Fatih Yılmaz Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Ant ...

  • sağlık

    21.09.2006 - 07:24

    Semt pazarlarında ucuza satılan et ürünleri 'sahte.' Salamda et yerine nişasta, tavuk derisi, zar ve kan var

    Pazarda kilosu 3-4 milyon liraya satılan sucuk, salam ve sosis gibi gıdalarda korkunç sahtekârlık. Üretim tarihi yok, hangi firmanın nerede ürettiği belli değil. Ambalaja sonradan yapıştırılan etiketlerdeki bilgiler sahte.

    İÇLERİNDE BİR GRAM BİLE GERÇEK ET YOK
    SABAH, pazarlarda satılan 'çok ucuz' salamı Hıfzıssıhha'da tahlil ettirdi. İşte sonuç: 'İçinde bol nişasta, tavuğun derisi ile kemik uçlarındaki et kırpıntısı, kasapta bile kullanılmayan kanlı et kısımları ve zar, bol baharatla tuz var.'

    SAĞLIĞA ZARARI DAHA SONRA ORTAYA ÇIKAR
    UZMANLAR uyarıyor: 'Sadece ekmek yemek bile bu ürünlerden daha sağlıklı. Bunlar böbrek ve karaciğeri tahrip eder. Etkisi 5- 10 yıl içinde çıkar. Deli danadan kuş gribine birçok hastalığı yayar.'


    ***

    Sahte gıda pazara girdi

    İstanbul'daki semt pazarlarında salam, sucuk, sosis, kaşar peyniri gibi ürünler 1 milyon liraya satılıyor. Ancak et yerine tavuk derisi, sığır eti zarı ile üretilen bu ürünler insan sağlığını ciddi şekilde tehdit ediyor.

    İstanbul'daki semt pazarlarında sosis, salam ve sucuk diye tüketiciye sağlıksız ürünler satılıyor. Marketlerde Beşler, Maret, Pınar gibi markaların salamları kilosu 20 ila 25 milyon lira arasında değişirken, kilosu 4 milyon lira olan salamlar semt pazarlarında yok satıyor. Aynı şekilde markette tanınmış markalı sucuğun kilosu 20 milyon lira ama semt pazarında kilosu 3 milyon liradan sucuk bulmak mümkün. Fiyatlar arasındaki bu derece yüksek farklar ister istemez satılan gıdaların 'gerçek' olup olmadığını akıllara getiriyor. Gerçekten de SABAH'ın semt pazarından satın alarak İstanbul Belediyesi Hıfzıssıhha Müdürlüğü'nde inceleme yaptırdığı ürünlerin adeta 'sanal' olduğunu ortaya çıkardı. Tahlil sonucunda salamdaki nişasta oranı normalin çok üstünde bulunurken, içinde kullanılan piliç etinin tavuk derisi, dana etinin ise etin en kanlı bölümleri olduğu belirlendi. Salamın Türk Gıda Kodeksi Et Ürünleri tebliğine uygun olmadığı ortaya çıktı.

    AMBALAJDAN BELLİ OLUR
    GERÇEKTEN de Yenibosna, Esenler, Bağcılar, Avcılar, Gaziosmanpaşa gibi semtlerin pazarlarında satılan hiçbir besin değeri olmayan et ürünleri, tüketiciye ulaşıyor. Zaten gıda yetkililerine göre etin kilosu 11 ila 14 milyon lira arasında değişirken, pazarda ila 1.5 milyon liraya satılan salam, sosis ve sucuklarda 'yenilebilir et' olması mümkün değil. Salam, sosis ve sucukların ambalajları üzerinde üretim ve son kullanma tarihleri yazmıyor. Ambalajlar üzerine sonradan yapıştırılan etiketlerde bu bilgilere yer veriliyor. Fındık ezmesi, çikolata ve tahin helvalarının ambalajları üzerinde ise üretim yerinin adresi veya son kullanma tarihiyle ilgili herhangi bir bilgi yok.

