olmuyor. Peşinciliği seven, peşin bir gram lezzeti gelecek bin gram lezzete tercihe meyilli nefsimize söz anlatmak zor. Hele kabrin öte tarafı onun için çok uzak bir ihtimal. Ey gönlüm:
Nasihat istersen ölüm yeter
Sultanım!
Ey Medine minberinde ' ümmeti, ümmeti ' diye hüznü giyen sevgili
Ey Mekke mihrabında alemler hesabına ' Allah! ' diyen sevgili
Bize lütfu ilahi bahşedilen kapına diz çöktük, bey' at ettik
Rabbinden bize ne getirdi isen amenna
Duyduk, itaat ettik
Ya Rasulallah
Sen hâlâ kırk yaşındasın
Ve hâlâ ümmetinin başındasın...
Sevgili!
Ümmü Mektum gibi
Seni görmeden sana sesleniyoruz
Alıp verdiğin nefesi duyar gibi
Sanki açınca gözlerimizi
Seni görecekmişiz gibi
Sana sesleniyoruz.
Senin huzurunda ses yükselmez.
Edeple konuşulur; edeple susulur.
Hele biz ki bu kapının dilencileri,
El açıp beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi ama
Şu araya giren yıllar olmasa
Medine’ne uzak yollar olmasa
İsmin anılınca yürek yanmasa
Kapında beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi.
Bekliyoruz Sultânım!
Rüyada olsa bile
Belki teşrif edersin diye
Hem de hiç kimseyi beklemediğimiz gibi.
Seni bekliyoruz.
Ben, böyle olmamalıydım
İsmini duyunca, boynum düşmeliydi omzuma.
İçime bir ateş düşmeliydi
Ayaklarımın feri kesilmeliydi.
Kendimden geçmeliydim sonra...
Adını sayıklamalıydım, adımı unuttuğumda
Ama bunu kimse duymamalıydı,
Seni, mahşere kadar saklamalıydım.
Ben böyle olmamalıydım
Nisan akşamlarını ıslatırken yağmur
Bahar, şarkılarını söylerken karanlığa
Çalan her kapıya `sensin` diye koşmalıydım.
Ayak sesleri gelmeliydi uzaktan
Ben hep sana yormalıydım.
Gece yıldızlarını serpince göre
Seni görmek için uyumalıydım.
Şarkılar kime söylenirse söylensin
Sana diye dinlemeliydim.
Türküler dolmalıydı odama,
Ben bir selvi boylu yârdan ayrıldım deyince bir ses
Selvi boylu yâr sen olmalıydın
Kömür gözlüm ateşine düşeli
Senin için söylenmiş söz olmalıydı.
Bir mey yokluğuna ağlamalıydı delice
Bir keman, incecik çığlık olmalıydı
Ama bunu kimse bilmemeliydi,
Seni mahşere kadar saklamalıydım.
Böyle olmamalıydım,
Kelimeler Taif'i taşıyınca kulaklarıma
Daha yüzüme çarpmadan Taif rüzgarı,
Taşların izi çıkmalıydı yüzümde.
Uhud anılırken, dişlerine sızı düşmeliydi.
Haremde bir ikindi vakti
Kem gözler çevrilince sana
Ve vefasız eller uzanınca yakana
İçim daralmalı, nefesim kesilmeliydi.
Sen ötelere hazırlanırken,
Öteler senin için süslenirken,
Son kez baktığın pencerede hayal edip seni,
Perdenin son kez kapanması gibi,
Kapanmalıydı gözlerim.
Sonra içime doğru gerilip,
Seni bize lutfedenin ismini haykırıp,
'Allah(C.C.) ' deyip,
Düşmeliydim yere.
Ama bunu kimse bilmemeliydi.
Seni mahşere kadar saklamıydım.
Ve mahşer günü...
Uzaktan seni seyretsem.
Sana yakın olmak için can atsam.
Beni engelleseler,
'Sen kim yakınlık kim? ' deseler.
Ben ağlamaktan konuşamasam.
Gözlerini çevirsen bana.
