Mehmet Fatih Balta Adlı Üyenin Nedir Yazıları ...

  • sam

    29.08.2012 - 22:20

    Rüstem-e Zâl... Bir iran evsanevi kahramanı olarak geçer. Neriman ] Samu sawur ] Zal Ve Rüstem Mezopotamya egemenliğinin yüzyılalrca Perslerde olması; Perslerle yüzyıllarca ortak bir yasayıs icinde olmaları nedeniyle İran hükümdarlarına hizmet etmişlerdir. Kürt oldukları bilinmektedir. Kürtler newroz bayramlarında bu şahısları yad etme törenleri yapmıslardır. Yine bir iran evsanevi kahramanı olan Demirci Kawa da bu törenlerde temsillenmiştir. Fakat günümüzde bu törenlerin sayısı nerdeyse tükenmiştir.

    Rüstemin oğlu Sohrab hariç hepsi iran için hizmetler vermiştir. İran kralı Key Kawus Rüstemin pek söz dinlememesi itibari ile Rüstemi 20 yıl şehire girmemek kaydıyla sürgün etmiştir. Bu sırada Rüstemin karısı Tahmina ile bir çoçukları olur. Fakat Rüstemin sürgün edilmesi ve yenilmez bir kahraman olması yüzünden düşmanlarıda bulunmaktadır. Tahmina bu yüzden Sohrab a babasının Rüstem olduğunu açıklamadan onu büyütmüştür. Zamanla Sohrabın namı büyük derecede yayılır. Ve turan hükümdarı Efrasiyab onu sarayına davet eder ve İranla savaşmak ve askerline cesaret vermek adına generali olarak tayin eder. Tahmina Efrasiyabın İrana savaş açaçağını duyunca Rüstemin bu savaşa katılacagından emindir. Bu yüzden oğlu Sohrab'a Babasının kim olduğunu açıklar. Efrasiyab bu gerçeği bilmekteydi amacı baba ve oğulu birbirine vurdurmaktı. Ama bu açıklamaya engel olamamıştır fakat yinede durum onun lehine gelişir.
    İran hükümdarı Sohrabın ne kadar büyük bir savaşçı oldugunu duyunca bir sekilde Rüstemin en iyi arkadaslarını göndererk onu geri getirtir. Fakat Sohrab ın namı Key Kawus u öylesine etkilemiştir ki Rüstemin yaşınıda göz önünde bulundurarak. Rüstemin savaşa katıldıgında adının açıklanmasını istemez cünkü olurda Sohrab, Rüstemi yenerse bu yenilgi İran ordusunu büyük bir korkuya itecektir. Bu yüzden Baba ve oğul birbirinin kim olduklarını bilmeden savaşırlar ve savasşın sonunda Rüstem oğlunu yener ve öldürür.
    Zerdüşt rahiplerden pehlevice öğrenen firdevsi bunu epik ve destansı ve insnaı büyüleyecek sekilde anlatmıstır.

    Ama günümüzde resmi olarak bu insnaların kürt oldugu açıklanmamıştır. Tıpkı Selahaddin eyyubi gibi. Ve yine diyarbakırlı Nesimi, Urfalı Nabi, bugün ki Kuzey ırakta yaşayan Fuzuli mehmet ve daha bilemediğimiz yüzlerce kişi ve Tüm kürt tarihi yokolmus, tahrip edilmis ve gizlenmiştir.

    Bkz:
    Zaloğlu Rüstemin Oğlu filmi

    Rüstem ile Sohrab'ın hikâyesi...
    http://mavikubbe.blogcu.com/rustem-ile-sohrab-in-hikayesi/10702443

  • sam

    29.08.2012 - 22:18

    Sam...
    Bir iran evsanevi kahramanı olarak geçer. Neriman ] Samu sawur ] Zal Ve Rüstem Mezopotamya egemenliğinin yüzyılalrca Perslerde olması; Perslerle yüzyıllarca ortak bir yasayıs icinde olmaları nedeniyle İran hükümdarlarına hizmet etmişlerdir. Kürt oldukları bilinmektedir. Kürtler newroz bayramlarında bu şahısları yad etme törenleri yapmıslardır. Yine bir iran evsanevi kahramanı olan Demirci Kawa da bu törenlerde temsillenmiştir. Fakat günümüzde bu törenlerin sayısı nerdeyse tükenmiştir.

    Rüstemin oğlu Sohrab hariç hepsi iran için hizmetler vermiştir. İran kralı Key Kawus Rüstemin pek söz dinlememesi itibari ile Rüstemi 20 yıl şehire girmemek kaydıyla sürgün etmiştir. Bu sırada Rüstemin karısı Tahmina ile bir çoçukları olur. Fakat Rüstemin sürgün edilmesi ve yenilmez bir kahraman olması yüzünden düşmanlarıda bulunmaktadır. Tahmina bu yüzden Sohrab a babasının Rüstem olduğunu açıklamadan onu büyütmüştür. Zamanla Sohrabın namı büyük derecede yayılır. Ve turan hükümdarı Efrasiyab onu sarayına davet eder ve İranla savaşmak ve askerline cesaret vermek adına generali olarak tayin eder. Tahmina Efrasiyabın İrana savaş açaçağını duyunca Rüstemin bu savaşa katılacagından emindir. Bu yüzden oğlu Sohrab'a Babasının kim olduğunu açıklar. Efrasiyab bu gerçeği bilmekteydi amacı baba ve oğulu birbirine vurdurmaktı. Ama bu açıklamaya engel olamamıştır fakat yinede durum onun lehine gelişir.
    İran hükümdarı Sohrabın ne kadar büyük bir savaşçı oldugunu duyunca bir sekilde Rüstemin en iyi arkadaslarını göndererk onu geri getirtir. Fakat Sohrab ın namı Key Kawus u öylesine etkilemiştir ki Rüstemin yaşınıda göz önünde bulundurarak. Rüstemin savaşa katıldıgında adının açıklanmasını istemez cünkü olurda Sohrab, Rüstemi yenerse bu yenilgi İran ordusunu büyük bir korkuya itecektir. Bu yüzden Baba ve oğul birbirinin kim olduklarını bilmeden savaşırlar ve savasşın sonunda Rüstem oğlunu yener ve öldürür.
    Zerdüşt rahiplerden pehlevice öğrenen firdevsi bunu epik ve destansı ve insnaı büyüleyecek sekilde anlatmıstır.

    Ama günümüzde resmi olarak bu insnaların kürt oldugu açıklanmamıştır. Tıpkı Selahaddin eyyubi gibi. Ve yine diyarbakırlı Nesimi, Urfalı Nabi, bugün ki Kuzey ırakta yaşayan Fuzuli mehmet ve daha bilemediğimiz yüzlerce kişi ve Tüm kürt tarihi yokolmus, tahrip edilmis ve gizlenmiştir.

    Bkz:
    Zaloğlu Rüstemin Oğlu filmi

    Rüstem ile Sohrab'ın hikâyesi...
    http://mavikubbe.blogcu.com/rustem-ile-sohrab-in-hikayesi/10702443

  • sam

    29.08.2012 - 22:17

    Sam...
    Bir iran evsanevi kahramanı olarak geçer. Neriman ] Samu sawur ] Zal Ve Rüstem Mezopotamya egemenliğinin yüzyılalrca Perslerde olması; Perslerle yüzyıllarca ortak bir yasayıs icinde olmaları nedeniyle İran hükümdarlarına hizmet etmişlerdir. Kürt oldukları bilinmektedir. Kürtler newroz bayramlarında bu şahısları yad etme törenleri yapmıslardır. Yine bir iran evsanevi kahramanı olan Demirci Kawa da bu törenlerde temsillenmiştir. Fakat günümüzde bu törenlerin sayısı nerdeyse tükenmiştir.

    Rüstemin oğlu Sohrab hariç hepsi iran için hizmetler vermiştir. İran kralı Key Kawus Rüstemin pek söz dinlememesi itibari ile Rüstemi 20 yıl şehire girmemek kaydıyla sürgün etmiştir. Bu sırada Rüstemin karısı Tahmina ile bir çoçukları olur. Fakat Rüstemin sürgün edilmesi ve yenilmez bir kahraman olması yüzünden düşmanlarıda bulunmaktadır. Tahmina bu yüzden Sohrab a babasının Rüstem olduğunu açıklamadan onu büyütmüştür. Zamanla Sohrabın namı büyük derecede yayılır. Ve turan hükümdarı Efrasiyab onu sarayına davet eder ve İranla savaşmak ve askerline cesaret vermek adına generali olarak tayin eder. Tahmina Efrasiyabın İrana savaş açaçağını duyunca Rüstemin bu savaşa katılacagından emindir. Bu yüzden oğlu Sohrab'a Babasının kim olduğunu açıklar. Efrasiyab bu gerçeği bilmekteydi amacı baba ve oğulu birbirine vurdurmaktı. Ama bu açıklamaya engel olamamıştır fakat yinede durum onun lehine gelişir.
    İran hükümdarı Sohrabın ne kadar büyük bir savaşçı oldugunu duyunca bir sekilde Rüstemin en iyi arkadaslarını göndererk onu geri getirtir. Fakat Sohrab ın namı Key Kawus u öylesine etkilemiştir ki Rüstemin yaşınıda göz önünde bulundurarak. Rüstemin savaşa katıldıgında adının açıklanmasını istemez cünkü olurda Sohrab, Rüstemi yenerse bu yenilgi İran ordusunu büyük bir korkuya itecektir. Bu yüzden Baba ve oğul birbirinin kim olduklarını bilmeden savaşırlar ve savasşın sonunda Rüstem oğlunu yener ve öldürür.
    Zerdüşt rahiplerden pehlevice öğrenen firdevsi bunu epik ve destansı ve insnaı büyüleyecek sekilde anlatmıstır.

    Ama günümüzde resmi olarak bu insnaların kürt oldugu açıklanmamıştır. Tıpkı Selahaddin eyyubi gibi. Ve yine diyarbakırlı Nesimi, Urfalı Nabi, bugün ki Kuzey ırakta yaşayan Fuzuli mehmet ve daha bilemediğimiz yüzlerce kişi ve Tüm kürt tarihi yokolmus, tahrip edilmis ve gizlenmiştir.

    Bkz:
    Zaloğlu Rüstemin Oğlu filmi

    Rüstem ile Sohrab'ın hikâyesi...
    http://mavikubbe.blogcu.com/rustem-ile-sohrab-in-hikayesi/10702443

  • zal oğlu rüstem

    29.08.2012 - 22:02

    Rüstem-e Zâl... Bir iran evsanevi kahramanı olarak geçer. Neriman ] Samu sawur ] Zal Ve Rüstem Mezopotamya egemenliğinin yüzyılalrca Perslerde olması; Perslerle yüzyıllarca ortak bir yasayıs icinde olmaları nedeniyle İran hükümdarlarına hizmet etmişlerdir. Kürt oldukları bilinmektedir. Kürtler newroz bayramlarında bu şahısları yad etme törenleri yapmıslardır. Yine bir iran evsanevi kahramanı olan Demirci Kawa da bu törenlerde temsillenmiştir. Fakat günümüzde bu törenlerin sayısı nerdeyse tükenmiştir.

    Rüstemin oğlu Sohrab hariç hepsi iran için hizmetler vermiştir. İran kralı Key Kawus Rüstemin pek söz dinlememesi itibari ile Rüstemi 20 yıl şehire girmemek kaydıyla sürgün etmiştir. Bu sırada Rüstemin karısı Tahmina ile bir çoçukları olur. Fakat Rüstemin sürgün edilmesi ve yenilmez bir kahraman olması yüzünden düşmanlarıda bulunmaktadır. Tahmina bu yüzden Sohrab a babasının Rüstem olduğunu açıklamadan onu büyütmüştür. Zamanla Sohrabın namı büyük derecede yayılır. Ve turan hükümdarı Efrasiyab onu sarayına davet eder ve İranla savaşmak ve askerline cesaret vermek adına generali olarak tayin eder. Tahmina Efrasiyabın İrana savaş açaçağını duyunca Rüstemin bu savaşa katılacagından emindir. Bu yüzden oğlu Sohrab'a Babasının kim olduğunu açıklar. Efrasiyab bu gerçeği bilmekteydi amacı baba ve oğulu birbirine vurdurmaktı. Ama bu açıklamaya engel olamamıştır fakat yinede durum onun lehine gelişir.
    İran hükümdarı Sohrabın ne kadar büyük bir savaşçı oldugunu duyunca bir sekilde Rüstemin en iyi arkadaslarını göndererk onu geri getirtir. Fakat Sohrab ın namı Key Kawus u öylesine etkilemiştir ki Rüstemin yaşınıda göz önünde bulundurarak. Rüstemin savaşa katıldıgında adının açıklanmasını istemez cünkü olurda Sohrab, Rüstemi yenerse bu yenilgi İran ordusunu büyük bir korkuya itecektir. Bu yüzden Baba ve oğul birbirinin kim olduklarını bilmeden savaşırlar ve savasşın sonunda Rüstem oğlunu yener ve öldürür.
    Zerdüşt rahiplerden pehlevice öğrenen firdevsi bunu epik ve destansı ve insnaı büyüleyecek sekilde anlatmıstır.