    SALAM YERİNE EKMEK YİYİN
    PAZARLARDA satılan bu 'merdivenaltı üretim' salamları tahlil eden İstanbul Büyükşehir Belediyesi Hıfzıssıhha Müdürü Muhsin Öztürk, salamın içindekiler bölümünde yazan 'Dana kavram yağı, dana eti, piliç eti ve patates nişastası' ibaresini SABAH'a yorumladı: 'Bu tip ürünlerin tahlillerini sık sık yaptığımız için bu salamın yapılmasında kullanılan etler hiç sağlıklı değil. Piliç eti dediği şey tavuğun derisi ve kemiklerinin ucundaki yumuşak et kırpıntıları. Dana eti denilen şey ise kırmızı etin kasaplarda kullanılmayan kanlı et kısımları ve zar. Üretici bunun içine baharat ve tuzu basarak mikrop üremesini engelliyor. Bu, tüketiciyi tamamen aldatmak demek. Vatandaşın sahte et ürünleri yerine ekmek yemesi hem daha çok besleyici hem de daha sağlıklı. Çünkü bu ürünün hiçbir besin değeri yok.'

    KARACİĞER DÜŞMANI
    ÖZTÜRK, bu salamın içinde yazılan maddelerin vücudun süzgeci görevindeki böbrek ve karaciğeri tahrip edeceğini belirterek, 'Bunun etkileri hemen değil, 5-10 yıl içinde çıkıyor. Deli danadan tutun da kuş gribine kadar birçok hastalığın salam, sucuk ve sosis gibi besinlerle yayıldığı görülüyor' diye konuştu.

  • kabe

    21.09.2006 - 02:10

    Prof. Dr. OSMAN ÇAKMAK

    Kâbe tarih boyunca garip tecellilere mazhar olmuş bir mekan. Onun kutsallığı ve merkez rolü, ta Hz. Âdem ve öncesine kadar uzanır. Hz. İbrahim tarafından imar edilmiş, Hz. Muhammed'in (a.s.m.) doğum yeri, bütün hak dinlerin kıblesi olması yanında, birçok peygamberle alakası ile şimdiye kadar ona denk, Allah evi denebilecek bir bina görülmemiştir yeryüzünde.

    İnsanların günün yirmi dört saatinde devamlı bağlantı halinde olduğu ve ziyaret ettiği Kâbe'ye denk başka bir yer var mıdır yeryüzünde?

    Manevi hayatımızın merkezinde duran kalp gibi Kâbe de yeryüzünün kalbi olarak mı yaratıldı? İbadetlerde yöneldiğimiz Kâbe'nin manevi esrarından ne kadarına vakıfız?

    Kâbe, Eski Dünya'nın (Avrupa, Asya ve Afrika) merkezinde bir konumda yer alıyor ve bu üç kıtaya hemen hemen aynı uzaklıkta bulunuyor. Ama siz en iyisi elinize bir Dünya haritası alıp, Kuzey Amerika'dan Avustralya'ya, Kuzeydoğu Asya'dan Güney Amerika'ya doğru birer çizgi çekiniz ve bu çizgilerin kesiştiği yere bakınız. Kâbe'nin Dünya karalarının merkezinde kalan bir konumda yer aldığını görürsünüz.

    Kâbe Dünya'nın merkezinde

    Coğrafyacılar, yeryüzünün herhangi bir noktasını kolaylıkla bulabilmek ve en pratik yoldan, en doğru biçimde gösterebilmek için, Dünya'yı enlem ve boylam adı verilen çizgilerle, sembolik olarak küçük karelere bölmüşlerdir. Ancak, bu çizgilerin başlangıç noktaları, bilimsel bir temele değil, farazî bir kabule dayanır. İngiltere'de Greenwich'ten geçtiği kabul edilen boylam çizgisi 0 (sıfır) kabul edilir. Yuvarlak olduğu iddia edilen Dünya'mızın, aslında kutuplarının basık ve ortasının şişkin olduğu bir gerçektir. Bu şişkin bölgenin, tam ortasından geçen en büyük enleme ise, '0' enlemi denmektedir. Bu enlem, bilinen adıyla Ekvator'dur. Ekvator'un da nispi olarak, Dünya'yı tam ortadan ikiye ayırdığı kabul edilir.