'Benim cennetim bana bakan gözlerindir.'
Ve tebessüm etsen.
Ama bunu kimse görmese,
Seni ebede kadar saklasam
Sen yoktun Sultânım,
Hz. Abdullah’ın alnındaydı Nurun
Başı eğik gezerdi mazlum
Kuteyle göklerden seni sorardı
Varaka seni arardı semada
Anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler.
Ağlayarak süslediler ölüme...
Ağlayarak hadi dayına gidiyorsun dediler.
Sen yokken,
Canlı canlı toprağa gömülmenin adıydı dayıya gitmek.
Anne yüreğinin çıldırtan çaresizliğiydi.
Ve yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi...
En son çocuk atılırken çukura
Annesinin suretinde bir melek tuttu onu
Ve tebessüm ederek hira nur dağını gösterdi.
Melekler süslüyordu hirâyı.
Efendisine hazırlanıyordu cebel-i nur,
Efendisine hazırlanıyordu mekke.
Âlem Efendisine hazırlanıyordu
Kainatın gözü Hz. Aminedeydi.
Toprak yalvarıyordu rabbine,
Allahım gönder artık diyordu.
Gel diye ağlıyordu mazlumlar, gözleri semada
Ve bir gelişin vardı ya rasulallah,
Bir inişin vardı yer yüzüne...
Önünde cebrail!
Ardında yalın kılıç melekler!
Bir inişin vardı yer yüzüne...
Yetimler en huzurlu geceyi geçirdi belki de
Öksüzler annelerine sarıldı doya doya.
Sonra bir sessizlik kapladı seher vaktini.
Herşey sus pus olmuştu.
Hadi diyordu yıldızlar, Hadi diyordu ay!
Kainat bir isim duymak istiyordu.
Ve bir ses yükseldi Âmine’nin evinden;
Muhammed!
Karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini.
Muhammed!
Melekler öptü o nurdan ellerini.
Muhammed!
Seni yaratan Allah’a kurbânız ey dürri yekta!
Sana o adı veren rahmana kurbanız
Artık sen vardın
Susuz topraklara rahmet indi seninle
Annenden sonra anne halime sevindi seninle
Yağmura mı ihtiyaç var?
Kaldır şehadet parmağını,
Yağmurları salsın Allah.
Sonra tut ağacın yaprağını,
Köklerini çıkarttırıp yanında yürütsün Allah.
Yeterki sen iste,
Sen iste yarasulallah
Deki ben kimim?
Dağlar, taşlar dile gelsin,
Dilsiz çocuklar ellerinden tutup,
Ente Rasulullah desin.
Seni Hak Din üzere gönderen Allah'a and olsun ki; Bizlere emanet ettiğin mukaddes değerleri yüceltmek için canlarımızı bile vermekten çekinmeyeceğiz...
intizar
16.09.2004 - 23:27nurullah gençten intizarı tavsiye ediyorum okuyun pls
yasak aşk
16.09.2004 - 22:25aşk-ı memnu
akıl
16.09.2004 - 22:24akıl akıl olsaydı ismi gönül olurdu,
gönül gönlü bulsaydı bozkırlar gül olurdu.
yusuf ile züleyha
16.09.2004 - 22:22yusuf Züleyha ya sarılsaydı üşürdü,Züleyha içinse Yusuf biterdi......
züleyha
16.09.2004 - 22:19Yusuf'um, Züleyhanın zindanında........
6. his
16.09.2004 - 22:186.his çok salakça bir kavram.6.his diye birşey olamaz ki,6. duyu histir,bu doğru ama 6.his diye birşey yok
piedra ırmağının kıyısında oturdum, ağladım
16.09.2004 - 21:50Tanrı,güneşi hergün yeniden doğdurarak,bizi mutsuz kılan herşeyi düzeltmemiz için şans veriyor bize.Ama biz,hergün bize böyle bir şansın verildiğini unutuyoruz.