    Ama günümüzde resmi olarak bu insnaların kürt oldugu açıklanmamıştır. Tıpkı Selahaddin eyyubi gibi. Ve yine diyarbakırlı Nesimi, Urfalı Nabi, bugün ki Kuzey ırakta yaşayan Fuzuli mehmet ve daha bilemediğimiz yüzlerce kişi ve Tüm kürt tarihi yokolmus, tahrip edilmis ve gizlenmiştir.

    Bkz:
    Zaloğlu Rüstemin Oğlu filmi

    Rüstem ile Sohrab'ın hikâyesi...
    http://mavikubbe.blogcu.com/rustem-ile-sohrab-in-hikayesi/10702443

  • yusuf hayaloğlu

    04.03.2009 - 22:38

    HAYALOGLU

    Bir İyilik, bir Umut Savaşçısı

    İşte Gidiyorum Dedin..

    İşte gidiyorum

    Karşılıksız bir aşka kurban ettim ömrümü

    İşte gidiyorum

    Toprak alsın benimde bu hazin öykümü

    İşte gidiyorum, gurbet yorgunu gövdemi

    Çukura kim indirecek

    İşte gidiyorum

    Bu menfur cinayeti, şimdi çıkıp kim üstlenecek

    Çürüdü gözlerim, yüreğim, bu yağmurlu şehirde

    İşte gidiyorum

    Beni kaldırın, hicran kalsın teneşirde

    Size yüzyallardır sesini kaybetmiş

    Bir türkü söyliyecektim...

    Ve bir yayla şefkatiyle

    Kirpiğinizin ucundan öpecektim

    Bir masum türküydü sadece

    Yüzbinlerce madurun gönlünde

    Belki söyleriz hepbirlikte

    Belki, mahşerin birinci gününde

    Nasıl sevmiştim hepinizi..nasıl böyle oldu akıbetim?

    Ve nasıl çöle döndü

    O benim gül gülistan memleketim

    İşte gidiyorum, hiçbiriniz, hiçbir dilde beni anlamadınız

    Ben başımı verdim, sizinse

    İnsafsız bir linç oldu karşılığınız

    Nasıl sevmiştin bu insanları, akıbetin ne oldu?
    Ewet karşılıksız bir aşktı....Seni hiç kimse hiç bir dilde Anlamadı... Dogrudur insafsız bir linçti
    Oysa sen bu insanları, bu ülkeyi ne çok severdin...Bunu Anlayamadılar be abi...


    '

    İşte gidiyorum

    Penceresiz bir dünyanın labirentine

    İşte gidiyorum

    Saçlarındaki yıldızları koparabilirsin anne'

    Sonunda kaptırdım gönlümü

    ölüm denen o kaypak türküye...

    Ve işte kurtuldun benden

    Şen olasın ey sevgilim Türkiye

    _Kaptırdın Gönlünü o Kaypak Türküye... Şen ol... Şen ol ey sevgilim Türkiye!
    Onun kullandığı terimleri lügatlerinizden çıkarmıştınız. Bunu Hayaoğlu Söylemişti dediniz, bunu kullanmayız dediniz
    Sevinin be sevinin, bayramlar edin. Suçladığınız, Nefret ettiğiniz o adam göçtü gitti...

    Ey kir içinde yüzenler, herkesin atına binenler
    Ey sürünenler, ey bölenler, bölünenler,
    Herkesi birbirine düşürüp, sinsice sevinenler
    Ey gençliğimi harcayanlar, ey kağıttan kaplanlar, zavallı sıçanlar.
    Ey ciğeri beş para etmezler, ey sıkıyı gördü mü fellik fellik kaçanlar
    Ey darbe kaçkınları, orta yolcular, dönekler, sümüklü böcekler
    Ey ispiyoncular, bozguncular, medya çömezleri yüzü yırtılmış köçekler, ibneler

    Beni tutmayın ulan burama geldi dayandı.
    Beni tutmayın bozarım bu kirli numaranızı
    Yıllardır öyle çok sömürdünüz, öyle çok kan kusturdunuz ki
    Ulan bir şarjöre diz çöktürürüm ALAYINIZI! .......

    _ Seni ayrımcılık yapmakla suçladılar... Oysa sen yine bu dizelerinlede açıklamıştın herşeyi. Kardeşi kardeşe düşürüp sadistçe sevilenlere küfretmiştin. Ciğeri beş para etmezlere,döneklere, ispiyonculara, bozgunculara düm düz gitmiştin.
    Sen bin yıldır kardeşçe yaşayan bu halkın savaşmasına karşıydın...

    ''Kavgayı uzatmayın kardaş
    Yüzyıllardır tuz döke döke çürüdü bu yaralar
    Kanatmayın diyorum... Kanatmayın''

    _ßu dizelerinlede anlatmıştın insanlara, ölümlere karşı olduğunu...

    ''Yüzlerce soğuk namlu üzerime çevrildi,
    Yüzlerce demir tetik aynı anda gerildi! ''

    _Çevirdiler Namluları üzerine herkes birden, Vurdular insafsızca seni...
    Öylesine sevmiştin ki, Türkiye denen bu acem kızını... Senin sevgini görmeyişi, senin hiç yoktan türkülerini karalıyışı,yaralıyışı erken öldürdü, cürüttü seni...

    _Ama şunu iyi biliyorm ki üstadım, seni sevmeyenler özgür iradesiyle degil, empoze edilmis düşüncelerle sevmediler seni... büyüklerinden oğrendiler seni sevmemeyi.
    Lanet Olsun Bu Zihniyete..! ! ! *** Cehalet işte, yöneldirildiler hepsi..
    Oysa Seni sevmek ve tanımak için şiirlerini okumak yeterdi.

    ''Biri, saksımızı çiğneyip gitti.
    Biri, duvarları yıktı,
    Camları kırdı.
    Fırtına gelip aramıza serildi.
    Biri, milyon kere çoğaltıp hüzünleri
    Her şeyi kötüledi,
    Bizi yaraladı...

    Biri şarabımızı döktü,
    Soğanımızı çaldı.
    Biri, hiç yoktan vurdu,
    Kafeste garip kuşumuzu!
    Ciğerim yanıyor,
    Yüreğim kanıyor...
    Solmasaydı gülümüz böyle! .''

    _Yüreğin kanayıp böyle dedikten sonra... Kusura bakma abi... Söyleyipte tutmadığın bir sözünü dile getireceğim.. 'ne olur kızma bu kardeşine'

    ''şimdi iyi niyetlerimi
    bir bir yargılayıp asıyorum
    bu son olsun be..bu son olsun!
    bu da benim sana
    ayrılırken mazeretim olsun! ''

    _Bu sözünü tutmadın... Çünkü sen kötü olmayı beceremedin. İyi niyetlerini yargıladın ama asamadın, yapamadın.

    Ama Necdet Tosun öldü Nâlan,

    Artık yemekleri sen,

    Salatayı da ben yapacağım.

    Sami Hazinses kadar olmasa da

    Bahçeyi sevdiğin çiçeklerle donatacağım.

    Kemal Sunal da öldü Nâlan,

    İyi kalpli amcaları birer-birer uğurladık.

    Ve dünya kirlendi,

    Filmler bozuldu

    O masum sevdalar yaşanmıyor artık...

    _Dünyadaki bütün iyi adamlar yavaş yavaş göçüyordu... Ve bunu görmek seni incitiyordu. Kötü insnalar çoğalıyor,kötülük adım adım yayılıyor... Masum sevdalar kalmadı, yerini üç beş günlük aşklar aldı.. Dünya ise filmler gibi bozuldu
    Bu acımasız doğa seni an be an eritiyordu... İlk teşhisin aşırı sıkıntı ve çok sigara idi.
    Kangrenden bir parmağını fire verdin. Ve dedin ki ' budana budana yaşıyorum son baharımı'
    Ewet sen bir iyilik sembolü, seni öldüren kötü niyetlerdi... İnsanlığın kötü niyetleri ve sen bir iyilik savaşçısı...

    ''Koşmak istiyorum
    Eksozların, molozların, yağmaların kıyısından
    Onca insafsızlıkların, onca haksızlıkların
    Manzarasızlıkların, parasızlıkların
    Allahsızlıkların kıyısından
    Kimseye ve hiçbirşeye değmeden
    Ciğerlerimi yok edercesine koşmak istiyorum! ''

    _İnsanfısızlıklarla, haksızlıklarla, manzarasızlıklarla, Allahsızlıklarla dolu bir dunyadan hep gitmek istedin..Uzaklara, Çok uzaklara....

    Ah ulan Rıza... ben şimdi,

    Bu koca deryada tek başıma ne halt ederim?

    Senden ayrılacağımı sanma,

    Bir kaç güne kalmaz, ben de gelirim! ..

    _Gitmek, gitmek, gitmek... Rıza ve Rıza gibilerine kavuşmaktı seninkisi..
    ''Bu altı adımlık tosbağa voltasına sığamadın''


    ''Artık seninle duramam

    Bu akşam çıkar giderim

    Hesabım kalsın mahşere

    Elimi yıkar giderim

    Sen zahmet etme yerinden

    Gürültü yapmam derinden

    Parmaklarım üzerinden

    Su gibi akar giderim

    Sana yazdığım şarkıyı

    Sazımdan söker giderim

    Ben ağlayamam bilirsin

    Yüzümü döker giderim''

    _İstedigin gitmekti, hesabını mahşere bıraktıp, kimseye yük olmadan, ağlamadan ve yüzünü dökerek gitmek, ve dediğin gibide gittin

    ''Bir savaşçı asla vedalaşmaz! ''

    Derdin ve vedalaşmadan gittin... Bizi boynu bükük bıraktın. Seninle ne çok şeyi oğrenmiştik oysa. Güçlü olmayı, pes etmemeyi, asi olmayı, delikanlı ve dürüst olmayı...
    Dahası dünyanın yalan olduğunu ve insanları sevmeyi oğrettin.
    Savaşçı olmayı, bir iyilik savaşçısı olmayı ve bir savaşçının asla veda etmeyecegini
    Daha ne çok şey..
    Bizim bendimizde Sen 'adam gibi adam' sıfatının hak buldugu bir vücut oldun ve hep öyle kalacaksın... Dualarimiz hep seninle abi... İyi ki seni tanımış ve sevmişiz

    Özgür biri olarak gittin...

    Eksik bıraktıklarım için beni affet..!

  • kan

    09.02.2009 - 19:26

    kısaca: hayati sıvı

  • Fakat

    09.02.2009 - 19:23

    fakat, ama, lakin Vs.. neden belirtir... ve bununla ilgili güzel bir söz vardir

    'Ama 'dan Önceki Cümlenin hiç bir anlamı yoktur' derler

  • hülya koçyiğit

    09.02.2009 - 19:19

    emekli olmuş yeşilçam aktirisi

  • kürt

    09.02.2009 - 19:17

    KÜRT TARİHİ
    paşa milli (mehmet sait keleşabdioğlu)

