Ben çocukken gökyüzünde binlerce yıldız vardı. Şimdilerde gökyüzüne doğruca bakamıyorum bile. Öyle korkunç ve yavan bir görüntü ile yüzyüze kalıyorum ki adeta ciğerlerim nefessiz kalıyor. Gökyüzünde yıldızlar tükenmiş. Nasıl da farketmemişim? Öylesine dalmışım dünyanın kirli, aldatıcı, iki yüzlü çehresine... Taş hep sert ve soğuktu. Kışlar uzun, baharlar munis, yazlar hep kuraktı ben çocukken. Şimdi yazlar da hep kurak. Kışlarsa çok uzun ve soğuk. Eski karlar da yağmıyor artık. Kızaklar da eskimiş, eski hatıralar gibi bir köşede unutulmuşlar. Peki baharlar nerede Allahım? Sen önce baharları mı alıyorsun yoksa? ...Zaten bahar ve genç, ikisi de körpe ve kısa. O yüzden bu kadar kıymetleri çok bende. Heyhat ne gençlik kaldı serde, ne de o güzelim baharlar...Senin kalb dediğin aslanda olur.Tilkide ne gezer o mağrur yele! Bazı insanlar da tilkiye benzer,Sürer dudağını en kirli ele.BOZKIR DÜŞÜNCESİdal kırgınlığındazor değildir kopuşlarbir fasl-ı hazin ki nârinokşarken alnını yârinbin yıllık burukluğu terennümle kopuzlardağıtır kıpçak çölü'ne perde perdebir garip efkârı derinler dinlerçöl inler...yüzüne hüzün yaşmağı çekmişbir sarı karanfil misalivurur burnuma kokusukıpçak çöl'ünde her nevruz göğerip açan yavşanınay şafağında gezinirakının parmaklarıgün görmüş dombranın tellerindeaytıs tarih-i kadimi yad iletitrer kederle tellertel inler...içimde bir yerler yanar kavrulursızlar sazlarla burnumun ucuçölde bir yalnız kurt ulursesiyle yankılanır kuytularçöl türkü söylerdil inler...çöle dalga dalga yayılan ilahi küğüduyup içimden irkilirimbaşımda bultlarca akhun'un akça tuğuyesevi türbesinden gökmavi serinlikaçılır ülgen ülgen gönlümün 'kiğiz üyi'almatı'dan çimkent'ten türkistan'a akmescit'euzayan ulu abay yolu'ndaçöl ateşi yakıp durmuş rahmankulbağdaşlayıp oturmuştarihe ışık saçıyorelinde dirlik çelengidilinde dirlik ölengigözlleri çakmak çakmakkıpçak çöl'ünden anadolu'ya bakarakaydur:'balalarım,aynalayındiliniz bir iliniz biraynalayın, karaktarımülkünüz kalmasın yarım'...baykal'dan ta balkan'auzayıp gidiyor abay yolugözünde canlanıyor hâlâ cambul'ungörkemli hayâli istanbul'unyürüyorumdilimde bozlak ahengigönlümde ceddimin cengiyürüyorumrehberim korkut ata,hoca ahmetçorabatır,manas,köroğlu...varsın düşman kursun pusuyürüyorum yesevî'nin izindenburnumda yavşan kokusuyürüyorum ıssık göl'den aral'dantürklük denizinden...(METİN ÖZARSLAN) 17-20.02.2001 TÜRKİSTANİNCE SIZILARUluyan nehirlerin sesiydi sesinKesildi bir akşamüstü tükendiNefesin değince kızıl sağrısınaDerman buldu onulmaz ağrısına ki Uluyan nehirlerin sesiydi sesin.Gözlerin görülmemiş sabahtı güneşle doğanVe yağan kar gibi sıcaktı etrafınVe saran sarmalayan kucaktıHuzmeler halinde gönlüme ağanGözlerin görülmemiş sabahtı güneşle doğan.Âh gülüşün yok mu ah o gülüşünYa efsanevî zalimler misali aşkınSevişin ve severken öldürüşünŞimdi hangi sulara düşeyim benÂh gülüşün yok mu ah o gülüşün.İnce bir sızı bıraktın bende inceFitil işler yaralar gibi derinceSende bir hatıram kalsın isterdimTutsun isterdim bir yanını dertlerini derinceİnce bir sızı bıraktın bende ince! (Emek, 7 Aralık 2006, Saat 15.19) (ERSİN ÖZARSLAN) TEMİZ ELLERİ OLAN İNSANLARIN DA KİRLİ DÜŞÜNCELERİ VARDIR.S.LECaşk harı günbegün artan bir nara benzer ölüm yakıyor görünse de kabuk tutan yaraya benzerayrılık görülmeyen,tadılmayan bir zulme benzerdostluk karanlıktan aydınlığa varışa benzerinsanı mahlukat ise bunları çevreleyen kafese benzer.yıldız özlemiher ne yap yap,becerip izzet-i nefsinle geçinkimseden bekleme yardım,iki el bir baş için(NEYZEN TEVFİK) Ey Türk! Dağlar gibi yığdığın kemiklerine,Irmaklar gibi akıttığın kanlarınaLayık ol! ! ! BİLGE KAĞAN AŞK HİKAYESİ Başımdan bir kova sevda döküldü Islanmadım, üşümedim, yandım oy! İplik iplik damarlarım söküldü Kurşun yemiş güvercine döndüm oy! Yağmur yorgan oldu, döşek kar bana Anladım ki kendi gönlüm dar bana Alev dolu bardakları yâr bana Sunuverdi içtim içtim kandım oy! Sevgi ektim, naz biçmeye çalıştım Ne zamana, ne kendime alıştım Kırk senede yedi hasret bölüştüm Yedi dünya bana düştü sandım oy! Gönül şahinimi yordum gerçeğe Sonsuzda yüzümü sürdüm gerçeğe Teselliden kanat kırdım gerçeğe Tecellinin sinesine kondum oy! ABDURRAHİM KARAKOÇ CEZAYİR TÜRKÜSÜ Ya AllahYa Allah derim kiTitrerimKara sesimdenYa Allah.Ya suAkar da aydınlığın uzak anılarımdanŞırıldar yüreğimde ünlü korsanların dalgaları.Yüce sultanların kılıçları parlar yüzümdeYa su, anlıyor musun? Burası Cezayir, ya çöl,Develerin binlerce yıl taşıdığı, atalardan,Sevgi,Us,Kişiliğim ya çıngırak.YILDIZLAR KÖTÜ OLACAKLARIN ÜÇGENİNDEYok etmiş üç yönü.Yedi yönü var etmiş mutsuz kisiliğinde YILDIZLAR,Ama uyukluyorum işteYa dönence, ağlamak dururken.Ya hurma, tadın yok gayrı,Nice saklasan yalnızlığıKoyu yeşilliğini büyütsen nice,Yitmiş güzelliğimizYa hurma, elim ayağım acı.Nasıl haykırıyor çiğnenmiş kumlar, duyuyor musun? Ya ana kalkYa kadın yürüYa oğul koşBir anlamın gereken kurtuluşuna.Kurt iskeletlerince çirkindirler şimdi,Ölülerim vurulmuşlar alınlarından,Düşmüşler Akdenize doğru.