Fatih Yılmaz Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Ant ...

  • uzaktan aşk

    20.01.2007 - 15:59

    '...bütün hayatlarınca birbiriyle en derin bir aşk ile kenetlenmiş nice eski sevdalılar; en sıkı fikir bağlarıyla bağlanmış nice eski dostlar vardır ki,bir an gelir,tekrar buluşmak için en kısa bir seyahate çıkmayı bile göze alamazlar; birbirlerine artık mektup bile yazamaz olurlar ve görüşmelerinin ahirete kaldığını hissederler...'

  • hungarian dance

    20.01.2007 - 00:22

    'Eğer Brahms onları cilalamasaydı,bu Macar ametist ve topazları renkli çakıl taşları olarak kalırdı...'

    Max Kalbeck

  • vadideki zambak

    20.01.2007 - 00:04

    '...aşkın da hayat gibi kendi kendine yeten bir büluğu vardır...

    ...zira cidden kusursuz ve ince terbiye,güzel tavırlar kalpten ve şahsi haysiyete büyük bir emniyetten ileri gelir...

    ...insan madde ile ruhtan mürekkeptir: hayvan gelip kendisinde nihayet bulur ve melek onda başlar...Hissettiğimiz müstakbel bir hüviyetle tamamıyla uzaklaşmamış olan eski sevki tabiilerimizin hatıraları arasında duyduğumuz bu mücadele,adali bir aşkla ilahi bir aşk mücadelesi bundan ileri gelir...Filan adam bu iki aşkı tek bir aşk içinde tatmin eder,falan adam bundan çekinir; şu adam kendilerinde evvelki istekleri bulup tatmin etmek üzere bütün kadın nevi içinde aranıp dolaşır; bu adam nefsinde kainatın toplandığı tek bir kadında bu istekleri tatmin eder; bazıları madde ile ruhun zevkleri arasında kararsız gidip gelirler,diğer bir kısım da vermeye kadir bulunmadığı bir şeyi kendinden isteyerek ete bir ruh hüviyeti maleder...

    ...başkalarının bahtiyarlığı kendisi artık mesut olmayanların saadetidir...

    ...aşkın ancak kendisine aciz karışınca güzel ve coşkun olduğunu,o zaman her zevk önünde,son oyununun önündeki oyuncu gibi kaldığı için insanın hakiki ihtirasları ancak olgunluk çağında duyabildiğini...'

  • geç olgunlaşmak

    18.01.2007 - 17:49

    '...ben yüreğimde hâsıl olan herhangi bir kuvvetli heyecanı objektif unsurlara ayırarak tahlil etmek hassasından mahrum bulunduğumdan ve soğukkanla müşahade etmenin ne olduğunu asla bilmediğimden,o vakittenberi de öğrenemediğimden...'

  • vadideki zambak

    18.01.2007 - 16:56

    '...müstebitçe memnuniyetler bir merak ve iptilayı büyük insanlardan ziyade çocuklarda arttırıp keskinleştirir...Çünkü çocukların büyük insanlara karşı,o memnu şeye bütün düşüncelerini hasredebilmek imtiyazları vardır ve bu takdirde,o memnu şeyin mukavemet edilemez cazibeleri olur...

    ...bir san'atta melekeleri olmamakla beraber ondaki ideali evvelinden tasavvur edenler gibiydim; tabiatın güzellikleri hakkında,bu güzelliklerin yabancısı bulunduğum halde müşkülpesenttim...

    ...yuvarlak bel bir kuvvet alametidir,fakat bu biçimdeki kadınlar mütehakkim,anut,müşfikten ziyade zevkperver olurlar...Düz belli kadınlar ise bilakis fedakar,inceliklerle dolu,hüzne meyyaldirler; ötekilerden daha kadındırlar...Düz bel kıvrak ve yumuşak,yuvarlak bel anut ve kıskançtır...

    -Yeni tahsil ve terbiye tarzı çocuklar için müthiş...Kendilerini riyaziyat ile tıkabasa dolduruyor,ilmin darbeleri altında öldürüyor ve vaktinden evvel yıpratıyoruz...'

