Yaşamın gayesini anlatan bir ses duyduk bir gün gözlerimiz ızdırabı heceledi. Fark etmediğimiz sarhoşlukla bir o yana bir bu yana vurduğumuz başımız; dinmez durulmaz fırtınalarla yorgun yaralı kalbimiz hüznün yüzüne baktı. Ama adımlarla ufku görmeden yürürken hayat koridorlarında, tanımaz bir ukalıkla düşmenin acısını ilk o sesle fark ettik.
Oyuna dalan çocuklar gibiydik. Toza toprağa bulanmış kalbimizi kekeme itiraflarla, yere dönük yüzümüzle, bükük boynumuzla yıkadıkça yaralar beliriyordu. Ele alınır hali kalmamıştı sinelerimizin...
İnsanlığa saygı ve sevgi derinlere kök salan bir çınar olmayı o sesten öğrendi. Yeşertmek için yaşamayı, yaşamak için koşmayı, kendi kalbimizdeki yaralara sürdüğümüz merhemi paylaşmayı, sunmayı o sesle yol edindik.
Yıldızların aydınlatmaya cesaret edemediği gecelerde başlarımızı avuçlarımızın içine alıp, sıktık ve dizlerimizle birleştirdik. Küçülmeliydik çünkü küçüğü büyüğü bildik. Karanlık içinde belirsiz bir düşmanla boğuşur gibi yumruklarımızı dizlerimize vurduk; çok dertliydik. Şikâyetimiz kendimizdendi; kendimizi sanık sandalyesinde hayal etmeyi sesin sahibinde gördük. Tüm suç bizdeydi. Biz engel olmasak nice insanlar; kor tutarken tattığımız lezzeti, ayakkabılar eskitirken tazelenmeyi bulacaklardı.
Belki her birimiz ilk defa o sesle düştü peşine Ebu Bekir’in; omzunu düşürür tevazuyla yürürdü. İlk defa Erkam’ ın evine o sesle girdik. Nesibe annemizle kucaklaştık, dertleştik. İffet abidesinin eteklerine yapıştık. Kimi zaman “taleal bedrü aleyna” ya sesimizi kattık. Kimi zaman “kerreten kekerreten Huneyn”e muhatap olduk. Bizi hicrete katan da Mekke’nin fethine götüren de o sesti. Gökteki yıldızlara doğru attığımız her adım karanlığın geri çekilişi oldu.
Şimdi gökteki yıldızlara bedel yerdeki yıldızları izliyoruz. Şimdi bazı yıldızlara onbeş asır uzaktayız, bazılarıyla yüz yüze yaşıyoruz. Bazılarıyla aramızda zaman bazılarıyla derin okyanus var. Bir hurma kütüğünün birkaç gün dayanamadığı hasreti suyun ötesine dua göndererek dindirmeye çalışıyoruz. Çünkü biz; hasreti de, gurbeti de gözleri fecr olandan; hayallerini adımlarına basamak yapandan; o sesin sahibinden öğrendik.
O sesin sahibine hitaptan hicapla ellerimizi gök yüzüne kaldırıyor: gözyaşlarına sebep değil; ortak olmak için dua ediyoruz.
rabbim bizi seni her şeye tercih eden hasbi diğergam sadık kullarından eyle....
Unutmadan: Gülen için 'zeki, temiz, titiz, şık' dedik. Eleştiriler geldi: Hani övmeyecektiniz? Halbuki bunlar tanıkların ifadesi. Gelelim zeka konusuna. Geçenlerde emekli bir emniyet mensubu Gülen hakkında bana şöyle dedi: 'Ben profesöründen siyasetçisine, sağcısından, solcusuna çok sayıda insanı izledim. Bu kadar zekisini görmedim.'
'Ey insanlar!
'Kadinlarin haklarini gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanizi tavsiye ederim. Siz kadinlari, Allah'in
emaneti olarak aldiniz ve onlarin namusunu kendinize Allah'in emriyle helal kildiniz. Sizin kadinlar üzerinde
hakkiniz, kadinlarin da sizin üzerinizde hakki vardir.'
Efendimiz (as) en iyi eşti en iyi babaydı.
ev işlerine yardım ederdi ve çocuklarıyla meşgul olurdu
torunları Hz Hüseyin ve Hz. Hasanı severken kendisini gören ashabtan biri dedi ki:
'benim on tane çocuğum var birini birgün olsun kucağıma alıp sevmedim'
Efendimiz(as) ona yazık ettiğini çocuklarını sevip sevindirmesi gerektiğini öğütledi.
bir çocukla konuşacağında eğilir boyunu onun boyuna denk eder,öyle konuşurdu.
Dünyada kör, sağır ve ölüler gibi yaşayanların ötede bunları duyup hissetmesi zor olsa gerek. Bugün ağlanacak hâline kahkahalar atıp gafilce davrananların yarın sürekli ağlayacaklarından korkulur. Öyle ise gelin, şimdilerde göz ve basiretlerimizin hakkını vererek hep uyanık bulunalım ki, yarın istirahat ve uyku derdimiz olmasın. Bugün gözyaşlarını ceyhun edelim ki, yarın faidesiz 'ah u vah' etme hicranı yaşamayalım. Gelin, her zaman varacağımız ufka kilitli kalalım ki, yürüdüğümüz yolun sağında ve solundaki cazibedar şeylerle başımız dönmesin, bakışlarımız bulanmasın. Bu dünyayı bir ticaret pazarı, bir kazanma mahalli kabul edip hayatımızı ona göre düzenleyemez ve aksine her şeyi cismanî arzulara bağlı götürürsek, bir gün semer vurup sırtımıza binerler ise hiç şaşırmayalım. Aslında ufuksuz, emelsiz, başı göklerde ve burnu havada kimselere yapılacak muamele de herhalde böyle olacaktır. İnsanın değeri, Allah'a intisabı ve O'nunla münasebetlerini içten devam ettirmesiyle mebsuten mütenasiptir. Ondan kopuk ve cismanî arzularla kirlenmiş insan şeklindeki bir bedeni, altınla, gümüşle, atlasla bezeseler dahi kıymeti yine çamur yine çamur yine çamurdur...