Özgürlükleri kalmamış artıkAl benim ölülerimi, ya gece.Ya toprak ko beni gideyim gideyim,Varmışların ardına öcül öcül.Ve küçücük ve eski ve yırtık bayraklar arasından,Ya gökAl beni. F.H.D. 'Allah'tan korkanlara şeytandan bir vesvese dokununca Allah'ı hatırlarlar ve gerçeği görürler.' (A'râf, 201) (Allah Rasûlü) “Din nasihattır/samimiyettir” buyurdu. “Kime Yâ Rasûlallah? ” diye sorduk. O da; “Allah’a, Kitabına, Peygamberine, Müslümanların yöneticilerine ve bütün müslümanlara” diye cevap verdi. İnsanların Peygamberlerden öğrenegeldikleri sözlerden biri de: “Utanmadıktan sonra dilediğini yap! ” sözüdür.Buhârî, Enbiyâ, 54; EbuDâvûd, Edeb, Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü’min) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz.yârânına etmeyen reca hiçadâya eder mi iltica hiç(ABDULHAK HAMİD TARHAN) MONA ROZAMona Roza, siyah güller, ak güller Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah, senin yüzünden kana batacak Mona Roza, siyah güller, ak güller Ulur aya karşı kirli çakallar Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağaMona Roza, bugün bende bir hal var Yağmur iğri iğri düşer toprağa Ulur aya karşı kirli çakallar Açma pencereni perdeleri çek Mona Roza seni görmemeliyim Bir bakışın ölmem için yetecekAnla Mona Roza, ben bir deliyim Açma pencereni perdeleri çek Zeytin ağaçları söğüt gölgesi Bende çıkar güneş aydınlığa Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi Seni hatırlatıyor her zaman banaZeytin ağaçları, söğüt gölgesi Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gururBir mumun ardında bekleyen rüzgar Işıksız ruhumu sallar da dururZambaklar en ıssız yerlerde açar Ellerin ellerin ve parmakların Bir nar çiçeğini eziyor gibi Ellerinden belli oluyor bir kadın Denizin dibinde geziyor gibiEllerin ellerin ve parmakların Zaman ne de çabuk geçiyor Mona Saat onikidir, södü lambalar Uyu da turnalar girsin rüyana Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadarZaman ne de çabuk geçiyor Mona Akşamları gelir incir kuşları Konar bahçenin incirlerine Kiminin rengi ak, kimisi sarı Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine Akşamları gelir incir kuşları Ki, ben, Mona Roza bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında Hayatla doldurur bu boş yelkeni O masum bakışlar su kenarında Ki, ben, Mona Roza bulurum seni Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza Henüz dinlemedin benden türküler Benim aşkım sığmaz öyle her saza En güzel şarkıyı bir kurşun söylerKırgın kırgın bakma yüzüme Roza Artık inan bana muhacir kızı Dinle ve kabul et itirafımı Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı Alev alev sardı her tarafımı Artık inan bana muhacir kızı Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Meyvalar sabırla olgunlaşırmış Birgün gözlerimin ta içine bak Anlarsın ölüler niçin yaşarmış Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Altın bilezikler, o kokulu ten Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne Bir tüy ki, can verir bir gülümsesen Bir tüy ki, kapalı gece ve güne Altın bilezikler, o kokulu ten Mona Roza, siyah güller, ak güller Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Aaahhh! senin yüzünden kana batacak! Mona Roza, siyah güller, ak güller. (SEZAİ KARAKOÇ) ZAMAN PARILTISI Karanlıklarda, gündüzlerin arkasındayım,Bitmiş ikinci dünya savaşı, uğursuz ve kahraman,Uzakta esir uluslar türkü söyler,Türklüğümün farkındayım.Bir soluk gelmekte karşı gezegenlerden,Vakt içinden inmektedir gölgeler.Toprak üzerinde, atmosferler üzerindeSoğuyan gecemin farkındayım.Biçimler, evlere, eşyalara rahatça sığmış,Var olmuş var olmayan.Biçimler sonsuzluğa yaklaşmış,Aklımın farkındayım.Ne ağaçlar uzanmış mevsimlerimceNe yıldızlar gerçek, aydınlığım kadar.Aşkla kımıldayan küçücük ışıklar uçuşur içimde yön yön,Yaşadığımın farkındayım. FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA BAHARI BEKLEYENE ben kışın güzelliğini söylerim ne gelirse dilime çünkü kış bir hazırlıktır soluğuma kıpkırmızı gülüme nice kırmızı ayaklar gelip geçti o gün katar katar kış günleri sözgelişi ben bir çöp bile almadım elime altı kız bir ay ışığı def çalıp şarkılar söylediler beri yanda ormanlar yanardı, ciğerpareler lime artık su uyur aşk uyanır mendilim kana boyanır bilirim bu baharda da herkes hasetlenir halime ve ellerim batık bir suda akar gözlerim her şeye bakar bahar bir gelsin yeter artık eksikse de bırak elleme su uyur düşman uyumaz suların dibi güllerde altı kız bir oğlan def çalıp şarkılar söylediler baktım birinin kara bir gecesi düşüvermiş mendilime şimdi elimde baston silah, başımda şapka öyle ağzımda kurşun hızında seçtiğim her kelime su. hiç kimse durmazsa her şey yürür, bu aşk demektir her şey kullanılmazsa dirim bir ihanettir ölüme sakiniz elimiz filan temiz baharı filan bekleriz fincanı tastan oyarlar içine bade mi koyarlar biz silah kuşanırız bize bir şey söyleme TURGUT UYARDoğunun Kadınları biz batan güne sahip çıktığımızdaay, bitlis'te sarı tütünya da bir akarsu imgesigibi yiğit ve bütünbir ağıttıkadınlarımızdaonlar hüznü bir çeyizçileyi ince bir nergisve gülerken bir dağ silsilesitaşırlarve