Zeynep Seda Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Anto ...

  • can yücel

    10.11.2006 - 18:49

    o kadar iyi seçerki kelimeleri şiir içinde bazen şaşıp kalırım gerçek bir şair...

  • ahmet kaya

    10.11.2006 - 18:44

    dinlediğim zaman dayanamayıp ağladığım gerçek sanatçı...

  • 6 mayıs

    05.11.2006 - 16:50

    deniz gezmiş...hüseyin inan...yusuf aslan...üç gencimizin idam edildiği gün...onlar ölümden korkmadı bize yas tutmak düşmez.başın dik olacak insan olmayanlara karşı...

  • kenan evren

    05.11.2006 - 16:45

    ya o darbeyi yaparken merak ediyorum vicdanından bir tel sızlamadımı! ! ! nefret ediyorum kenan evrenden...

  • yılmaz güney

    05.11.2006 - 16:42

    hangi dala elini attıysa alnının akıyla çıkmayı başardı..düşünceleri filmleri şiirleri kitapları hepsi ayrı bir değer...saatlerce gözlerinin içine bakabilleceğim,odamın baş misafiri dört yanda onun resimleri şiirleri var...DÜNYANIN EN GÜZEL ÇİRKİN KRALI.....

  • gemerek

    05.11.2006 - 16:36

    deniz gezmiş'in yolunun tutulduğu yer...

  • halka rağmen halk için

    30.10.2006 - 17:34

    deniz gezmiş nurhakta yakalandığında jandarmalar arabaya bindiriyor ve komutan denize niçin bu yola çıktın diyor deniz halkım için diyor komutan arkasına dönüyor ve hangi halk şu arkandaki seni bize teslim eden halkmı diyor deniz ise olsun herşeye rağmen arkamdalar ya diyor ve araba gitmeye devam ediyor...

  • ağlarken gülebilmek

    30.10.2006 - 17:11

    sevdiklerinden bir gece yarısı ayrılıyorsan ve üzülmemesini istiyorsan karşındakinin o karanlıkta gözlerinden süzülürken yaşlar sen onu teselli edersin gülerek...biraz uzağında kalırsın dokunmasın yüzüne bilmesin ağladığını...sen ağlarsın...o üzülür...fakat bir maske vardır işte belli etmezsin....
    hiç bunları yaşayan oldumu bilmiyorum ama veda budur işte...

  • deniz gezmiş

    08.10.2006 - 09:58

    bu bölüme yazı yazılabilmesi için çok uğraştım...
    deniz gezmiş ölüm anında bile düşüncesinden ödün vermemiş birisidir.

  • ernesto che guevara

    01.10.2006 - 12:40

    seviyorum ben che'yi ya...hayatımın akışında bana yardımcı olan güzel insan kim ne derse desin.küba'ya yaptıkların unutulmaz...

  • dar ağacında üç fidan

    30.09.2006 - 13:35

    okurken ağlamıştım ve etkisinden kolay kurtulamadım hala aklıma gelince içim bir tuhaf oluyor hele o son mektuplar...

  • mustafa kemal atatürk

    30.09.2006 - 09:05

    Merhaba;
    Yer Türkiye.Yıl 1938 10 Kasım saat 9:05 Mustafa Kemal Atatürk ölüyor...
    Aradan onlarca yıl geçiyor.Yıl 2006 Atatürk tekrar dünyaya geliyor doğru meclise gidiyor memleket nasıl yönetiliyor görmek için.Meclis kapısında Cumhurbaşkanı, Başbakan,Bakanlar,Vekiller karşılıyorlar.Salonda en öne oturtuyorlar ve ogünkü ülke sorunları tartışılıyor.Oturum bitiyor.Atatürk'ü meclis lokantasına götürüyorlar... yemekten sonra otele götürüp yatırıyorlar...ertesi sabah otelden almaya gidiyorlar... Atatürk'ün odası bomboş ve masanın üzerinde bir kağıda yazılmış şu sözler var...'Efendiler ben İstanbul'a gidiyorum.Oradan bir vapura binip tekrar Samsun'a çıkacağım; ÇÜNKÜ BU ÜLKENİN BİR KURTULUŞ SAVAŞINA DAHA İHTİYACI VAR! '

    İLYAS SALMAN

    (Atatürk'ü çok seviyorum ve bazen şunu düşünüyorum ya İlyas Salman'ın söyledikleri gerçek olsaydı...)