PİEDRA IRMAĞININ KIYISINDA OTURDUM, AĞLADIM
kandil gecesi
11.09.2004 - 21:29kandil geceleri kandil oluruz
kandilin içine fitil oluruz
Hakkı göstermeye delil oluruz........
pan
11.09.2004 - 17:35bizim yakup'un sülalesine verilen lakap :))
yahudilik
08.09.2004 - 14:57dünyada iki tür canlı vardır:yahudiler ve hayvanlar...diyen bir zihniyet...
ve tahrif edilmiş tevrattan bir ayet:
allah sadece israildedir.başka yerde yoktur.(tekvin bölümü)
yahudi zihniyetini anlatan başka bir örnek:
yahudiler kendi ırklarından,dinlerinden olan bir kişiden faiz alamaz,dolandıramaz,öldüremez...
ama başka bir millet ve dinden kişilerden hepsini yapabilir.işte çarpık anlayış.
6 aylık bir bebeğe 38 kurşun sıkan zihniyettir yahudi zihniyeti.
allah yahudilerin şerrinden bizleri korusun...
üstad necip fazıl ın dediği gibi:
dünyanın neresinde bir pislik,kargaşa varsa onun altında yahudi parmağı vardır.
ahmet hamdi tanpınar
06.09.2004 - 20:17'Bir Necip Fazıl olabilmenin ahmakça saadetine ne kadar muhtacım..'
A.Hamdi Tanpınar
allah (c.c)
29.08.2004 - 21:58Seni aramam için beni uzağa attın!
Alemi benim, beni kendin için yarattın!
hz.muhammed
29.08.2004 - 21:56Gelseydin
Sevgili!
Ümmü Mektum gibi
Seni görmeden sana sesleniyoruz
Alıp verdiğin nefesi duyar gibi
Sanki açınca gözlerimizi
Seni görecekmişiz gibi
Sana sesleniyoruz.
Senin huzurunda ses yükselmez.
Edeple konuşulur; edeple susulur.
Hele biz ki bu kapının dilencileri,
El açıp beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi ama
Şu araya giren yıllar olmasa
Medine’ne uzak yollar olmasa
İsmin anılınca yürek yanmasa
Kapında beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi.
Bekliyoruz Sultânım!
Rüyada olsa bile
Belki teşrif edersin diye
Hem de hiç kimseyi beklemediğimiz gibi.
Seni bekliyoruz.
Gelseydin,
Bizim için cennet olurdu gelişin.
Gelseydin,
Saadetli asrından gönderdiğin selâmını,
'Kardeşlerim' deyişini
Birbirimize nasıl anlattığımızı görürdün.
Gelseydin,
Dolaşsaydın sofralarımızı,
Bir tabak fazla görecektin,
Bir bardak, bir kaşık fazla...
Ve sofrada bir yer boş,
Baş köşe! ..
Ola ki Sen(A.S.M.) lutfeder gelirsin diye.
Gelseydin,
Dolaşsaydın gecelerimizi,
O 'Kutlu Doğum' gecelerini,
Anneler görecektin.
Yeni doğmuşsun gibi,
Yeryüzünü yeni teşrif etmişsin gibi,
Mışıl mışıl uyuyasın diye
Seni sabahlara kadar
Hayalen ayaklarında sallayan anneler görecektin.
Sevgili!
Gelseydin,
Medine-i Münevvere'den dünyaya yayılan Ashabın gibi,
Eyyüb Sultan gibi,
Kab bin Malik gibi,
Bir fecir vaktinde,
Henüz yirmisinde yirmi beşinde,
Bırakarak yurtlarını ocaklarını,
Hedeflerine ilahi rızayı koyan,
Arkalarına bakmayı ar sayan,
Yiğitler görecektin.
Onlar senin yiğidin,
Elleri, o öpülesi elleri,
Kimbilir hangi memleketin zemheri soğuklarında üşürken,
Senin köyünün hayaliyle ısındılar.
Gelseydin,
Gecenin zifiri karanlığında,
Uykunun en tatlı aralığında,
Rabiatül Adeviyye gibi Rabbiyle başbaşa
Gençler görecektin.
Gözyaşı dökerken günahlarına,
Veysel Karani'den istediğin gibi,
İnsanlığa dua eden gençler görecektin.