  • misak-ı milli

    18.01.2007 - 16:25

    'O halde Lozan Konferansında son derece mütevazı Misak-ı Milli şartlarının dahi budanması nasıl açıklanabilir? Osmanlı İmparatorluğu'nun yaklaşık son yüzyılı, Avrupalı emperyalistlerden birine vaya diğerine yaslanıp, aralarındaki çelişkilerden yararlanarak ayakta kalma “ilkesine” dayanıyordu. Dönemin hegemonik emperyalist gücü olan İngiltere ve ikinci derecede emperyalist-sömürgeci bir güç olan Fransa, imparatorluğu doğrudan sömürge statüsüne indirgemek yerine - ki, bu diğer emperyalist güçlerle sorun yaratmak demekti- onu yarı-sömürge statüsünde muhafaza etmeyi yeğlediler. Bütün bu zaman zarfında Osmanlı yönetici elitinde emperyalist bir güce –tercihan Büyük Britanya’ya- dayanmadan varolamıyacaklarına dair bir “bilinç” oluştu. Fakat İngiltere 19. Yüzyılın sonuna doğru [1895] yukardaki yaklaşımdan uzaklaştı. Mondros Mütarekesi sonrası dönemde tüm kesimlere hakim olan bilinç emperyalistlerin insafına sığınmak şeklindeydi. İtilaf devletlerini incitecek, gücendirecek hiçbir söz söylememeye, hiçbir eylemde bulunmamaya büyük özen göstermeleri bu yüzdendir. Hepsinin kafasında az-çok su soru vardı: “Acaba başta ingiltere olmak üzere düvel- muazzama bize neyi münasip görüyordu...’ Anlamaya çalıştıkları o idi. Sivas Kongresi’nin manda tartışmalarıyla geçmesi bir tesadüf değildi. Kongreye katılan delegelerin sorunu, hangi devletin mandasına girmek ehven-i şerdir, ya da acaba bizi hangisi kabul eder sorularının tartışmasıyla geçmişti. Bir Amerikan mandasının ehven-i şer olduğu düşüncesi ağır basıyordu ama Amerika Birleşik Devletleri Anadolu’da bir manda rolü üstlenmeye yanaşmamıştı. Dönemin belgeleri, konuşmalar, emperyalistlerle temaslar süresince takınılan tavır, ‘Barış Konferanslarındaki’ Osmanlı delegasyonunun tavrı ve benimsenen üslûp, söylediğimizi doğrular niteliktedir. Durum böyle olduğu halde resmi tarih çok farklı bir söylem geliştirdi ki, bunların başında yedi düveli yenme safsatası geliyor. Fakat hepsi bu kadar da değil. Lozan, savaş meydanlarında kazanılan zaferin diplomatik alandaki taçlandırılması olarak sunuldu, hâlâ da sunulmaya devam ediyor. Oysa Lozanla ilgili gerçek tam da Tolga Ersoy’un kitabının başlığına uygun düşüyordu: “Lozan: Bir Antiemperyalizm Masalı Nasıl Yazıldı? ”. (6) Yedi düvel yenilmedi ama Lozan’da yedi düvelin her istediğine razı oldular. Oysa, mütareke’den sonra İtilaf devletlerine tek kurşun atılmadı. Bir tek Yunanlılarla savaşıldı ki, emperyalist güçler Yunanlılara desteği kesip 1920’den sonra Kuvayı Milliyecilerle uzlaşma tercihi yaptıkları andan itibaren Yunan ordusunun Anadolu’da tutunması imkânsızdı. Kaldı ki, Yunanlılarla savaş resmi tarihin ısrarla abarttığının aksine sınırlı bir savaştı. 15 Ekim 1921’de imzalanan Türk-Fransız İtilafnamesi emperyalistlerle uzlaşmanın başlangıcıydı ve söz konusu İtilafname Misak-ı Milli’nin açık ihlâli anlamına geliyordu.'

    (devam edecek)

  • Anne çocuk diyalogları

    18.01.2007 - 16:11

    '...bugünün üstünden epeyce yıllar geçti...Babamın elinde tuttuğu şamdanın aksettiği merdiven duvar artık yoktur...Bende de her vakit devam edeceğini zannettiğim birçok şeyler yıkılıp gitmiştir ve bunların yerine bana birçok ıstıraplar,yeni sevinçler verenleri kaim olmuştur...Ben,şimdi,eski hislerimin,eski heyecanlarımın manasını anlamakta nasıl güçlük çekiyorsam; bu yenilerin de ne olabileceklerini,vaktiyle hiç tasavvur etmemiştim...Babamın da anneme: 'Küçükle beraber git! ' diyebildiği zamanlar artık geçmiştir...Buna benzer saatlerin tekrar geriye gelmesi imkanı artık kalmamıştır...Fakat pek yakın zamana kadar dikkatle kulak verecek olsam,babamın önünde tutmağa muvaffak olup da yatak odamda annemle yalnız kalınca bağrımdan boşanıveren hıçkırıkların sesini hala duyabiliyordum...Hakikatte bu hıçkırıklar hiç dinmemişti; şimdi,hayat,benim etrafımda her vakitten daha çok susmakta olduğu içindir ki,onların sesini daha iyi işitiyorum: gündüzleri,manastırın çan seslerini şehrin gürültüleri o derece boğar ki,insan bunları durmuş sanır ve ancak akşamın sessizliği içinde onların çalmakta devam ettiklerinin farkına varır...'