Arkada bıraktığı günlere bakıp da pişmanlık duymayacak az insan vardır. İyiler, neden daha mükemmel olmadıklarını düşünerek; kötüler de, işledikleri fenâlıkların yüz kızartıcı çirkinliklerini görerek hasret ve inkisar içinde iki büklüm olup inleyeceklerdir.
'Sûra üfürüldü mü, işte o gün çok çetin bir gündür; (bilhassa) kâfire (hiç de) kolay değildir.'
Ya o 'Göklerin yarılıp parçalandığı, cehennemin köpürüp alevlendiği ve cennetin yaklaştırıldığı an, her nefis, dünyada ne hazırlayıp oraya sunduğunu (mutlaka) bilecektir.'
'(İşte) O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçar (kaçar; çünkü) o gün herkesin, başından aşkın bir işi var.. yüzler vardır o gün parıl parıl, gökçek ve sevinçle mütebessim.. yüzler de vardır, karanlık ve toz-toprak bürümüş, işte onlar kâfirler ve mücrimlerdir.'
'Şüphesiz kâfirler için zincirler, bukağılar ve çılgın alevler hazırladık. İyilikle oturup kalkanlara (gelince, onlar) kadehlerle kâfûr karışımı (kevserler) içerler.'
Arzın darmadağınık olup, yıldızların bağı kopmuş tesbih taneleri gibi sağa-sola savrulduğu o dehşetli gün, dimağlardaki cehennem tohumu ve gönüllerdeki cennet çekirdeğinin ayrı bir inkişaf faslıdır: Evet bir yanda:
'Hayır hayır! Yer çarpılıp paramparça olduğu, meleklerin saf saf (olup durduğu) ve cehennemin getirildiği o gün (evet işte o gün) insan her şeyi anlar (anlar ama) onun için (artık anlamanın) ne yararı var ki? (O) keşke bu hayatım için (bir şeyler hazırlayıp) gönderebilseydim, der.. artık O'nun azabı gibi kimse azab edemez ve O'nun gibi kimse zincire vuramaz.' Ürperten bir tablo; diğer yanda da:
'Ey itminan içindeki nefis! O senden, sen de O'ndan râzı olduğun halde dön Rabbine! (Dön) kullarım arasına katıl ve cennetime gir! '
Bezmimize saadet mührünü basan müstesnâ varlık, şu hasletleriyle hem fazîletli hem de mutlu idi:
O, o kadar azimli ve kararlıydı ki Yüce Yaratıcı’nın tasvibinden geçmeyen hiçbir şeye, bütün hayatı boyunca bir kere olsun hüsn-ü kabul göstermemişti. O kadar dürüst idi ki, en ehemmiyetsiz şeylerde dahi, kimseye haksızlık etmemişti. O kadar yüce âlemlere tutkun ve o denli ulvî tecellîlere doymuş idi ki; hiçbir zaman lezzeti fazîlete tercih etmemişti. Öyle üstün bir idrâk ve kavrayışa sahip idi ki; bir kere olsun, iyiyi kötüden tefrik hususunda tereddüde düşmemişti. İnsanların fikirlerine karşı hep hürmetkâr kalmıştı; ama onlardan nasihat almaya hiç ihtiyaç hissetmemişti. En anlaşılmaz meseleleri gayet rahatlıkla halleder, bir solukta, gaflet ve dalâlette olanları fazîlet ve şerefe yükseltirdi. İfâdelerinde akıl ve hikmet omuz omuzaydı; makûl ve doğru bildiklerinde fevkalâde sebat gösterirdi. O kadar müttakî idi ki; tavır ve davranışlarındaki berraklık, muamelesindeki yumuşaklık ve duruluk, melekleri gıptaya sevk edecek kadar zarifti. Böbürlenmeler, fahirlenmeler bir kerecik olsun, onun yakıcı ve eritici ikliminde görünme imkânını bulamamışlardı. Şahsıyla alâkalı bütün ayıplamalara karşı mukabele etmeksizin tahammül eder ve insanları suçlamaktan fevkalâde uzak bulunurdu. Korkaklık semtine sokulamamış, vesvese ve tereddütlerle hiç mi hiç tanışmamıştı. Kavim ve kabilesi karşısında nasıl yılgınlık göstermemişse, topyekün dünya ile hesaplaştığı zaman da aynı şekilde polat gibi olmasını bilmişti. Odası, yatağı, elbisesi ve yiyeceği şeyler gâyet sâde ve fakirceydi. Ve O, içinde yaşadığı toplumun herhangi bir ferdi görünümünde idi. Dostluğunda menendi olmayacak kadar sebatkâr ve muhkem, vefasında herkesi minnet altında bırakacak kadar civanmert idi...
O, bunlarla serfiraz ve fazîletliydi. Fazîletli olduğu kadar da gönlü huzur içinde ve mutluydu.
O’nun vicdanı kadar saf ve duru bir vicdana sahip olmak için, fazîletin rükünleri sayılan bu şeylerde, O’nu örnek almak ve rûhumuzun rengini aksettiren bu düşüncelerin, kirlenip bozulmasına meydan vermemek lâzımdır.