    Kutup noktaları, Ekvator'un oluşturduğu dairenin tam merkezinden geçen bir eksenin iki uç noktasıdır. Ancak bunlar gerçek kutuplar değildir; coğrafi kutuplardır. Gerçek kutuplar ise manyetik özellikleri ile dikkat çeken, mıknatıs ibrelerinin yöneldiği esrarlı özellikleri ile dikkat çeken manyetik kuzey ve güney kutuplarıdır. Kuzey kutbu, coğrafi kutbun yaklaşık 1290 km güneyinde kalır. Bu da Kanada'nın kuzey batısında Ellef Ringnes adalarının kıyısına tekabül eder. Güney kutbuna gelince Antarktika kıtasında, Adelie Land denilen bir bölgede yer alır.

    Bir pusulaya Dünya'nın neresinden bakarsanız bakın, daima kuzey yönünü gösterir. Eğer bu yönü takip ederseniz, sonunda manyetik kuzey kutbuna varırsınız. Pusula ibreleri bu bölgedeki manyetik alanın tesirinde kalarak sürekli olarak buraya yönelir, bu yöneliş sayesinde bizler de karada, denizde ve havada yönümüzü kolayca buluruz.

    Enlem ve boylamların gösterdiği kutup noktaları ile pusulanın gösterdiği manyetik kutup noktaları neden birbirinden farklı yerlerdedir? Dünya'nın ekliptik olarak 27o 27'lık eğime sahip olduğunu biliriz. Dünya'nın başı böyle eğdirilmeseydi tek bir mevsimi, mesela hep yazı yahut kışı yaşayacaktık. Günler, buna göre uzar ya da kısalır. Işte bu eğim, kutupların yerini de değiştirmiş olur. Gerçekte; enlem ve boylamları çizerken Dünya'nın bu eğimini, yani mıknatısların sürekli yöneldiği manyetik kutupları dikkate alırsak, yeni bir Ekvator çıkar. O zaman '0' (sıfır) no'lu en büyük enlem olan Ekvator, bu yeni haliyle, Mekke kentinden geçecektir. Bu da Kâbe'nin, Dünya'nın ortasında bulunduğu gerçeğinin başka bir teyidi sayılabilir.

    Öte yandan, bu düzeltilmiş şekilde çizilen, Oğlak ve Yengeç dönenceleri de, yine Mekke'nin bulunduğu bloktan geçmektedirler. Bu mantığa göre çizilen boylam ise (iki kutbu birleştirerek) , yine aynı blok içerisinde, dönenceleri ve Ekvator'u keser. Bu kesişme noktası yine Mekke'dir. Bu enlem ve boylamların Mekke'de kesişmeleri, Kâbe'nin yerinin çok özel olarak belirlendiğinin bir ifadesi kabul edilebilir ve yine insanların ibadetlerinde niçin oraya yöneldiklerinin sırlarını taşır.

    Dünya'nın manyetik kuzey ve güney kutuplarına göre çizilen yeni ekvator çizgisinin, yani Kâbe'den geçen Ekvator çizgisi üzerinde, birisi Kâbe'ye göre doğu, diğeri ise batıda iki adet manyetik kutuplar bulunmaktadır. Batı kutbunu esrarengiz olayları ile 'Bermuda' üçgeni teşkil ederken, doğusunu ise Japonya'da bir körfez bölgesi teşkil eder. Bu körfez de Bermuda gibi kaybolmaları ile meşhur olmuştur. Kâbe'nin bu iki noktanın tam ortasında yer alması da Kâbe'nin yerinin özel olarak seçildiğini düşündürmektedir.