birer acıdan ibarettilerkayıtlarımızdakadınlar ki alınlarımızdadoğuyu mavi bir noktave yazgıları çok uzaktabir nehir yolunakarışırlarölümleri duvaktan beyazve ahlat, ercis, adilcevazüzerinde geçen bir kederleyarışırlarve birer yazmadan ibarettirlersevdalarımızdabiz bir yazın ayağındaen küçük bir gurbeti bileiçi titreyerek okuyanve bir gülü tersinden dokuyanumutlarımızdabaşlığı kınadan turaçbebesi doğuştan kıraçve bir ninniyle darılıpbir türküyle barışırlarve birer hasretten ibarettirlermektuplarımızda HİLMİ YAVUZNAAT Seccaden kumlardı..................................................................Devirlerden, diyarlardanGelip, göklerde buluşanEzanların vardı! . Mescit mümin, minber mümin...Taşardı kubbelerden tekbir,Dolardı kubbelere “amin”.. Ve mübarek geceler dualarımız; Geri gelmeyen dualardı...Geceler ki pırıl pırılKandillerin yanardı.. Kapına gelenler ya muhammed,- uzaktan, yakından –Mümin döndüler kapından... Besmele, ekmeğimizin bereketiydi; İki dünyada aziz ümmet,Muhammed ümmetiydi... Konsun – yine - pervazlara Güvercinler,“hu hu” lara karışsın Aminler,Mübarek akşamdır; Gelin ey fatihalar, yasinler... Şimdi seni ananlar,Anıyor ağlar gibi...Ey yetimler yetimi,Ey garipler garibi; Düşkünlerin kanadıydınYoksulların sahibi..Nerde kaldın ey resul,Nerde kaldın ey nebi! .. Günler ne günlerdi, yaMuhammed! ..Çağlar ne çağlardı; Daha dünyaya gelmedenMüminlerin vardı...Ve bir gün ki gafletÇöller kadardı, Halime’nin kucağında,Abdullahın yetimi,Amine’nin emaneti ağlardı.. Hatice’nin goncasıAişe’nin gülüydün..Ümmetin göz bebeğiGöklerinresulüydün..Elçi geldin, elçiler gönderdin; Ruhunu Allah’a; elini ümmetine verdin,Beşiğin, yurdun, yuvanMekke’de bunalırsan; Medine’ye göçerdin..Biz,Bu dünyadan nereyeGöçelim ya muhammed! Yeryüzünde riya, inkar, hıyanetAltın devrini yaşıyor...Diller, sayfalar, satırlar“ebu leheb öldü” diyorlar; Ebu leheb ölmedi ya muhammed! Ebu cehil; kıt’alar dolaşıyor...Neler duydu şu dünyada Mevlidine hayran kulaklarımız; Ne adlar ezberledi ey nebi! Adına alışkın dudaklarımız..Artık yolunu bilmiyor,Artık yolunu unuttu AyaklarımızKabene siyahlar Yakışmamıştır ya muhammed! Bugünkü kadar! Hased gururla savaşta; Gurur; kaf dağında derebeyi.. Onu da yaralarlar kanadındanGelse bir şefkat meleği..İyiliğin türbesine,Türbedar oldu iyi..Vicdanlar sakatÇıkmadan ya muhammed yarına! İyilikler getir, güzellikler getirAdem oğullarına... Şu gördüğün duvarlar kiKimi taiftir, kimi hayberdir...Fethedemedik ya muhammedSenelerdir... Ne doğruluk, ne doğru; Ne iyilik, ne iyi; Bahçende en güzel dal,Unuttu yemiş vermeyi...Günahın kursağındaHaramların peteği.. Bayram yaptı yabanlarSemave’yi boşaltıp; Save’yi dolduranlarAtını hendeklerden – bir atlayışta – Aşırdı aşıranlar..Ağlasın yesrib! Ağlasın selmanlar... Gözleri perdeleyen toprak,Yüzlere serptiğin topraktı...Yere dökülmeyecekti ey nebi! Yabanların gözünde kalacaktı! Konsun – yine - pervazlara Güvercinler,“hu hu” lara karışsın Aminler,...Mübarek akşamdır; Gelin ey fatihalar, yasinler... Ne oldu ey bulut,Gölgelediğin başlar? Hatırında mı ey yol,Bir aziz yolcuylaAşarak dağlar, taşlarKafile kafile, kervan kervanŞimale giden yoldaşlar.... Uçsuz bucaksız çöllerdeYine izler gelenlerin; Yollar gideceklerindir.... Şu tekbir getiren mağara,Örümceklerin değil; Peygamberlerindir, meleklerindir. Örümcek ne havadaNe suda, ne yerdeydiHakkı göremeyenGözlerdeydiŞu kuytu cinlerin mi, perilerin yurdu mu,Şu yuva ki bilinmez; Kuşları hüdhüd müdür, güvercin miKumru mu..Kuşlarını bir sabah,Medine’ye uçurdu mu..Ey abva’da yatan ölü,Bahçende açtı dünyanınEn güzel gülü; Hatıran uyusun çöllerin,Ilık kumlarıyla örtülü.. Dinleyene halaÇöller ses verir....Yaleyl, susar,Uğultular gelir...Mersiye okur uhud,Kaside söyler bedir; Sen de bir hac günüBaşta muhammed, yanında Ebu bekir,Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü,Destan yap ey şehir! Konsun – yine - pervazlara Güvercinler,“hu hu” lara karışsın Aminler,...Mübarek akşamdır; Gelin ey fatihalar, yasinler...Vicdanlar sakatÇıkmadan ya muhammed yarına! İyiliklerle gel, güzelliklerle gelAdem oğullarına... üreklerden taşsın Yine imanlar! Itri, bestelesin tekbirini; Evliya okusun kur’anlar..Ve kur’anı göz nuruyla çoğaltsınKayışzade osmanlar...Na’tını galib yazsın, mevlidiniSüleymanlar..Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle Geri gelsin sinanlar..Çarpılsın, hakikat niyetineCenaze namazı kıldıranlar! Gel ey muhammed! BahardırDudaklar ardında saklı“amin”lerimiz vardır..Hacdan döner gibi gel..........Miraçtan iner gibi gel...........Bekliyoruz yıllardır! Bulutlar kanat, ruzgar kanat; Hızır kanat, cibril kanat,Nisan kanat, bahar kanat; Ayetlerini ezber bilen,Yapraklar kanat... Açılsın göklerin kapılarıAçılsın perdeler, kat kat..Çöllere dökülsün yıldızlar,Dizilsin yollarınaYetimler, günahsızlar..