  • evli birine aşık olmak

    18.01.2007 - 02:41

    '...bizim kalbimiz pek acayiptir; zira, (bir gün Matmazel Swann'ın bana yaptığına hükmettiğim gibi) kah bir kadının bize hakaretle bakması ve bize elde edilmesinin imkansız olduğunu hissettirmesi,kah bunun aksine olarak Madam de Guermantes gibi tatlı tebessümleriyle bize elde edilmesinin kolay olduğu zannını vermesi zavallı kalbimizde aynı aşkın ateşini körükler...'

  • kült film

    18.01.2007 - 02:10

    'I Pugni in tasca' (1965)


    Marco Bellocchio

  • film replikleri

    18.01.2007 - 02:06

    (oğlan)
    -Where did we leave off? Ah,right,at Hobbes theory: Homo homini lupus,which means that man acts like a wolf towards other men...

    (kız)
    -And what about women?

    -You disappoint me...Can you really be that narrow-minded? Women are incidental in philosophy...Remember what Thomas Aquinas said in his Summa Theologica...

  • öpmek

    18.01.2007 - 01:56

    aldım gazı, tekrar çıktım alplerin tepesine, girdim bir mağaraya,
    daldım müşfik hayallere, göz kırptım scarlett o hara'ya
    günlerce aç bi ilaç bekledim, bir deri bir kemik seyrettim alpleri,
    kendimden geçmiş uyumuşum, rüyamda ağlarken gördüm charles baudelaire'i
    hastanedeymişim iyileşmişim, çağırdım doktoru dedim 'gideyim beni bırak'!
    olmaz dedi ziyaretçin var, bak kapıda bekliyor sayın jacques chirac.
    laf uzun ömür kısa, tekrar düştüm yola vardım eve, baktım her şey aynı,
    o kadar macera yaşadım, paylaşmalıyım deyip aradım david carradine'ı
    dedim david baba! bık bık bık! nasıl film olur mu bu hikayeden?
    elbette neden olmasın dedi, keşke yaşasaydı osman f seden

    yedim patates tavayı, andım akira kurosawayı

    aradım kayıp kıta muyu, unutmadım kemalettin kamu'yu

    içtim bozayı, öptüm mercedes sosa'yı

    sekreter hatuna takılı kaldım, yine miniminiydi eteği,
    başıma bela alacam, en iyisi açayım okuyayım aslanlar gibi johann wolfgang von goethe'yi

    telgrafın telleri,
    saygıyla anıyorum bi öztürk serengil olsun, bi yul brynner olsun, topluma mal olmuş bütün kelleri

    hava soğuk dikkat et, üşüteceksin arkanı,
    sakın ha örnek almayasın karda kışta donla gezen altarın oğlu tarkan'ı

    çayın tadı güzel, rengi de maşallah koyu,
    soğuttum tabi, dalıp gidince saatler boyu,
    sorsan, desen ne var aklında
    derim hatırlar mısın nasıl koymuştuk nöşetel'e boruyu,
    o zamanlardı, matah bir şey sanırdık zeynep hanlarova denen karıyı,
    bir de beyaz gömleğiyle özleyeyazdım sanki sakalına kurban olduğum atilla atasoy'u

    murphy yasasıymış dert üstüne dert gelmesi başa
    ne oldu lan bu arada dayaklık insan atilla taş'a

    bahçe sana bağ bana,
    elma sana eric bana

    yedim mis gibi menemeni öptüm steve mcmanaman'i

    arada kaaveye gel, açmayalım arayı,
    lan ciguli de bir tuhaf olmuştu, ilk albümde bulunca parayı

    içtim bozayı, öptüm boz ayı
    içtim portakal suyu, öptüm ruhi su'yu

    içtim frukoyu, optum asimoyu

    içtim kolayi, optum kompelayi

    attım formatı, öptüm hipokratı

    ryu'yu hiç almazdım, hastaydım niyeyse ken'e,
    lan nerden aklıma geldiyse acıdım yine bülent bey diyip kovulan geri zekalı mankene

    beş çayını demledim, donattım masayı keklerle, böreklerle, petit beurrelerle;
    çağırayım da çay keyfi yapalım, laflayalım azıcık mithat körler’le
    çok özledim, görmüyorum hanidir
    kızıl saçlı güzel tori amos duy istiyorum sesimi,
    en iyi sen anlarsın, bi elle bakim olmuş mu bizim oğlanın kesimi

    'adalet hissi mevcuttur insanda doğuştan' der cicero,
    lakin ne zaman yapsam kapucino kendime, içer o

    ne bilimsel kadınmış şu madam curie
    pierre olmuş ona bir ömürlük eküri

    üsttekilerin gürültüsü bitmedi, nedir bu tantana;
    halbuki ne güzel komşumuzdun sen carlos santana

    seyyah oldum dolandım, görmedim böyle bir beşer;
    sendeki nasıl bir yetenektir ey maurits cornelis escher

    yedim maymun beyni öptüm john wayne'i

    içtim şerbeti, öptüm frank herberti

    içtim espresso'yu, takdir ettim jean jacques rousseau'yu

    içtim en şahane suları ben yan pınardan,selamlar getirdim ahmet hamdi tanpınar'dan