Gelseydin,
Asr-ı saadet gibi olmasa da,
Koklanmaya değer güllerimiz vardı.
Yine senin ikliminde yetişen.
Ama sen gelseydin,
Dikenler bile gül kokardı EFENDİM(A.S.M.) ! ! !
Seninle göz göze gelmeden gizli gizli seni seyretmek...
Hz.Vahşi gibi...
Hani sen Hane-i Saadet'ten Mescid-i Nebevi'ye giderken
Aişe annemiz ardından hayran hayran bakardı.
Seni mescidin önünde bekleyen Ashabı'nınsa
Bakışları yerdeydi.
Edepten göz göze gelmezlerdi.
Sende(A.S.M.) tebessüle nazar ederdin.
Mütebessim çehreni bir Ebu Bekir(R.A.) görürdü,
Bir de Ömer(R.A.) ...
Şimdi okununca Ezan-ı Muhammedi
Pencerelerde, kapı önlerinde,
Seni(A.S.M.) bekleyen nemli gözler var.
Gelseydin,
Ve yürüyüp geçseydin önümüzden,
Gülleri bayıltan o enfes kokunu çekerdik içimize.
Sevgili!
Hakiki aşıkların sana doğru uçarken
Bizim bu yaptığımız yolda emeklemekti.
Dünya güzelliğiyle kollarını açarken
Bize düşen el açıp kapında beklemekti.
Sevgili!
Bekliyoruz! ...
hz.muhammed
29.08.2004 - 21:54Sen yoktun...
Hz.İsmail’in alnındaydı Nurun
İbrahimî bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden
“Rabbimiz” dedi,
“Onlara kendi içlerinden
Senin ayetlerini okuyacak
Kitap ve hikmeti öğretecek onlara,
Onları temizleyecek bir elçi gönder,
Amin dedi on sekiz bin âlem
Nurunla aydınlanan minicik ellerini semaya kaldırarak
Amin dedi İsmail.
Hira Nur dağı amin diyerek ayağa kalktı
Medine’den adı Uhud olan bir amin yankılandı sevr dağında.
ölüm
29.08.2004 - 21:34Ölüm ruhun bedeni terk etmesi değildir sadece Bazen benim bulunduğum şu durum bile ölüm olabiliyor.
hoşçakalın
ölüm
28.08.2004 - 21:52BİR 'DİRİ' NİN ARDINDAN
Şimdiye kadar ölüm üzerine ne ağıtlar yükseldi yerden gök kubbeye. Ama ağıt yakanlar bir sonraki seferde kendileri ağıtlara konu olmaktan kurtulamadılar. Zaman değirmeni çarkına düşenleri öğütmeden bırakmıyor. İnsanoğlu hep başka semtlere kovuyor ölümü, hiç kendi hanesine yaklaştırmıyor. Ama ansızın karşısına çıkıverince belki şaşırmaya dahi fırsat bulamadan kucağına düşüveriyor ölümün. Tam konuşacakken, diller gerçeği haykıracakken, söylemez oluveriyor; başka bir aleme saklanıyor sırlar. Artık hâl konuşuyor dilin sustuğu yerde, hâlden anlayana. Bir ömür, can ipliğine ölüm üzerine mısralar dizen şaire son anda söz söyleme fırsatı verilmiş:'Sen ölümden çok söz ettin, haydi ölümü anlat bakalım yaşayanlara, dercesine...' ve son söz:
'Demek böyle ölünürmüş.'
Yok, hayır.