Çöl gecelerinden yanıkTürküler yapan kızlarSancağını saçlarıyla dokusun; Bilal-i habeşi sustuysa; Ezanlarını davud okusun! Konsun – yine - pervazlara Güvercinler,“hu hu” lara karışsın Aminler,...Mübarek akşamdır; Gelin ey fatihalar, yasinler...ARİF NİHAT ASYA eserin sonuna git YağmurVareden'in adıyla insanlığa inen Nur Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat En müstesna doğuşa hamiledir kainat Yıllardır bozu bulanık suları yudumladım Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Hasretin alev alev içime bir an düştü Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla Evlerin arasına dikilir yesil bayrak Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim Yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü Düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü Bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına Yayılır o en büyük mustu, pazartesinden Beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar Mutluluk nağmeleri işitirler Hiradan Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri Paramparça, ateşler sahinin hayalleri Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım O mücella çehreni izleseydim ebedi Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü Katil sinekler deldi hicabın perdesini İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında Tablosunu yapardim yıkılan her kulenin Ebedi aşka giden esrarlı yollarında Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü On asırlık ocağın savururdum külünü Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü Badiye yaylasında koklasaydım izini Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar Seninle yıkasaydım acılar dehlizini Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Haritanın en beyaz noktasına kan düştü Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi Hakların temeline sanki bir volkan düştü Firakınla kavrulur çölde kum taneleri Ahuların içinde sevdan akkor gibidir Erdemin, bereketin doldurur haneleri Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir Şemsiyesi altında yürürsün bulutların Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların Devlerin esrarını aynalara sorsaydım Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü Güvenilen dağlara kar yağdi birer birer Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından Madeni arzuların ardında seyre daldım Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini Senin için görülen bir düş de ben olsaydim Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali Hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır Sesini duymayanlar girdabında boğulur Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin Saatlerin ardında hep kendimi aradim Bir melal zincirine takıldı parmaklarım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin Mekanın fırçasında solmayan resim senin Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü İniltiler geliyor doğudan ve batıdan Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü Islaklığı sanadır ahımın, efgahımın İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın Nazarın ok misali karanlıkları deler Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü Nefsinle yeniden çizilecek desenler Çehreler yepyeni bir degişim geçirecek Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler Anneler çocuklara hep seni içirecek Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü Şarrkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Senin için görülen bir düş de ben olsaydım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım(NURULLAH GENÇ) MARYASustu Another Life gazinosuSustu sarkilar,Paletimde renk sustu, fircamda sekil Ve bu gece ilk defa simal korfezinde Sustu Peramos'un mazgallarindan Sehre pancur pancur dokulen arya,Artik ne tayfalar mevcut, ne komondoslar,Ne o kor tenli, kizil sacli kanarya.Bu medar ikliminin tenha gecesindeSardi bambu kamislarini pisman bir sukutSardi bu sizi.Hani birdenbire bazen butun etrafimiziSapsari bir suphe sarar yaIste oylesine berbat bir hal var.Hic bir sey dusunmek istemiyorum, hic bir seyAma dorduncu tarassut kulesinde Bir supheli sinyal var.Hayir hayir yalan butun bunlarArtik ne kadere inaniyorum ne falaYalan soyluyor o falci kadinO hintli parya.Ben yanliz sana inaniyorumYanliz sana, MARYA...Beni kahrediyor boyle gecen her geceBu hoyrat yildizlar, bu su, bu okyanus, bu yerVe gokyuzunde emanet duran Su asma fener.Inan ki sevgili MARYANe varsa hepsi yalan, hepsi keder Ve hepsi omuzumun ustunde caresiz bir yuk Ve hepsi angarya.Biliyorum bu sabah gunesle beraber biliyorumBir vapur demirleyecek bu nankor limandaPol'un ebedi matemine ragmenVirjini olabilirdi bu vapurdaAma sen yoksun biliyorum sen yoksun.Baharda gelecegim diyordun haniHaydi gel daha ne bekliyorsunIste mevsim bahar ya.Fircam neden boyle titrer bilir misin? Ve neden resimlerimde fon sapsari.Anliyorsun degil mi yavrumButun kagitlara sinmis anliyorsun Bu tropikal zehir, Bu mizmin malarya,Sensiz nasil da bos iskele, sensiz nasil da tenha sehirMufreze nobetcilerinin gozu onunde Koydan yildizlari calmislar bir bir,Yine de birkac cimaci, birkac palikarya.Ama kim dusunur yildizlari,Yuzbasi Arnold'u vurmus yerliler Matemler icinde tekmil batarya.Bu insanlar, bu gok, bu deniz, bu yerBirer birer kaybolmaya mahkum, birer birerBiz ki coktan bu sapsari hasret