    425 milyon su faturası gelince telefon açıp küfür ettim iski'ye,
    sinirimi atmak için baleye gidip alkış tuttum vaslav fomich nijinski'ye

    yedim çerezi, hayal ettim olivier martinez'i

    geçen gün bi elemana rastladım; dedim ayakkabı yapmışşın, dedi baba ayıp ettin bak: gucci
    neden bilmem sen aklıma geldin, ne yapıyorsun liv tyler'ı keşfeden güzel kardeşim bernardo bertolucci?

    bigün yine havuzdayız; dediler zorunlu, verdik 10 milyon aldık sikindirik bir bone,
    spagetti western bilmem, bir zamanlar amerika'nın hastasıyım canına yandığım sergio leone

    klasik müzik aşkım depreşti yine ah,
    20 çocuk yaptığını öğrenince biraz soğudum senden pek sevgili ve de ölü johann sebastian bach

    6 yaşında senfoni besteledin, bugün bile müziğin state of the art,
    karı kızın da hastasıydın, çapkın pezevenk wolfgang amadeus mozart

    berlin müzesi müdürünün ahşap yelkenli teknesinin adıymış odin,
    alemde adın pek geçmez ama garip gönlümde yerin başkadır alexander borodin

    50 lerde müzik alemi geçilmiyordu kopuktan itten,
    hatırlarım, güneş gibi doğmuştun ortama ingiliz besteci benjamin britten

    polonya'dan adam çıkmaz diyeni notalarla döven,
    alemlerin delisi, karı kız düşkünü frederic chopin

    italyan olduğun soyadından belli,
    neden kimse sikine sallamaz seni büyük besteci arcangelo corelli

    aslan gibi hatundun yazık oldu sana özbek güzeli şahsenem,
    sen de dolandırıcı çıktın, hayallerimi yıktın trt'cilerin deyimiyle arjantin eski başkanı temiz yüzlü carlos menem

    ne güzelmiş bu böğürtlen çayı, yanılmıyorsam doğadan;
    bununla kakaolu bisküvi ne güzel gider, hadi isteyelim ali riza binboğa'dan...vardır onda...

    aldım elime haydarı,
    dövdüm winona ryder'ı

    yedim elmali turtayı, öptüm costacurtayı

    yumuldum şerbetli tatlıya, selam söyledi leo busgaglia

    tarlaya ektim darı
    rüyamda fırın basarken gördüm sevgili ve de pek saygıdeğer uğur dündar'ı