  • altıncı filo

    29.09.2006 - 19:50

    altıncı filonun türkiyeye geldiği gün onları protesto eden insanlar arasında bulunmak isterdim.

  • milka

    22.09.2006 - 16:17

    ırak savaşına destek veren marka...asla yemiyorum.

  • 12 eylül

    12.09.2006 - 16:52

    bugün 12 eylül ve ben kınıyorum! ! !

  • denizi anlamak

    30.08.2006 - 12:21

    denizi anlamak ona yasak koymamaktır denizi anlamak ölümünden 33 yıl sonra bile düşüncelerinden korkmamaktır ve ne yazıkki gördüğüm kadarıyla anlamayan insanlar var çok yazık.

  • deniz

    30.08.2006 - 11:21

    Bundan 33 yıl önce, Türkiye'nin en seçkin beyinlerinden üçünü astık.
    33 yıl önce, bu ülkeye hizmet için ne yapacağını bilemeyen en yetişmiş 3 genci, ortadan kaldırdık.
    12 Mart 1971'de gelen askeri cunta; gençleri asarak Türkiye'yi kurtaracağını sanıyordu.
    Parlamento'daki Adalet Partisi; kendilerini iktidardan deviren cuntanın dümen suyuna girmişti.
    İdamların onanması Meclis'e geldiğinde; AP'liler, 'Üçe üç! ' anlamında parmak kaldırıyorlardı.
    Güya Demokrat Parti'nin intikamını alıyorlardı. Demokrat Parti'nin Başbakanı Adnan Menderes ile iki bakanı 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Yassıada'da yargılanmışlar, asılmışlardı.
    Şimdi, o çizgidekiler üç genci astırarak yüreklerini rahatlatıyorlardı.
    Halbuki Menderes de darbeden gitmişti; Deniz'ler de darbeden gidiyordu.
    İdam istedi Savcı Baki Tuğ; idam dedi Hakim Ali Elverdi...

    Ne istiyordu Denizler?
    Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan...
    Yürekleri Türkiye için; halk için çarpan üç genç insan...
    Üniversiteli...
    Zeki...
    Yiğit...
    Halkı için canını vermeye bile hazır...
    Onlar; İstanbul'a gelen Amerikan 6. Filosu'nu protesto etmişlerdi. Çünkü; Kuva-yı Milliyeci idiler. Mustafa Kemal'in tam bağımsız Türkiye sloganı, Deniz'lerin hayat iksiri idi. Dünyanın ilk ulusal kurtuluş savaşını vermiş bir milletin çocukları olmakla iftihar ediyorlardı. Türkiye'nin ABD emperyalizminin boyunduruğuna girmesine karşı direniyorlardı.
    Bu ulusal kurtuluşçu gençler sadece ABD emperyalizmine değil her türlü emperyalizme karşı idiler. Kurtuluş Savaşı, onlar için meşale idi. Törenlerinde Kurtuluş Savaşı şehitleri için saygı duruşunda bulunuyorlar ama toplumcu bir Türkiye de istiyorlardı. Ezilenlerin yanında olmak; Deniz'lerin temel duyarlığını oluşturuyordu.
    1968'de dedikleri şu idi: Gücümüzü Mustafa Kemal önderliğinde emperyalizme başkaldıran Türkiye halkından alıyoruz.

