Cin-çocuk, bir metelik karşılığı ışık armağan eder Carmen'e... Carmen'in dünyasında para, bütün insanî ilişkilerin yönlendiricisidir - yalnızca evlilikte, Çingene'nin iç-sürgün kimliğiyle ayakta kalmaya çabaladığı rüşvet düzeninin dışında kalan, paha biçilmez sayılan evlilikte sözü geçmez... Önceleri, paçavralar içinde dolaşan yoksul bir sokak kızıdır Carmen, sonraları subaylarla gezmeye, para karşılığı dansetmeye başlayınca mücevherlere boğulur... Hızlı pazarlık yapan, erkekleri müthiş kârlı işler için peşinden dağlara götüren bir kaçakçıdır; nitekim anlatıcının kronometreli kocaman altın saatini yürütür (anlatıcı, bütün zamanını ona ayırmanın bedelini böyle öder) , üstelik boğazını nerdeyse kesmeye kalkışır... ('Nerdeyse' sözcüğünü kullanırken, öyküde bir başka olasılıktan sözediyoruz ama anlatıcı, nasılsa Carmen onun boğazını kesse, bu öykünün yazılamayacağını bildiğimizi biliyor.) Carmen paraya düşkündür, haindir, acımasızdır; para karşılığında aşkından başka satmayacağı hiçbir şey yoktur... Don José'yi çileden çıkaran şöyle bir soru sorar: 'Senden yatmak karşılığında asla para istemememden anlamıyor musun seni sevdiğimi? ' Mérimée'nin gözünde 'bir fahişe, bir hanımefendi, bir büyücüdür'; parayla kolaylıkla satın alınabilir ama 'bütün İspanyol kadınları gibi' aşıklarını seçmede titizdir: 'Onu hoşnut etmek, el üstünde tutmak gerekir.' Erkeği, rom'u sözkonusu olduğunda, nikahtan ve gerdekten sonra 'kocasını' terk etmektense onun ellerinde ölmeyi yeğler...
Baudelaire La peintre de la vie moderne'in 'Kadınlar ve genç kızlar' başlıklı bölümünde Parislilerin lorettes dedikleri alt sınıftan fahişelerin, Dokuzuncu Bölge'de, Notre Dame de Lorettes kilisesi civarında iş tutan kadınların acımasız bir portresini çiziyor... Yazıda, toplumsal yelpazenin en altında yer alan bu kadınların ellerinde görülüyor sigaralar - ilk ve son kere... Bitkin, parmaklarının ucunda tuttukları sigaralarla, usançla zaman öldürüyorlar:
'Gittikçe daha alt tabakalara inerek sonunda çoğu zaman kafe görünümü verilmiş izbelerin kölelerine geliyoruz; ne yazık ki en zalim patronların emrinde çalışan, beş paraları olmayan, hatta güzelliklerini azıcık kalkındıracak süslü püslü giysilerden de yoksun kadınlara...
Kimileri, masumluk ve canavarlık örnekleri olarak budalalığın izlerini taşıyorlar; yüzlerinden ve küstah bakışlarından yaşamaktan besbelli mutlu oldukları okunuyor (doğrusu, niye?) Arasıra en seçici yontu koleksiyoncusunu büyüleyecek ataklıkta ve soylulukta pozlara bürünüyorlar içgüdülerine uyarak, tabii çağdaş yontu sanatının soyluluğu her yerde, bataklıkta bile bulabilecek cesaret ve aklı olsaydı; bazen de bezginliklerini perişan tavırlarıyla, barların uyuşuk havasında erkeksi iğnelemeleriyle sivrilerek, doğu yazgıcılığına özgü bir vazgeçmişlikle zaman öldürmek için sigaraya sarılıyorlar.'