    Evrensel tarih, Kürtlerin kökenini ve insanlık sahnesine çıkış dönemini milattan binlerce yıl öncesine dayandırıyor. Rus tarihçi Lazarev; Kürtlerin etnik ataları olan halkları 3–4 bin yıllarının sonlarında ön Asya da tarih sahnesine çıktıklarını belirtir. Bunlar Huriler, Lulubalar, Kassiler, Karduklar ve bazı boylardır. Yazara göre Kürt adı 3–4 bin yıllarında ortaya çıkmıştır.
    M.Ö 1. bin yılın Ortalarından itibaren Kürtlerin dolaysız atalarından söz edebiliriz. Kürt etnik sentezinin ilk kaynağı Kuzey Mezopotamya da yani çağdaş Kürdistanın tam merkezinde bulunmaktadır.8 bin yıl önce varlığını 600 yıl sürdüren Halaf kültürü bu topraklarda çağdaş Kürdistanın Suriye’de kalan toprakları üzerinde ortaya çıkmıştır.
    Yunanlı komutan Ksenefonda M.Ö 5. yüzyılda yazdığı “Anabasis” kitabında Kürtlerin varlığından yaşam biçimlerinden söz eder. Bu saptamaya göre Kürtler sayısız soykırıma, tehcire ve savrulmalara rağmen direnerek etnik yüzünü koruyup günümüze kadar gelen nadir halklardan biriydi. Başka bir anlatımla Ortadoğu’nun “Otoktan”(yerli) halklarından kendi topraklarında hayat bulan bir halk olarak tanımlanır. Sümer tabletleri incelendiğinde Kürtlerin Mezopotamya’nın yerli halklarından olduğu tezi daha ağırlık kazanmaktadır. Bu temelde neolitik toplumu üzerinde durmak daha çözümleyici olacaktır.
    Kürt tarihinin düğümü neolitik toplumdadır. Kavram olarak neolitik toplumun çözümlenmesi ve bu çağda yaşayan Kürtlerin prototiplerinin belirlenmesi tarihin aydınlanmasında kilit rol oynayacaktır. Bugün dahi neolitik toplum özelliklerini Kürtlerde görmek mümkündür. Neolitik toplum tarihte ilk defa yaklaşık olarak M.Ö 12 bin den beri, Toros-Zagros dağ sisteminin iç ve dış çeperlerinde ovayla dağlık alanların birleştiği ve su kaynaklarına yakın tepelik bölgelerde gelişim gösterdiği kanıtlanmaktadır. Bu bölge aynı zamanda buzul dönemi boyunca üç kıtanın birleştiği bir alan olup Afrika’nın doğusundan çıkan insan türünün tüm dünyaya en güvenilir yayılma alanı olarak burayı seçtiğini göstermektedir. Buda Mezopotamya’nın coğrafik ve iklim şartlarıyla yakından bağlantılıdır. Uygun beslenme, iklim ve güvenlik bunda temel rolü oynar. Tarihin en büyük devrimi M.Ö.11 bin yıllarında Batmanın Çeme Hallone, Ergani’nin Çeme koteber ve Urfanın birçok toprak tepesinde yerleşime tarım ve hayvancılık devrimi, tarihin çarklarını olabildiğince hızlandırmıştır.
    M.Ö 6 bin yıllarına doğru neolitik kültür bu bölgede yaygın olarak kurumlaşmaktadır. İlk başarılı örnekleri Tel Khalet yerleşim yerinden ötürü bu döneme Tel Khalat kültürü denilmektedir. Bu kültür M.Ö 4 binlere kadar başat rolü oynamaktadır. İnsanlığın en köklü adımının uygarlığı doğuracak tüm icatların bu alandaki kültür tarafından yaratıldığı gözlenmektedir.
    Neolitik çağ, süre ve kapsayan itibariyle insanlığın ruh ve zihniyet yapısını oluşturan en temel dönemidir. İlk düşünce kalıpları ruhsal yüceliş, bilgilenme, yönetme, toplum olma bilinci, Tanrı kavramına ulaşma gibi temel ideolojik unsurlar bu dönemde büyük gelişme sağlar. Din ve mitoloji bütün temel kavramların kaynağını bu dönemin koşulları oluşturmaktadır.
    Din ve mitoloji, aslında toplumun bu büyük devrimsel gelişen zihniyet yansımaları olarak kimlik kazanmaktadır. Güçlü ana kültürü bu dönemin diğer bir özelliğidir.
    Tarihe damgasını vuran neolitik toplum kültürü orijinalini bu bölgede bulunmaktadır. Daha sonra ise diğer bölgelere yayılmaktadır. Yayılma ise fizik göçlerden ziyade kültürel olmaktadır. Bu kültürel yayılma daha sonra yayıldığı bölgelerdeki kültürlerle de büyük benzerlikler taşıdığı kanıtlanmaktadır. Kültürel yayılma sadece maddi üretim tekniğiyle sınırlı değildir. Özellikle Hint-Avrupa dil grubunun esas kaynağının, bu büyük devriminin gerçekleştiği Dicle-Fırat havzasının yukarı kısımları olduğu kanıtlanan diğer bir gerçekliktir. Aryan dil ve kültür grubu M.Ö 11.bin yıllarında şekillenmeye başladığı ve bu kültür oluşumuna kaynaklık eden ise tarım ve hayvancılık devrimidir. Bu bölgede Kürtçe lehçelerinde kullanılan birçok kelime kaynağını bu dönemde ve bu zamanda oluştuğunu göstermektedir. Aynı zamanda belirtilmesi gereken diğer husus ise Neolitik toplumu yaratan, dıştan gelen bir kültür veya fiziki topluluk olmayıp, bölgede en eski dönemlerden beri yerleşik olan kültür ve yaratıcı olan yerli gruplardır.

    Ortaya çıkan gerçeklik, bugünkü Kürtlerin atalarına ve analarının, tüm bu tarihi dönemlerinde bölgenin asıl kültür ve dil yaratıcıları olduğu gösterilmektedir. Sümerlere kadar ki bölgede yaşayan tüm topluluklara Proto- Kürtler demekte mümkündür. Diğer birçok dil devletin resmi dili haline gelmesine rağmen lehçeler arasındaki farklılık oldukça derindir. Ama aynı durum Kürtler için söz konusu değildir. Tüm istilalara rağmen, bu kadar uzun süreden beri lehçe yakınlıklarını sürdürmeleri Kürtçe ve Kürtler açısından önemli bir başarıdır. Burada belirleyici etken, neolitik devriminin uzun süreli dil ve kültür gücünden ileri gelmektedir. Diğer yandan bu devrim Proto-Kürtlerin ve Kürtlerin fazla yer değiştirmedikleri, yerleşik kaldıkları böylelikle kültürel ve dilsel saflığını uzun süre korudukları anlamına gelmektedir. Belirtilmesi gereken bu anlamdaki diğer bir husus ise kültürel veya dilsel aktarımın nesilden nesile aktaran ananın belirleyici rolü olmasında ileri gelmektedir. Kürtlerde de bu durum fazlasıyla yaşanmaktadır. Dört bin yıl önceki ezginin içeriği ve melodisi bile söylenmesi bu dil ve kültürün gücünü ifade etmektedir. Gerek Gılgameş Destanı, gerek meçhul kızın Gıro adlı ezgisi bu gerçeği doğrulamaktadır. Yine Sümer inanna ve Akadrası olan aynı tanrıça İştarın kaynağının, bugün bile Kürt kültüründe tanrı daha sonrası “en yüce ve büyük” anlamına gelen Star, Sterk sözcüğünden türediği açıktır. Ayrıca tüm araştırmalar neolitik dönemde tanrı veya tanrıçaların yıldızlarla simgeleştirdiğini göstermektedir. Kürtçe de Sterk hem yıldız anlamına gelmektedir, hem de kültürel olarak en büyük anlamında tanrı veya tanrıçanın kendisi olmaktadır. Tanrıların ilk ortaya çıktıklarında yıldızlarla simgeleştirilmesi Kürt kültür kaynaklı olup, daha sonraki tüm göksel dinlerin temelini teşkil etmektedir.
    Neolitik topluma Kürtlerin başat rolü ortadadır. Ama tüm halkların emek tarihi hakkıyla yazılmamıştır. Egemen sömürücü güçler tarafından yok sayılmış veya çarpık yansıtılmıştır. Kürtlerde bundan nasibini fazlasıyla almıştır. Tarihi siz yaratacaksınız, uygarlığın başlatıcısı olacaksınız ve yok sayılacaksınız inanılmaz bir çelişki. Sanırım Kürtlerin eğer suç sayılacaksa tek sucu uygarlığa olan bu katkısının tarihe yazdırmamasıdır.
    Tarihin yazılı olarak başladığı MÖ yaklaşık 3 binli yıllar döneminde, tarih sahnesinde başta gelen bir rolü Kürt asıllı topluluklarının oynadığı, Sümer yazılı belgelerinde güçlü bir biçimde anlatılmaktadır. Sümerlerde bu topluluklara Horrit, Guti, Kassit, Mitaniler gibi adlar takmışlardır. Etimolojik olarak incelendiğinde bugünkü Kürtlerin atalarından bahsedildiği çok açıktır. Kısaca bu Kürt asıllı topluluklara bakmak yerinde olacaktır. Çünkü Sümer dil ve kültür yapısına bakıldığında, bütün teknik donanımını yukarı Dicle, Zap ve Fırat havzasındaki neolitik çağ yaratıcı Horritlerden aldıkları rahatlıkla görülmektedir. Temel bilgi ve mitolojik kavramları da daha fazla bu kültürden alınmıştır. Sümer dil yapısındaki bir çok ön ek ve dişil öğede bu kültürden alınmadır. Birçok Sümer destan ve şiiri, içerik ve biçim olarak, bugün bile Kürt aşiret kültüründe varlığını sürdürmektedir. Bir Dervişe Abdi destanı uyarlaması, kaynağını MÖ 2.bin yıllarda yazılan Sümer tabletlerinde bulmaktadır. Aynı Sincar bölgesinde meçhul bir kız tarafından Gıro olarak adlandırılan anonim bir halk kahramanı adına seslendirilmektedir.MÖ 2000 ‘lerde yazılan Gıro şiiriyle, bugünkü Dervişe Abdi Destanı, söz ve biçim olarak çarpıcı bir benzerlik arz etmektedir.Dolayısıyla bu toplulukları incelediğimizde Sümerlerle bu topluluklar arasındaki ilişkiyi daha net bir biçimde görebiliriz.
    Anadolu Hitit İmparatorluğu ile Sümer ardılı Babil-Asur İmparatorluğu arasındaki Yukarı ve Orta Mezopotamya ‘nın (Luwice Gondwana,Sümerce Hurrit=yüksek memleket) zengin maden yatakları ve doğu-batı geçiş noktasında yer alması,ayrıca tarım ve hayvancılığın en verimli sahalarına ve doğal sulama gibi bir iklime sahip olması,onun adeta tarihin “doğuran anası”,büyüten beşiği rolünü kaçınılmaz kılmıştır.Bu özelliği aynı zamanda dört taraftan ve sürekli istila ve talan alanına dönmesine yol açmıştır.Uygarlık doğuran temel alan olmasına rağmen,merkezi yapılar ve kurumlara kalıcı olarak sahip olmaması da bu özellikleriyle yakından bağlantılıdır.Tampon bir geçiş bölgesi olmaktan kurtulamamaktadır.Halbuki günümüze kadar buradan beslenmeyen uygarlık yok gibidir.Bu özelliği,onun günümüzde dilini bile hayvan sesi kadar özgürce kullanamamasının nedenini de izah etmektedir.