Evet, bu türlü yüce hasletlerin hepsine sahip çıkmak, bizi fazîletli kılacak, dolayısıyla da bizlere gerçek mutluluğun kapılarını açacaktır. Aksine, bu vâdîde gösterilecek herhangi bir kusur ise, fazîlet dünyamızda meydana gelmiş bir yırtık, dolayısıyla da saadetimizi bulandıran bir keyfiyet olacaktır. Nasıl ki suyu, saf ve temiz tutmanın tek çâresi, onun içine bir şey atmamak ve bulandırıcı şeylerden uzak bulundurmaktır. Öyle de rûhun huzur ve mutluluğu, bir an olsun onu, fazîletten mahrum bırakmamaya bağlıdır
Bizimle aynı memeden süt emmeyenler ne yudumlarlarsa yudumlasınlar, biz hemen her zaman hiç kimsenin duyup tatmadığı hazlarla soluklanır, gözlerimizi açıp kapar ve cennetlerdeymişçesine düşündüğümüz, arzu ettiğimiz, istediğimiz, elimizi uzattığımız hemen her şeye ulaşır ve âdeta hep rüyalar âleminde dolaşırdık.. neden olmasın ki, içimizde Sen vardın; zaman, mekân ve bunlara bağlı her şey de bize yârdı.
Ne zaman gönüllerimizde Seninle münasebete geçsek, birden âdî ahvâl ve düşüncelerimizin üstünde Senin âhenkli, hülyalı ve aydınlık dünyan tüllenmeye başlar, his ve heyecanlarımızı şahlandıran o esrarlı hayat sergüzeştin bizi, olduğumuz yerden, Sana vâsıl olacağımız şehraha ulaştırır; o yolla tâ Hak kapısının önüne götürür, bize mekân üstü teşrifat salonlarında Firdevs koltukları gibi minderler serer ve gönüllerimize hülyalara denk güzellikler sunardı. Seninle bulunduğumuz o sırlı zamanlarda, düşünülmesi imkânsız daha neleri hatırlar, ne zevk ve haz fasılları yaşar ve kim bilir her gün kaç kez “Meğer hayat buymuş.” diyerek var olma neş’e ve sevinciyle soluklanırdık. O zamanlar gölgen üzerimizde, biz de varlık ve yokluğun farkında idik! Senin o masmavi ikliminden süzülüp gelen ruh ve mânâ, bizim özümüz ve canımızdı; bizler onunla yaşar, onunla oturur kalkar, onunla her engeli aşar ve onunla ulaşmak istediğimiz zirvelere ulaşır, sonra yürürdük duraksamadan hedeflerin en kutsalına; Hak rızasına ve ona vesile kabul ettiğimiz nâmını yedi cihana duyurmaya.. ipekler gibi yumuşak nefes ve soluklarla zaman zaman hep kuşlar gibi yükseklerde uçarak, meltem olup her şeyi, herkesi okşayarak, zaman zaman da bulutların bağrında yağmurlaşarak; sonra da dört bir yana sağanak sağanak boşalarak her lâhza hayatla çağlardık. “İşte hayat budur.” deyip gönlümüzce yaşadığımız o aydınlık gün ve aydınlık saatlerde güneşimiz Seninle doğar, Seninle batar; gündüzler çehren gibi pırıl pırıl gelir geçer, geceler siyah zülüflerinden bize türküler söyler ve nabızlarımız her zaman kalbinin ritimlerine uygun atardı. Dimağlarımız Seni düşünmekle dinlenir, hafakanlarımız gölgene sığınmakla diner ve böylece hayatın hiç kimseye nasip olmayan tadını ve varlığın bitmeyen zevkli maceralarını hep Seninle duyardık. Senin göklere bağlı hayat sergüzeştinde okurduk imanın yenilmez gücünü, Müslümanlığın kahramanlık olduğunu, doğruluğun paha biçilmez kıymetler ihtiva ettiğini, iffet ve ismetin meleklerinkine denk insan tabiatının bir buudu hâline geldiğini.
Sen bizim için hem geçmiş hem gelecek hem de hâldin; zaman üstü ve büyüleyen öyle bir duruşun vardı ki, nurunla her vakit içimizde gibiydin.. kendi ışık çağında durur, günümüzü kucaklar, ileriye işaretlerde bulunur ve bütün zamanlara kendini dinletirdin. Sînelerimiz otağındı; gönüllerimizde yaşar, bizi kendin gibi yaşatır, annelerimizin kucaklarından daha sıcak o mübarek atmosferinde bizlere yumuşak yumuşak ninniler söylüyormuşçasına hafakanlarımızı dağıtır ve rahatlatırdın hepimizi. Çok defa mânevî huzurunun câzibesine kendimizi salar ve ışığınla taçlandırdığın çağlarda dolaşır, bir zamanlar milletçe ortaya koymuş olduğumuz tarihî güzellikleri temâşâ eder; yitirdiğimiz ya da terk ettiğimiz değerleri yeniden bulmuş gibi olur, çocuklar gibi sevinir, derken Senden fışkırıp gelen o nazlı ve hülyalı günler, hafızalarımızda bir kez daha çiçekler gibi açar, açar ve milletçe Nur Çağı’nın memelerinden süt emiyor gibi olurduk; olurduk da o küflenmiş, kirlenmiş dünyalarımız yeniden pırıl pırıl bir hâl alır; kırılmış, yırtılmış, şirazeden çıkmış hülyalarımızın parçaları bir araya gelir ve Seninle nuranîleşen zamanlar, yaşadığımız günlerin, saatlerin, dakikaların içine akar ve bize gerçek hayatın rengini, desenini, şivesini fısıldardı.