icinde susuzBiz ki coktan beri kaybolmusuz.Nasil. Agliyor musun MARYA? ..Sil gozlerini, sil yavrumBizim yoklugumuzdan ne cikarAskimiz var ya.....Bekir Sitki Erdogan YILDIZLAR AĞLIYORSİYAH saçların solarken mum ışığında,her gece YILDIZLAR ağlıyor penceremde... ve umutların hüzün gömülerinde seviler inlerken, her gece YILDIZLAR ağlıyor düşlerimde... .............................................................................. YILDIZLAR ağlar,ay titrer,ay donar senden boş dönen avuçlarımda... ve belli ki ne güneş doğacak ne de gün ışıyacak, belli ki sessizlik kol gezecek umarsız sevda bahçelerimde... Kemal EyüboğluKUMSen kum nedir bilmezsinDeniz Görmedin ki. Yum gözlerini, zamanı düşün, Deniz bir gözünde Kum bir gözündedir. Sen taş nedir bilmezsin Dağa çıkmadın ki Yürü ufuklara doğru,Dağ bir ayağında Taş bir ayağındadır Sen kül nedir bilmezsin Ateş yakmadın ki, Uzat ellerini gökyüzüne, Ateş bir elinde Kül bir elindedir Sen kan nedir bilmezsin Ölmedin, öldürmedin ki, Yat toprağa boylu boyunca Ölüm bir yanında Kan bir yanındadır Sen aşk nedir bilmezsin Beni sevmedin ki Ağla, ağlayabildiğin kadar Bütün güzellikler sende Aşk bendedirÜMİT YAŞAR O.Yıldızlar da şahit olsun sensizliğime.YILDIZLAR KARARDI NEYLEMİŞİM BEN.Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden. Yıldızlar kayar bir bir ellerimden.Yıldızlar da kayar durmaz yerinde.Yıldızı mı bulamadım ben anne.Yıldız yıldız dı GÖZLERİ çocukların.Yıldızlar yıldızlar dökülür gözlerimden.Yıldızlar dökülür aşkın su rengineYıldızlarla gelirim ayışığı düşlerineYıldızlar -göç zamanıdır-göçmüşYILDIZLAR YILDIZLAR AH YILDIZLAR... Dülger Balığının Ölümü / Sait Faik Abasıyanık Hepsinin gözleri güzeldir. Hepsinin canlıyken pulları kadın elbiselerine, kadın kulaklarına, kadın göğüslerine takılmağa değer. Nedir o elmaslar, yakutlar, akikler, zümrütler, şunlar bunlar? ... Mümkün olsaydı da balolara canlı balık sırtlarının yanar döner renkleriyle gidebilselerdi bayanlar; balıkçılar milyon, balıklar şan ü şeref kazanırdı. Ne yazık ki soluverir ölür ölmez, öyle ki, büzülmüş böceklere döner balık sırtının pırıltıları. Benim, size ölümünü hikâye edeceğim balığın öyle parıltılı, yanar döner pulları yoktur. Pulu da yoktur ya zavallının. Hafifçe, belirsiz bir yeşil renkle esmerdir. Balıkların en çirkinidir. Kocaman, dişsiz, ak ve şeffaf naylondan bir ağzı vardır: Sudan çıkar çıkmaz bir karış açılır. Açılır da bir daha kapanmaz. Vücudu kirlice, esmer renkte demiş miydim? Rum balıkçıların hrisopsaros -Hristos balığı- dedikleri bu balık, vaktiyle korkunç bir deniz canavarı imiş. İsa doğmadan evvel, Akdeniz'de dehşet salmış. Bir Finikeli denize düşmeye görsün! Devirdiği Kartacalı çektirmesinin, Beni İsrail balıkçı kayığının sayısı sayılamamış. Keser, biçer; doğrar, mahmuzlar; takar, yırtar; kopararır atar; çeker, parçalarmış. Akdeniz'in en gözü pek; insandan, hayvandan, fırtınadan, yıldırımdan, belâdan, işkenceden yılmaz korsanı, dülger balığının adından bembeyaz kesilirmiş. İsa, günlerden bir gün, deniz kenarında gezinirken sandallarını büyük bir korkuyla bırakıp kaçan balıkçılar görmüş. 'Ne oluyorsunuz? ' diye sorunca balıkçılara; 'Aman' demişler balıkçılar, 'elâman! Elâman bu canavardan! Sandalımızı kırdı, arkadaşlarımızı parçaladı. Hepsinden kötüsü, balık tutamaz olduk, açlıktan kırılırız.' İsa, yalınayak, başı kabak, dülger balıklarının yüzlercesinin kaynaştığı denize doğru yürümüş. En kocamanını, uzun parmaklı elleriyle tutup sudan çıkarmış. İki elinin başparmağı arasında sımsıkı tutmuş, eğilmiş, kulağına bir şeyler söylemiş... O gün bu gündür dülger balığı, denizlerin görünüşü pek dehşetli, fakat huyu pek uysal, pek zavallı bir yaratığıdır. Birçok yerlerinde çiviye, kesere, eğriye, kerpetene, destereye, eğeye benzer çıkıntıları, kemikle kılçık arası dikenleri vardır. Dülger balığı adı ona bunlardan ötürü takılmış olmalı. Bütün bu alat ü edavatın dört yanını, şeffaf naylondan diyebileceğimiz işlemeli bir zar çevirmiştir. Kuyruğa doğru bu incecik zar azıcık kalınlaşır, rengi koyulaşır, bir balık kuyruğunun biçimini alır. Oltaya tutuldu muydu dünyasına, sulara küsüverir. Nasıl bir korku içine düşer kimbilir? Onun için dünya bomboştur artık. Oltadan kurtulsa da fayda yoktur. Suyun yüzüne yamyassı serilir. Kocaman gözleriyle insana mahzun mahzun bakar durur. Sandala aldığınız zaman dakikalarca onun sesini işitirsiniz. Ya, sesini! Bir o, bir de kırlangıç balığı sandalda ölünceye kadar ikide bir feryada benzer, soluğa benzer acı bir ses çıkarır. İnce zardan ağzını bir kere ağlara vurmasın, küstüğünün resmidir dülger balığının. Bir gün, balıkçı kahvesinin önündeki; yarısı kırmızı, yarısı beyaz çiçek açan akasyanın dalına asılmış bir dülger balığı gördüm. Rengi denizden çıktığı zamandı. Yalnız aletlerinin etrafını çeviren incecik, ipekten bile yumuşak zarları titreyip duruyordu. Böyle bir oynama hiç görmemiştim. Evet, bu bir oyundu. Bir görünmez iç rüzgârının oyunuydu. Vücutta, görünüşte hiçbir titreme yoktu. Yalnız bu zarlar zevkli bir ürperişle tatlı tatlı titriyorlardı. İlk bakışta insana zevkli, eğlenceli bir