Lorettes ya da daha bildik adlarıyla grisettes, herkesin önünde sigara içmeye cesaret eden tek kadınlardı... Ola ki adlarının sigarayla uyaklı olması da heveslerini arttırıyordu; Rival, sözümona eleştirel bir tümcesinde sigarasının geçici keyfini, sokak yosmalarının verdiği aşksız, oynak haza benzetiyor: 'Sigara, tiryakinin yosmasıdır, yalnızca dandy'lerle orospuları haylayabilir'. Sigaranın, her tür sarhoşluğun ruh halini belirleyen, kişiyi kalkındırdığı ölçüde zehirleyen, yarı kötücüllük, yarı üzünç barındıran gri dumanı, grisette'e özgüdür... Zaman öldürmek adına sigara içmek bambaşka bir zamanı başlatır; alışılageldik zamanın dışına taşan, bir anlığına, bir sigara içimi süresince gri ayracıyla dumanlı bir atmosfer yaratır, düş halkalarının yitip gitmesini erteler... Sigara dumanının yükseldiği en adi salaşhane, kısa bir süre, içindeki öksüzleri ellerinden tutup ölümsüz hayaletler katına yükseltir...
Askerlerin Sevilla'daki tütün fabrikasının kapısında bekleşirken, 'dişlerinin ucuna kıstırdıkları sigaralarla' cigarière'lerin sahneye çıkışını beklerken söyledikleri şarkı da sigara içen kadınların yoldan çıkmışlığı üstünedir:
Bakın, bakın şu
fingirdek yosmalara!
Edepsizce tüttürüyor hepsi
birer sigara!
(Bizet)
Sigarayı bırakmak kadınlara erkeklerden kat kat daha güç gelir, kimbilir belki de günümüzde bile sigara içen bir kadının kurallara karşı çıktığı, böylelikle toplum yasalarını atakça çiğnediği düşünüldüğünden... Çoğu kadın için, bazı anlarda bir sigara yakmak, karşıt bir kişiliğin araya girmesiyle uyanan düşmanca ya da cinsel duygularını saldırganca açığa vurmanın bir yoludur... Erkeğin öfkelendiği ya da üstüne vardığı durumlarda, kadın genellikle bir sigara yakar, parmaklarının ya da dişlerinin arasına kıstırdığı sigara aracılığıyla ateşi ve dumanı çağırır yardımına... Sigarayı ilk içen kadınların cinselliklerini para karşılığı sergileyenlerden çıkması böyle açıklanabilir: ister oyuncu, ister çingene, ister fahişe olsunlar... Bu tür bir kadın, edilgen bir biçimde kabul etmesi beklenen hazza etkince sahip çıkarak geleneksel rolleri altüst eder... Sigarasını yakarak, kadından beklenen duyarlığı, en azından göstermesi istenen yumuşaklığı, masumluk ve saygınlık ölçütlerini reddettiğini bu yasak zevk aracılığıyla ortaya koyar... Sigara içen bir kadının, daha güçlü, daha saldırgan, daha başına buyruk görünmesinden ötürü daha az 'dişi' sayılması olasıdır ama bu özelliklerinden ötürü ne kendinin, ne de birçok erkeğin gözünde daha erkeksidir: aslına bakılırsa daha özgür görünmesi onu daha çekici bile kılabilir... Kadınların sigaradan daha zor vazgeçmelerini anlamak hiç de zor değil...
'Amma da yol almışsın bebek' sloganı, kadınların özgürleşme savaşında attıkları önemli bir adımın simgesidir: sigara içme hakkını elde eden kadınların, çocukça bir bağımlılıktan ergen bir sorumluluğa varma adına aştıkları yolu kasteder alttan alta... Bir reklam sloganı olarak kadın özgürlüğünü hafifseyen bir övgüdür, çünkü cinsel eşitlik açısından alınan yolu sımsıkı uzun korseden kısacık külota geçişle özetler - sanki özgürlük, yalnızca bacakları üstüste atabilme rahatlığıymış gibi... Yine de bu reklamın, gerek tarihten, gerek kendi deneyimlerinden cinslerine uygulanagelen ayrımcılığı öğrenmiş, özellikle tütün kullanımı konusunda toplumun sigara içen kadınlara gösterdiği katı hoşgörüsüzlüğü kavramış olan kadınlarda bir titreşim yarattığı söylenebilir...
Hoppa kadınlarla sigara arasındaki bağlantı, aynı dönemde yazılmış, Baudelaire'in atak bir cinsellikle eşzamanlı bir içme süresini birleştirişini destekleyen bir şiircikte de ortaya çıkıyor:
Lorette dolaylarında
Aşk günlük bir iştir
Bakarsınız aşk bitmiştir
Bitmeden eldeki sigara
Bir sigara içimi dediğimiz sürenin kısalığı, ancak lorettelere duyulan aşkla karşılaştırılabilir; onlarla yaşanan aşk da tıpkı sigara içmek gibi uzayıp giden bir sıkıcılığı baştan savma adına zaman öldürmektir...