    Nurdan Direk

    İbn-i Abbas'tan gelen hadis rivayetinde 'Göklerin en önde geleni, kendisinde arş olandır. Yerlerin en önde geleni de bizim üzerinde olduğumuz Arş'tır' ifadesi yer alır. (Suyuti, ed-Dürer el-Mensur, VI/239) Bilindiği gibi âlemler sadece bizim içinde yaşadığımız fizik evren ile sınırlı değildir. Yedi farklı uzay-zamanın bulunduğunu Kur'an'da geçen seb'a ve semâvât ifadelerinden anlamak mümkün.

    Havada, yerin altında her nerede bulunursak bulunalım Kâbe'nin bulunduğu mekana yönelmek, istikbal-i kıble için kafi gelmektedir. Bediüzzaman gibi maneviyat büyüklerinin de ifade ettiği gibi kıbleyi, sadece Kâbe'nin bulunduğu mekan olarak değil, Kâbe'den Arş'a uzanan nuranî bir sütun ve manevî bir direk olarak düşünmek gerekir. Bu nurdan sütun, ferş denen arzımızı cennetin de üstünde kalan ve âlemin çatısı hükmündeki 'Arş'a bağlar. Kâbe'de hissedilen ve solunan apayrı bir maneviyat ve ruhî atmosferin Arş'a uzanan bu nuranî sütunla ilgisi nedir? Dünya'mızı en üst semaya bağlayan 'göbek bağı' diyebileceğimiz nurdan bağın taşıdığı sırlar henüz meçhulümüz. Sürekli kutba yönelen mıknatıs misali insan kalbi de bu ilahî nurun devamlı çekim etkisi altında mı bulunmaktadır? İnsanların pervane oldukları bu ilahî nur, tefekkür-dua-tespih-hamd gibi manevi hâsılatın toplandığı ve oradan Arş'a ulaştırıldığı bir tür uydu misal toplama-dağıtım ve nakil üssü fonksiyonu mu görmektedir? İbadetlerde kıbleye yönelmekle, tıpkı antenlerini uyduya çeviren haberleşme vasıtaları gibi, kalp ve beyinden neşrolunan mana dalgalarının önce bu nurdan sütuna geldiğini ve oradan da ilahî dergaha ulaştığını düşünebilir miyiz?

    Kâbe'de rahmet zirveye çıkar

    Acaba namaz gibi ibadetlerde kıbleye yönelmekle, o nurla bağlantıyı en üst noktaya mı çıkarıyoruz? Öyleyse, namaz sırasında yapılan hareketlerde bu nurun, insanın ruhî ve fizikî varlığının tüm unsurlarına nüfuzunun sağlandığı; Kâbe'de tavaf yapıldığında ise, yani nurun odak noktasının çevresinde dönüldüğünde, bağlantı ve rezonansın en üst seviyeye çıkarıldığı an olmalıdır. Bu soru ve ihtimallerin gerçek cevaplarını maneviyat ve hakikat kâşiflerine bırakarak şu ayetin ifade ettiği manaya bakalım:

    'Gerçek şu ki, insanlar için ilk kurulan ev Mekke'de o kutlu ve bütün insanlar için hidayet yeri olan Kâbe'dir. Burada apaçık deliller vardır. Ibrahim'in makamı vardır; kim oraya girerse emniyet içinde olur.' (Âl-i Imran, 3/96-97)

    'Ona varmaya gücü yeten kimsenin Kâbe'yi tavaf etmesi, Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır' İlahî fermanı, her sene mübarek bir zaman dilimi içinde, Beytullah'a teveccüh edip, belirli mekanları, hususi bir kısım usullerle ziyaret etmesini farz kılar.