    Bu alandaki etnik yapılar M.Ö 6000’den beri bilinmektedir. Tarım devrimini merkezleri,Dicle ve Fırat’ın kollarıyla birlikte çıktığı dağların ova kesimleriyle birleştiği noktalarda ortaya çıkmışlardır.Yüzlerce tümsekte yapılan kazılar bunu kesinlikle doğrulamaktadır.Hint-Avrupa dil grubunun temellerinin de bu tarım devriminin merkezlerinde oluştuğu hem etimolojik hem de arkeolojik kazılarla doğrulanmaktadır.Gelişim merkezleri olması alanın temel özellikleriyle birleşince, bu durum kabile ve aşiret düzenlerinin çok güçlü yapılar olarak şekillenmelerini beraberinde getirmiştir.Bu etnik yapısal özellikler etraftaki merkezileşmiş uygarlık güçlerinin istila ve işgal hareketleriyle birleştiğinde,bir uygarlık alanı olarak merkezileşmeye kolay kolay fırsat tanımamaktadır.
    Bu genel yaklaşımın ışığında Hurri adlı benzer ve akraba bağları olan aşiretlerin M.Ö 2000–1500 yılları arasında bir konfederasyon teşkil ettiği, ama merkezileşerek Hititler kadar bir gelişmeyi sağlayamadıkları anlaşılmaktadır. Hurriler, Hititlerle ve toplumsal temellerini oluşturan Luwi ve Khaldi etnik gruplarıyla sürekli ilişki halinde olmuştur. Ticaret yoluyla Sümer, Babil ve Asur etkilerinin kuzey ve doğuya taşınmasında ilk halka rolünü oynamaktadır. Sümer uygarlığıyla komşulukları ve neolitiğin sahibi olmaları nedeniyle çok yakın akrabalıkları mevcuttur. Dil yapılarında ve birçok kelimede ortaklık söz konusudur. Bunun çok erken dönemde, daha sonra Sümerler kuruluş aşamasındayken geliştiği de kabul gören bir görüştür. Bir anlamda Sümer şehir alanlarıyla Hurri tarımsal alanları doğal bir ittifak durumunu yaşamaktadır. Tanrıça inanna mitolojisinde ve Gılgameş Destanında bu gerçeğin izlerine güçlü bir biçimde rastlanmaktadır. Yani Hurrilerin merkezi uygarlığa bir nevi Sümer’dir.Ayrı bir merkez kurma ihtiyacını güçlü bir biçimde duymamaktadır.Çünkü yanı başında bu ihtiyacı gören merkez dururken, yeni bir tane kurmanın gereği yoktur anlayışı oldukça güçlüdür.Günümüze kadar bu anlayışın izlerini güçlü bir biçimde yaşamaktayız.Oynayan rol,yanı başındaki merkezileşmiş siyasi güçlerin eyaleti,otonomisi,federesi olma biçimindedir.Bugün bu alanda yaşanan bu gerçekliğin daha tarihin başlangıç yıllarında bir temele dayandığı anlaşılmak durumundadır.
    Gutiler daha çok da Sümerlerin doğusunda Zagros eteklerinde yaşayan diğer Aryen kökenli bir etnik gruptur. Sümer şehir devletlerinin iki başlı oldukları dönemde bir tarafın müttefiki olarak hareket etmektedirler. Semitik Akad Hanedanlığı’nın yıkılmasında bir kısım Sümer şehir devler yöneticileriyle yapılan işbirliği sonucunda kurulan ittifak temel rol oynamıştır. Burada tarih günümüze kadar bu tip ittifaklara sürekli tanık olacaktır. Guti’nin kelime manası da (Gud=öküz, sığır) bugünkü Kürtçe’de yer alan “öküz, sığır sahibi halk” anlamına gelmektedir. Sümerlerin sürekli bu tarz bir kavramlaştırma dil yapıları mevcuttur.
    Guti Hanedanı yaklaşık M.Ö 2250-2150 yılları arasında yüz yıllık bir hanedanlık kurmuştur.Bu hanedan Sümer toprağında hüküm sürmüştür.Daha sonra yine bu sefer Semitik kökenli Amorit (Sümerce bu kelime ‘Batılılar’ demektir) gruplarla ittifak kuran bir kısım Sümer şehir yöneticileri bu hanedanlığı yıkmış ve sürmüşlerdir.
    Kassitler, daha çok kuzey ve doğu dağlık alanlarından gelen bir nevi yoksul kır emekçileri olarak Sümer kentlerinde yaşayan bir kesimdir. Zaman zaman güçlerini birleştirerek hanedan değişikliğinde önemli rol oynamışlardır. M.Ö 1595’te Mitaniler ve Hititlerin Babil’i istilalarında Kassitlerin rolünden de bahsetmek mümkündür. Bürokrasi ve kültür alanlarında kendilerine göre bir ekol yaratmışlardır. Bunun izlerine İran kökenli vezirler olarak Abbasi İmparatorluğu’nda Barmekiler, Selçuklu İmparatorluğu’nda Nizam-ül Mülk’ün vezirliğinde tanık olmaktayız. Bu tip bürokrasi Kassitlere kadar gitmektedir.
    Mittaniler, Hurri konfederasyon denemesinden sonra kurulan daha güçlü bir federasyon konumundadır.Habur çayının doğduğu yerde Wajukani adlı bir kent merkezine sahip olduğu, buradan çıkan tabletlerden anlaşılmaktadır.Hurri dil grubu konuşulmakta, ağırlıklı olarak orta Mezopotamya da,bugünkü Urfa, Mardin ve Şırnak bölgelerinde hüküm sürmektedir.M.Ö 1500-1250 yılları arasında yaşamıştır.Demiri kendi tekelinde tutmuştur.At yetiştiriciliğinde meşhurdur..Asur ve Hititlerle sürekli ve şiddetli bir çatışma ortamını yaşamıştır.En son Asur İmparatoru Salmanassar tarafından varlığına geçici olarak son verilmiştir.
    Urartu (Sümerce, yüksek yerler memleketi) Van kıyısında merkezileşen önemli bir uygarlık parçasıdır. Khaldi ve Hurri etnik gruplarına dayanmaktadır. Khaldilerin giderek ağırlık kazandıkları anlaşılmaktadır ve Ermenilerin ataları olmaları yüksek bir ihtimaldir. Devletin daha çok kuzey bölgelerinde yaşamaktadırlar. Yüzlerce Hurrit kökenli aşiretlere dayandıkları, başlangıçtaki gevşek federasyonlaşmayı giderek merkezi bir devlete dönüştürdükleri görülmektedir. M.Ö 1000–700 yılları arasında yaşamışlardır. Maden yataklarına, at yetiştirme merkezlerine ve orman kerestesine sahip olduklarından, Asurların korkunç saldırılarına maruz kalmışlardır. Bu dönemde savaş teknolojisi güçlü Asur kralları hiçbir halka aman vermedikleri gibi, karşılarında direnen tek güç olmaları nedeniyle Khaldilerin böylesine boy hedefi olmaları anlaşılır bir husustur. Tarihte ilk defa en uzun sulama kanalı (56 km uzunluğu) ve barajları kurma ustalığını göstermişlerdir. Elit tabakanın dili karışıktır. Sümer kutsal metinlerini okul sisteminde okutmaktadırlar. Asurca devlet dili arasında yer almaktadır. Her tarafta olduğu gibi Sümer uygarlığının ağır dil ve kültür yapısı etkinliğini sürdürmektedir. Aşiretlerin dili farklıdır ve yazıya konu olmamaktadır. Bu husus da günümüze kadar varlığını sürdüren bir bölge gerçekliğidir. Egemen ve işbirlikçi yöneticiler hakim dil ve kültürün taşıyıcıları iken, aşiretler daha çok yerel halk dil ve kültürünün taşıyıcıları konumundadırlar.
    Urartulardan az sonra, bu sefer daha doğuda Gutilerin bir devamı gibi Babillilerle ittifak halinde hareket eden Aryen kökenli Med aşiretler federasyonu, M.Ö 625’lerde Asur İmparatorluğunu yıkar. Babil bir kez daha ve son olarak üstünlük kazanır. Medlerin gevşek federasyonu, yükselen Aryen-Pers kökenli Akhamenit Hanedanlığı için bir geçiş rolünü oynar. Med kralı Astiyag ‘ın yeğeni Kiros’un saray darbesiyle, siyasal otorite ilk defa Güneybatı İran’da yoğunlaşan Pers aristokrasisinin eline geçer ve kısa bir süre sonra M.Ö 550 yıllarında güçlü ve merkezi Pers İmparatorluğu’nun kuruluşuyla sonuçlanır.
    Kürtler kendi yurtlarının yerlisi olup, ekip biçmeyi, hayvanları evcileştirip, kendi medeniyetlerin ürünü olan köy ve şehirleri inşa ettiler. Kürtler İslamiyet’ten önce Zerdüşt dinine tapıyor hayatı var eden aydınlığı, ayı, güneşi kutsal biliyorlardı.
    Kürtler Müslümanlığı gönüllü olarak kabul etmediler. Müslümanlığı aynı zamanda Arap egemenliği kabul, ona biat ve teslimiyet olarak algıladıkları için direndiler. Araplar dini yayma adı altında Kürdistan şehirlerini işgal ve talan ediyor, ki bu savaşların en önemlisi de 642 yılındaki Nahavend Savaşı ve onu izleyen Musul, Tikrit ve Cezire direnişleri Arapları geriletmiştir. Bu savaşlarda ve Kürt tarihi açısından dönüm noktası olan Şorezor savaşında Araplar Şorezor şehrini ele geçirmekle birlikte Kürtler halife yönetimini kabul etmiyordu ve daha sonra birbirini izleyen isyanlar başlıyordu. Bu isyanlarda Cafer Faracis liderliğindeki Musul Kürtleri 830 yılında Azarbeycan ve Ermenistan arasında kalan toprakları büyük bölümünü ele geçiriyor ve halifenin orduları Dasin dağlarında bozguna uğratıyordu.
    Araplar savaşta yetersiz kalınca Selçuklulardan oluşan “Hassa ordusu” ki günümüzde kiralık asker olarak bilinir. Kürtlerin üzerine sürer ve çocuk, yaşlı, kadın demeden kılıçtan geçirilir. Kürtler İsfahan, Cebel ve Farsta yenilgiye uğratılır. Fakat bu yenilgi Kürt-Arap savaşların sonuncusu olmuyor ve 10–11. yüzyıllara sarkıyordu. Tüm bu çabalara rağmen Kürtler Araplaşmıyor ama Selçuklu akınları ve kanlı baskınlarda devam ediyordu. Ta ki, Kürt Usıf e Selahaddin e Eyyup bütün Müslümanları Sultanı olana kadar.