Bizet'in operasındaki ilk aryada, Carmen'in açılış ezgilerinde, etli-kanlı Morales'den sigaraya ilişkin moral dersimizi alırız:
Biz karakol kapısında
zaman öldürmeye bakarız,
sigara içer, laflar, göz atarız
yoldan geçenlere arada.
İşini yapacağına sigara içen, sırf keyif olsun diye laflayan, yoldan geçenleri iş olsun diye seyreden tiryaki, hiçbir görev ya da ahlak anlayışına sığmayan bir estetik görüş benimsemiştir; bu görüş, çalışma saatlerini öldürmesi ya da işinin sorumluluğunu üstünden atmasını sağlar, gelip geçici zamanın saf müziğine kulak vermek, tanık olmak hevesiyle... Carmen'in, Don Jose'nin ve Toreador'un dramı, operanın ana odağıdır ama bu odak müziğin anlık açılımlarını yansıtan, sayısız sigaradan yükselen buğulu duman halkalarıyla kuşatılmıştır...
Mérimée'nin öyküsündeki anlatıcıyla Carmen'i birleştiren tütün bağı, anlatıcıyı daha baştan Don Jose'nin yazgısıyla birleştirir... İspanya'da konukseverlik geleneğinin en tartışılmaz göstergesi sigara alışverişidir... Öykünün başlangıcında anlatıcı, kavurucu İspanya güneşinin altında bitkin düşmüş, yarı baygın bir halde yürürken kayaların arasından fışkıran, serin suyuyla çalıları, otları, fulyaları besleyerek kusursuz bir eskiçağ bahçesi serpilten bir mucize pınara rastlar... Bu büyülü alana, sonraki serüvenlerinin akışını, öyküsünün başlangıcını hazırlayan bu vahaya adım attığında karşısına daha önce oraya gelmiş asık suratlı, yabani görünüşlü, kılavuzunun ilk bakışta ünlü, kanlı bir haydut olarak tanımladığı bir adam çıkar... Merakı ağır basınca, anlatıcı bütün uyarıları bir kenara atar, hatta anlatıcıyla kılavuzu görünce irkilen kötü adamın çektiği silahı bile umursamaz...
'Otlara uzandım ve tabancalı adama ateşi olup olmadığını sordum öylesine... O sırada tabakama davrandım... Yabancı, hâlâ tek söz etmeksizin cebini karıştırdı, bir ateş buldu, telaşla uzattı bana... Besbelli gittikçe insancıllaşıyordu, gerçi silahını indirmemişti ama yanıma çökmüştü, yüzü bana dönüktü... Puromu yaktıktan sonra tabakada kalanların en iyisini seçip tütün içip içmediğini sordum ona...
'İçerim efendim,' dedi...
Ağzından çıkan ilk laftı bu... S harflerini Endülüslüler gibi vurgulamamasından, benim gibi bir gezgin olduğu kanısına vardım, tabii arkeolog olmasa bile.'
Tütün ikramı, kanlı katili bile insancıllaştırıyor demek, uygarca bir alışverişin temelini atıyor... Haydut, sunulan puro karşılığında bir şeyler söylüyor ilk kere, söyledikleri anlatıcının bu gezgini toplumsal konumuna oturtmasına, yasa kaçağının kıyıcı maskesi altındaki olağanüstü aşk öyküsüne, gerçek yüzüne inmesine yol açıyor... Ateş alışverişi, bu durumda olduğu gibi başka durumlarda da anlatıcının hayatını kurtaracak (bizim açımızdan da öyküyü kurtaracak) bir bağın ya da anlaşmanın ilk adımıdır...
'Ona birinci sınıf bir Havana purosu ikram ederek, 'Sanırım bu epey hoşuna gidecek,' dedim...
Başını usulca evet anlamında salladı, purosunu benimkinden yaktı, başını bir kere daha teşekkür edercesine salladıktan sonra anlaşıldığı kadarıyla büyük bir keyifle puroyu içmeye başladı...