Yakın geçmişte Senden kopup ayrılanların çoğu zayi olup gitti. Gidenler kendilerine yazıklar etti. Hepimizin belli ölçüde bir kopukluk yaşadığı muhakkaktı; ne var ki, Senden uzaklaşmalar farklı farklıydı ve kaybetmeler de o çerçevede cereyan ediyordu. Şimdilerde geç de olsa, böyle bir ayrılıktan pişmanlık duyduğumuzu ifade ediyor ve Senin anne kucaklarından daha sıcak bağrına dönmek istiyoruz. Yüzümüz yok, hicap içindeyiz; Hak katındaki nazının geçerliliğine de ümitlerimiz tam. Keşke ne seviyede olursa olsun Senden hiç kopmasaydık; kopmasaydık da, Senden, Senin dünyandan akıp gelen ışıklardan ve ruhlarımıza boşalan mânâlardan hiç mahrum kalmasaydık.. ve Seni o inandırıcı çehrenle içlerimizde hep taptaze ve dipdiri duyabilseydik..! Heyhat! Farkına vararak veya varmayarak bir kere koptuk Senden.. uzaklaştık kendimizden. Değişik kurtuluş yolları, yöntemleri peşinde koşup durduğumuz şu anda keşke bir de yitirdiğimiz şeyleri düşünebilseydik.! Ne gezer; bir kere daha Hârût ve Mârût’un oyununa gelmiş ve bir kere daha Mefisto’ya yenik düşmüştük. Oysaki bizim, Senin gölgenin üzerimizde olduğu ve şeytanlara meydan okuduğumuz günlerimiz, haftalarımız, aylarımız, yıllarımız vardı. Çevre hazanla inlerken günler de geceler de bizde hep bahardı. Yıllarımızı, aylarımızı, günlerimizi çaldılar ve bizi birer zamanzede hâline getirdiler. Şimdilerde oturmuş “Karanlığın son serhaddi, fecrin en sadık emâresidir.” diyor ve bu zifiri karanlıkların yırtılacağı eşref saatleri bekliyoruz.
Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed,
Aylar bize hep Muharrem oldu!
Akşam ne güneşli geceydi;
Eyvah o da leyl-i mâtem oldu!
Allah için ey Nebî-yi Mâsum,
İslâm’ı bırakma böyle bîkes,
Bizleri bırakma böyle mazlum”. (Mehmet Akif)
Bir zamanlar içimizde Sen vardın, varlığın sayesinde her şey büyülü ve her şey çok güzeldi. Belki bazen bir kısım kopuklukların yaşandığı ve davranışların sevimsizleştiği, tavırların kabalaştığı, ses ve solukların hırıltıya dönüştüğü de olurdu; ama, hemen arkasından Senin dünyandan gelen ışık ve esintilerle bütün bu olumsuzluklar silinir gider, düşünce ve his ufkunda sadece Sen ve Senin o rengârenk atmosferin tüllenmeye başlardı. Ufukların kararması, ruhları hafakanların sarması, Senin bütün gönüllerde doğuvermene bir çağrı gibiydi: Ne zaman bunalıma düşsek, gölgen tıpkı bir dolunay gibi gönlümüzün tepelerinde beliriverir ve bütün kasvetleri siler-süpürür, götürürdü. Ne vakit biraz sıkışsak veya kendimize takılsak, içinde bulunduğumuz o muzlim hâl, ışığına bir çağrıymış gibi, birdenbire dört bir yanda Senin o hususî dünyanın sıcaklığı, yatıştırıcılığı duyulmaya başlar ve sonsuzdan gelen nurlar sarardı her yanımızı.. esen rüzgârlar Senin kokunu sürünür gezer, ikliminin varidâtı şelaleler gibi başımızdan aşağı boşalır ve biz ötelerden gelen nurlarla banyo yapmışçasına serinlerdik.
insanlar adam öldürüyor,katil oluyor da hakkı savunuluyor,başı temiz sonu temiz bir insan....
TEK SUÇU ALLAH I SEVİP SEVDİRMEKSE BUNU TÜRKİYE DE DİĞER TÜM İMAMLAR YAPIYOR
Kur'an ve İrşad Metodu, Kur'an-ı Anlamada Yeni Bir Yaklaşım', Bediüzzaman Said Nusi Uluslararası Sempozyumu, 22-24 Eylül, İstanbul 2001.
sakarya üniversitesi niyazi beki
hala hergün üniversite kapısında başımı açıyorum ne için kimin hatası bilmiyorum bilmek istemiyorum ama hal böyleyken özgürlükten bahsedilmesi ağırıma gidiyor.
doktora gidiyoruz.doktor bizi tanımaz biz doktoru.Ama ona güveniriz çünkü o bu konuda eğitim almıştır,bize tavsiye ettiği herşeyi eksiksiz yapmaya çalışırız ki sıhhat bulalım.ALLAH bizi en iyi tanıyandır bizi var eden odur.GEÇMİŞİMİZİ DE GELECEĞİMİZİ DE BİLEN ODUR.bizim için en iyiyi de muhakkak o bilir.Beni var eden istediği için.sahip olduğum herşeyi borçlu olduğum istediği için örtülüyüm ve açık olduğumdan çok daha fazla huzurluyum.
kalbimi karartma,kalbimden merhati alma......
sana isyandan,seni nisyandan ebediyete kadar koru....
beni affet sevgine layık olmadığım, bile bile senden kaçtığım her an için..
hep yanımda olduğumu bana unutturma...
sen beni seviyorsun, benim seni sevmeme engel olan herşeyden sana sığınıyorum....
Aç herkese açabildiğin kadar sîneni, ummanlar gibi olsun! İnançla geril ve insana sevgi duy; kalmasın alâka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül..! İyileri iyilikleriyle alkışla; inanmış gönüllere karşı mürüvvetli ol; inançsızlara öyle ...
fethullah gülen
02.06.2006 - 21:18HASRET, HİCRET, GURBET...
Yaşamın gayesini anlatan bir ses duyduk bir gün gözlerimiz ızdırabı heceledi. Fark etmediğimiz sarhoşlukla bir o yana bir bu yana vurduğumuz başımız; dinmez durulmaz fırtınalarla yorgun yaralı kalbimiz hüznün yüzüne baktı. Ama adımlarla ufku görmeden yürürken hayat koridorlarında, tanımaz bir ukalıkla düşmenin acısını ilk o sesle fark ettik.
Oyuna dalan çocuklar gibiydik. Toza toprağa bulanmış kalbimizi kekeme itiraflarla, yere dönük yüzümüzle, bükük boynumuzla yıkadıkça yaralar beliriyordu. Ele alınır hali kalmamıştı sinelerimizin...