    Oraya gidenlerin, bilaistisna herkesin ayrı bir atmosferi solumaları, orada ayrı bir iklim ve fiziki anlamda ifadesi mümkün olmayan apayrı bir havayı hissetmeleri de Kâbe'deki sırların sözle anlatılamayan fakat hissedilebilen tecellileri olmaktadır.

    Bir çekirdekten yüz binlere, milyonlara varan sümbül ve tane alınması gibi, Allah'ın rahmetinin zirveye çıktığı bu mekanda kullar, yüz binler, milyonlar sevaplara ulaşır; günahlarının sıfırlanacağı bir fırsatla tanışırlar. Dünya'nın merkezine, aslında adeta Arş'a uzanan bu nurlu yolculukta insan yepyeni gerçeklerle tanışır. Bir yaratılış gösterisine şahit olur. Bembeyaz ihramlar içinde kefenleri her türlü farkın ve sınıfın ortadan kalktığı, aynı anda yeniden dirilmenin, mahşerin hatırlandığı, İslam'ın bilfiil yaşandığı, cemaat şuuru ve sırrının en azim şekilde tecelli ettiği bir gösteriye tanık olur. Hac ibadetiyle, arzın Arş'a bağlanıldığı, nuranî dairenin yoğun dezenfekte etkisiyle kullar bir bir günahlardan temizlenir. Allah'a kulluk şuurunun yeniden kazanıldığı, ahd-i peymânın yenilendiği bir ibadet seremonisinde kul, Allah'a doğru sonsuz bir hareketin içine girer.

  • kült film

    21.09.2006 - 01:19

    'it happened one night'

    Frank Capra

    'the best years of our lives'

    William Wyler

    'double indemnity'

    Billy Wilder

    'the deer hunter'

    Michael Cimino

    'the rope'

    Alfred Hiçkorkmaz

  • kült film

    21.09.2006 - 00:33

    'all about eve'

    Joseph L. Mankiewicz

    'some like it hot'

    Billy Wilder

    'l'appartement'

    Gilles Mimouni

  • aydoğan vatandaş

    21.09.2006 - 00:16

    arkadaşlar siz şu siteden çeviriler yapın...ben de filanca siteden çeviriler yaptım...

    al sana kitap...

    ben yaptım oldu...

  • mulholland drive / Mulholland Çıkmazı

    20.09.2006 - 22:45

    teoriler çok...

    bir tanesine göre,film iki fransız sokak kadının fantezisi...(evdeki mavi kitabın ismini hatırlayın,paris te tours gibi bir şeydi,silenzio kulübe giderki hallerini de) ...

    betty,klüpten döndüklerinde ritanın saçını kesip sarıya boyatır...
    burası diane'nin camille'nin ölümünü kabullenemediğine bir vurguymuş...kendine benzetiyor,hala yaşıyorsun demek ister gibi...

    klüpte az kalsın uyanıyordu...titreşim geçiriyor ya...

    lynch filmi dizi halinde çekecekmiş başta...

    betty 'deep river'lı olduğunu söyler...bu aynı zamnda 'mavi kadife'deki apartmanın ismi...

    sondaki partide diane'nin yanında oturan adam n.watts'ın gerçek sevgilisiymiş...ve kangurularla ilgili bir uzay filminde oynamış...coco başta betty'ye der ki,burada kangurusuyla yaşayan bir adam vardı filan der...

    n.watts'a film ne anlatıyor diye sormuşlar...o da 'diane'nin rüyası' demiş...lynch de o onun kendi yorumu demiş...

    diane intihar ederken çekmecede mavi bir kutu vardır...bunu da şöyle yorumlayanlar var...o dolabı her açtığında mavi kutuyla silahı görüyordu...bu da bilinçaltında mavi kutu-ölüm çağrışıma sebep oldu...