İlk dumanı ağzından ve burnundan koyverirken, 'Ah! ' diye kaçırdı ağzından,' İçmeyeli ne kadar oluyor! '
İspanya'da bir puronun verilmesi de alınması da konukseverlik ilişkilerini belirler, Doğu'da ekmeğin ve tuzun paylaşılması gibi...'
- You should be arrested... To hang such a thing on your wall! Look at this woman... She is undressing, with a man looking on! Disgusting!
- Forgive me, madame, the lady is not undressing, she is dressing... The gentleman happens to be her husband... They are celebrating their twenty-seventh wedding anniversary... They are going to have dinner with their oldest son... He is a taxidermist... I am appalled that you should thus malign these good people... It goes to prove what I have always maintained, that evil exists only in the eye of the beholder... I will thank you to stop looking at my pictures...
revolver
23.02.2012 - 20:49'THX 1138' (1971)
George Lucas
şehir
23.02.2012 - 20:44Faber-Castell (1761)
Sposa son disprezzata
21.02.2012 - 21:50Cin-çocuk, bir metelik karşılığı ışık armağan eder Carmen'e... Carmen'in dünyasında para, bütün insanî ilişkilerin yönlendiricisidir - yalnızca evlilikte, Çingene'nin iç-sürgün kimliğiyle ayakta kalmaya çabaladığı rüşvet düzeninin dışında kalan, paha biçilmez sayılan evlilikte sözü geçmez... Önceleri, paçavralar içinde dolaşan yoksul bir sokak kızıdır Carmen, sonraları subaylarla gezmeye, para karşılığı dansetmeye başlayınca mücevherlere boğulur... Hızlı pazarlık yapan, erkekleri müthiş kârlı işler için peşinden dağlara götüren bir kaçakçıdır; nitekim anlatıcının kronometreli kocaman altın saatini yürütür (anlatıcı, bütün zamanını ona ayırmanın bedelini böyle öder) , üstelik boğazını nerdeyse kesmeye kalkışır... ('Nerdeyse' sözcüğünü kullanırken, öyküde bir başka olasılıktan sözediyoruz ama anlatıcı, nasılsa Carmen onun boğazını kesse, bu öykünün yazılamayacağını bildiğimizi biliyor.) Carmen paraya düşkündür, haindir, acımasızdır; para karşılığında aşkından başka satmayacağı hiçbir şey yoktur... Don José'yi çileden çıkaran şöyle bir soru sorar: 'Senden yatmak karşılığında asla para istemememden anlamıyor musun seni sevdiğimi? ' Mérimée'nin gözünde 'bir fahişe, bir hanımefendi, bir büyücüdür'; parayla kolaylıkla satın alınabilir ama 'bütün İspanyol kadınları gibi' aşıklarını seçmede titizdir: 'Onu hoşnut etmek, el üstünde tutmak gerekir.' Erkeği, rom'u sözkonusu olduğunda, nikahtan ve gerdekten sonra 'kocasını' terk etmektense onun ellerinde ölmeyi yeğler...
Baudelaire La peintre de la vie moderne'in 'Kadınlar ve genç kızlar' başlıklı bölümünde Parislilerin lorettes dedikleri alt sınıftan fahişelerin, Dokuzuncu Bölge'de, Notre Dame de Lorettes kilisesi civarında iş tutan kadınların acımasız bir portresini çiziyor... Yazıda, toplumsal yelpazenin en altında yer alan bu kadınların ellerinde görülüyor sigaralar - ilk ve son kere... Bitkin, parmaklarının ucunda tuttukları sigaralarla, usançla zaman öldürüyorlar:
'Gittikçe daha alt tabakalara inerek sonunda çoğu zaman kafe görünümü verilmiş izbelerin kölelerine geliyoruz; ne yazık ki en zalim patronların emrinde çalışan, beş paraları olmayan, hatta güzelliklerini azıcık kalkındıracak süslü püslü giysilerden de yoksun kadınlara...