    Selahaddin Eyyubi Kürtler açısından kötü gidişin sonun oldu. Selahaddin, varlıklı, bilim ve kültürel alanda tanınmış bir aileden geliyordu. Nitekim kendiside İslam âleminin Sultanı olduktan sonra kültür ve bilime büyük önem vermiş, çevresine dönemin bilginlerini toplamış, daha sonra Moğollar tarafından yakılıp yıkılacak olan dünyanın en zengin kütüphanesini kurmuştu.
    Yusuf Selahaddinin kökleri TC. Tarafından Hasankeyf diye değiştirilen Hınsı Keyfliydi. Selahaddinin amcası Şekux (Dağ aslanı) büyük bir askeri komutan, babası Eyyub ise Saddam Hüseyinin doğum yeri olan Tikrit’in valisiydi. Selahaddin Tikrit’te doğdu. Selahaddin Eyyubi, Kürtlerinde içinde bulunduğu Arap ordularını yönetiyordu.1169’da Arap dünyasının hükümdarı oldu. Selahaddin Eyyubi İslamın iktidarını ele geçirince Kürtler rahat bir nefes aldı. Barbar Selçuklu baskınlarına son verdi. Fakat Kürtler dönemin nesnel koşulları gereği bu gücü ulusal amaçlar için kullanmıyordu. Döneme hâkim olan “Ümmetçi kalıplar” içinde kalınıyordu. Bu dönemde ümmetçiliğin evrensel açılımı bütün değerlerin önüne geçiyordu. Nitekim Avrupa’da, ekonomik ve siyasal amaçlarını “Din mihveri” etrafında birleştirmiş ve Haçlı seferlerini başlatmıştı. Kavmiyet yerine Din savaşlarının verildiği böyle bir dönemde Kürtlük bilincini üste çıkması dönemin genel örgüsüne aykırıydı.
    Selahaddin Eyyubi adaletli ve savaşçı kişiliğiyle dönemin haçlı komutanlarını yenilgiye uğratmasına rağmen Karizmatik kişiliğiyle birçok haçlı komutanını derinden etkilemiş ve daha sonra filmlere konu olmuştur.Değinilmesi gerek önemli bir diğer nokta ise Selahaddin İmparatorluğu bir Kürt devleti olmamakla beraber birçok ordunun komutanı ve şehirlerin valisi Kürtlerdendi. Selahaddin en seçkin ordusunu Kürtlerden oluşturmuştu. Selahaddin Eyyubi’den sonra, Selçukluların Kürtlerin üzerindeki baskısı artıyordu. Uzun savaşlardan sonra saldırmazlık anlaşmasıyla uzlaşmaya varılıyordu.
    Kürdistan Mirlikleri tam barış ve sükûna kavuştuk derken çok geçmeden sıra Kürtler üzerindeki Moğol istilası gelecekti. Moğollar 1219 yılında Harzanşeh devletine saldırıyor, Sultan Celaleddin kaçıp Kürdistan’a sığınınca Moğollar bunu bahane edip Kürdistan’a yöneliyor. Cengiz ve komutanları yıkıp yakmaya, katliamları sıradan bir uğraş haline getiriyorlardı.1231 yılında Amedi, Cizre, Mardin ele geçirdiler. Ahlat, Şorezore, Kirmeşah, Erbil, Musul, Hakkari de taş üstünde taş bırakmadılar, eşi benzeri olmayan katliamlar gerçekleştirdiler.
    Kürtlerin yaşamlarının her döneminde Kendilerini katliamdan kurtaran ve özgürleştiren dağlara sığınarak bu istilada en iyi bir şekilde kurtulmaya çalıştılar. Bu istilalar içinde yine Kürtlerin kaderini önemli oranda değiştiren Erbil kalesinin direnişi ve ihaneti önemli bir diğer noktadır. Erbil valisi Kırmenşah’ın kaderinin yaşamamak için kaleden çıkıp teslim olmasına rağmen Kürt savaşçıları kaleyi terk etmiyor gece baskınlarıyla Moğolların ordusunun büyük kayıplar verdiriyordu. Fakat Musul’daki komutanın işbirlikçileriyle Erbil kalesi Moğollar tarafından ele geçiriliyordu.
    Musul istilalarından büyük kayıplara uğrayan Kürtler Timur’a karşı hazırlıklı davranıyor. Timur’un saldırısını beklemeden ondan önce harekete geçiyor ordusunu yol boylarında “vur kaç” yöntemiyle büyük kayıplar verdirtiyordu. Fakat bazı işbirlikçi Kürtlerin saf değiştirip kendi halkına hançer çekmesi üzerine savaşın seyri değişiyordu.
    Timur 1400 yılında Bağdat’tan Azerbeycan’a dönüşü sırasında Kürtlerden ağır darbeler alıyordu. Timur’dan sonra Kürt beylikleri Akkoyunlu ve Karakoyunlulara karşı‘da bağımsızlıklarını koruyarak Roma-Bizans topraklarında oluşan Osmanlı devleti ile yüz yüze geliyordu.
    Şerefnameye göre Kürt mirlikleri 15.yy ‘da iç açıcı bir durumdaydı. Mirlikler diğer halklarla komşuluk ediyor ve refah düzeyi yüksek bir hayat sürdüyorlardı. Kürt mirlikleri arasında en gözdesi Evdalan hanedanıydı. Egemenlik sınırları İran Kürdistan’ını batı bölgelerinde içine alan bugünkü güney Kürdistan’ının tümünü kapsıyordu. Diğer büyük mirliklerde Hakkari, behdinan, bahti, hısnıkeyf,erbil,sorandı.Beylikler halinde yaşayan Kürtler 16.yy’ da kendilerini İran ile Osmanlı imparatorluklarının dişlileri arasında buluyordu.Afganistan’ın göçmen bir aşiret olan Osmanlı yönetimi ile Kürtlerin siyasal ve sosyal ilişkileri 15.yy’da başlıyordu.Kürtler Osmanlılara romi yerleştikleri topraklarda Romalıların ülkesi anlamına gelen ‘ diyare rome’ diyorlardı.Bizanslılarla kurdukları iyi komşuluk ilişkilerini osmanlılarlada yürütmeye çalışıyorlardı.Fakat Kürtler 1500 yılların başında Osmanlılarla İran arasında baş kösteren çekişmelerin ortasında kalıyordu. İki büyük imparatorluk Kürdistan’ı stratejik olarak önemli buluyorlardı. Bu dönemde Kürtler bu imparatorlukları güçlerinin farkında olup emperyal niyetlerini tahmin edebiliyorlardı. Çok geçmeden Kürtler Amed mirliği önderliğinde merkezleşmeye gitti. 1501’de Şah İsmail tahta geçti. Kürtler iki imparoturluklada iyi geçinmeye çalışıyor, dengeli bir siyaset yürütüyordu. Bu bağlamda iyi dileklerini bildirmek üzere birkaç Kürt emirliği Şah İsmailli ziyarette bulundular. Şah İsmail dengesizliği ile önce Kürt valilerini zindana atıp sorguluyor ve daha sonra serbest bırakıp Hasankeyf valisi Melik Halid’i görkemli bir düğünle kız kardeşiyle evlendiriyordu. Bu arada Osmanlıda boş duracak değildi. Kürt birliklerini hoşnut tutan jestlerde bulunuyor, hediyeler gönderiyordu. Şah İsmail Kürtler üzerine sefer düzenlemeye başladı. Hazırlıksız yakalanan Kürt mirlikleri, Şah İsmaillin karşısında varlık göstermediler. Kimi teslim olup yanına geçiyor, kimside savaşarak direnmeye çalışıyordu. Şah İsmail Siirt’ten, Çapakçur(Bingöl) , Palu’dan Maraşa kadar bütün Kürt illerine kendi adamlarını vali olarak atıyordu. Şah İsmail’le Kürt savaşı birkaç yıl sürdü. Bu sırada Osmanlı başında korkunç lakabıyla bilinen Yavuz selim Kürdistan’dan sonra sıra kendisine geleceğini biliyor ve İran imparatorluğuna karşı savaş ilan ediyor. İki ordu 1514 tarihinde Van gölünün kuzeydoğusunu çaldıran vadisinde karşılaşıyordu. Şah İsmaillin daha önce savaş açtıkları Kürt mirliklerinin bir kısmı ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ mantığıyla Osmanlı tarafına geçiyor. Bir kısım mirliklerde şah İsmail’den yana tavır koyuyor ve yavuz selim Şah İsmaili çaldıranda yeniyordu. Tarihçilere göre Kürdistan yöneticileri Şah İsmail ile Yavuz Selim arasındaki çelişkiden yararlanmayı bilemediler. Ulusal birliklerini pekiştirme yerine ikiye bölündüler bu yüzden bir birine kılıç çekecek duruma geldiler. Bu dönemde Kürdistan’da İdrisi Bitlisi kişiliği Kürt tarihine damgasını vuruyor. Yavuz Selim Kürt vali ve mirliklerini yanına çekmek için kimilerine baskı kimilerine karşıda yoğun bir diplomasi yürütmüştür. Kürtlere karşı diplomasi ayağını yürüten yavuzun kadim hizmetkârı heybeler dolu altın karşısında kendisini satan İdrisi Bitlisidir. İdrisi Bitlisi Bitlisli bir Kürttür. Çok iyi bir eğitim görmüş din adamı, Melleydi. Kimi çevrelere göre sofi diye de bilinir. Farsçayı çok iyi biliyordu. İlk Osmanlı sultanlarının tarihini anlatan “heşt be heşt” adındaki kitabının Farsça şiir dille yazılmıştı. Hayatını bölge sultanlarına hizmetle kazanıyordu. Bazı tarihçilere göre her şeye rağmen ikili görüşmelerde Kürtleri gözettiğini belirtilir. Osmanlılarla Kürt mirleri arasındaki anlaşmalara Kürtlerin bağımsız ve özgür kalacağına ilişkin maddeyi o koydu. Ama tarihçilerin genel bir kabul ile Kürt beyliklerini Osmanlıya bağlayan Kürtlerin kaderini satan kişi olarak nitelendiriliyorlar. Tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen Osmanlının Kürdistan mirleri ile imzalanan anlaşma gereğince savaşlarda Osmanlının yanında yer alıp yardım ediyor. Ama iç işlerinde bağımsız özgür ve özerk kalıyorlardı.
    18000’lere kadar Kürdistan’ın özerkliğine el uzatılmıyordu. 1800 de Osmanlı müdahalesi başlayınca tümü ile kopma bağımsızlaşma yolunda isyanlar sürecine giriyordu.
    18–19 y.y dünyanın sarsılarak değiştiği dönemdir. Halkların ulusal bilincini ateşleyen Fransız ihtilalinin etkileri evrensel devrimlerle yayılıyordu. Batı Asya ve Kürdistan’da etkilenme alanındaydı. Fransız devrimi ile beraber Osmanlı İmparatorluğu içende yaşayan halklar yavaş yavaş bağımsızlaşma sürecine girdiler. Çürümüş Osmanlı İmparatorluğu güçsüzleşmesinden kaynaklı Fransız ve İngiltere’nin himayesine girmeyi kabul etmişti. Osmanlı İmparatorluğu bu dönemde batılı devletler tarafından içten paylaşılmıştı. Tabi ki bu paylaşımda Rusyada pay koparma peşindeydi. Kürdistan’ın bağımsızlaşması bu emperyal devletlerin zararınaydı. Kürtlerin bağımsızlaşma sürecinde Osmanlıdan ziyade engel teşkil eden Fransa, Almanya ve Rusya’ydı. Özellikle Rusya’nın bölge devleti olması ayrı bir öneme sahipti.Kürdistan’ın bağımsızlaşması Rusya’nın alacağı payı küçülteceğinden Osmanlıyla savaşta dahi olsa bile Kürtlerin karşısında dururdu.
    Kürtler Osmanlıya karşı isyanda öteki halklara öncülük etmişlerdi. Mora, Girit isyanları Kürtlerden 20 yıl sonra baş gösterdi. Bulgarlar, Sırp, Arnavut ve Araplar Kürtlerden çok sonra isyan edecekti. Fakat Kürtler onlardan farklı şartların kurbanıydı. Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan’a destek veren batı devletler Kürtlerin karşısında Osmanlının yanında yer alıyorlardı. Öte yandan çekememezliklerin yarattığı iç bölünmeler ve kardeş kavgaları yüzünden Kürtler birlik kuramıyordu. Düşmanların körüklediği din mezhep gibi ayrılıklar kavga nedeni yapabiliyorlardı. Mirler, şeyh, bey ve aşiret reisleri bir biri ile üstünlük kavgasındaydı. Ulusal kurtuluş hareketi sırasında bir kardeş ötekinin yenilgisinden mutluluk arıyordu. Bu şekilde de bağımsızlaşma mümkün görünmüyordu ve olmadı zaten.
    İlk Kürt bağımsızlık hareketi 1800 başında behdinan soran ve babanların bulunduğu güney Kürdistan’da doğdu. Bu dönemde Osmanlı ve Ruslar arsında da savaş vardı. Bu fırsatı iyi değerlendiren Abdulrahman paşa merkezi Süleymaniye olan baban mirliğinin başına geçince bağımsızlıkçı siyaset izleyip bundan da başarılı olmuştur. İngilizler duruma el koyunca isyan bastırıldı. Fakat bu isyanların başlangıcıydı. İngilizlerden destek alan Osmanlı Kürdistan şehirlerinde yaptığı kıyım Kürdistan’ı ayağa kaldırıyor ve her yerde isyan ateşleri yanıyordu, daha sonra baban isyanının mirasını Behdinan, Soran, Botan, Hakkari ve merkezi Mardin de bulunan milli aşireti isyanı izledi.
    Bu isyanların en etkilisi 1813 yılında soran birliğinin başında bulunan mir Muhammed önderliğindeki isyandır. Mir Muhammed bağımsızlığını ilan edip adına para bastırdı. Mir Muhammed 1833 yılında Mardin ve Diyarbakır da Osmanlı egemenliğine son verdi. Bu dönemde Osmanlı ordularının başında Kürtlere özel bir kini olan Reşit Paşa bulunuyordu. Reşit Paşa 1836 yılına kadar çocuk yaşlı kadın demeden büyük çapta katliamlar yaşatıyordu. Bu isyanın diğer bir özelliği ise Ermeni ve Yezidilerinde Kürtlere destek vermesidir. Bu öfke karşısında Kürt aşiretleri ilk defa topyekûn ulusal bilinçle hareket etmeye başladı. Ta ki Reşit Paşa İngiliz ajanları ile ittifak yapıp bazı Kürt aşiretlerini satın alıp ümmetçilik fikrini atıncaya kadar. Durum böyle olunca bazı aşiretler Osmanlı tarafına geçer ve Mir Muhammed bunu üzerine halka zarar verilmemesi koşulu ile teslim olur. Daha sonra İstanbul’a götürülüp belli bir süre bekletildikten sonra ülkesine geri gönderme sözü verirler. Tabi ki bu tuzak olup mir Muhammed yolda şehit edilir. Kürt atasözü “bexte Rome tuneye” Osmanlıya atfen söylenmiştir.
    Mısır Paşası Mehmet Ali kavalalı Mısır Suriye, Filistin ve Lübnan üzerinde hak iddia edince Osmanlı ordusu ile çatışır ve Osmanlı ordusunu dağıtıyordu. Bu durumda Kürtler rahat bir nefes almaya başladılar.
    Kürt tarihini önemli bir dönüm noktası da 1840’larda Bedirhan Bey ile başlar. 1840 ‘da Kürt sorunu dünyanın gündemi halinde gelmişti. Bu dönemde Osmanlı barbarının öne sürdüğü görüş ise aslında günümüzdeki anlayıştan çokta farklı değildi. Rus tarihçinin anlatımına göre Kürdistan’da inanılmaz boyutlara varan katliamları feodal Kürtleri modernleştirmek adına yapılıyor ve dünyaya bu şekilde lanse ediliyordu.