İnsanlığa saygı ve sevgi derinlere kök salan bir çınar olmayı o sesten öğrendi. Yeşertmek için yaşamayı, yaşamak için koşmayı, kendi kalbimizdeki yaralara sürdüğümüz merhemi paylaşmayı, sunmayı o sesle yol edindik.
Yıldızların aydınlatmaya cesaret edemediği gecelerde başlarımızı avuçlarımızın içine alıp, sıktık ve dizlerimizle birleştirdik. Küçülmeliydik çünkü küçüğü büyüğü bildik. Karanlık içinde belirsiz bir düşmanla boğuşur gibi yumruklarımızı dizlerimize vurduk; çok dertliydik. Şikâyetimiz kendimizdendi; kendimizi sanık sandalyesinde hayal etmeyi sesin sahibinde gördük. Tüm suç bizdeydi. Biz engel olmasak nice insanlar; kor tutarken tattığımız lezzeti, ayakkabılar eskitirken tazelenmeyi bulacaklardı.
Belki her birimiz ilk defa o sesle düştü peşine Ebu Bekir’in; omzunu düşürür tevazuyla yürürdü. İlk defa Erkam’ ın evine o sesle girdik. Nesibe annemizle kucaklaştık, dertleştik. İffet abidesinin eteklerine yapıştık. Kimi zaman “taleal bedrü aleyna” ya sesimizi kattık. Kimi zaman “kerreten kekerreten Huneyn”e muhatap olduk. Bizi hicrete katan da Mekke’nin fethine götüren de o sesti. Gökteki yıldızlara doğru attığımız her adım karanlığın geri çekilişi oldu.
Şimdi gökteki yıldızlara bedel yerdeki yıldızları izliyoruz. Şimdi bazı yıldızlara onbeş asır uzaktayız, bazılarıyla yüz yüze yaşıyoruz. Bazılarıyla aramızda zaman bazılarıyla derin okyanus var. Bir hurma kütüğünün birkaç gün dayanamadığı hasreti suyun ötesine dua göndererek dindirmeye çalışıyoruz. Çünkü biz; hasreti de, gurbeti de gözleri fecr olandan; hayallerini adımlarına basamak yapandan; o sesin sahibinden öğrendik.
O sesin sahibine hitaptan hicapla ellerimizi gök yüzüne kaldırıyor: gözyaşlarına sebep değil; ortak olmak için dua ediyoruz.
rabbim bizi seni her şeye tercih eden hasbi diğergam sadık kullarından eyle....
şubat soğuğu
31.05.2006 - 15:41hakikatin cesur sesi....
fethullah gülen
24.10.2005 - 13:23SABAH GAZETESİ
Unutmadan: Gülen için 'zeki, temiz, titiz, şık' dedik. Eleştiriler geldi: Hani övmeyecektiniz? Halbuki bunlar tanıkların ifadesi. Gelelim zeka konusuna. Geçenlerde emekli bir emniyet mensubu Gülen hakkında bana şöyle dedi: 'Ben profesöründen siyasetçisine, sağcısından, solcusuna çok sayıda insanı izledim. Bu kadar zekisini görmedim.'
fethullah gülen
24.10.2005 - 13:12yaşamın gayesini anlatan sesin sahibi
fethullah gülen
25.04.2005 - 20:17Allah'ı rasulünü,raşit halifeleri,sahabe efendilerimizi eserlerinden tanıdığım zat.
Allah'ın binlerce,milyonlarca insanın hidayetine vesile kıldığı,peygamber aşığı.......
hz.muhammed
28.10.2004 - 18:04'Ey insanlar!
'Kadinlarin haklarini gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanizi tavsiye ederim. Siz kadinlari, Allah'in
emaneti olarak aldiniz ve onlarin namusunu kendinize Allah'in emriyle helal kildiniz. Sizin kadinlar üzerinde
hakkiniz, kadinlarin da sizin üzerinizde hakki vardir.'
veda hutbesi
hz.muhammed
28.10.2004 - 17:53Efendimiz (as) en iyi eşti en iyi babaydı.
ev işlerine yardım ederdi ve çocuklarıyla meşgul olurdu
torunları Hz Hüseyin ve Hz. Hasanı severken kendisini gören ashabtan biri dedi ki:
'benim on tane çocuğum var birini birgün olsun kucağıma alıp sevmedim'
Efendimiz(as) ona yazık ettiğini çocuklarını sevip sevindirmesi gerektiğini öğütledi.
bir çocukla konuşacağında eğilir boyunu onun boyuna denk eder,öyle konuşurdu.
kaybetmek
15.10.2004 - 13:11kaybetmek
biri,ikiyi,yüzü, bini değil
SONSUZU KAYBETMEK.........
ahiret
15.10.2004 - 12:52Dünyada kör, sağır ve ölüler gibi yaşayanların ötede bunları duyup hissetmesi zor olsa gerek. Bugün ağlanacak hâline kahkahalar atıp gafilce davrananların yarın sürekli ağlayacaklarından korkulur. Öyle ise gelin, şimdilerde göz ve basiretlerimizin hakkını vererek hep uyanık bulunalım ki, yarın istirahat ve uyku derdimiz olmasın. Bugün gözyaşlarını ceyhun edelim ki, yarın faidesiz 'ah u vah' etme hicranı yaşamayalım. Gelin, her zaman varacağımız ufka kilitli kalalım ki, yürüdüğümüz yolun sağında ve solundaki cazibedar şeylerle başımız dönmesin, bakışlarımız bulanmasın. Bu dünyayı bir ticaret pazarı, bir kazanma mahalli kabul edip hayatımızı ona göre düzenleyemez ve aksine her şeyi cismanî arzulara bağlı götürürsek, bir gün semer vurup sırtımıza binerler ise hiç şaşırmayalım. Aslında ufuksuz, emelsiz, başı göklerde ve burnu havada kimselere yapılacak muamele de herhalde böyle olacaktır. İnsanın değeri, Allah'a intisabı ve O'nunla münasebetlerini içten devam ettirmesiyle mebsuten mütenasiptir. Ondan kopuk ve cismanî arzularla kirlenmiş insan şeklindeki bir bedeni, altınla, gümüşle, atlasla bezeseler dahi kıymeti yine çamur yine çamur yine çamurdur...
ahiret
15.10.2004 - 12:46Arkada bıraktığı günlere bakıp da pişmanlık duymayacak az insan vardır. İyiler, neden daha mükemmel olmadıklarını düşünerek; kötüler de, işledikleri fenâlıkların yüz kızartıcı çirkinliklerini görerek hasret ve inkisar içinde iki büklüm olup inleyeceklerdir.
ahiret
15.10.2004 - 12:34'Sûra üfürüldü mü, işte o gün çok çetin bir gündür; (bilhassa) kâfire (hiç de) kolay değildir.'