Kimileri, masumluk ve canavarlık örnekleri olarak budalalığın izlerini taşıyorlar; yüzlerinden ve küstah bakışlarından yaşamaktan besbelli mutlu oldukları okunuyor (doğrusu, niye?) Arasıra en seçici yontu koleksiyoncusunu büyüleyecek ataklıkta ve soylulukta pozlara bürünüyorlar içgüdülerine uyarak, tabii çağdaş yontu sanatının soyluluğu her yerde, bataklıkta bile bulabilecek cesaret ve aklı olsaydı; bazen de bezginliklerini perişan tavırlarıyla, barların uyuşuk havasında erkeksi iğnelemeleriyle sivrilerek, doğu yazgıcılığına özgü bir vazgeçmişlikle zaman öldürmek için sigaraya sarılıyorlar.'
Lorettes ya da daha bildik adlarıyla grisettes, herkesin önünde sigara içmeye cesaret eden tek kadınlardı... Ola ki adlarının sigarayla uyaklı olması da heveslerini arttırıyordu; Rival, sözümona eleştirel bir tümcesinde sigarasının geçici keyfini, sokak yosmalarının verdiği aşksız, oynak haza benzetiyor: 'Sigara, tiryakinin yosmasıdır, yalnızca dandy'lerle orospuları haylayabilir'. Sigaranın, her tür sarhoşluğun ruh halini belirleyen, kişiyi kalkındırdığı ölçüde zehirleyen, yarı kötücüllük, yarı üzünç barındıran gri dumanı, grisette'e özgüdür... Zaman öldürmek adına sigara içmek bambaşka bir zamanı başlatır; alışılageldik zamanın dışına taşan, bir anlığına, bir sigara içimi süresince gri ayracıyla dumanlı bir atmosfer yaratır, düş halkalarının yitip gitmesini erteler... Sigara dumanının yükseldiği en adi salaşhane, kısa bir süre, içindeki öksüzleri ellerinden tutup ölümsüz hayaletler katına yükseltir...
Askerlerin Sevilla'daki tütün fabrikasının kapısında bekleşirken, 'dişlerinin ucuna kıstırdıkları sigaralarla' cigarière'lerin sahneye çıkışını beklerken söyledikleri şarkı da sigara içen kadınların yoldan çıkmışlığı üstünedir:
Bakın, bakın şu
fingirdek yosmalara!
Edepsizce tüttürüyor hepsi
birer sigara!
(Bizet)
Sigarayı bırakmak kadınlara erkeklerden kat kat daha güç gelir, kimbilir belki de günümüzde bile sigara içen bir kadının kurallara karşı çıktığı, böylelikle toplum yasalarını atakça çiğnediği düşünüldüğünden... Çoğu kadın için, bazı anlarda bir sigara yakmak, karşıt bir kişiliğin araya girmesiyle uyanan düşmanca ya da cinsel duygularını saldırganca açığa vurmanın bir yoludur... Erkeğin öfkelendiği ya da üstüne vardığı durumlarda, kadın genellikle bir sigara yakar, parmaklarının ya da dişlerinin arasına kıstırdığı sigara aracılığıyla ateşi ve dumanı çağırır yardımına... Sigarayı ilk içen kadınların cinselliklerini para karşılığı sergileyenlerden çıkması böyle açıklanabilir: ister oyuncu, ister çingene, ister fahişe olsunlar... Bu tür bir kadın, edilgen bir biçimde kabul etmesi beklenen hazza etkince sahip çıkarak geleneksel rolleri altüst eder... Sigarasını yakarak, kadından beklenen duyarlığı, en azından göstermesi istenen yumuşaklığı, masumluk ve saygınlık ölçütlerini reddettiğini bu yasak zevk aracılığıyla ortaya koyar... Sigara içen bir kadının, daha güçlü, daha saldırgan, daha başına buyruk görünmesinden ötürü daha az 'dişi' sayılması olasıdır ama bu özelliklerinden ötürü ne kendinin, ne de birçok erkeğin gözünde daha erkeksidir: aslına bakılırsa daha özgür görünmesi onu daha çekici bile kılabilir... Kadınların sigaradan daha zor vazgeçmelerini anlamak hiç de zor değil...