şeymiş gibi gelen bu titreme, hakikatte bir ölüm dansıydı. Sanki dülger balığının ruhu, rüzgâr rüzgâr, bu incecik zarlardan çıkıp gidiyordu; bir dirhem kalmamışcasına. Hani bazı yaz günleri hiç rüzgâr yokken, deniz üstünde bir meneviş peydahlanır. İşte böyle bir cazip titremeydi bu. İnsanın içini zevkle, saadetle dolduruyordu. Ancak, balığın ölmek üzere olduğu düşünülürse, bu titremenin anlamı hafifçe acıya yorulabilirdi. Ama insan, yine de bu anlam’a almamağa çalışıyordu. Belki de bu, harikulâde tatlı bir ölümdür. Belki de balık, hâlâ suda, derinliklerde bulunduğunu sanıyordur. Karnı tok, sırtı pektir. Akşam olmuştur. Denizin dibinin kumları gıdıklayıcıdır. Altta, dişi yumurtaları, üstte erkek tohumları sallanıyor, sallanıyor, sallanıyordu. Vücudunu bir şehvet anı sarmıştır… Birdenbire dehşetli bir şey gördüm: Balık tuhaf bir şekilde, ağır ağır ağarmağa, rengini atmağa, hem de beyaz kesilmeğe giden bir hal almağa başlamıştı. Acaba bana mı öyle geliyor? Sahiden rengini mi atıyor? Demeğe, dikkatli bakmağa lüzum kalmadan, yanılmadığımı anladım. Kenarları süsleyen zarların oyunu çabuklaşmağa, balik da, git gide, saniyeden saniyeye pek belli bir halde beyazlaşmağa başladı. İçimde dülger balığının yüreğini dolduran korkuyu duydum. Bu, hepimizin bildiği bir korku idi: Ölüm korkusu. Artık her seyi anlamıştı. Denizlerin dibi âlemi bitmişti.. Ne akıntılara yassı vücudunu bırakmak, ne karanlık sulara, koyu yeşil yosunlara gömülmek… Ne sabahları birdenbire, yukarılardan derinlere inen, serin aydınlıkta uyanıvermek, günün mavi ve yeşil oyunları içinde kuyruk oynatmak, habbeler çıkarmak, yüze doğru fırlamak… Ne yosunlara, canlı yosunlara yatmak, ne akıntılarla âletlerini yakamozlara takarak yıkanmak, yıkanmak vardı. Her şey bitmişti: Dülger balığının ölüm hali uzun sürüyor. Sanki balık su hava dediğimiz gaz suya alışmağa çalışmaktadır. Hani biraz dişini sıksa, alışması mümkündür gibime geldi. Bu iki saat süren ölüm halini, dört saate, dört saati sekiz saate, sekiz saati yirmi dörde çıkardık mıydı; dülger balığını aramızda bir işle uğraşırken görüvereceğiz sanıyorum. Onu atmosferimize, suyumuza alıştırdığımız gün, bayramlar edeceğiz. Elimize görünüsü dehşetli, korkunç, çirkin ama, aslında küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yürekli, tatlı ve korkak bakışlı bir yaratık geçirdiğimizden böbürlenerek onu üzmek için elimizden geleni yapacağız. Şaşıracak, önce katlanacak. Onu şair, küskün, anlaşılmayan biri yapacağız. Bir gün hassaslığını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklığını, sükûnunu kötüleyecek, canından bezdireceğiz. İçinde ne kadar güzel şey varsa hepsini, birer birer söküp atacak. Acı acı sırıtarak İsa’nın tuttuğu belinin ortasındaki parmak izi yerlerini, mahmuzları, kerpeteni, eğesi, testeresi ve baltasıyla kazıyacak. İlk çağlardaki canavar halini bulacak. Bir kere suyumuza alışmağa görsün. Onu canavar haline getirmek için hiç bir firsatı kaçırmayacağız. eserin sonuna git Annabel Lee / Edgar Allan Poe It was many and many a year ago, In a kingdom by the sea, That a maiden there lived whom you may know By the name of ANNABEL LEE; And this maiden she lived with no other thought Than to love and be loved by me. I was a child and she was a child, In this kingdom by the sea; But we loved with a love that was more than love- I and my Annabel Lee; With a love that the winged seraphs of heaven Coveted her and me. And this was the reason that, long ago, In this kingdom by the sea, A wind blew out of a cloud, chilling My beautiful Annabel Lee; So that her highborn kinsman came And bore her away from me, To shut her up in a sepulchre In this kingdom by the sea. The angels, not half so happy in heaven, Went envying her and me- Yes! - that was the reason (as all men know, In this kingdom by the sea) That the wind came out of the cloud by night, Chilling and killing my Annabel Lee. But our love it was stronger by far than the love Of those who were older than we- Of many far wiser than we- And neither the angels in heaven above, Nor the demons down under the sea, Can ever dissever my soul from the soul Of the beautiful Annabel Lee. For the moon never beams without bringing me dreams Of the beautiful Annabel Lee; And the stars never rise but I feel the bright eyes Of the beautiful Annabel Lee; And so, all the night-tide, I lie down by the side Of my darling- my darling- my life and my bride, In the sepulchre there by the sea, In her tomb by the sounding sea.