Ya o 'Göklerin yarılıp parçalandığı, cehennemin köpürüp alevlendiği ve cennetin yaklaştırıldığı an, her nefis, dünyada ne hazırlayıp oraya sunduğunu (mutlaka) bilecektir.'
'(İşte) O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçar (kaçar; çünkü) o gün herkesin, başından aşkın bir işi var.. yüzler vardır o gün parıl parıl, gökçek ve sevinçle mütebessim.. yüzler de vardır, karanlık ve toz-toprak bürümüş, işte onlar kâfirler ve mücrimlerdir.'
'Şüphesiz kâfirler için zincirler, bukağılar ve çılgın alevler hazırladık. İyilikle oturup kalkanlara (gelince, onlar) kadehlerle kâfûr karışımı (kevserler) içerler.'
Arzın darmadağınık olup, yıldızların bağı kopmuş tesbih taneleri gibi sağa-sola savrulduğu o dehşetli gün, dimağlardaki cehennem tohumu ve gönüllerdeki cennet çekirdeğinin ayrı bir inkişaf faslıdır: Evet bir yanda:
'Hayır hayır! Yer çarpılıp paramparça olduğu, meleklerin saf saf (olup durduğu) ve cehennemin getirildiği o gün (evet işte o gün) insan her şeyi anlar (anlar ama) onun için (artık anlamanın) ne yararı var ki? (O) keşke bu hayatım için (bir şeyler hazırlayıp) gönderebilseydim, der.. artık O'nun azabı gibi kimse azab edemez ve O'nun gibi kimse zincire vuramaz.' Ürperten bir tablo; diğer yanda da:
'Ey itminan içindeki nefis! O senden, sen de O'ndan râzı olduğun halde dön Rabbine! (Dön) kullarım arasına katıl ve cennetime gir! '
hz.muhammed
12.10.2004 - 19:15Bezmimize saadet mührünü basan müstesnâ varlık, şu hasletleriyle hem fazîletli hem de mutlu idi:
O, o kadar azimli ve kararlıydı ki Yüce Yaratıcı’nın tasvibinden geçmeyen hiçbir şeye, bütün hayatı boyunca bir kere olsun hüsn-ü kabul göstermemişti. O kadar dürüst idi ki, en ehemmiyetsiz şeylerde dahi, kimseye haksızlık etmemişti. O kadar yüce âlemlere tutkun ve o denli ulvî tecellîlere doymuş idi ki; hiçbir zaman lezzeti fazîlete tercih etmemişti. Öyle üstün bir idrâk ve kavrayışa sahip idi ki; bir kere olsun, iyiyi kötüden tefrik hususunda tereddüde düşmemişti. İnsanların fikirlerine karşı hep hürmetkâr kalmıştı; ama onlardan nasihat almaya hiç ihtiyaç hissetmemişti. En anlaşılmaz meseleleri gayet rahatlıkla halleder, bir solukta, gaflet ve dalâlette olanları fazîlet ve şerefe yükseltirdi. İfâdelerinde akıl ve hikmet omuz omuzaydı; makûl ve doğru bildiklerinde fevkalâde sebat gösterirdi. O kadar müttakî idi ki; tavır ve davranışlarındaki berraklık, muamelesindeki yumuşaklık ve duruluk, melekleri gıptaya sevk edecek kadar zarifti. Böbürlenmeler, fahirlenmeler bir kerecik olsun, onun yakıcı ve eritici ikliminde görünme imkânını bulamamışlardı. Şahsıyla alâkalı bütün ayıplamalara karşı mukabele etmeksizin tahammül eder ve insanları suçlamaktan fevkalâde uzak bulunurdu. Korkaklık semtine sokulamamış, vesvese ve tereddütlerle hiç mi hiç tanışmamıştı. Kavim ve kabilesi karşısında nasıl yılgınlık göstermemişse, topyekün dünya ile hesaplaştığı zaman da aynı şekilde polat gibi olmasını bilmişti. Odası, yatağı, elbisesi ve yiyeceği şeyler gâyet sâde ve fakirceydi. Ve O, içinde yaşadığı toplumun herhangi bir ferdi görünümünde idi. Dostluğunda menendi olmayacak kadar sebatkâr ve muhkem, vefasında herkesi minnet altında bırakacak kadar civanmert idi...
O, bunlarla serfiraz ve fazîletliydi. Fazîletli olduğu kadar da gönlü huzur içinde ve mutluydu.
O’nun vicdanı kadar saf ve duru bir vicdana sahip olmak için, fazîletin rükünleri sayılan bu şeylerde, O’nu örnek almak ve rûhumuzun rengini aksettiren bu düşüncelerin, kirlenip bozulmasına meydan vermemek lâzımdır.