    Botan mirliğinin önderi Bedirhan Bey Kürdistan’da genel ayaklanma başlattı. Kürtler arasında geniş bir ittifak kurdu. Osmanlı durumu iktisadi ve siyasi açıdan da iyi durumda değildi. Bedirhan bey Kürdistan’da siyasi ve iktisadi alanda gelişmeler ve yenilikler getirmiştir. Kürt gençlerini silâhaltına alıyor ve eğitiyordu. Kürdistan bağımsızlaşmaya doğru önemli adımlar atmıştı. Fakat Kürdistan’ın bağımsızlaşması sadece Osmanlı sultanını rahatsız etmiyor İngilizleride ciddi boyutlarda rahatsız etmeye başlamıştı. Bu durum karşısında İngilizler 99 komplosundaki gibi planlar üretmeye başlamıştı. O dönemde Kürdistan’da yaşayan Hıristiyan halkalar “ Süryani ve Ermenileri” kışkırtmaya başlamıştı. Bunda Kürt din adamlarıda nasibini alınca Bedirhan beyin bin bir çapa ile kurduğu ittifak yine boşa çıkartılmıştı. Osmanlı ordusu Bedirhan beyle hareket eden diğer Kürt mirliklerine de saldırdı. Bu arda da Bedirhan beyin yeğeni Yezidi Şer Osmanlının kendisine verilen vaatlere kanınca cepheden çekildi ve 1847 ‘de Bedirhan Bey Osmanlıya teslim oldu. Bedirhan bey İstanbula götürülüp Girite sürgüne gönderildi. Ordanda Halepe 1868 ‘de yaşamını yitirdi. Bedirhan Bey teslim olmuştu ama direniş Mehmet ve Muhammed Beyler tarafından devam ettiriliyordu.
    Bu dönemde Osmanlı Kırım savaşı başlamıştı. Osmanlı Kürtlere din kardeşi adı altında yanaşmaya çalışıyor ve Kürtleri orduya çağırıyordu. Osmanlıya destek vermeyen Kürtler dağlara sığınıyordu. Zorla askere alınan Zilan, Sıpki ve Hayderan aşiretleri daha sonra ordudan firar ediyorlardı. Osmanlı Yezidi Şer’e verdiği sözü tutmamıştı. Bunun üzerine İstanbul’dan ülkesine geri dönüyor ve buna isyanla karşılık vermeyi düşünüyordu. 1854 ‘de isyan başladı ve şaşırtıcı bir şekilde büyüdü bunun üzerine İngilizler araya girip barış görüşmeleri başlattı. Dengesiz olan Yezidi Şer barış görüşmeleri kabul etti ve tutuklandı.
    Bu arada da önemli bir noktada Dersimin durumuydu. Dersim bu isyanlara sesiz kalıyor ve kendisini ayrı bir ada olarak görüyordu. Fakat Osmanlı bu şekilde düşünmüyor. 1877’de Erzurum valisi Semih paşa Dersim üzerine 4000 kişilik bir ordu ile yürüyor. Ve büyük bir katliam yaşatıyordu.
    Küçük çaplı isyanlar 1877 Osmanlı Rus savaşlarına kadar devam etti. Osmanlı kırım savaşıyla iktisadi anlamda çöküşe uğradı. Osmanlının efendisi İngilizler Osmanlı ekonomisine tamamen el koymuştu. Abdulhamidin yeni dönem için keşfettiği din kardeşliği propagandasına son hızla devam edip yeşil bayrak açmıştı. Fakat Kürtler buna inanmıyor ve sessizce Kırım savaşını sonuçlarını bekliyordu. Osmanlı ekonomik anlamda iflas edince Kürtler Özgürlük koşusuna devam edecekti. 1878 ilkbaharında Muş ve Bitlis bölgesinde aynı anda isyan patlak verdi. Ayaklanma kısa bir süre sonra Botan ve Hakkâri yöresine yayıldı. Başlangıçta kendiliğinde oluşan bu isyan Bedirhan beyin oğulları ile nitelik kazandı. Birçok Kürt illi ele geçirildi. Sultan isyanı bastırmaya çalışsada başarılı olamadı. Durum iyiye gitmeyince topyekûn savaşla Kürdistan üzerine gidildi ve sonuç kan gölü. Ama özgürlüğe aç susuz Kürtler boş durmayacak isyan ateşini söndürmeyecekti.
    1879 yılında Şemdinan da Şeyh Ubeydullah önderliğinde sönmeyen isyan ateşi tekrar alevlendi. Şeyh Ubeydullah Kürdistan’da yaşayan tüm halkalar arasında sevilen sayılan bir isimdi. Şeyh 1879 yılında İran ve batıdaki Kürtlerle geniş çaplı isyan için temasa geçti. Ermeni ve Süryanilerle ilişkiye girip ittifak yapıldı. Kürdistan’da ilk genel birlik ve dayanışma kurultayı 1880 yılında şeyh Ubeydullah önderliğinde Şemdinan da toplandı. Toplantıya Kürdistan’ın dört bir yanında liderler katıldı. İsyan 1880 yılında Mahabat tearuzu ile başladı ve İran içlerine kadar ilerledi. İran, Rusya, Osmanlı ve İngiltere Kürtlere karşı dörtlü ittifak kurdu. Kürtler geriledi fakat sorun dörtlü ittifak değildi. Yine Kürtler arasında oluşan çatlaklar ve işbirlikçilerdi. Şeyh Übeydullah durumu görünce 1881 yılında geri çekildi ve tutuklanıp İstanbul’a götürüldü. Şeyhin oğulları 5000 kişilik bir güçle tekrar isyan başlatsalar da başarılı olamadılar.
    Kürdistan’da sönmüş kül olmuş her ateş adeta yeni alevlenmelerinin habercisiydi. Ulusal ruh bütünlüğünden yoksun kılan iç çelişkilere rağmen ataklar durmuyordu. 1800’lerin sonlarında kızıl sultan adıyla bilinen ikinci Abdülhamit vardı. Abdülhamit kurnazlığıyla biliniyordu. Kürt aşiretleri arasında dayanışmayı kırmak ve birbirine düşürmekle ünlenmişti. Kimi Kürt ağalarını İstanbul’a çağırıp ağırlıyor hediyelere boğuyordu. Kızıl Abdülhamit tıpkı bir zamanlar Hıristiyan çocuklarını devşirdiği gibi Kürt ve Arap çocuklarını da devşirmek için aşiret mektepleri kurdu. Bu mektepte yetişen çocuklar kendi halklarına karşı silah çektiği gibi aydınlanıp ulusal mücadeleye verenlerde oluyordu. Kürt tarihinde çokça tartışılan Hamidiye alayları bu mektebin ürünüydü.
    Ermeni sorunu 1878 yılında yapılan Berlin konferansıyla evrensel boyut kazandı. Abdülhamit. Oluşturduğu Hamidiye alaylarıyla bugün ki koruculuk sistemine benzer bu güçle Kürtleri kendi yanına çekmekle gönül olamasana zor kullanarak diğer yanda da Rus sınır bölgesindeki Ermenileri katletmekti. Resmi gücüne güvenmeyen Abdülhamit oluşturduğu hafif süvari hamidiye alaylarıyla bu amacını gerçekleştirmeyi düşünüyordu. Ama yıllarca birlikte yaşamış aralarında derin kültürel ve iktisadi ilişki olan iki halkı bir birine düşmeyecekti. Yanı plan tutmayacaktı. Hamidiye alayları beklenen etkiyi gösteremedi. 53 büyük Kürt aşireti arasında sadece 13 tane destek vermişti. Bunların karşısında hem Kürt cephesinde hem de Ermeniler tarafında tepkiyle karşılandı. Osmanlının Kürtleri ve Ermenileri bir birine kırdırma çapalarına rağmen Kürtler 1903–1904 yılarında Sason’da yapılan Ermeni katliamına katılmıyor. Ermenilere destek veriyordu. Rus tarihçi Lazerev bu olay için Kürtler dostlarını ve düşmanlarını ayırt edebilmişti diye yazar.
    Abdülhamit bir yandan din kardeşliği naraları atarken diğer yanda Kürt kıyımı da son hızla devam ediyordu. Bunun üzerine Dersim Bitlis ve Beyazıt’ta Kürtler Ermenilerle birleşerek “ tedip ve tekmil” birliklerini püskürülüyorlardı.
    1906 yılında Erzurum’da isyan başladı Bişare Çetonun 1906 yılında Siirt’de başlattığı isyan Diyarbakır kadar yayılıyordu 1907–1908 kadar çatışmalar sürüyordu
    Abdülhamit kürdü kürde kırdırtma adına hamiye alaylarını İran Kürdistan’ına sürüyor fakat Kürtler birbirine silah çekmiyor ve Hamidiye alayları geri çekiliyorlardı Abdülhamit’in tüm çabalarına rağmen sindirilmiyordu tersine kendisinin sonu yaklaşmıştı. 23 Temmuz 1908 ittihat ve terakki partisinin düzenlendiği jön Türk darbesiyle sultan etkisizleşiyordu. Başlangıçta Kürtler ittihat ve terakkiye destek veriyordu. Seyit Abdulkadir, Emin Ali Bedirhan, Kürt önderlerinden şerif paşa Kürtlerin haklarına kavuşacağı umuduyla ittihatcilere destek vermişleri. Bu devirde Kürt dernekleri kültür kurumları kurulmuş gazeteler yayınlanmaya başlanmıştı fakat 1909 yılında ittihatcilerin ırkçı yüzü ortaya çıkmış Kürdistan gönderilen birçok ajan kürdü kürde ve Ermenilere karşı kışkırtmaya başlamışlardı. 1911 yılında ise Kürt kurum ve dernekleri kapatılmıştır. İsyanlar gene sürüyordu. İbrahim paşa artan baskılar nedeniyle isyan başlatmıştı. Erzincan’dan halepe kadar egemenliğini kurmuştu. Paşa kendi halkına zulüm edince hak desteğine yoksun kaldı ve Arap takviyeli Osmanlı ordusu paşayı Sincan dağında öldürüyordu. İbrahim ayaklaması sürerken dersim ayaklandı. Bunu güney Kürdistan’da Barzan ve Zibar aşireti destek verdi. Bunu hamawendi isyanı izledi. 1909 yılında Süleymaniye Kürt ulusal kurtuluş merkezi haline geldi. İsyanı başlatan Süleymaniyeli Şeyh Sait ölünce ayaklama ile tarih sahnesine çıkan oğlu şeyh Muhammet Barzenci devam ettirdi. Aynı yıl kör Hüseyin paşa Bitlis’te ve Beyazıt yönetimlerini elle geçiriyordu.
    Müdahalelerini kuşaktan kuşağa aktararak günümüze ulaştıran Barzani ailesi bu süreçte tarih sahnesine çıkıyordu. Şeyh Abdulselam Barzani 1910 yılında Osmanlılara karşı isyan başlatıyordu. Bütün Kürdistan’da isyan baş göstermiş ve ittihatçılar çılgına dönmüştü. 1913 yılında ittihatçılar yönetimi bir iç darbeyle ele geçirdiler.
    1912 de Kürt önderlerinden Abdulrezzak Bey Kürdistan’da genel ayaklama çağrısı yaptı bunun üzerine ittihatçılar tüm Kürdistan’a askeri sevkıyat yaptılar.
    Dünya savaşı ayak sesleri duyulmaya başlanmıştı. “ İslam uğruna cihatla Kürtlere gidenler elleri boş dönüyorlardı. Baskı ile silaha altına alanlarda firar ediyorlardı. Abdulrezzak Bey e Yusuf Kâmil ve Bedirhan katılıyor. Bir yanda da Ermenilerle ittifak çabaları sürüyordu. İttihatçılar birinci tehlike olarak Ermenileri görüyordu. Ermeliyi kürde kırdırma politikası tutmayınca iş kendilerine düşüyor ve 1915’te günümüzde de hala tartışan 1,5 milyon ermeni katlediyordu bunun diğer tanımı ise etnik arındırma hareketidir. Yalnız bu 1,5 milyon topluca sürgünler ve kaçarak canını kurtaranlar dışındadır. Kimi Rus kaynaklarına göre aynı süreçte katledilen Kürtlerin dışında 700 bin Kürtleri batıya sürmüştü.
    Resmi tarihe göre 1803’te 1914 yılına kadar 12 defa ayaklanmışlardır. Bu dönemde isyanı bastırmaya çalışan paşalar kendi yok etme yöntemleri keşfetmişlerdi. Kuyucu lakabıyla anılan murat paşa kurbanlarının başını kesit kuyuya atıyordu. Mısır valisi kavalı Mehmet ali paşa sorunu kökten çözmek için Nizip ve Urfa çevresinde 60 bin kürdü kılıçtan geçiriyordu. Osmanlı ordusunun başına getirilmiş Alman ve Avusturyalı generaller “ Gotz paşa “ ve “ General Moltke” anılarında yaşlı çocuk kadın demeden Kürtleri nasıl yok etmeye çalıştıklarını anlatır. Kürtleri katlederek büyük tecrübe eden Osmanlı daha sonra bu yok etme yöntemlerini 1915 Ermenilere uygulayacaklardı.
    Anadolu coğrafyasını işgal eden emperyal güçlere karşı Kürtler Fransız ve Ruslardan kendi topraklarını kurtarmaya çalışıyordu. Bu mücadele Antep’te bir Kürt aşireti olan karayılan yine Urfa Maraş’ta verilmeye çalışılmıştır.
    Birinci dünya savaşında Osmanlı toprakları üzerinde 24 ayrı devlet kurulmuştu bunlardan biriside tarihin hiçbir döneminde herhangi bir coğrafyanın ismi olarak geçmemiş Türkiye cumhuriyeti kurulacaktı. Yeni Ortadoğu coğrafyası değişmişti ama Kürtlere gene yer verilmiyordu. Bu süreçte şeyh Übeydullah’ın oğlu Seyit Abdulkadir’in başında bulunduğu Kürt teali cemiyeti Kürdistan temsilciliği olarak ortaya çıkmıştır. Kürdistanın özerkliği için Avrupa nezlinde girişimlerde bulunuyordu. Bu cemiyet bir yandan da Ermeni Dışnak partisiyle işbirliği içindeydi.
    10 Ağustos 1920 tarihinde Paris yakınındaki Serv kasabasında yapılan 13 bölüm ve 433 maddeden oluşan Serv anlaşmasıyla Kürdistan ilk kez uluslar arası arenaya oturan, onu tanıyan hukuksal bir belge olması nedeniyle Kürtler açısında önemlidir. Antlaşma her ulusun kendi kederi tahin etme çerçevesinde 62 madde de Kürdistan özerkliği güvence altına alınıyordu. Antlaşmaya rağmen savaşın galipleri Kürtlerinin hakları konusunda ısrarcı olmuyor 1922 yılında ise Kürt sorunu dillerine bile almıyorlardı 1919 yılında yapılan Sivas Erzurum ve Amasya toplantılarında Kürtler Mustafa kemale destek sözü vermişti. Bu toplantıların ardında yayımlanan bildirilerde Kürtlerin hakları teslim edileceği yazılıyordu. 1920 parlamentoda Kürtler kendi kimlikleriyle yer alıyordu. Milletvekillerine Kürdistan mebusu diye adlandırıyordu. Bu deyim tutanaklarda geçiyordu. Yeniden yapılanma aşamasında Atatürk dâhil yeni sözcüler Kürtlerin hak ile özgürlüklerine kavuşacaklarını namus sözü olarak sık sık tekrarlıyorlardı.
    Yeni yapılanmanın tek söz ve karar merci Atatürk 16 ve 17 Ocak 1923 tarihinde İzmit’te gazetecilere yaptığı uzun görüşmede Kürtlerin bölgelerinde özerk yönetimler kurabileceklerini açıklayarak umut veriyordu. Lozan görüşmeleri sırasında Türk heyeti başkanı ismet paşa aynen şöyle diyordu. “ devlet hükümet nezlinde eşit haklara sahip ve ulusal haklardan yaralanan iki halka Kürt ve Türk halkına aittir.”fakat 1923 yılında Lozanda imzalanan anlaşmalarda TC. Sınırları belirlenip devletin varlığı tescil edildikten sonra söylem ve tutumlar aniden değişiyor her şey tersine dönüyordu.
    1924 yılında yürürlüğe konulan anayasa ile Kürtler dili kültürü kişiliği ve bütün varlığıyla artık yoktu. Bir sabah aniden Kürtlerin var olmadığına karar verilmiştir