    kovboyun kaşı yoktur...kayıp otobandaki kaşsız adamı hatırlayın...bunu da 'ölümün simgesi' diye yorumlayanlar var...kovboy diyordu ki 'dediğimi yaparsan beni bir defa (doğal ölüm) ,yapmazsan iki defa göreceksin...' Kayıp otobandaki adam da elindeki kamerayı millete tutup,onların geçmişindeki hatalarını seyrettirir...Hani derler ya film şeridi gibi hayat gözünün önünden geçecekmiş ölürken diye...ya işte böle...

    ann miller da eski bir hollywood yıldızı olarak hollywood taşlamasına katkıda bulunur...

    bazıları da (ben) kovboyu şöyle yorumlar... partide bir an için gördüğü kişinin rüyasına girmesi,tabi farklı bir rolde...espresso gibi...italyan adam gibi...

    diane bir dans yarışmasında birinci olmuştur...ondan sonra hollywood rüyası başlamıştır...filmin başındaki sekansı hatırlayın...

    filmde limuzinlerin de ayrı bir rolü var...baştaki uyuz yaşlı karı koca limuzine biner,bazıları daha biniyordu unuttum...

    restoranın arkasındaki yanmış suratlı adam da ölümün simgesi olabilir...

    adam kesher'in saç stili lynch'in saç stiline benzer...

    betty provalara giderken kesherla acayip bir şekilde bakışır...sanki ilk görüşte aşk gibi...betty de hemen gitmeliyim der...ritaya koşar...çevrimi şu:ben yönetmeni değil camillayı istiyorum...(ama yönetmeni camilla kapmıştır)

    diane intihar ettiğinde odadan dumanlar yükselir...işte beni çıldırtan nokta...lynch ayağınızı gerçekliğin rahat zeminine basma lüksünü yaşatmaz...yoksa,diyecektim ki,diane hırs yaptı,kaybetti,film de rüya,depresif düşler,karabasan...ama o dumanlar işi bozuyor...bir de tabi madem film rüya kendi ölümünü rüyada nasıl gördü...yataktaki ölü? ? ?

    camilla parti için dianeyi çağırırken,diane oteldeki telefondan cevap verir...burayı anlamadın işte...oteldeki beyaz saçlı,pala bıyıklı adam silenzio kulüpte de karşımıza çıkar...

    robert altmanın '3 women' filmi anlatım biçimi ve tematik malzeme açısından benzerlikleri içerir...

  • mulholland drive / Mulholland Çıkmazı

    20.09.2006 - 21:52

    bir not...

    rita hayworth alzheimer hastalığından ölmüştür...

  • mulholland drive / Mulholland Çıkmazı

    20.09.2006 - 21:49

    filmin başlarında rita duş alırken,betty/diane banyo kapısını açtığı esnada hafiften bir kız çocuğu sesi duyuluyor...veya bana öyle geldi bilmiyorum...bir teoriye göre diane,baştaki evde çocuklara hizmetçilik yapan birisi...film de onun rüya,fentezisi...niye derseniz...betty provalara giderken,kapıdan rita'ya 'cola'nın hepsini içme' diye alakasız bir laf eder...

  • tarkovsky

    20.09.2006 - 17:32

    '...buna karşılı enstrümantal müzik o kadar özgün bir sanat dalıdır ki,onu filmin organik bir parçası olarak filmle bütünselleştirmek oldukça zordur.Bu yüzden onu kullanmak aslında her zaman bir tavizdir; o hep ilüstratiftir.Ayrıca elektronik müzik bir filmin ses düzeni içinde kaybolabilir,kendini görüntülerin ardına gizleyebilir,bir tür belirsiz bir şey olarak yansıyabilir.Kendini tıpkı doğanın sesiymişçesine,belirsiz duyguların işareti olarak sunulabilir,ama bir insanın nefes alışını da taklit edebilir.Ben bu belirsizliği seviyorum işte.Ses hep ortalarda bir yerlerde yüzmelidir,ister müzik,ister bir konuşma ya da yalnızca bir rüzgar şeklinde olsun,hiç önemli değil.'