Evet, bu türlü yüce hasletlerin hepsine sahip çıkmak, bizi fazîletli kılacak, dolayısıyla da bizlere gerçek mutluluğun kapılarını açacaktır. Aksine, bu vâdîde gösterilecek herhangi bir kusur ise, fazîlet dünyamızda meydana gelmiş bir yırtık, dolayısıyla da saadetimizi bulandıran bir keyfiyet olacaktır. Nasıl ki suyu, saf ve temiz tutmanın tek çâresi, onun içine bir şey atmamak ve bulandırıcı şeylerden uzak bulundurmaktır. Öyle de rûhun huzur ve mutluluğu, bir an olsun onu, fazîletten mahrum bırakmamaya bağlıdır
FETULLAH GÜLEN (www.fgulen.com)
hz.muhammed
12.10.2004 - 19:09Bizimle aynı memeden süt emmeyenler ne yudumlarlarsa yudumlasınlar, biz hemen her zaman hiç kimsenin duyup tatmadığı hazlarla soluklanır, gözlerimizi açıp kapar ve cennetlerdeymişçesine düşündüğümüz, arzu ettiğimiz, istediğimiz, elimizi uzattığımız hemen her şeye ulaşır ve âdeta hep rüyalar âleminde dolaşırdık.. neden olmasın ki, içimizde Sen vardın; zaman, mekân ve bunlara bağlı her şey de bize yârdı.
Ne zaman gönüllerimizde Seninle münasebete geçsek, birden âdî ahvâl ve düşüncelerimizin üstünde Senin âhenkli, hülyalı ve aydınlık dünyan tüllenmeye başlar, his ve heyecanlarımızı şahlandıran o esrarlı hayat sergüzeştin bizi, olduğumuz yerden, Sana vâsıl olacağımız şehraha ulaştırır; o yolla tâ Hak kapısının önüne götürür, bize mekân üstü teşrifat salonlarında Firdevs koltukları gibi minderler serer ve gönüllerimize hülyalara denk güzellikler sunardı. Seninle bulunduğumuz o sırlı zamanlarda, düşünülmesi imkânsız daha neleri hatırlar, ne zevk ve haz fasılları yaşar ve kim bilir her gün kaç kez “Meğer hayat buymuş.” diyerek var olma neş’e ve sevinciyle soluklanırdık. O zamanlar gölgen üzerimizde, biz de varlık ve yokluğun farkında idik! Senin o masmavi ikliminden süzülüp gelen ruh ve mânâ, bizim özümüz ve canımızdı; bizler onunla yaşar, onunla oturur kalkar, onunla her engeli aşar ve onunla ulaşmak istediğimiz zirvelere ulaşır, sonra yürürdük duraksamadan hedeflerin en kutsalına; Hak rızasına ve ona vesile kabul ettiğimiz nâmını yedi cihana duyurmaya.. ipekler gibi yumuşak nefes ve soluklarla zaman zaman hep kuşlar gibi yükseklerde uçarak, meltem olup her şeyi, herkesi okşayarak, zaman zaman da bulutların bağrında yağmurlaşarak; sonra da dört bir yana sağanak sağanak boşalarak her lâhza hayatla çağlardık. “İşte hayat budur.” deyip gönlümüzce yaşadığımız o aydınlık gün ve aydınlık saatlerde güneşimiz Seninle doğar, Seninle batar; gündüzler çehren gibi pırıl pırıl gelir geçer, geceler siyah zülüflerinden bize türküler söyler ve nabızlarımız her zaman kalbinin ritimlerine uygun atardı. Dimağlarımız Seni düşünmekle dinlenir, hafakanlarımız gölgene sığınmakla diner ve böylece hayatın hiç kimseye nasip olmayan tadını ve varlığın bitmeyen zevkli maceralarını hep Seninle duyardık. Senin göklere bağlı hayat sergüzeştinde okurduk imanın yenilmez gücünü, Müslümanlığın kahramanlık olduğunu, doğruluğun paha biçilmez kıymetler ihtiva ettiğini, iffet ve ismetin meleklerinkine denk insan tabiatının bir buudu hâline geldiğini.
FETULLAH GÜLEN (www.fgulen.com)
hz.muhammed
12.10.2004 - 19:07Sen bizim için hem geçmiş hem gelecek hem de hâldin; zaman üstü ve büyüleyen öyle bir duruşun vardı ki, nurunla her vakit içimizde gibiydin.. kendi ışık çağında durur, günümüzü kucaklar, ileriye işaretlerde bulunur ve bütün zamanlara kendini dinletirdin. Sînelerimiz otağındı; gönüllerimizde yaşar, bizi kendin gibi yaşatır, annelerimizin kucaklarından daha sıcak o mübarek atmosferinde bizlere yumuşak yumuşak ninniler söylüyormuşçasına hafakanlarımızı dağıtır ve rahatlatırdın hepimizi. Çok defa mânevî huzurunun câzibesine kendimizi salar ve ışığınla taçlandırdığın çağlarda dolaşır, bir zamanlar milletçe ortaya koymuş olduğumuz tarihî güzellikleri temâşâ eder; yitirdiğimiz ya da terk ettiğimiz değerleri yeniden bulmuş gibi olur, çocuklar gibi sevinir, derken Senden fışkırıp gelen o nazlı ve hülyalı günler, hafızalarımızda bir kez daha çiçekler gibi açar, açar ve milletçe Nur Çağı’nın memelerinden süt emiyor gibi olurduk; olurduk da o küflenmiş, kirlenmiş dünyalarımız yeniden pırıl pırıl bir hâl alır; kırılmış, yırtılmış, şirazeden çıkmış hülyalarımızın parçaları bir araya gelir ve Seninle nuranîleşen zamanlar, yaşadığımız günlerin, saatlerin, dakikaların içine akar ve bize gerçek hayatın rengini, desenini, şivesini fısıldardı.
