Dağda devasa çamların arasında havuz kadar küçük ama dipsiz bir krater gölü... İçinde sobaların kuzinelerin şöminelerin yandığı derme-çatma bir tehsis...
koyu sohbet, bol kahkaha, biraz şarkı, biraz,hüzün, biraz uyku, çamların içinde yürüyüşler, ocak başında demli çaylar...vs...vs... dostlarla iki gün bir gecelik kaçamak.... :))))
Devletluuu devletimizin devlet ciddiyetinden uzak sağlık bakanlığı sağolsun valla... :)) 10 dakikada bir protokol değiştiğinden akşama kadar işim bu artık....
İkna et et bitmiyo bi türlü...
-amca bak artık senin bu ilaç ödenmiyo
- geçen hafta ödeniyoduu
- ohooo geçen hafta çok uzun bi zaman. biz artık on dakikaya şükrediyoz.. en az 5 defa değişmiştir geçen haftadan beri o ilacın ödenme koşulları....
-ama tohtur yazmıııışşş....
-ne bilsin yazık.. taze değişti az önce.. belki de sen yazdırıp buraya gelene kadar değişmiştir....
-tohdur dedi ki böööle ödeniyo....
-yok amcam billa ödenmiyo.. Ama istersen yarın gel.. belki değişir, ödenir bakarsın...
Anlayacağı bir dile tercüme ederek bir saat dil dökünce neden ödenmediğine ikna olur gider...
ertesigün
-hoşgeldin amca
-hoşgördüm kızım
-amcaaa... hani sana dün tansiyon ilacının niye ödenmediğini anlattımdı yaaa
-eeee
-ha bak şimdi o anlattıklarımın heeepsini unut.... Bugüüüüüüünnn sağlık bakanımız şöööle buyurmuşlar......:S
Abraham Lincoln’un, oğlunun öğretmenine yazdığı mektup
(Gerçi Dört mesaj aşağıda kısa kısa alıntılar yapılmış ama tamamı çok güzel gerçekten... Ben de tamamını yazayım dedim)
Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona: Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya karşı kendini adamış bir lider vardır.
Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona.
Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret.
Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı.
Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.
Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını...
Eğer yapabilirsen; ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona; gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı...
Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi...
Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona.
Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.
Tüm insanları dinlemesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret...
Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.
Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini...
Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını, fakat hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.
Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret.
Ona nazik davran ama onu kucaklama. Çünkü, ancak ateş çeliği saflaştırır.
Bırak sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.
Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacakır...
Bu, büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bakalım...
Adam ve kadın barda karşılaşırlar.
Aradaki sıcak etkileşim sonucu soluğu kadının evinde alırlar.
Ateşli bir aşktan sonra adam yatağın yanında duran fotoğrafı
görür. Kadına Hey
baksana bu adam senin kocan mı? ' diye sorar.
Kadın 'I- ıh ' diye cevap verir kısaca ve adam ile uğraşmaya
eder. Ama adamın kafasına takılmıştır bir kere.
Peki erkek arkadaşın mı? ' diye sorar.
Kadın yine kısaca 'yo' diye cevap verir.
Adamın merakı iyice artmıştır.
' O zaman baban yada erkek kardeşin olmalı' der.
Kadın gülümseyerek
'Hayır hayır değil' der.
Adam dayanamaz ve 'Allah aşkına söyle o zaman kim bu adam' der.
Kadın kafasını adama çevirir gözlerinin içine bakar ve
gülümser:
'2 yıl önceki fotoğrafım'.
............................................
Yıl 1993, Batı Avustralyada Curtin University of Technology’de, ırkçılık nedeni ile her anında ayrı bir savaş verdiğim Doktora çalışmamın üçüncü yılındayım.
.............................................................
“Merhaba, ben senin yeni tez danışmanınım”. Şaşırıyorum...
“Adım I.A. Sen de Berrin olmalısın”
“Evet”
“Bundan sonra birlikte çalışacağız. Sahi, hangi ülkedendin? ”
“Türk’üm”
“Haaaa, “Abdul” yani! ”
“Anlamadım! “Abdul” de kim? ”
“Biz size “Abdul” deriz de! ”
“Siz kimsiniz? ”
“Batılılar”
“Peki “biz” kimiz? ”
“Müslüman Türkler”
......................................................
Kitaplar arasında yorgun dolaşırken gözüme birden bir kitap ilişiyor, GALLIPOLI. Yazarı, Alan Moorehead. Kalbim yerinden fırlıyor. Ya “Abdul”e rastlarsam. Sayfalara hızla göz atıyorum. Evet, işte orada... Abdul... Batının gözündeki bizler yani...