    döktüm lavaboya por-çöz'ü
    saygıyla andım sevgili petek dinçöz'ü

  • sabetayist

    16.01.2007 - 08:24

    SANAT DÜNYASI

    Abdülhak Hamit Tarhan
    Altan Erbulak
    Aziz Üstel
    Ayşe Kulin
    Ayten Gökçer
    Aliye Berger
    Azra Erhat
    Ayten Alpman
    Ayşe Gencer
    Attila İlhan
    Ajda Pekkan
    Ali Rıfat Çağatay
    Ali Uras
    Arsen Gürzap
    Aysel Gürel
    Ahmet Adnan Saygun
    Alpay
    Arif Mardin
    Ahmet Ertegün
    Aziz Basmacı
    Asuman Tuğberk
    Ahmet Say
    Bülent Ersoy
    Bülent Fenmen
    Bora Gencer
    Barış Manço
    Bülent Ortaçgil
    Bülent Tarcan
    Behzat Butak
    Cüneyt Gökçer
    Cem Davran
    Celal Sahir Erozan
    Cenk Eren
    Cem Mansur
    Can Gürzap
    Cemil İpekçi
    Cüneyt Tanman
    Çolpan İlhan
    Çetin Tekindor
    Çiğdem Talu
    Duygu Aykal
    Doğa Rutkay
    Derya Alabora
    Deniz Gökçer
    Erman Kunter
    Enis Fosforoğlu
    Erdem Buri
    Emin Ongan
    Engin Noyan
    Eser Noyan
    Erkan Özerman
    Filiz Ali Lazlo
    Fazıl Say
    Füreyya Koral
    Faiz Kapancı
    Gönül Yazar
    Günseli Başar
    Gürer Aykal
    Hüseyin Kutman
    Haldun Dormen
    Halikarnas Balıkçısı
    Halit Ziya Uşaklıgil
    Halit Refiğ
    Hüseyin Saadettin Arel
    Hande Ataizi
    Hüseyin Baradan
    Hulusi Kentmen
    Işıl Yücesoy
    İdil Biret
    Kerem Alışık
    Kenan Kalav
    Köksal Engür
    Levent Kırca
    Leyla Saz
    Leyla Gencer
    Levent Yüksel
    Müşfik Kenter
    Mustafa Alabora
    Mehmet Ali Alabora
    Mehveş Emeç
    Munis Faik Ozansoy
    Mehmet Ali Erbil
    Mete İnselel
    Muazzez Tahsin Berkant
    Müjde Ar
    Mehtap Ar
    Melih Kibar
    Mısırlı İbrahim
    Mahmud Celalettin Paşa
    Mustafa Altıoklar
    Meral Orhonsay
    Mehmet Fehmi Tokay
    Mükerrem Berk
    Melike Demirağ
    Mithat Fenmen
    Metin Serezli
    Metin Erksan
    Muzaffer İlkar
    Metin Bükey
    Mustafa Denizli
    Murat Özaydınlı
    Meltem Hakarar
    Muhip Arcıman
    Neşe Erberk
    Nevra Serezli
    Nisa Serezli
    Nermin Bezmen
    Orhan Pamuk
    Oya Başar
    Orhan Gencebay
    Osman Nihat Akın
    Oya Küçümen
    Okan Karacan
    Okan Bayülgen
    Oktay Rifat
    Ömür Göksel
    Özlem Savaş
    Ömer Karacan
    Peride Celal
    Pakize Suda
    Perran Kutman
    Rutkay Aziz
    Reşat Nuri Güntekin
    Renan Fosforoğlu
    Refik Kemal Arduman
    Refik Talat Halman
    Rakım Elkutlu
    Rüçhan Çamay
    Sevgi Soysal
    Saltuk Kaplangı
    Samim Değer
    Semiramis Pekkan
    Sibel Egemen
    Selahattin Pınar
    Selanikli Ahmet Efendi
    Suna Kan
    Semiha Berksoy
    Sertap Erener
    Selin Dilmen
    Selin Toktay
    Samih Rifat
    Şinasi
    Şerif İçli
    Şekip Memduh
    Şanar Yurdatapan
    Şemsi İnkaya
    Tarkan
    Turgut Boralı
    Turgut Demirağ
    Tülay German
    Talat Artemel
    Tuncel Kurtiz
    Tuğrul Dağcı
    Uğur Akdora
    Ulvi Cemal Erkin
    Ümran Baradan
    Ülkü Kuranel
    Yıldız Kenter
    Yusuf Atılgan
    Yakup Kadri Karaosmanoğlu
    Yasemin Kozanoğlu
    Yıldırım Gencer
    Yesari Asım Arsoy
    Yıldız Sertel
    Yasemin Baradan
    Yasemin Kumral
    Zeki Müren
    Zeki Alasya
    Zeliha Berksoy
    Zihni Küçümen

  • sağlık

    16.01.2007 - 08:15

    Emulgatörler

    İstenen ölçüde birbiri içinde dağılmayan sıvı ve hamur şeklinde bulunan maddelerin karışımını sağlayabilmek için Emülsiyon yapıcı katkı maddeleri kullanılır.

    İki tip Emulsiyon vardır:

    1 – Yağ içinde su Emulsiyonu: Tereyağı

    2 – Su içinde yağ Emulsiyonu: Süt

    Öyle malzemeler vardır ki bunlar bir Emulsiyon’ un oluşumunu kolaylaştırırlar veya karışımı önlerler.

    Emulsiyonlar istikrarsız yapılardır, bu sebeple kendiliğinden oluşmazlar. Bir emulsiyonu oluşturmak için gerekli enerji girişinin çalkalama, karıştırma, püskürtme ve homojenleştiriciler ile sağlanması gerekir.

    Bunlara Emulsiyon yapıcılar veya Emulgatörler denir. Bazı gıda maddeleri Emulsiyon formlarında hazırlanır. Mesela margarin, Mayonez gibi.

    Genellikle yağlı ve balmumlu, tozumsu maddelerdir. Bunlar emülsiyon’ un oluşumunu temin ederler ve emulsiyonu dayanıklı hale getirirler.

    Açık anlamıyla yüzeysel aktif bağlantıları sağlarlar (nemlendiricidirler) , bunlar karışmayan iki maddeyi (yağ/su) temas yüzeyinde koyulaştırırlar ve sınırlayıcı alanın gerginliğini indirgeyerek dağılma imkanını mümkün kılar.(Emulsiyonlar Suspansiyonlar ve köpükler) bu oluşumun meydana gelmesini sağlayan sebep, aynı molekülde buluşan Lipofil (yağlı maddeler) ve Hidrofil (sulu Maddeler) gruplarıdır.

    Gıda Emulgatörleri için ana maddeler nebat ve hayvan yağlarından elde edilen yağ asidi ve bunların tuzları, ayrıca gliserin ve de diğer tabii yenilir yağ asitleri ve bunların tuzları, sodyum hidratlar ve poli-oksi bileşimleridir. E322 Lesitin, E470 Mono ve digliserid ve E495 e kadar isimleri geçen katkı maddeleri homojenleştirici, stabilizatör, emülsiyon yapıcı,yani Emülgatör olarak kullanılan katkı maddeleridir. (Homojenleştiriciler, Stabilizatörler)

    Emulgatörler sadece gıda sektöründe kullanılmazlar. Krem, Losyon ve deterjan gibi kozmetik ürünlerin ve ilaçların üretiminde de kullanılmaktadırlar.