'Amma da yol almışsın bebek' sloganı, kadınların özgürleşme savaşında attıkları önemli bir adımın simgesidir: sigara içme hakkını elde eden kadınların, çocukça bir bağımlılıktan ergen bir sorumluluğa varma adına aştıkları yolu kasteder alttan alta... Bir reklam sloganı olarak kadın özgürlüğünü hafifseyen bir övgüdür, çünkü cinsel eşitlik açısından alınan yolu sımsıkı uzun korseden kısacık külota geçişle özetler - sanki özgürlük, yalnızca bacakları üstüste atabilme rahatlığıymış gibi... Yine de bu reklamın, gerek tarihten, gerek kendi deneyimlerinden cinslerine uygulanagelen ayrımcılığı öğrenmiş, özellikle tütün kullanımı konusunda toplumun sigara içen kadınlara gösterdiği katı hoşgörüsüzlüğü kavramış olan kadınlarda bir titreşim yarattığı söylenebilir...
Hoppa kadınlarla sigara arasındaki bağlantı, aynı dönemde yazılmış, Baudelaire'in atak bir cinsellikle eşzamanlı bir içme süresini birleştirişini destekleyen bir şiircikte de ortaya çıkıyor:
Lorette dolaylarında
Aşk günlük bir iştir
Bakarsınız aşk bitmiştir
Bitmeden eldeki sigara
Bir sigara içimi dediğimiz sürenin kısalığı, ancak lorettelere duyulan aşkla karşılaştırılabilir; onlarla yaşanan aşk da tıpkı sigara içmek gibi uzayıp giden bir sıkıcılığı baştan savma adına zaman öldürmektir...
Bizet'in operasındaki ilk aryada, Carmen'in açılış ezgilerinde, etli-kanlı Morales'den sigaraya ilişkin moral dersimizi alırız:
Biz karakol kapısında
zaman öldürmeye bakarız,
sigara içer, laflar, göz atarız
yoldan geçenlere arada.
İşini yapacağına sigara içen, sırf keyif olsun diye laflayan, yoldan geçenleri iş olsun diye seyreden tiryaki, hiçbir görev ya da ahlak anlayışına sığmayan bir estetik görüş benimsemiştir; bu görüş, çalışma saatlerini öldürmesi ya da işinin sorumluluğunu üstünden atmasını sağlar, gelip geçici zamanın saf müziğine kulak vermek, tanık olmak hevesiyle... Carmen'in, Don Jose'nin ve Toreador'un dramı, operanın ana odağıdır ama bu odak müziğin anlık açılımlarını yansıtan, sayısız sigaradan yükselen buğulu duman halkalarıyla kuşatılmıştır...
Mérimée'nin öyküsündeki anlatıcıyla Carmen'i birleştiren tütün bağı, anlatıcıyı daha baştan Don Jose'nin yazgısıyla birleştirir... İspanya'da konukseverlik geleneğinin en tartışılmaz göstergesi sigara alışverişidir... Öykünün başlangıcında anlatıcı, kavurucu İspanya güneşinin altında bitkin düşmüş, yarı baygın bir halde yürürken kayaların arasından fışkıran, serin suyuyla çalıları, otları, fulyaları besleyerek kusursuz bir eskiçağ bahçesi serpilten bir mucize pınara rastlar... Bu büyülü alana, sonraki serüvenlerinin akışını, öyküsünün başlangıcını hazırlayan bu vahaya adım attığında karşısına daha önce oraya gelmiş asık suratlı, yabani görünüşlü, kılavuzunun ilk bakışta ünlü, kanlı bir haydut olarak tanımladığı bir adam çıkar... Merakı ağır basınca, anlatıcı bütün uyarıları bir kenara atar, hatta anlatıcıyla kılavuzu görünce irkilen kötü adamın çektiği silahı bile umursamaz...
'Otlara uzandım ve tabancalı adama ateşi olup olmadığını sordum öylesine... O sırada tabakama davrandım... Yabancı, hâlâ tek söz etmeksizin cebini karıştırdı, bir ateş buldu, telaşla uzattı bana... Besbelli gittikçe insancıllaşıyordu, gerçi silahını indirmemişti ama yanıma çökmüştü, yüzü bana dönüktü... Puromu yaktıktan sonra tabakada kalanların en iyisini seçip tütün içip içmediğini sordum ona...
'İçerim efendim,' dedi...
Ağzından çıkan ilk laftı bu... S harflerini Endülüslüler gibi vurgulamamasından, benim gibi bir gezgin olduğu kanısına vardım, tabii arkeolog olmasa bile.'