İnsanın etrafında öyle bir koza var ki Azrail’in ayak seslerinden başka hiçbir şey onu delmeye muktedir değil. Günümüz insanı ölüm karşısında, belgesellerde seyrettiğim zebraları hatırlatır bana. Hani aslan tehdidini enselerinde hissedince korkudan tüyleri diken diken olup da aslan içlerinden birini avlayıp yemeye başlayınca rahatlayıp otlamaya başlayan zebraları. Kabristandan dönenler bir dosta karşı son görevlerini yapmış olmanın gönül huzuru içinde, ölenle ölünmez, deyip hayatlarına kaldıkları yerden devam etmiyorlar mı? Hz. Ömer kendisine her gün ölümü hatırlatsın diye birisini görevlendirmiş. Bir gün saçlarında bir ak görünce onu çağırmış. Hadi sen git, artık ölümü hatırlatmak için bu bana yeter, demiş. Hayatını, kılı kırk yararcasına hassas yaşayan bir insana, ağarmış bir saç teli ölümü hatırlatmak için yeterli oluyor. Hayat sermayesini hoyratça harcayan bizlere ne oluyor ki dostlarımızın bir bir etrafımızdan ayrılışı karşısında bile bu kadar duyarsızız. Ölüm, hayatın gerçeği, ölüm korkusuyla da yaşanmaz ki, diyebiliriz. Doğru, ölüm korkusuyla yaşanmaz ama ölüm bir ibret dersidir:
'Sen ibret almaz mısın ölenlerden
Onlar da sencileyin kul değil mi? '
Hayatı verenin bir gün bizden hayatın hesabını mutlaka soracağı gerçeğinin dersidir, ölüm. Hayatın insana verilmiş kısacık bir fırsat olduğunun ifadesidir.
Yunus Emre’nin:
'Okumaktan mana ne, kişi Hakk’ı bilmektir
Çün okudun bilmezsen, ha bir kuru emektir'
Şiirini,
'Yaşamaktan mana ne, kişi Hakk’ı bilmektir
Çün (eğer) yaşadın bilmezsen, ha bir kuru emektir'
şeklinde yorumlarsak, amaçsız yaşamanın kısır döngüsü içinde nasıl kıvranmakta olduğumuzu fark eder miyiz acaba? Bu âlem içinde anlamım nedir? Beni herkesten farklı yaratan, benimle ne murat ediyor? Benim yaratılış amacım nedir? Ben nereden geliyorum? Nereye sevk olunuyorum? ... Evet sorular uzar gider. Bir kere olsun kendisiyle yüz yüze gelememiş, hayatın anlamını düşünmemiş, kendi kendine soramamış, daha doğrusu işten güçten, meşguliyetten bunu aklını getirmemiş olan bizler, hayat karşısında – kendi konumumuz itibariyle –vazife ve yükümlülüklerimizi ne zaman hatırlarız? Azrail kapımızı çalınca mı?
Bir gün birinin karşısına ansızın Azrail dikilivermiş, canını almaya geldim diye. Adam önce çok korkmuş, sonra aklı başına gelince yalvarmaya başlamış: Ne olur Azrail, canımı alma, hiç hazırlığım yok. Bu halimle Rabb’imin karşısına nasıl çıkarım? Gelmeden öne haber verseydin ben de ona göre hazırlığımı yapardım, demiş. Azrail, adamın haline acımış: Hadi git, şimdi senin canını almayacağım. Tekrar gelmeden önce de iki defa haber vereceğim, üçüncüsünde gelip canını alacağım, demiş. Adamcağız sevinerek gitmiş. Bir süre verdiği söze sadık yaşamış, sonra işi gevşetmiş, nasıl olsa Azrail gelmeden önce haber verecek. Geleceğini haber verdiği zaman hazırlanırım, deyip büsbütün olayı unutmuş. Aradan uzun zaman geçmiş. Azrail her halde gelmeyecek diye düşünmeye başladığı bir zamanda Azrail çıka gelmiş. Adam çok korkmuş ama bu arada da sormadan edememiş: Hani sen gelmeden önce haber verecektin? Azrail: Ben haber verdim, filan zamanda uzun süre burnun kanamıştı, hatırlamadın mı? Başka bir zamanda şöyle bir kaza geçirmiştin. Adam başını sallayarak tasdik etmiş. Sonra: Sen geleceğini böyle mi haber verirsin, diye sormuş. Azrail de, evet ben geleceğimi hadiselerin diliyle haber veririm, cevabını vermiş
Avrupalı ölümü hatırlatan her sembolü gündelik hayatının dışına kovarken atalarımız mezarlıklarını şehrin ortasına yapmış, ölümü hatırdan çıkarmayalım daha doğrusu hayatın anlamını unutmayalım diye:
'Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet!
Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet!
Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;
Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde? '
Soralım, '...gidenlerden kalan şey neymiş elde? ' diye. Yüce Kitabımız kalanların, sadece 'sâlih ameller' yani sırf Allah rızası için yapılan güzel işler olduğunu haber veriyor bize. İşte ölüm, ölüm korkusuyla tir tir yaşayalım diye değil hayatın gerçeğini anlamak ve unutmamak için sık sık hatırlanması gereken bir olgu. Ölümü böyle anlamak ve idrak etmek herkese nasip olmuyor. Peşinciliği seven, peşin bir gram lezzeti gelecek bin gram lezzete tercihe meyilli nefsimize söz anlatmak zor. Hele kabrin öte tarafı onun için çok uzak bir ihtimal. Ey gönlüm:
Nasihat istersen ölüm yeter
(Şeref Tan)
hz.muhammed
25.08.2004 - 22:21Sultanım!
Ey Medine minberinde ' ümmeti, ümmeti ' diye hüznü giyen sevgili
Ey Mekke mihrabında alemler hesabına ' Allah! ' diyen sevgili
Bize lütfu ilahi bahşedilen kapına diz çöktük, bey' at ettik
Rabbinden bize ne getirdi isen amenna
Duyduk, itaat ettik
Ya Rasulallah
Sen hâlâ kırk yaşındasın
Ve hâlâ ümmetinin başındasın...
hz.muhammed
25.08.2004 - 21:59Sevgili!
Ümmü Mektum gibi
Seni görmeden sana sesleniyoruz
Alıp verdiğin nefesi duyar gibi
Sanki açınca gözlerimizi
Seni görecekmişiz gibi
Sana sesleniyoruz.
Senin huzurunda ses yükselmez.
Edeple konuşulur; edeple susulur.
Hele biz ki bu kapının dilencileri,
El açıp beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi ama
Şu araya giren yıllar olmasa
Medine’ne uzak yollar olmasa
İsmin anılınca yürek yanmasa
Kapında beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi.
Bekliyoruz Sultânım!
Rüyada olsa bile
Belki teşrif edersin diye
Hem de hiç kimseyi beklemediğimiz gibi.
Seni bekliyoruz.
hz.muhammed
24.08.2004 - 22:05Ben Böyle Olmamalıydım
Ben, böyle olmamalıydım
İsmini duyunca, boynum düşmeliydi omzuma.
İçime bir ateş düşmeliydi
Ayaklarımın feri kesilmeliydi.
Kendimden geçmeliydim sonra...
Adını sayıklamalıydım, adımı unuttuğumda
Ama bunu kimse duymamalıydı,
Seni, mahşere kadar saklamalıydım.
Ben böyle olmamalıydım
Nisan akşamlarını ıslatırken yağmur
Bahar, şarkılarını söylerken karanlığa
Çalan her kapıya `sensin` diye koşmalıydım.
Ayak sesleri gelmeliydi uzaktan
Ben hep sana yormalıydım.
Gece yıldızlarını serpince göre
Seni görmek için uyumalıydım.
Şarkılar kime söylenirse söylensin
Sana diye dinlemeliydim.
Türküler dolmalıydı odama,
Ben bir selvi boylu yârdan ayrıldım deyince bir ses
Selvi boylu yâr sen olmalıydın
Kömür gözlüm ateşine düşeli
Senin için söylenmiş söz olmalıydı.
Bir mey yokluğuna ağlamalıydı delice
Bir keman, incecik çığlık olmalıydı
Ama bunu kimse bilmemeliydi,
Seni mahşere kadar saklamalıydım.
Böyle olmamalıydım,
Kelimeler Taif'i taşıyınca kulaklarıma
Daha yüzüme çarpmadan Taif rüzgarı,
Taşların izi çıkmalıydı yüzümde.
Uhud anılırken, dişlerine sızı düşmeliydi.