    Çok sayıda hammaddeler, çok değişik Emulgatör’ün imalini sağlar. Ayrıca karıştırılarak, kullanılma gayesine en uygun şekilde uygulanabilir. Günümüzün, dondurma, margarin, çikolata ekmek, pasta ve benzeri gıdaların yapımında gerekli olan kalite standardı, ancak Emülgatörlerin kullanımıyla sağlanabilmektedir.Bunlar klasik fonksiyonları yanında pek çok yiyecek maddelerinin özellikleri açısından da etkendirler.

    Hayvan köken’li olanlar için dikkatli olmamız gerekir. Genellikle bu katkı maddeleri, ülkemize ithal edilmektedir. Üretici ülkelerde ise üretimde kullanılan hammaddeler domuz ve dinimizce yenmesi haram olan hayvanlardan elde edilebilmektedir. En iyisi, gerek üretici firmaların, gerek ithalatçıların bitkisel olanını ithal etmeleridir.Tüketici kardeşlerimiz de bu hususa dikkat ederek, sorgulayarak seçimlerini yapmalıdırlar.

    Bilinen Uygulama Alanları:

    1 – Yağlar (yemek yağları) , pasta yapımında kullanılan özel yağlar.
    2 - Mayonezler. Salata sosları. Krema yağları.
    3 – Etler ve etle yapılan malzemeler. Hazır çorbalar
    4 – Süt ürünleri.
    5 – Dondurma.
    6 – Ekmek, pasta ve bisküviler.
    7 – Nişastalı yiyecekler. Krem şantiler, pudingler
    8 – Tatlılar.
    9 – Kozmetik ve ilaç üretimi

  • çiçek anlamları

    16.01.2007 - 08:04

    '...zira,ben ki bir gün bile Gilberte'i göremeden duramayacağımdan başka bir şey düşünmez olmuştum,(o kadar ki bir defa,büyük annem,akşam yemeği vakti eve dönmemişti de ben hemen,bir araba altında kalmışsa bir müddet Champ-Elysaes'ye gidemeyeceğimi düşünmekten nefsimi menedememiştim; insan aşık olunca artık başka bir kimseyi sevemiyor) ,halbuki Gilberte'le beraber bulunduğum ve bir gün önceden başlayarak sabırsızca beklediğim,beklerken tir tir titrediğim,kendilerine herşeyi fedaya hazır olduğum demler hiç de saadet demleri değildi; bunun böyle olduğunu da biliyordum,zira son derece,iptila halinda üzerlerine düştüğüm demler oldukları halde,hayatım kendilerinde zevkin zerresini bile keşfedemiyordu...

    Gilberte'ten uzak bulunduğum müddetçe kendisini görmek ihtiyacında idim,çünkü yüzünü durmadan gözlerim önüne getirmeye çalıştığımdan gayretlerimin neticesi buna bir türlü muvaffak olamamak ve aşkının neye tekabül ettiğini bir türlü bilememek oluyordu...Sonra,sevdiğini de henüz hiç söylememişti...Tam tersine,bana tercih ettiği erkek dostları olduğunu,beni dalgın,kendini oyuna pek vermeyen,fakat isteyerek oynadığı iyi bir arkadaş saydığını ekseriya iddia etmişti; nihayet bana sık sık açıkça soğukluk alametleri de göstermişti; bu da kendisi için diğerlerinden başka türlü bir kimse olduğum hakkındaki kanaatimi sarsabillirdi,eğer bu kanaatin kaynağı Gilberte'in bana olan aşkında bulunsaydı da,vaki olduğu üzere,benim ona olan aşkımda bulunmasaydı; bu ise onu başkaca mukavim kılıyordu,çünkü bu onu,deruni bir zaruretle,Giberte'i düşünmeğe mecbur bulunduğum tarza tabi tutuyordu...Fakat,hakkında duyduğum hisleri bizzat ben de kendisine ilham etmemiştim...Gerçi,defterlerimin bütün sayfalarına ismiyle adresini durmadan yazıyordum,fakat bu sebeple o beni düşünmediği halde benim çizdiğim,ona da,hayatıma daha ziyade karışmaksızın,etrafımda bir hayli yer aldırtan -bu vüzuhsuz satırlara baktıkça cesaretimin kırıldığını hissediyordum,çünkü bunlar bana kendilerini hatta göremeyecek olan Gilberte'ten bahsetmiyorlardı,ama kendi arzumla bana sanki sırf şahsi,usandırıcı ve kudretsiz bir şey gösteriyorlardı...En acil cihet şu idi ki Gilberte ve ben görüşmeli ve aşkımızı birbirimize itiraf etmeli idik,yoksa bu aşk o vakte kadar adeta başlamamış sayılabilirdi...Şüphesiz,onu görmede beni bu kadar sabırsızlaştıran çeşitli sebepler olgun bir adam için bu derece zorlayıcı olmayabilirdi...Daha sonraları,zevklerimizi semerelendirmede daha ustalaşınca,benim Gilberte'i düşündüğüm gibi -fakat hayalin realiteye uyup uymadığına ehemmiyet vermeden- bir kadını düşünmek ve onun da bizi sevdiğinden emin olmaksızın sevmek zevkiyle iktifa ettiğimiz ve hatta daha güzel bir çiçek elde etmek için birçok çiçeği feda eden Japon bahçıvanlarını taklitle meylini daima canlı tutmak üzere kendisine olan meylimizi itiraf zevkinden vazgeçtiğimiz de vakidir...Fakat Gilberte'i sevdiğim devirde,aşkın kendi dışımızda gerçekten var olduğuna,olsa olsa engelleri yok etmemize müsaade ile,hiçbir şeyi değiştirmede serbest bulunmayan bir düzenle saadetlerimizi bezlettiğine inanıyordum; sanıyordum ki itirafın lezzeti yerine kendi kararımla,kayıtsızlık yapmacığını ikamet etmiş olsaydım en çok hayal etmiş olduğum zevklerin birinden kendimi mahrum etmekle kalmaz esrarlı ve önceden mevcut yollarını takipten vazgeçebilieceğim uydurma,değersiz,hakikatle ilgisiz bir aşk imal etmiş olurdum...'