Gördüğüm resim beni çok üzüyor... Ama şaşırmıyorum...
Kitapta, Türklerin tanımı şöyle yapılıyor; Türklerin canavarca ve insani olmayan bir yanları vardır, zalim ve kötülük saçan aşırı tutucu insanlardır, her türlü kötülüğü ve vahşiliği yapma eğilimleri ve güçleri vardır (Sayfa 149, Paragraf 2) .
Kitapta tanımı verilmeyen ve “Abdul” resmine de yansıtılamayan daha neler var? Öğrenmeliyim...
Daha sonra çok samimi olduğum bazı Avustralyalı arkadaşlarıma soruyorum “Abdul”ü. Utana-sıkıla, “aptal, uyuşuk, bir işe yaramaz, tembel, güvenilmez ve çok pis” sıfatlarını sıralıyorlar Türkleri temsil ettiği iddia edilen “tip” ile ilgili olarak.
.............................................................
Dr Berrin Köse'den bir alıntı
................................................
Murat Yetkin sözkonusu yazısında Alman Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in 7 Eylül 2006 tarihinde Çırağan Sarayı'nda Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile konuşmasını söz konusu ediyor. Anlaşıldığı kadarı ile Frank-Walter Steinmeier, Sayın Abdullah Gül'ün sıcak hoşgeldin konuşmasına 'Hoşbulduk Abdul' diye yanıt vermiş. Yazıda belirtildiğine göre isim, bu kısaltılmış hali ile dinleyiciler arasında bulunan Sayın Mehmet Ali Birand ve Sayın Yetkin’in kulaklarına hiç de itici gelmemiş. Sayın Yetkin bu ince hareketi (!) Türk ve Alman Dışişleri Bakanlarının arasından su sızmadığının bir göstergesi olarak algılamış ve bunu da Türk halkına aktarma ihtiyacı duymuş.
İyi de etmiş! Aksi taktirde, Türk halkı olarak Batının bizlere ne yüce duygular beslediğini öğrenmekten mahrum kalacaktık!
...........................................
Dr. Berrin Köse'den bir alıntı
'biliyorum
matarada su
torbada ekmek
ve kemerde kurşun değil şiir
ama yine de
matarasında su
torbasında ekmek
ve kemerinde kurşun kalmamışları
ayakta tutabilir'
Ankara'yı ilk kez gören bir arkadaşımla kızılayı dolaşıyoruz... Karnımız da acaip aç...
-Simit alalım diyorum..
-cıks... diyo
bir kaç simitçinin önünden öyle geçtik.. Sonunda dayanamadım aldım... İsteksiz isteksiz bir ucudan kopardı.. filan derken simidi bitirdi bir tane daha aldık... :))
sonradan itiraf etti.. simidi yanık sanırmış meğer... :))
E tabii Ankara'dan başka hiçbir yerde öyle kızarmış renkli simit yok.. Hala hatırlar güleriz.. Ve o arkadaşım her Ankara'ya geldiğinde ilk ikramım direk simit olur... :)))
Yoğun bakım sorumlusu doktor arkadaşımın ve bütün yoğun bakım personelinin birbirlerine vasiyeti;
-bu hastaların durumuna düşecek olursam lütfen fişimi çekin.....
dostluk
24.11.2006 - 18:14Aynı dilden konuşmak... :))
Ben de..
Tam da..
böyle söylemek istemiştim işte
demektir... :))
tatil
24.11.2006 - 18:04Dağda devasa çamların arasında havuz kadar küçük ama dipsiz bir krater gölü... İçinde sobaların kuzinelerin şöminelerin yandığı derme-çatma bir tehsis...
koyu sohbet, bol kahkaha, biraz şarkı, biraz,hüzün, biraz uyku, çamların içinde yürüyüşler, ocak başında demli çaylar...vs...vs... dostlarla iki gün bir gecelik kaçamak.... :))))
kobalt
24.11.2006 - 17:55derin gizemli bir mavi... lacivertimsi.... :))
ikna etmek
24.11.2006 - 17:31Devletluuu devletimizin devlet ciddiyetinden uzak sağlık bakanlığı sağolsun valla... :)) 10 dakikada bir protokol değiştiğinden akşama kadar işim bu artık....
İkna et et bitmiyo bi türlü...
-amca bak artık senin bu ilaç ödenmiyo
- geçen hafta ödeniyoduu
- ohooo geçen hafta çok uzun bi zaman. biz artık on dakikaya şükrediyoz.. en az 5 defa değişmiştir geçen haftadan beri o ilacın ödenme koşulları....
-ama tohtur yazmıııışşş....