  • kürt

    09.02.2009 - 19:11

    TARİHTE KÜRTLER
    mustafa80630


    Yunan-Roma Kaynaklarında Kürtler

    ----------

    Greko-Roma Kaynakları

    Herodot

    M.Ö. 5'ci yüzyılda yaşamış olan ve Tarihin Babası olarak tanınan Yunanlı Herodot, Halikarnas şehrinde doğdu. Kendi anlatımına göre Mısır, Mezopotamya, Pontus ve Pers hükümdarlığını gezdi. Güney İtalyanın Thurioi şehirini kurdu ve orada yaşadı. M.Ö. 447 Atinaya yerleştı. Genç yaşta Romada yazarlığa başlayan Herodot Yunan-Pers Savaşları, Yunanlılarla Barbarlar, Genel Tarih gibi üç kitap bıraktı. Yaklaşık 64 yıl yaşayan Herodot tarihin ilk büyük gezgini ve ilk tarihçisiydi. Historia adının alan yapıtı tarihin ilk tarih kitabı oldu.

    Heredot kitabında Paktilerden bahsetmektedir ve Ksenefonun anlattığı Karduklar (Kürtler) olabilir. Heredotta Dariusun 13üncü satraplığında Ermenistanla birlikte Pactyic Ülkesi anılır. Pactyic sözcüğünü Bohti (Bohtan, Botan) olarak yorumlayanlar var. Ksenefon Karduklardan bahsederken Ermenistan ve Kürdistan sınırının Botan sınırı olduğuna işaret etmektedir dolayısıyla Botan ve Kardukların arasında yakın ilişki vardır. Bazı tarihçilerin görüşlerine göre Heredotta Kürtler Pacty (Bohti) adı altında anılmış olmalıdırlar.

    Polybius

    Yunanlı tarihçi Polybius (Polybios) M.Ö. 203de Megalopolisde doğdu ve M.Ö.120 yıllarında öldü. Yazdığı 40 kitapdan sadece 5 tanesi bugüne kadar gelebilmiştir.
    Polybius, Tarihler (The Histories) adlı eserinde Selefkosların isyancı Medya (İran/Mezopotamya) satrapı (Vali) Melonun ordusunda Cyrtii (Kirti, Kurti) ler olarak adlandırlan sapancılardan sözeder (Polybius, II. cilt, 5. kitap, 52 madde) . Seleucia ve Babili alarak Kızıl Denize dek tüm topraklara hakim olan Melon, ardından Susa üzerine yürürse de burada başarılı olamaz. Sonunda Medyanın güneyinde Suriye kralı Büyük Antiochus III tarafından M.Ö. 217de yenilgiye uğratılır. Melonun bu isyanında özellikle sapancı kuvvetlerini oluşturan Kirtilere (Cyrtii) güvendiği kaydedilmektedir.

    Polybius (200-118 M.Ö) , Strabo (M.Ö. 64-M.S 24) ve Ptolemy (M.S. 90-168) de kısmen değişik şekiller altında ilk kez Xenophonun eserinden bildiğimiz Karduklardan da sözederler. Polybiusun kaydına göre aşağı Suriye üzerinde hakimiyet için Mısır kralı Ptolemy III ile M.Ö. 217 yılında yaptığı savaşta bir süre önce isyancı Medya satrapı Melonu yenilgiye uğratan Selefkos kralı Antiochus IIIün ordusunda Cardaces (Cardaclar veya Kardalar) da vardı (Polybius, II. cilt, 5. Kitap, s. 265-66 ve 269) .

    Strabon

    Ünlü Yunanlı tarihçi, felsefeci ve coğrafyacı Strabon (Latince: Strabo) M.Ö. 65 Amasya'da doğmuş ve M.S. 25 yıllarında ölmüştür.
    Amasya'dan ayrılıp Nil boyunca gezmiştir. Kendisi batıda Sardunya'ya, kuzeyde Karadeniz'den güneyde Etiyopya'nın sınırlarına kadar seyahat ettiğini söylemektedir.
    En ünlü eseri o dönemin bilgisine göre dünya coğrafyasını anlattığı 17 ciltlik 'Coğrafya' (Geographika) adlı eseridir. Dünyanın ilk coğrafyacısı olarak da bilinen Strabon'un bu eseri bir çok dile çevrilmiştir. Coğrafyanın babası Strabon Geography adlı kitabındada Kürdlerden bahsetmektedir.

    Kürt Krallıkları: M.Ö. 63 Sophene & Corduene

    Bu resim ekranınıza sığabilmesi için küçültülmüştür. Bu alana tıklayarak büyük resimi görebilirsiniz. Orjinal resimin boyutları 638x415 ve büyüklüğü 69KB.

    Geography Of Strabo, 14. Kitap, s. 161-62, Suriye başlıklı bölüm) .

    Eskilerin Kardukhi dediği halka kendisi Gord diyor. K]G dönüşümü var. Yunanlılar Kürdçedeki u harfini telaffuz edemedikleri için Straboda Kürd yerine Gord demiş.

    *Dicle nehrinin bulunduğun yerlerin Kürtlere ait olduğunu söylüyor. Gordyaei (Gordyaea) bölgesine de değinen Strabon, bu bölgenin antiklerin Kardukhi dedikleri aynı yöre olduğuna işaret eder. Strabon, Gordyaeiye dahil yerleşmeleri Sareisa, Satalca ve Pinaca şeklinde saymaktadır. Mükemmel yapı ustası (mimar) ve kuşatma makineleri yapmada uzmanlıklarından dolayı ün salmış Gordyaeilerin bu sebeple Artaxiad hanedanlığının en ünlü kralı olan Tigranes (Tigran II) tarafından hizmete alındıklarını, Gordyaea ülkesinin en büyük ve en iyi parçasının Roma generali Pompey tarafından Tigranese verildiğine işaret etmektedir.

    24. Maddenin ingilizce metni: Near the Tigris lie the places belonging to the Gordyaeans, whom the ancients called Carduchians; and their cities are named Sareisa and Satalca and Pinaca, a very powerful fortress, with three citadels, each enclosed by a separate fortification of its own, so that they constitute, as it were, a triple city. But still it not only was held in subjection by the king of the Armenians, but the Romans stok it by force, although the Gordyaeans had an exceptional repute as master-builders and as experts in the construction of siege engines.,

    Bugün tarihi Kürdistanda bulunan yapıtların önemli bir kısmıda Kürdler tarafından inşa edilmiştir. Strabonun anlattıklarından yola çıkarak bugünkü Ermeni yapıtlarının bazılarınıda Kürdlerin inşa etmiş oldukları anlaşılmaktadır.
    Strabo, Kardakes adının kökünün savaşçı (yiğit, yiğitçe, erkekçe) anlamlı Carda (Karda) sözcüğü olduğunu, söyleyerek özetle şu açıklamayı yapmaktadır: Persler (Akamenidler) de gençler gün doğmadan uyandırılır, onlardan ellişer kişilik gruplar oluşturulur ve her grubun başında bir kralın yada satrapın oğlu olduğu halde kendilerine askeri eğitim yaptırılır. Bu ellişer kişilik gruplara veya bu grupları oluşturan gençlere (kişilere) Cardaces (Kardakes) deniliyor. Bunlar soygun ve yağma ile yaşadıkları için savaşçı, yiğit anlamlı Cardadan türeme bir ad taşıyorlar. Ama çevirenin (Groskurd) notuna göre onun sözünü ettiği Cardaceler Persler değil, yabancı askerlerdir, daha doğrusu sonraları kendilerine Gordyaei veya Gordyeni denilen ve en son olarak da bugün Kürtler olarak bilinen Ksenefonda bahsi geçen Karduklardır.
    Ptolemy, Kardukların Gelilerin aşağısında Margasilerle Cadusilerin topraklarına yakın bölgelerde gösterir ve daha ilerde ise Gordyeneden ve Gordyaei Dağlarından sözeder.

    Kürt ve Kürdistan adı Gord ve Gordyaea olarak 1, 8, 21, 24 ve 25. maddelerde geçer.

    Diodorus Siculus
    Yunan tarihçi Diodorus Siculus Sicilyanın Agyrium ilçesinde M.Ö. 90 yıllarında doğmuştur. Soyadını doğduğu şehir Sicilyadan almıştır. M.Ö. 30 yıllarında hayatını kaybetmiştir. Diodorus Siculus, M.Ö. 66 yılında Tarih Kütüphanesi (Bibliotheca historia) adında muazzam bir eser yazmıştır. Bu eser üç bölüm olup, 40 tane kitapdan oluşur ve dünya tarihi hakkında bilgiler içerir. Diodorus bu eserinde Pers Kralı Dariusun hükmettiği ülkeler arasında Kürt krallıkları Gordyene ve Sopheneyi sayar (Diodorus Siculus, Library of History, 40.4) .

    Titus Livius

    Romalı tarihçi Tito Livio veya Titus Livius (Livy) Roma Tarihi (History of Rome, Ab Urbe Condita) adında muazzam bir eser yazmıştır. M.Ö. 59 yılında doğan Livy yine M.S. 17 yılında Kuzey İtalyanın Venedik şehrine bağlı Patavium (Padua) kasabasında hayatını yitirmiştir. Livy çalışmalarını özellikle Roma İmparatoru Augustusun hükümdarlığı döneminde yazmıştır. Livynin çalışmaları aslında 142 kitapdan oluşmaktadır ama sadece 35 tanesi mevcuttur.

    Livy, Selefkos İmparatoru Büyük Antiochus III. M.Ö. 190 yılında Romalılara ve Bergamalılara karşı Yunanistanı ele geçirmek uğruna yaptığı Magnesia (Manisa) muharebesinde yenildiğini ve Antiochusun 65-70,000 kişilik ordusunda Kürt okçular olduğunu anlatmaktadır (mixti Cyrtii funditores et Elymaei sagittarii) .

    Selefkos İmparatoru Büyük Antiochus III

    Livy, Anticohusun ordusunun özelliklerini, düzenleniş şeklini ve kimlerden oluştuğunu anlatırken şöyle der; 1200 güçlü ve 3000 hafif piyade asker, Yarısı Cretanlı (Giritli) , ve Trallesliydi. Bunların arkadasında 2500 Misyali yine okçu vardı, çizginin sonundada karışık Kürt sapancıları ve Elamlı okçuklar vardı.

    İngilizce Metni: Then came the Dahae, mounted archers, 1200 strong; then 3000 light infantry, half of them Cretans and half Tralles. Beyond these again were 2500 Mysian bowmen, and at the end of the line a mixed force of Cyrtian slingers and Elymaean archers.

    Sol kanada 4000 tane Psidyalı, Pamphyliyalı ve Lidyalı, sağ kanatta ise aynı sayıda karışık Kürt ve Elamlı okçuların dizildiğini, yakın mesafedede 16 tane fil olduğunu yazmış.
    İngilizce Metni: The History of Rome, Chapter 37, Paragraf 40: Then came 4000 caetrati, Pisidians, Pamphylians and Lydians, next to these Cyrtian and Elymaean troops equal in number to those on the right wing, and finally sixteen elephants a short distance away.

    M.Ö. 171 yılında Eumenes II.nin ordusunda Kürt askerler bulunur. Eumenes II, Yunanistanı Makedon kral Perseusun elinden almak Roma Generali Licinius Crassus ve Quintus Mucius komutasındaki Roma Cumhuriyet ordusuna yardım ediyordu. Savaş, Yunanistanın Thessaly şehrinin (Selanik) Peneüs nehrinde gerçekleşmiş. Tarihçi Livy ittifak güçlerinin nitelikleri anlatırken şöyle yazar; Önlere 200 Galatyalı süvari ve 300 tane Eumenes tarafından getirilmiş Kürtler halkından (Cyrtiorum gentis) oluşan destek kuvvetleri atandı; 400 tanede Selanikli süvari hazırlandı.

    İngilizce Metni: On their front were posted 200 Gaulish troopers and 300 Cyrtians from the auxiliary troops brought by Eumenes; 400 Thessalian cavalry were drawn up a short distance beyond the Roman left. (Livy's History of Rome, Kitap [42.58])

    Latince Metni: ducenti equites Galli ante signa horum instructi et de auxiliis Eumenis Cyrtiorum gentis trecenti. Thessali quadringenti equites paruo interuallo super laeuum cornu locati. Eumenes rex Attalusque cum omni manu sua ab tergo inter postremam aciem ac uallum steterunt.