Tütün ikramı, kanlı katili bile insancıllaştırıyor demek, uygarca bir alışverişin temelini atıyor... Haydut, sunulan puro karşılığında bir şeyler söylüyor ilk kere, söyledikleri anlatıcının bu gezgini toplumsal konumuna oturtmasına, yasa kaçağının kıyıcı maskesi altındaki olağanüstü aşk öyküsüne, gerçek yüzüne inmesine yol açıyor... Ateş alışverişi, bu durumda olduğu gibi başka durumlarda da anlatıcının hayatını kurtaracak (bizim açımızdan da öyküyü kurtaracak) bir bağın ya da anlaşmanın ilk adımıdır...
'Ona birinci sınıf bir Havana purosu ikram ederek, 'Sanırım bu epey hoşuna gidecek,' dedim...
Başını usulca evet anlamında salladı, purosunu benimkinden yaktı, başını bir kere daha teşekkür edercesine salladıktan sonra anlaşıldığı kadarıyla büyük bir keyifle puroyu içmeye başladı...
İlk dumanı ağzından ve burnundan koyverirken, 'Ah! ' diye kaçırdı ağzından,' İçmeyeli ne kadar oluyor! '
İspanya'da bir puronun verilmesi de alınması da konukseverlik ilişkilerini belirler, Doğu'da ekmeğin ve tuzun paylaşılması gibi...'
ada
19.02.2012 - 20:36'The Innocents' (1961)
Jack Clayton
youtube
19.02.2012 - 20:33'Tribute to Maude Fealy'
rituel
17.02.2012 - 22:01Egon Petri (1881 - 1962)
twin peaks fire walk with me / ikiz tepeler
17.02.2012 - 21:57'Made in U.S.A' (1966)
Jean-Luc Godard
maziden biri
17.02.2012 - 17:16Kath Bloom - Fall Again...
ilham kaynağı olmak
17.02.2012 - 16:36Giacomo Carissimi - Dialogo del Gigante Golia; Oratorios...
bahar ayini
16.02.2012 - 21:52Nicolas Coustou - 'Pallas'
film replikleri
15.02.2012 - 22:06- Are you Monsieur Joyant?
- Yes, madame.
- You should be arrested... To hang such a thing on your wall! Look at this woman... She is undressing, with a man looking on! Disgusting!
- Forgive me, madame, the lady is not undressing, she is dressing... The gentleman happens to be her husband... They are celebrating their twenty-seventh wedding anniversary... They are going to have dinner with their oldest son... He is a taxidermist... I am appalled that you should thus malign these good people... It goes to prove what I have always maintained, that evil exists only in the eye of the beholder... I will thank you to stop looking at my pictures...
petruşka
15.02.2012 - 21:23Frances Hodgson Burnett - 'The Secret Garden' (1911)
içimizdeki hüzün devi
15.02.2012 - 21:19Vivaldi - Concerto Per Archi - Concerto Italiano, Rinaldo Alessandrini...
usual suspects / olağan şüpheliler
14.02.2012 - 20:10Vincenzo 'James/Jim' Ferri (1881 - 1967)
maziden biri
14.02.2012 - 20:03Judee Sill - The Kiss...
mulholland drive / Mulholland Çıkmazı
14.02.2012 - 20:02'Camille' (1921)
Ray C. Smallwood
Sheilla Castro
14.02.2012 - 19:57Carl Mayer (1894 - 1944) 'Ariane'
youtube
13.02.2012 - 19:55'Hollywood MK Deception'
İllerin eski isimleri
13.02.2012 - 18:49'Bab el hadid - Cairo Station - Merkez Garı' (1958)
Yusuf Şahin
neşter
08.02.2012 - 21:32Jean-Jacques Henner - 'A Bather' (Echo) '1881'
maça kızı
08.02.2012 - 21:26Maia Morgenstern (1.5.1962)
acemi balık
08.02.2012 - 21:16'Il suffit d'aimer' (1961)
Robert Darène
persona
08.02.2012 - 20:40Elisabeth Schumann - The Complete Bach Recordings [1927 - 1939]
vehmin saltanatı
08.02.2012 - 20:30Joanne Stefani Germanotta (12.3.1955 - 1974)
Toplam 3989 mesaj bulundu