-ne bilsin yazık.. taze değişti az önce.. belki de sen yazdırıp buraya gelene kadar değişmiştir....
-tohdur dedi ki böööle ödeniyo....
-yok amcam billa ödenmiyo.. Ama istersen yarın gel.. belki değişir, ödenir bakarsın...
Anlayacağı bir dile tercüme ederek bir saat dil dökünce neden ödenmediğine ikna olur gider...
ertesigün
-hoşgeldin amca
-hoşgördüm kızım
-amcaaa... hani sana dün tansiyon ilacının niye ödenmediğini anlattımdı yaaa
-eeee
-ha bak şimdi o anlattıklarımın heeepsini unut.... Bugüüüüüüünnn sağlık bakanımız şöööle buyurmuşlar......:S
akşam şarkıları
24.11.2006 - 16:07dilimin zevki adını
sayıklarım hece hece / her gece
öğretmen
24.11.2006 - 11:28Abraham Lincoln’un, oğlunun öğretmenine yazdığı mektup
(Gerçi Dört mesaj aşağıda kısa kısa alıntılar yapılmış ama tamamı çok güzel gerçekten... Ben de tamamını yazayım dedim)
Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona: Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya karşı kendini adamış bir lider vardır.
Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona.
Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret.
Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı.
Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.
Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını...
Eğer yapabilirsen; ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona; gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı...
Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi...
Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona.
Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.
Tüm insanları dinlemesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret...
Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.
Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini...
Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını, fakat hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.
Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret.
Ona nazik davran ama onu kucaklama. Çünkü, ancak ateş çeliği saflaştırır.
Bırak sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.
Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacakır...
Bu, büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bakalım...
O ne kadar iyi, küçük bir insan, oğlum...
fotoğraf
23.11.2006 - 12:36Adam ve kadın barda karşılaşırlar.
Aradaki sıcak etkileşim sonucu soluğu kadının evinde alırlar.
Ateşli bir aşktan sonra adam yatağın yanında duran fotoğrafı
görür. Kadına Hey
baksana bu adam senin kocan mı? ' diye sorar.
Kadın 'I- ıh ' diye cevap verir kısaca ve adam ile uğraşmaya
eder. Ama adamın kafasına takılmıştır bir kere.
Peki erkek arkadaşın mı? ' diye sorar.
Kadın yine kısaca 'yo' diye cevap verir.
Adamın merakı iyice artmıştır.
' O zaman baban yada erkek kardeşin olmalı' der.
Kadın gülümseyerek
'Hayır hayır değil' der.
Adam dayanamaz ve 'Allah aşkına söyle o zaman kim bu adam' der.
Kadın kafasını adama çevirir gözlerinin içine bakar ve
gülümser:
'2 yıl önceki fotoğrafım'.
abdul
23.11.2006 - 11:25............................................
Yıl 1993, Batı Avustralyada Curtin University of Technology’de, ırkçılık nedeni ile her anında ayrı bir savaş verdiğim Doktora çalışmamın üçüncü yılındayım.
.............................................................
“Merhaba, ben senin yeni tez danışmanınım”. Şaşırıyorum...
“Adım I.A. Sen de Berrin olmalısın”
“Evet”
“Bundan sonra birlikte çalışacağız. Sahi, hangi ülkedendin? ”
“Türk’üm”
“Haaaa, “Abdul” yani! ”
“Anlamadım! “Abdul” de kim? ”
“Biz size “Abdul” deriz de! ”
“Siz kimsiniz? ”
“Batılılar”
“Peki “biz” kimiz? ”
“Müslüman Türkler”
......................................................
Kitaplar arasında yorgun dolaşırken gözüme birden bir kitap ilişiyor, GALLIPOLI. Yazarı, Alan Moorehead. Kalbim yerinden fırlıyor. Ya “Abdul”e rastlarsam. Sayfalara hızla göz atıyorum. Evet, işte orada... Abdul... Batının gözündeki bizler yani...
Gördüğüm resim beni çok üzüyor... Ama şaşırmıyorum...
Kitapta, Türklerin tanımı şöyle yapılıyor; Türklerin canavarca ve insani olmayan bir yanları vardır, zalim ve kötülük saçan aşırı tutucu insanlardır, her türlü kötülüğü ve vahşiliği yapma eğilimleri ve güçleri vardır (Sayfa 149, Paragraf 2) .
Kitapta tanımı verilmeyen ve “Abdul” resmine de yansıtılamayan daha neler var? Öğrenmeliyim...
Daha sonra çok samimi olduğum bazı Avustralyalı arkadaşlarıma soruyorum “Abdul”ü. Utana-sıkıla, “aptal, uyuşuk, bir işe yaramaz, tembel, güvenilmez ve çok pis” sıfatlarını sıralıyorlar Türkleri temsil ettiği iddia edilen “tip” ile ilgili olarak.