  • beethoven symphony no 5

    15.01.2007 - 18:31

    adam müzikten bihaber arkadaşına der ki:

    -bugün beethoven'ın 5. senfonisi var gidelim mi?

    -ben daha ilk dördünü dinlemedim ki...

  • gunter grass

    15.01.2007 - 06:02

    the tin drum...

  • andrew lloyd webber

    15.01.2007 - 05:34

    Julian'ın abisi...

  • beethoven symphony no 5

    15.01.2007 - 05:28

    'İki yıldır ne kadar yalnız olduğuma,neler çektiğime güç inanacaksın...Kulaklarımın kötü duyması beni bir hayalet gibi her yerde takip ediyor...Buna karşın fizik ve düşünce kudretim her zamankinden daha güçlü...Günbegün hissettiğim,ancak tasvir edemediğim hedefime yaklaşıyorum...Beethoven'ınız ancak böyle yaşayabiliyor...Hayır! Artık buna dayanamıyorum...Kaderin gırtlağına sarılmak istiyorum; tabii bana tümüyle boyun eğmeyecek...Ah,yaşam ne kadar güzel,hayatı bin kez yaşamak...'

  • le quattro stagioni / dört mevsim

    15.01.2007 - 05:18

    'tasviri müziğin' ilk ünlü örneklerinden...

    benim en sevdiğim bölümü 'kış'...

    bu arada Rousseau eseri flüte uyarlamış...şu bizim yazar rousseau,can cak...

  • hüseyni

    14.01.2007 - 18:07

    Zaman olur ki anın hacle-i visalinde
    Bir inziva ve o canan-ı bi-vefa bulurum
    Zaman olur ki gözümden kaçan hayalinde
    Hayat-ı ruhuma müşfik bir aşina bulurum

    beste: Lemi Atlı

  • kült film

    14.01.2007 - 16:42

    'Sleuth' (1972)

    Joseph L. Mankiewicz

  • Güzelliğin on para etmez

    14.01.2007 - 08:46

    '...fakat Swann'a içtinap olunmaz gibi gelmiş olan şey vukubulmuş olandı ve Madam de Saint-Euverte'in suvaresine gitmeye karar vermiş olmasında da ilahi bir irade görmekten uzak değildi,çünkü hayatın icat kudretine hayranlık arzusu besleyen ve hangisinin temenniye daha layık olduğu gibi güç bir suali uzun zaman kendine tevcih edemeyecek kadar tembel olan zihni o akşam duymuş olduğu ıstıraplarla henüz tenebbüt etmekte bulunan umulmadık zevkler arasında -ki beyinlerinde bir muvazene tesisi çok güçtü- bir nevi zaruri teselsül farz etmekteydi...