Haremde bir ikindi vakti
Kem gözler çevrilince sana
Ve vefasız eller uzanınca yakana
İçim daralmalı, nefesim kesilmeliydi.
Sen ötelere hazırlanırken,
Öteler senin için süslenirken,
Son kez baktığın pencerede hayal edip seni,
Perdenin son kez kapanması gibi,
Kapanmalıydı gözlerim.
Sonra içime doğru gerilip,
Seni bize lutfedenin ismini haykırıp,
'Allah(C.C.) ' deyip,
Düşmeliydim yere.
Ama bunu kimse bilmemeliydi.
Seni mahşere kadar saklamıydım.
Ve mahşer günü...
Uzaktan seni seyretsem.
Sana yakın olmak için can atsam.
Beni engelleseler,
'Sen kim yakınlık kim? ' deseler.
Ben ağlamaktan konuşamasam.
Gözlerini çevirsen bana.
'Benim cennetim bana bakan gözlerindir.'
Ve tebessüm etsen.
Ama bunu kimse görmese,
Seni ebede kadar saklasam
bediüzzaman said nursi
24.08.2004 - 21:16Büyük Üstad
hz.muhammed
24.08.2004 - 20:52Sen yoktun Sultânım,
Hz. Abdullah’ın alnındaydı Nurun
Başı eğik gezerdi mazlum
Kuteyle göklerden seni sorardı
Varaka seni arardı semada
Anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler.
Ağlayarak süslediler ölüme...
Ağlayarak hadi dayına gidiyorsun dediler.
Sen yokken,
Canlı canlı toprağa gömülmenin adıydı dayıya gitmek.
Anne yüreğinin çıldırtan çaresizliğiydi.
Ve yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi...
En son çocuk atılırken çukura
Annesinin suretinde bir melek tuttu onu
Ve tebessüm ederek hira nur dağını gösterdi.
Melekler süslüyordu hirâyı.
Efendisine hazırlanıyordu cebel-i nur,
Efendisine hazırlanıyordu mekke.
Âlem Efendisine hazırlanıyordu
Kainatın gözü Hz. Aminedeydi.
Toprak yalvarıyordu rabbine,
Allahım gönder artık diyordu.
Gel diye ağlıyordu mazlumlar, gözleri semada
hz.muhammed
24.08.2004 - 20:51Ve bir gelişin vardı ya rasulallah,
Bir inişin vardı yer yüzüne...
Önünde cebrail!
Ardında yalın kılıç melekler!
Bir inişin vardı yer yüzüne...
Yetimler en huzurlu geceyi geçirdi belki de
Öksüzler annelerine sarıldı doya doya.
Sonra bir sessizlik kapladı seher vaktini.
Herşey sus pus olmuştu.
Hadi diyordu yıldızlar, Hadi diyordu ay!
Kainat bir isim duymak istiyordu.
Ve bir ses yükseldi Âmine’nin evinden;
Muhammed!
Karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini.
Muhammed!
Melekler öptü o nurdan ellerini.
Muhammed!
Seni yaratan Allah’a kurbânız ey dürri yekta!
Sana o adı veren rahmana kurbanız
Artık sen vardın
Susuz topraklara rahmet indi seninle
Annenden sonra anne halime sevindi seninle
Yağmura mı ihtiyaç var?
Kaldır şehadet parmağını,
Yağmurları salsın Allah.
Sonra tut ağacın yaprağını,
Köklerini çıkarttırıp yanında yürütsün Allah.
Yeterki sen iste,
Sen iste yarasulallah
Deki ben kimim?
Dağlar, taşlar dile gelsin,
Dilsiz çocuklar ellerinden tutup,
Ente Rasulullah desin.
hz.muhammed
24.08.2004 - 20:20Seni Hak Din üzere gönderen Allah'a and olsun ki; Bizlere emanet ettiğin mukaddes değerleri yüceltmek için canlarımızı bile vermekten çekinmeyeceğiz...
hz.muhammed
24.08.2004 - 19:44kainatın efendisi
Toplam 108 mesaj bulundu