    (aklıma hemen lynch geldi)

  • balerin

    20.09.2006 - 00:49

    anna pavlova...

  • Kalbin ilacı

    20.09.2006 - 00:40

    sarmısağı ez,halis zeytinyağıyla karıştır...buzdolabında bir gün beklet...yarım limonu üstüne sık...sabah akşam çay kaşığıyla iç...

  • film replikleri

    20.09.2006 - 00:30

    -sence evli olsaydık nasıl olurdu?
    -korkunç,felaket bir şey olurdu...İlk başta beni eğlenceli ve komik bulurdun...Sabahları çıkardığım komik sesleri severdin...Fakat,üç ayın sonunda beni yastıkla boğmak isterdin...Çünkü çok konuşuyorum...
    -konuşmalarını seviyorum...
    -bu kadar çok konuşuyoruz...çünkü daha evlenmedik...

    (cousins)

  • BACH

    19.09.2006 - 09:07

    Christ lag in Todesbanden...BWV 4...Karl Richter...

    dehşet...

  • goldberg çeşitlemeleri

    19.09.2006 - 09:05

    rosalyn tureck...favorim...

    uçmak istiyorsanız...

    glenn gould'un 1955 kaydı...

  • maria callas

    19.09.2006 - 07:34

    in quelle trine morbide...

  • tango

    19.09.2006 - 00:09

    astor piazzola...

    the tango lesson filmi...

    carlos gardel...

  • island

    19.09.2006 - 00:03

    virgin island...

    cusco...

  • while my guitar gently weeps

    18.09.2006 - 23:34

    george harrison...

    bu adama dikkat...

  • vagabond

    18.09.2006 - 23:32

    agnes varda...

    dandik bir film...

    bir de...

    edith piaf'ın bir şansonu...

  • vivaldi

    18.09.2006 - 22:05

    viyolonsel konçertosu...RV 401...3. bölüm...

  • Kitap okumak

    18.09.2006 - 18:19

    '...Bin kez okunan bir kitap bin ayrı kitaptır.Hayal gücü sınırsız bir okur,kısa ve öz tutulmuş anlatımları bile bazen yazarın düşündüğünden daha açık görebilir (yazarlar da aslında bu tür genişletilmiş okumalara bel bağlamışlardır) .Çekingen,ahlaki önyargılara sahip,darkafalı bir okur ise acımasızca anlatılmış bütün ayrıntıları,sahip olduğu ahlaksal önyargıların süzgecinden geçirerek atlaya atlaya okuyacaktır.Böylece ortaya yazar-okur ilişkisinin temel fenomeni olan öznel izlenimlerin garip bir tashihi çıkar.Ancak bu fenomen tıpkı Truva atına benzer,içindeki yazar buradan okurun ruhuna sızar.Sonuç okurun da ikinci bir yazar haline dönüşmeye zorlanmasıdır.Bir kitap okumanın bir film seyretmekten daha zor ve yorucu olduğu şeklindeki görüş de işte buradan kaynaklanır.Film,genelde tamamen edilgen olarak tüketilir: 'Seyirci koltuğuna kurulur,makinist de makaraları harekete geçirir...'

    A. Tarkovsky

  • Secret Garden

    18.09.2006 - 08:31

    wong kar-wai'nin '2046' filminde çalan 'adagio' parçası...

    iç paralayıcı...

  • mavi çarşı

    18.09.2006 - 08:06

    da indir...

  • film replikleri

    18.09.2006 - 07:44

    -İtalya'da 30 yıl boyunca Borgialar hükmetti...Kan,savaş,cinayet,terör vardı...ama bir Michelangelo bir Da Vinci ve rönesans yine o dönemde çıktı...İsviçre'de de 500 yıl boyunca huzur,refah vardı...ne üretebildiler dersin? Guguklu saat...

    (üçüncü adam / third man)

Toplam 983 mesaj bulundu