    Fakat,uyandıktan bir saat sonra,saçının vagonda bozulmaması için berbere talimat verirken gördüğü rüyayı yine düşündü; Odette'in soluk benzi,fazla zayıf yanakları,harap hatları,yorgun gözleri -Odette'e olan sürekli aşkını ondan almış olduğu ilk intibaın uzun nisyanı haline getirmiş olan- müteakip sevişmeler devamınca münasebetlerinin birinci günlerinden itibaren dikkat etmez olmuş olduğu ve uyurken hafızasının,gerçek duyuşu ne olduğunu şüphesiz araştırmış bulunduğu her şeyi,nasıl yanıbaşında hissetmiş idiyse,yine öylece,gözleri önüne geldi...Ve,bedbahtlıktan kurtulur kurtulmaz beliren ve aynı zamanda ahlaklılığı seviyesini düşüren kaba hisliliğiyle içinden feryat etti: 'Hoşuma gitmeyen,tipim olmayan bir kadın için hayatımın yıllarını israf etmiş,ölmek istemiş,en büyük aşkı duymuş olmama ne demeli! '

  • esra ceyhan

    13.01.2007 - 03:50

    bir programında adamın biri şiir okumaktadır:

    -bla bla...

    yaktım sigaramı bla...

    esra ceyhan (araya girerek) :

    -sigara içmeyelim!

  • öpmek

    13.01.2007 - 02:27

    '...içimizdeki hislerin çoğunu,sözle tercüme ve ifade etmek isterken yaptığımız şey bunların hakiki mahiyetlerini bozmak,bunları üzerimizden silkip atarak kendi tarafımızdan bile anlaşılmaz bir şekle sokmaktır...Nitekim,benim için birtakım keşiflerin rastgele bir kadrosu veya zaruri bir ilham kaynağı olan Meseglise semtine borçlu olduğum hazların bir hesabını yapmağa kalkıştığım zaman hatırladım ki kalbimizin heyecanlarıyla bunları anlatmak için kullanmaya alıştığımız ifade vasıtaları arasındaki uzlaşmazlığı,ilk defa olarak,o sonbahar gezintilerimizin birinde,Montjouvain'in fundalıkları yanında,hayret verici bir vuzuh ile sezip anlamışımdır...

    Bu,rüzgarla karışık bir sağanağa şetaretle karşı koyup da Montjouvain'in gölcüğünün kıyısında,Mösyö Vinteuil'in bahçıvanına birtakım bahçe aletleri deposu hizmetini gören kiremitle örtülü küçük kulübenin önüne vardığım anda vaki oldu...Güneş yeniden çıkmış ve biraz önce gür yağmur sularının yıkadığı altın yaldızları,gökyüzünde,ağaçların yaprakları arasında ve küçük kulübenin duvarlarıyla şimdi,tepesinde,bir tavuğun gezinmekte bulunduğu ıslak damı üstünde yeniden parıldıyordu...Esen rüzgar,duvarların bölmelerinde bitmiş olan yabani otları yana doğru çekiyor,dalgalandırıyordu...Damın tepesindeki tavuğun tüyleri de cansız ve hafif şeylere mahsus bir uysallıkla bu rüzgarın keyfine göre tersine çevriliyor,her biri ayrı ayrı,tel tel uzanıp dağılıyordu...Kiremitli dam,güneşin ışığında yeniden şeffaflaşmış gölün sularını pembe ebru nakışlarıyla işlemeğe başlamıştı...Ben,buna,şimdiye kadar hiç dikkat etmemiştim ve üzerindeki bu renkli halelerin,kulübe duvarına aksederek gökyüzünün tebessümlerine daha solgun bir tebessümle mukabelede bulunmak ister gibi oluşu birdenbire benim şevkimi o kadar taşırdı ki,kendimi tutamayıp kapalı şemsiyemi havada sallamaya ve avazım çıktığı kadar: 'Vay canına,vay canına,vay canına! ' diye bağırmağa başladım...Fakat,aynı zamanda hissediyordum ki,bu koyu ve kaba küfürleri savuracağım yerde,duymakta olduğum neşveyi tahlille ona lazım gelen vuzuhu vermek bu yüksek hayranlık anımda,kendi nefsime karşı ilk göreceğim vazifedir...

    Tam bu sırada,yanımdan suratı asık bir köylü geçiyordu ve az kalsın elimde salladığım şemsiye ile kafasına çarpıp keyfimi büsbütün kaçıracaktım...Kendimi toparlayıp, 'Ne güzel hava değil mi? Yürümek için ne güzel hava! ' dedim...Köylü bana baştan savma,soğuk bir cevap verdi...O vakit şunu da öğrenmiş oldum ki,aynı çeşit heyecanların,evvelce tekerrür etmiş bir nizama göre,bütün insanlar arasında aynı zamanda husule gelmesinin imkanı yokur...Nitekim,bundan sonra,çok defa,okumaktan bıkıp da konuşmak istediğim bir anda,yanımdaki arkadaşımı konuşmaktan usanıp okumak arzusuyla kıvranır buldum...Gene bunun gibi annemle babamı şefkatle düşünür ve onları memnun edecek bir harekette bulunmak kararını verirken onlar,benim herhangi bir ihmalime agah olup tam konuşarak boyunlarına sarılacağım sırada sert bir tavırla kabahatimi yüzüme vururlar ve beni azarlardı...'

    (devam edecek)

Toplam 983 mesaj bulundu