Şiirin Melih Cevdet Anday Çevirisi/ Edgar Allan PoeSeneler,seneler evveldi; Bir deniz ülkesindeYaşayan bir kız vardı,bileceksinizİsmi Annabel Lee; Hiçbir şey düşünmezdi sevilmektenSevmekden başka beni.O çocuk ben çocuk,memleketimizO deniz ülkesiydi,Sevdalı değil karasevdalıydıkBen ve Annabel Lee; Göklerde uçan melekler bileKıskanırdı bizi.Bir gün işte bu yüzden göze geldi,O deniz ülkesinde,Üşüdü rüzgarından bir bulutunGüzelim Annabel Lee; Götürdüler el üstündeKoyup gittiler beni,Mezarı ordadır şimdi,O deniz ülkesinde.Biz daha bahtiyardık meleklerdenOnlar kıskandı bizi,_Evet! _bu yüzden (şahidimdir herkesVe o deniz ülkesi) Bir gece bulutun rüzgarındanÜşüdü gitti Annabel Lee.Sevdadan yana,kim olursa olsun,Yaşça başca ileriGeçemezlerdi bizi; Ne yedi kat gökdeki melekler,Ne deniz dibi cinleri,Hiçbiri ayıramaz beni sendenGüzelim Annabel Lee.Ay gelip ışır hayalin eşirirGüzelim Annabel Lee; Bu yıldızlar gözlerin gibi parlarGüzelim Annabel Lee; Orda gecelerim,uzanır beklerimSevgilim,sevgilim,hayatım,gelinimO azgın sahildeki,Yattığın yerde seniİlk Cinayet / Ömer Seyfettin Ben hep acı içinde yaşayan bir adamım! Bu sıkıntı âdeta kendimibildiğim anda başladı. Belki daha dört yaşında yoktum. Ondan sonra yaptığımdeğil, hattâ düşündüğüm kötülüklerin bile vicdanımda tutuşturduğu sonsuzcehennem sıkıntıları içinde hâlâ kıvranıyorum. Beni üzen şeylerin hiç biriniunutmadım. Anılarım sanki yalnız hüzün için yapılmış. *** Evet, acaba dört yaşımda var mıydım? Ondan önce hiç bir şeybilmiyorum. Bilinç, başımıza nasıl yakmayan bir yıldırım gibi düşer. Tolstoy,daha dokuz aylık bir çocukken kendisinin banyoya sokulduğunu hatırlıyor. İlkduygusu bir hoşlanma! Benimki müthiş bir sıkıntıyla başladı. Ben ilk kezkendimi Şirket vapurunda hatırlıyorum. Hâlâ gözümün önünde: Sanki dünyaya oanda doğmuşum, annemin kucağı... Annem, yanındaki çok sarı saçlı, genç birhanımla gülüşerek konuşuyor, cıgara içiyorlar. Annem cıgarasını ince gümüş birmaşaya takmış. Ben bunu istiyorum. - Al ama ağzına sürme! diyor. Bana bu ince maşayı veriyor, cıgarasını denize atıyor. Galiba yaz. Çokaydınlık, çok güneşli bir hava... Annem, konuşurken mavi tüylü bir yelpazeyiyavaş yavaş sallıyor. Ben kucağından kayıyorum. Beni kollarımdan tutarakyanına oturtuyor. Gümüş maşacığın halkasına parmağımı takıyor, annem görmedenucunu ağzıma sokuyor, dişlerimle ısırıyorum. Konuştuğu sarı saçlı hanımınçarşafı mavi... Ben beyazlar giymiştim. Başım açık. Saçlarım çok. Hem galibadağılmış. Annem bunları düzeltirken başımı yukarıya kaldırıyorum. Güneşten kumkum parlayan tentenin kenarında el kadar bir gölge kımıldıyor. - Bak, bak! diyorum. Annem de başını kaldırıyor: - Kuş konmuş, diyor. Bu kuşu isteyince, - Tutulmaz, diyor. Ben yine istiyorum. Annem şemsiyesiyle bu gölgenin altına vuruyor. Amagölgede kımıltı yok. Yine yanımdaki hanıma dönüyor: - A, kaçmadı. - Neye acaba? - Yavru olacak mutlaka. -... - Anne, ben kuşu isterim! diye tutturuyorum. O vakit annem yelpazesini bırakıp ayağa kalkıyor, beni koltuklarımınaltından tutuyor ve küçük bir top gibi dışarıya kaldırırken diyor ki: - Birdenbire tut ha! Başım keten tenteye yaklaşınca, gözlerim kamaşıyor. Ellerimiuzatıyorum. Tutuveriyorum. Bu, beyaz bir kuş... Annem alıyor elimden, öpüyor,sarı saçlı hanım da öpüyor, ben de öpüyorum. - Ah, zavallı daha yavru. - Martı yavrusu. - Uçamıyor olmalı. - Denize düşerse boğulur. -... Öteki kadınlar da söze karışıyor, «Yaşamaz! » diyorlar. Annem beyazkuşu «A zavallı, a zavallı! » diye uzun uzadıya okşadıktan sonra benim kucağımaveriyor. - Eve götürelim, belki yaşar, diyor, ama sakın sıkma yavrum. - Sıkmam. - Böyle tut işte. Gümüş maşacığına bir ince cıgara takıyor. Yanındaki hanımla yinedalıyor söze. Kuşcağızın tüyleri o kadar beyaz ki... Dokunuyorum...Kanatlarının kemikleri belli oluyor. Ayakları kırmızı. Kaçmak için hiç çırpınmyor, şaşırmış. Gözleri yusyuvarlak. Kırmızı gagasının kenarında sanki sarı birşey yemiş de bulaşığı kalmış gibi sarı bir iz var. Boynunu uzatarak çevresinebakmağa çalışıyor. Ben o zaman gözlerimi anneme kaldırıyorum. Yanımdakihanımla gülüşerek konuşuyorlar. Benimle ilgili değil. Sonra beyaz kuşun uzananince boynunu yavaşça elimle tutuyorum. Bütün gücümle sıkmağa başlıyorum.Kanatlarını açmak istiyor. Öteki elimle onları da tutuyorum. Mercan ayaklarıdizlerime batıyor. Sıkıyorum, sıkıyorum, sıkıyorum. Dişlerimi, kırılacak gibisıkıyorum, gık diyemiyor. Sarı kenarlı gagacığı titreyerek açılıp kapanıyor.Pembe sivri dili dışarı çıkıyor. Yuvarlak gözleri önce büyüyor. Sonraküçülüyor, sonra sönüyor... Birdenbire, kasılmış ellerimi açıyorum. Beyazkuşçağızın ölüsü «pat! » diye düşüyor yere. ... Annem dönüyor, eğiliyor. Yerden bu henüz sıcak masum ölüyü alıyor.«A... Aaa... Ölmüş! ..» dedikten sonra bana dik dik bakıyor: - Ne yaptın? -... - Sıktın mı? -... - Söyle bakayım? -... Karşılık veremiyor, avazım çıktığı kadar ağlamağa başlıyorum. Anneminelinden beyaz kuşun ölüsünü sarı saçlı hanım alıyor: - Ah, ne günah! -... - Zavallıcık. -... Başka kadınlar da söze karışıyor. Karşımızda oturan şişman, yaşlı birkadın cinayetimi bildiriyor: - Boğdu. Gördüm vallahi, ne hain çocuk... -... Annem sapsarı kesilmiş, sesi titriyor: «Ah insafsız! » diye bana yine acı acı bakıyor. Daha beter ağlıyorum. Okadar ağlıyorum ki... Beni artık susturamıyorlar. Ne vakit, nerede, nasılsustuğumu bugün hatırlayamıyorum. Sanki sonsuza kadar ağlıyorum. Kendimi bilir bilmez yaptığım bu cinayetin üzerinden işte otuz yıldanfazla bir zaman geçti. Şimdi Şirket vapurlarının güvertelerinde otururken nezaman bir martı görsem, birdenbire, neşemi kaybederim. Bir çocuk haykırışıyleağlamak isterim. Yüreğimin içinde derin bir sızı büyür, büyür. Göğsümü acıtır. «Ah insafsız! » diye beni azarlayan anneciğimin hiç bitmeyenpaylamasını duyar gibi olurum.devam edecek...devamı işte! okuyunuz lütfen! Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-dan rivâyet olunduğuna göre Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hazretleri buyurmuşlardır ki:'Cum'a gününde bir saat vardır. Allah'ın kullarından bir müslim namazda ve kıyamda iken Allah Teâlâ'dan niyâz ile bir şey isteyip duâsı o saate tesadüf ederse Allah teâlâ Hazretleri o kimsenin dileğini verir.' Böyle buyurduktan sonra mübarek küçük parmağının ucuna işaret buyurdu. (11) Cum'a gününün içindeki saat, küçük parmağına nisbetle parmağın ufak ucu ne kadar ise, güne nis-betle o kadar az bir müddetdir ki o saat içinde her halde duâ müstecâb olur demektir.Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Hazretleri:- 'Cum'a günü, ibâdet ve ezkâr ile mü'minle-rin kalbi mesrûr olacak bir bayram günüdür' (12) buyurmuşlardır.-'Size bir sûre haber vereyim mi ki, azameti semâ ile arz arasını doldurmuş, onu yetmişbin melek teşyî' etmiştir? O sûre Kehf süresidir. Kim cum'a günü bu sûreyi okursa Allah onu öteki cum'aya kadar bu sûre ile mağfiret eder, sonunda üç gün de ziyâdesi vardır. Ve semâya ulaşan bir nûr verilir ve Deccal'in fitnesinden muhafaza edilir. Yatacağı vakit bu sûrenin sonundan beş âyet okuyan hıfz olunur ve gecenin istediği vaktinde kaldırılır.' (13) 'Ey Rabbim! Perşembe günü ümmetimin erkenden yaptığı işleri bereketli kıl.' (14) Hadîsin şerhinde deniliyor ki, bugünün evvelinde bir ihtiyacını tedarik etmek, nikâh akdetmek ve bunun gibi mühim işler sünnettir.'Cum'a gününde; Yani perşembeyi cumaya bağlayan gece iki rek'at namaz kılıp Fâtiha'dan sonra onbir defa Zilzâl Sûresini okuyan kimseyi Allah Teâlâ kabir azâbından ve kıyâmet korkularından emin kılar. ' (15) 'Şu duâ ile cum'a günü herhangi bir saatte dua edilirse sâhibine muhakkak icâbet olunur.' (16) 'Cum'a gününde bir saat vardır, mü'min bir kul namazda duâ ederken Allah 'dan bir şey ister ve o saate denk gelirse Allah muhakkak ona icâbet eder. Ashab-ı kirâm: 'Bu saat hangi saatdir yâ Resûlellah' dediklerinde: 'İkindi namazı ile güneş batması arasındaki vakittir.' buyurdular.'Cum'a namazından sonra daha oturduğu yerden kalkmadan yüz defadiyen kimsenin yüzbin günâhını, ana ve babasının da yirmidörtbin günâhını Allah mağfiret eder.' (17)
..
-
BİCAN’dan 3. şifreli şematik şiir.(Bu Eylül)
Zekeriyya Bican
08.10.2006 - 03:57Diğer şiirin bir benzeri ama bu tür denemelerin çok ustaca yazılmış örnekleri vardır. mesela aşağıda verilen ve Tokatlı Nuri'ye ait olan aruzlu şiir vezn-i aher için başarılı bir örnektir
müfte’ilün müfte’ilün müfte’ilün müfte’ilün
_. _ _ / _. _ _ / _. _ _ / _. _ _
Üftâden oldum / gül gibi ... -
Bican'dan Bir Şifreli Şiir
Zekeriyya Bican
08.10.2006 - 03:44Şifreli diye yazdığınız manzume basit bir 'vezn-i aher' denemesidir. Bu tür şiirlere özellikle aşık tarzı şiirde rastlanır. İsterseniz vezn-i aher nedir diye bir araştırın şifreyi bulursunuz:) Amerika keşfedileli asırlar oldu...
-
Naat
Arif Nihat Asya
21.08.2006 - 23:08GEL EY! MUHAMMED BAHARDIR.BAHARLARINA KARIŞSIN BAYRAK ŞAİRİ.ŞEFAATİNE MAZHAR OLSUN BAYRAK ŞAİRİ.ALLAH RAZI OLSUN BAYRAK ŞAİRİNDEN. SEN RAZI OL EY NEBİ BAYRAK ŞAİRİNDEN.AMİNNNN
Toplam 3 mesaj bulundu
-
hz.muhammed
19.09.2006 - 21:11AŞK.HÜCUMU GÜNBEGÜN ARTAN BİR AŞKTIR HZ.MUHAMMED
(SAV)
Gözyaşı medeniyeti
İslam'ın ilk dönemlerinde Allah'tan çok korkan zahitlerin en belirgin özelliklerinden birisi, Allah korkusunun tesiri ile çok ağlamaları, çok mahzun olmaları ve dünyaya hiç değer vermemeleridir.Bunlardan biri de Veysel Karani'dir. Allah'tan çok korktuğu ve utandığı için başını hiç semaya kaldırmayıp, daima çenesi göğsünde bitişik olarak gezermiş. Ümmetin rahibi diye anılan Amir b. Abdullah da çok ağlayıp Peygamber'imiz gibi ayakları şişinceye kadar namaz kılarmış. Utbe b. Ebân ise öyle bir zahit imiş ki, Dünyayı üç talakla (boşama hakkı) boşadım. Artık dönüş yok. demiş ve çok ağlarmış. Allah korkusuna sevgi ve aşkın hakim olduğu Rabiatu'l-Adeviyye ise secdede başını secdeye koyduğu yeri çamur edecek kadar gözyaşlarını ceyhun ederdi. Zaten hepsinin örnek aldığı Hz. Peygamber'imiz de şöyle dememiş miydi? : Benim bildiğimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız! Hanımlarınızdan yataklarda lezzet alamazdınız. Dağlara ve tepelere çıkardınız! Sizi görenler size deli derlerdi.
USTAFA(SAV)
Toplam 4 mesaj bulundu
DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN
Doğum Gününüzü Candan Kutlarım mutlu olmanı kalben dilerim yeni yaşında mutlulukların en güzelini siz yaşarsınız, dilerim yüzün hep güler, neşeni hiç yitirmezsin.Sevdiklerinizle nice güzel mutlu yıllara Saygı ve Sevgilerimle.
Doğum gününüzü candan kutlarım mutlu olmanı kalben dilerim yeni yaşında mutlulukların en güzelini siz yaşarsınız, başarı merdivenlerini rahatlıkla tırmanırsınız ve dilerim yüzün hep güler, neşeni hiç yitirmezsin. Sevgi dolu kalman ve mutlu olman dileğiyle... Doğum günün kutlu olsun! nice güzel mutlu ...
Toplam 19 mesaj bulundu