    Pliny

    Pliny (Gaius Plinius Secundus) , 23 yılında Como, İtalyada doğdu. Tarihde Yaşlı Plinius olarak bilinir. 35 yıllarında babası tarafından Romaya götürülüp orada babasının arkadaşı şair ve kumandan Publius Pomponiusdan eğitim almıştır. Romada bitkibilim (botanik) ve süslü şekilde budama sanatı üzerine eğitim almıştır. Daha sonra Romalı filozof Senecanın etkisi altında kalarak felsefe ve retorik öğrencisi olmuştur. Hukukda okuyarak avukatlık yapmaya başlamıştır. Naturalist, tarihçi, ansiklopedist ve yazar olan Pliny (Plinius) , Naturalis Historia (Natural History) adlı ünlü kitabını yazarak tarihi bir eser bırakmıştır. Naturalis Historia 37 kitapdan oluşmaktadır. 79 yılında ise İtalyadaki Vesuvius yanardağının püskürmesiyle hayatını kaybetmiştir.

    Pliny, Naturalis Historia (Natural History) adlı kitabında Kürtlerden bahsetmektedir.
    Pliny, Natural History VI.xviii.46. bölümünde Kürdistana Gordyæi (Gord Yurdu) demektedir. Dicle (Tigris) adlı bölümde Dicle adının Med dilinde Ok anlamına geldiğini ve nehrin adını ise okun hızlılığından aldığını ve Dicle nehrinin Gordyaei dağlarından geçtiğini yazmış.

    İngilizce metni: When its course becomes more rapid, it assumes the name of Tigris, given to it on account of its swiftness, that word signifying an arrow in the Median language. ((The Natural History. Pliny the Elder. John Bostock, M.D., F.R.S. H.T. Riley, Esq., B.A. London. Taylor and Francis, Red Lion Court, Fleet Street. 1855 - VI. Kitap, bölüm. 31)

    Dicle nehrinin Ermenistandan başlayıp 'Kürdistan dağlarından', yine bir Kürt bölgesi olan Adiabeneden, Apameadan ve Mesene kasabasından geçtiğini yazmış. (Kitap VI. 31)

    Kafkas kapılarının ardında Gordyaean (Kürdistan) Dağlarında Valli ve Suarni diye barbar ve gaddar kabilelerin halen bulunduğunu fakat onların altın madenlerini işlettiklerini yazmış. (Kitap VI. 12 [11],)

    Eskiden Carduchi halkı (Kardukhi) olarak bilinen şimdi ise Cordueni, Adiabeneyle birleşir ve önlerinden Dicle nehri akar diye yazmış. Kitap (VI. 17 [14])

    Plutarch

    Yunanlı tarihçi Plutarch (Mestrius Plutarchus) Milattan sonra 46-120 yılları arasında yaşamıştır. Yunanistanın Chaeronea kasabasında doğan Plutarch aynı zamanda biyografist, felsefeci ve antik çağ ansiklopedistidir. Zengin aileden geldiği için Atina Akademisinde 67 yaşından sonra felsefe, retorik ve matematik eğitimi almıştır. Hayatının büyük bölümünün Romada geçdiği tahmin edilmektedir fakat Yunanistana dönüp orada 125 yılından önce öldüğü anlaşılmaktadır.

    Plutarchın en ünlü çalışması Parelel Yaşamlar (Bioi paralleloi) adlı eseridir. Bu çalışma 46 tane ünlü Romalı ve Yunanlının biyografilerinden oluşuyor. Bazıları karşılaştırılmalı (paralel) olarak bir Yunanlı, birde Romalı olarak anlatılmış.

    Plutarch (Plutark) , Roma generali Lucullusun hayatını ele alan bölümde Kürt ve Kürdistandan bahsetmektedir. Kürdistan kralı Zarbienusdan bahseden Plutarch, Ermenistan kralı Tigranesin baskısına karşı ittifak için Roma konsolosu Appius Claudius yoluyla Roma generali Lucullusla gizlice irtibata geçtiğini aktarmış. Tigranesin, Kürt Kral Zarbienusu, karısını ve çocuklarını Romalılar Ermenistana girmeden önce suikast düzenleterek öldürdüğünü ve Romalıların Zarbienus adına cenaze töreni düzenlediğini anlatmış.

    M.S. 115 yıllarında Korduene kralının adı Manisarus idi. Korduene (Kürdistan) şehirleri, Hübschmanna göre Die altarmenische Ortsnamen, 239, and Armenische Grammatik, i/2, 518-20 adlı kitabında fetihden sonra Ermeniceleştirilmeye tabi tutulmuş.

    Ptolemy

    Claudius Ptolemaeus (Ptolemy) M.S. 90 yılında Mısırda doğdu, 168 yılında da hayatını yitirmiştir. Ailesinin geçmişi hakkında herhangi bilgi mevcut değildir. Roma vatandaşı olan Ptolemy, Yunanca konuşabilen, coğrafyacı, astronom ve astrologdu. Birçok görüşe göre Ptolemy Helenize olmuş Mısırlıydı.
    Ptolemy, Carduchileri (Kürtleri) Gelilerin aşağısında Margasilerle Cadusilerin topraklarına yakın bölgelerde gösterir ve daha ilerde ise Gordyeneden (Kürdistan) ve Gordyaei Dağlarından sözeder. Suriye üzerinde hakimiyet için Mısır kralı Ptolemy III ile M.Ö. 217 yılında yaptığı savaşta bir süre önce isyancı Medya satrapı Melonu yenilgiye uğratan Selefkos kralı Antiochus IIIün ordusunda Cardaces (Cardaclar veya Kardalar) da vardı.

    Ayrıca, Ptolemy istemeyerek de olsa Kürt aşiretleri hakkında bilgiler vermektedir. Diyarbakırın Bekiranlıları için Bagraoandene, Antepin Belikanlıları için Belcanea, Hakkarinin Tiriganlıları için Tigranoandene, Elazığın Subhanlıları için Sophene, Dersimliler için Derzene, Botanlılar için Bokhtanoi aşiretlerinin adlarını verir. Bu aşiretler bugün halen mevcuttur.

    Dio Cassius

    II.Yüzyılda yaşayan Romalı politikacı, yönetici ve tarihçi Dio Cassius (Cassius Dio Cocceianus) M.S. 155 yıllarında Nicaea (İznik) , Bitinyada doğmuştur. Babası Cassius Apronianus, Dalmatya and Kilikya yöneticisiydi. Babasının ölümünden sonar Kilikyadan ayrılıp Romaya gitti, daha sonra Senato üyesi oldu. Bütün Roma tarihi üzerine geniş çapta Yunanca 80 kitap yazmıştır ve sadece 19 tanesi bu zamana kadar yaşayabilmiştir. Daha sonra hastalıktan dolayı emekliliğe ayrılan Dio Cassius M.S. 240 arasında Nicaeada ölmüştür.

    Dio Cassius, Roma Tarihi (Histoire romaine) adlı eserinin 68. kitabındaki, 26. paragrafında Kürdistana Gordyen (Gord-Yurdu) demektedir.

    Ammianus Marcellinus
    Romalı Tarihçi Ammianus Marcellinus 325-330 yılları arasında Antakyada doğmuştur.
    Ölüm tarihi ise net olarak bilinmiyor fakat 391 yılına kadar yaşadığı biliniyor. Marcellinus 31 kitap yazmıştır, fakat 13 tanesi kaybolmuştur.
    359 yılında Pers krallar kralı II. Sapor Romalıların elinde bulunan Amidaya (Diyarbakır) yönelmişti. Korkunç bir kuşatma olmuştu. Romalılar, Sasanilerin dövdüğü surlarda yılmadan savunma halindeydiler. Fillerin kullanıldığı saldırı kısmında ise ateş topları ile püskürtme harekatına devam ediyorlardı. O sıralarda Diyarbakırda bulunan A.Marcellinus bizzat şahit olarak kanlı savaşları ve salgın hastalıkları anlatmıştır. Karadan saldırıya geçen kuşatmacılar surları delip şehre girmeye çalışırken, şehri savunanlar genelde sur üstünden savunmaya geçerlerdi. Sonunda Roma direnişi kırıldı. Altıncı yüzyılın sonlarında bu sefer sağlam Sasani savunmasındaki şehre Rumlar yöneldi. Gene klasik şekilde yerden saldırı, sur üstünden savunma tertibi gerçekleşiyordu. Kuşatmanın sessiz bir gecesinde, şaraptan ve uykudan lal haldeki Sasaniler, Rum fırtınasıyla uyandırıldılar. Rumlar şafakla şehre girdiler ve Amid tekrar Bizans hakimiyetine girmiş oldu.

    Kuşatma sırasında Amid (Diyarbakır) şehrinde bulunan ve canını zor kurtaran A.Marcellinus Kürdistana Korduen (Kord Yurdu) demektedir.

    Eutropius
    Romalı tarihçi Eutropius (Flavius Eutropius) İstanbulda magister memoriae (üst düzey memur) olarak çalıştı. 361-363 yıllarında İmparator Julianla birlikte İrana (Persia) karşı sefere katıldı. Doğu Roma İmparatoru Valens (364378) zamanında yaşayan Eutropius Breviarium historiae Romanae (Abridgement of Roman History) adlı 10 kitaplık tarih çalışmasını Valense adamıştır. Bu tarih kitabında Eutropius Kürtlerden bahsetmektedir. Roma dünyasının imparatoru Trajanusun (Marcus Ulpius Trajanus Crinitus) 98-117 imparatorluk döneminde hakimiyetini ele geçerdiği ülkelerden biri olarakda Kürdistanı sayıyor.

    Kitap VIII, 3: İngilizce metni: He recovered Armenia, which the Parthians had seized, putting to death Parthamasires who held the government of it. He gave a king to the Albani. He received into alliance the king of the Iberians, Sarmatians, Bosporani, Arabians, Osdroeni, and Colchians. He obtained the mastery over the Cordueni and Marcomedi, as well as over Anthemusia, an extensive region of Persia.

    Tarihçilerin kullandığı Kard, Kord, Gord, Kirti, Kurti adları Kürt adıyla aynıdır.

    Gorduene, Corduaie, Gordyeae, K(C) ardu-chi, Cordueni gibi adlar ise Kürdistan adıyla aynıdır.

  • ölüm

    09.02.2009 - 18:48

    Selam Sana Ölüm....

    Senin beni bekledigin kadar kimse beklemedi beni...

    Sonunda Herseyen Vaz Gecmeyi Basardim

    Ve Simdi bende, kendimde Sana kavusacak cesareti ariyorum..

  • palavra

    28.11.2008 - 22:51

    Yalanin kralı

  • kaçak

    28.11.2008 - 22:50

    bazi zümrelere Yasal olmayan,dogru olmayan

  • bağımlı

    28.11.2008 - 22:48

    Esir Olmak

  • raptiye

    02.11.2008 - 22:16

    kendini raptiye gibi atma ortaya... ayaga batarsin.. o ayakla suruklenirsin

  • sevgi

    02.11.2008 - 22:01

    dogru ve iyi seyler yapinca duydugumuz his.. varlık yada nesneye duyulan iyi niyetler

  • şu an ne dinliyorum

    30.10.2008 - 23:47

    Şuan Sadece Sessizligi Dinliyorum

  • Madem ki

    24.10.2008 - 17:26

    Madem ki Atesin yok, ilk başta ateşi
    sonrada sigarayi dusun

  • mağrur

    24.10.2008 - 17:17

    Mağrur = Gurur dur

    Fazlaca Mağrur Olanlar... Gururuna Esir Olur

  • maaş

    24.10.2008 - 17:14

    Emek Karşılığında Alınan ve almak için sabır taşına döndüğün, bir miktar para

  • ahmet arif

    08.10.2008 - 00:53

    Ahmet Arif i Tanımak istiyorsan Onun Şiirlerini oku derim. Başka bişseyde demem

  • AHMET SELCUK İLHAN

    08.10.2008 - 00:51

    Zerin Özerin Bir gülü Sevdim
    İbrahim tatlises - Eyvah
    Ferdi Tayfur - Sabahçı kahvesi
    Göksel - günün birinde

    Gibi Şarkıların söz yazarı. Adana doğumlu
    bir ara almanyada eğitim gormustur
    ve yanilmiyorsam sonda Ankara veya İstanbul da
    Türk Dili Ve Alman Edebiyatlarını okusmustur

  • kroki

    08.10.2008 - 00:48

    Yer yuzundeki bir cisme Kuslar Gibi bakabilmek

  • ersin ergün

    09.08.2008 - 18:57

    Beni tarihle yargıla nın yazarı.. Hayatı ceza evinde gecen bir adam..
    kaybana şiirler adlı bir şiir kitabı çıkarmıştır... Onur Akın ın seslendirdigi gaybana şarkısı bu kişiye aittir.

Toplam 25 mesaj bulundu