FETULLAH GÜLEN (www.fgulen.com)
hz.muhammed
12.10.2004 - 19:02Yakın geçmişte Senden kopup ayrılanların çoğu zayi olup gitti. Gidenler kendilerine yazıklar etti. Hepimizin belli ölçüde bir kopukluk yaşadığı muhakkaktı; ne var ki, Senden uzaklaşmalar farklı farklıydı ve kaybetmeler de o çerçevede cereyan ediyordu. Şimdilerde geç de olsa, böyle bir ayrılıktan pişmanlık duyduğumuzu ifade ediyor ve Senin anne kucaklarından daha sıcak bağrına dönmek istiyoruz. Yüzümüz yok, hicap içindeyiz; Hak katındaki nazının geçerliliğine de ümitlerimiz tam. Keşke ne seviyede olursa olsun Senden hiç kopmasaydık; kopmasaydık da, Senden, Senin dünyandan akıp gelen ışıklardan ve ruhlarımıza boşalan mânâlardan hiç mahrum kalmasaydık.. ve Seni o inandırıcı çehrenle içlerimizde hep taptaze ve dipdiri duyabilseydik..! Heyhat! Farkına vararak veya varmayarak bir kere koptuk Senden.. uzaklaştık kendimizden. Değişik kurtuluş yolları, yöntemleri peşinde koşup durduğumuz şu anda keşke bir de yitirdiğimiz şeyleri düşünebilseydik.! Ne gezer; bir kere daha Hârût ve Mârût’un oyununa gelmiş ve bir kere daha Mefisto’ya yenik düşmüştük. Oysaki bizim, Senin gölgenin üzerimizde olduğu ve şeytanlara meydan okuduğumuz günlerimiz, haftalarımız, aylarımız, yıllarımız vardı. Çevre hazanla inlerken günler de geceler de bizde hep bahardı. Yıllarımızı, aylarımızı, günlerimizi çaldılar ve bizi birer zamanzede hâline getirdiler. Şimdilerde oturmuş “Karanlığın son serhaddi, fecrin en sadık emâresidir.” diyor ve bu zifiri karanlıkların yırtılacağı eşref saatleri bekliyoruz.
FETULLAH GÜLEN
hz.muhammed
12.10.2004 - 19:01Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed,
Aylar bize hep Muharrem oldu!
Akşam ne güneşli geceydi;
Eyvah o da leyl-i mâtem oldu!
Allah için ey Nebî-yi Mâsum,
İslâm’ı bırakma böyle bîkes,
Bizleri bırakma böyle mazlum”. (Mehmet Akif)
Bir zamanlar içimizde Sen vardın, varlığın sayesinde her şey büyülü ve her şey çok güzeldi. Belki bazen bir kısım kopuklukların yaşandığı ve davranışların sevimsizleştiği, tavırların kabalaştığı, ses ve solukların hırıltıya dönüştüğü de olurdu; ama, hemen arkasından Senin dünyandan gelen ışık ve esintilerle bütün bu olumsuzluklar silinir gider, düşünce ve his ufkunda sadece Sen ve Senin o rengârenk atmosferin tüllenmeye başlardı. Ufukların kararması, ruhları hafakanların sarması, Senin bütün gönüllerde doğuvermene bir çağrı gibiydi: Ne zaman bunalıma düşsek, gölgen tıpkı bir dolunay gibi gönlümüzün tepelerinde beliriverir ve bütün kasvetleri siler-süpürür, götürürdü. Ne vakit biraz sıkışsak veya kendimize takılsak, içinde bulunduğumuz o muzlim hâl, ışığına bir çağrıymış gibi, birdenbire dört bir yanda Senin o hususî dünyanın sıcaklığı, yatıştırıcılığı duyulmaya başlar ve sonsuzdan gelen nurlar sarardı her yanımızı.. esen rüzgârlar Senin kokunu sürünür gezer, ikliminin varidâtı şelaleler gibi başımızdan aşağı boşalır ve biz ötelerden gelen nurlarla banyo yapmışçasına serinlerdik.
FETULLAH GÜLEN (www.fgulen.com)
fethullah gülen
10.10.2004 - 17:06insanlar adam öldürüyor,katil oluyor da hakkı savunuluyor,başı temiz sonu temiz bir insan....
TEK SUÇU ALLAH I SEVİP SEVDİRMEKSE BUNU TÜRKİYE DE DİĞER TÜM İMAMLAR YAPIYOR
masum kelimeler
10.10.2004 - 16:44kelimelerin masumiyetini biz çaldık. önceden çekimsiz fiilin bir masumiyeti vardı artık onu da kaybettik.
bediüzzaman said nursi
08.10.2004 - 18:40Kur'an ve İrşad Metodu, Kur'an-ı Anlamada Yeni Bir Yaklaşım', Bediüzzaman Said Nusi Uluslararası Sempozyumu, 22-24 Eylül, İstanbul 2001.
sakarya üniversitesi niyazi beki
dost
05.10.2004 - 20:04Dost istersen ALLAH yeter! ! ! ! !
türban
05.10.2004 - 19:52hala hergün üniversite kapısında başımı açıyorum ne için kimin hatası bilmiyorum bilmek istemiyorum ama hal böyleyken özgürlükten bahsedilmesi ağırıma gidiyor.
türban
05.10.2004 - 19:49kızdığım bu tercihim yalnızca beni ilgilendirmeliyken herkesin; ama alakalı alakasız herkesin buna karışması! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
türban
05.10.2004 - 19:46doktora gidiyoruz.doktor bizi tanımaz biz doktoru.Ama ona güveniriz çünkü o bu konuda eğitim almıştır,bize tavsiye ettiği herşeyi eksiksiz yapmaya çalışırız ki sıhhat bulalım.ALLAH bizi en iyi tanıyandır bizi var eden odur.GEÇMİŞİMİZİ DE GELECEĞİMİZİ DE BİLEN ODUR.bizim için en iyiyi de muhakkak o bilir.Beni var eden istediği için.sahip olduğum herşeyi borçlu olduğum istediği için örtülüyüm ve açık olduğumdan çok daha fazla huzurluyum.
dua
29.05.2004 - 17:22kalbimi karartma,kalbimden merhati alma......
sana isyandan,seni nisyandan ebediyete kadar koru....
beni affet sevgine layık olmadığım, bile bile senden kaçtığım her an için..
hep yanımda olduğumu bana unutturma...
sen beni seviyorsun, benim seni sevmeme engel olan herşeyden sana sığınıyorum....
Toplam 34 mesaj bulundu