.............................................................
Dr Berrin Köse'den bir alıntı
abdul
23.11.2006 - 11:22................................................
Murat Yetkin sözkonusu yazısında Alman Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in 7 Eylül 2006 tarihinde Çırağan Sarayı'nda Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile konuşmasını söz konusu ediyor. Anlaşıldığı kadarı ile Frank-Walter Steinmeier, Sayın Abdullah Gül'ün sıcak hoşgeldin konuşmasına 'Hoşbulduk Abdul' diye yanıt vermiş. Yazıda belirtildiğine göre isim, bu kısaltılmış hali ile dinleyiciler arasında bulunan Sayın Mehmet Ali Birand ve Sayın Yetkin’in kulaklarına hiç de itici gelmemiş. Sayın Yetkin bu ince hareketi (!) Türk ve Alman Dışişleri Bakanlarının arasından su sızmadığının bir göstergesi olarak algılamış ve bunu da Türk halkına aktarma ihtiyacı duymuş.
İyi de etmiş! Aksi taktirde, Türk halkı olarak Batının bizlere ne yüce duygular beslediğini öğrenmekten mahrum kalacaktık!
...........................................
Dr. Berrin Köse'den bir alıntı
sevgi
22.11.2006 - 15:10nefret savar....! ...... :)))
zen ve motosiklet bakım sanatı
22.11.2006 - 14:18Yaşama çok enteresan bir pencereden bakan bu kitabın alt başlığı;
Değerlerin sorgulanması...
birde devam kitabı yazmış Robert Pirsing
Onunda adı Lila,
alt başlığı Ahlakın Sorgulanması...
Ama ilk kitabın başarısı ikincide yok.... :))
Atatürk'ün sevdiği şarkılar
22.11.2006 - 12:48Maya dağdan kalkan kazlar
Al topuklu beyaz kızlar... :))
zen ve motosiklet bakım sanatı
22.11.2006 - 12:43Gayet enteresan. bir o kadar möhim kitap olurlar kendilerü... :)))
detay
22.11.2006 - 10:51derinlik...! ... :)
detay
22.11.2006 - 10:50incelik...! .. :))
arka plan
22.11.2006 - 10:15PPS dosyası hazırlarken nereden eklendiğini bulana kadar göbeğimin çatladığı yer... :)))))
müjdeli haber
22.11.2006 - 10:10Issız yuvanda tektin
Çekilmez çile çektin
Kim derdi gülecektin
Müjde ey güzel kuşum
Bahara erdi kışım
Eriyor içim dışım
çile bülbülüm çileeeeeeeeeeee
allah..... :)))))))))))
ajdar
21.11.2006 - 12:51malumunuz...! .. :)))))))
saklı
20.11.2006 - 12:24nihan.... :))
Bir şiire sığınmak
20.11.2006 - 11:12'biliyorum
matarada su
torbada ekmek
ve kemerde kurşun değil şiir
ama yine de
matarasında su
torbasında ekmek
ve kemerinde kurşun kalmamışları
ayakta tutabilir'
Hasan Hüseyin Korkmazgil
ölümcül kimlikler
20.11.2006 - 10:09Milli Eğitim bakanı falan olsaydım...; Bütün okullarda ders kitabı olarak okutacağım dediğim Amin Maloof'un çook önemli bir kitabı...
ankara simiti
18.11.2006 - 18:27Ankara'yı ilk kez gören bir arkadaşımla kızılayı dolaşıyoruz... Karnımız da acaip aç...
-Simit alalım diyorum..
-cıks... diyo
bir kaç simitçinin önünden öyle geçtik.. Sonunda dayanamadım aldım... İsteksiz isteksiz bir ucudan kopardı.. filan derken simidi bitirdi bir tane daha aldık... :))
sonradan itiraf etti.. simidi yanık sanırmış meğer... :))
E tabii Ankara'dan başka hiçbir yerde öyle kızarmış renkli simit yok.. Hala hatırlar güleriz.. Ve o arkadaşım her Ankara'ya geldiğinde ilk ikramım direk simit olur... :)))
ötenazi
18.11.2006 - 17:52Yoğun bakım sorumlusu doktor arkadaşımın ve bütün yoğun bakım personelinin birbirlerine vasiyeti;
-bu hastaların durumuna düşecek olursam lütfen fişimi çekin.....
step
18.11.2006 - 17:43ağır ağır çıkılan merdivenin basamakları oluyo... :))
Toplam 1393 mesaj bulundu