    Zaman onları haklı çıkardı
    Deniz Gezmiş'lerin yaşamını inceleyin, söylediklerine bakın, amaçlarını sorgulayın... Göreceksiniz onlar kendileri için hiçbir şey istemeyen; halk için canlarını vermeye hazır olağanüstü büyük kişiliklerdi. Tek istekleri vardı: Türkiye, bağımsız olsun; halk daha mutlu yaşasın...
    Bunun için de ABD emperyalizminin dayatmalarına, oyunlarına karşı çıkıyorlardı.
    Şimdi bir de bugüne bakın.
    Türkiye'nin eli kolu bağlanmış; IMF üzerinden ABD'ye köle haline getirilmiş.
    Siyasal alanda ipi AB'ye kaptırmış.
    Dünyada saygınlığı hızla azalan bir ülke... Yolsuzluklar; ilkellikler, yoksulluklar ülkesi...
    Eğer Deniz'lerin dedikleri olsaydı; Türkiye bugün; başı dik, karnı tok, sırtı pek insanların ülkesi olacaktı.
    Denizleri asanlar; aslında halkımızın geleceğini astılar.
    Denizler için verilen idam kararı; bağımsız ve onurlu Türkiye'nin idam kararı oldu.
    Sevgili Deniz, sevgili Yusuf, sevgili Hüseyin...
    Ve bunları kurtarabilme adına çılgınlıklar yapan sevgili Mahir ve arkadaşları...
    Biliyorum, bizi izliyorsunuz... Ve görüyorsunuz ki yalnız değilsiniz.
    rıza zelyut

  • deniz

    30.08.2006 - 11:19

    DENİZ GEZMİŞ
    Deniz 'lerimiz dalgalı, coşkuluydu... Aşkın ve devrimin Deniz'leri.. Mayıs gelincikleri gibi. Alı al'dı... Hayat dolu. Hayata gülen, yüzü güneşe dönük, yaşam sevinciyle ışıl ışıldılar.

    Mayıs'ı bitirmeden koparıldılar... Hürriyet ve Adalet gülleriydi. Yüzüm güneşe dönük, mezarlıklar yok. İşim, ben halkımın Özgürlük ve Adalet türküsüyüm, kolay kolay ölmem ben derlerdi.
    Ölmediler...
    Aşık ve isyankar'ın dudaklarında hala gülümsüyorlar... Ben ilk onların asılmasından sonra gecelemiştim polis karakolunda.
    Polis ve Adalet mekanizmasıyla ilk tanışmamdı.
    Hakim Alirıza Aslan Bey, azarlayıp Lise'ye göndermişti beni... O zamanlar hakimler pek dinlemezdi polis abilerin kanaatini... Hakim'lere sevgim saygım da böyle başlamıştı... Yüreğime isyan ateşinin düştüğü ilk yıllardı... Ve her Mayıs'ta isyan ve aşk ateşini yenilemeye çalıştım. Mayıs'lar benim diklenme aylarım oldu... Ve her Mayıs'ta yeniden doğarım.. Üç Mayıs hariç, bütün `1 MAYIS'larda emekçilerin yanında olmaya çalıştım. Her 1 Mayıs'ta yeniden kayıt yeniledim. Her yasak'a karşı durmakla görevli saydım kendimi... Karınca kararınca bu yolun yol'cusu oldum. Bir Altı Mayıs'ta düştüm aşka... 19 Mayıs'ta doğurmuş anam beni... Özgürlük ve aşkın çocuğuyum. Anamın ilk'iyim... Sülalemin ilk özgürlük bekçisi.. Yol'umdan dolayı kınayanlar da oldu, Yol'uma katılanlar da... Mutlu da oldum mutsuz da... Ölsem de gam yemem, yeter ki Mayıs'ta buluşayım toprakla... Börtü böcekle Mayıs'ta haşır-neşir olmak isterim...
    Mayıs böceği, çiçeği olarak dönmek isterim aranıza... Tadına doyamadım Mayıs'ların... Yasak delmenin zevkini tattım... Ey özgürlük, ey aşk al beni kollarına... Saçlarınla gece yap, gündüzlerime. Gözlerini, nemli, buğulu dolu dolu gözlerini ufkuma ger... Terini terime kat...
    “Daya gövdeni gövdeme, gövdem gövdene CAN olsun...' Yeniden yarat tutku'larımı... Aşkım'ı tutkuya çevir... O tutku'nun esiri et beni... Ey özgürlük ey aşk yeniden, yeniden tanıştır beni ölümle... Yeniden yaşama sevinci kat... Ölümlerde dirilmeyi, yaşamayı, savaşmayı öğret... Kurumasın mayıslarım. Islak mayıs akşamları gel bana... Fuzuli''nin dediği gibi: “El çek ilacımdan tabip, kılma derman/ Kim helalim zehri dermanındandır' dedirt bana. Aşkı ve acıyı kardeşleştir. İkisinden de ne ayrı koy, ne eksilt. Senin acıların bana mey oldu... Beni meysiz bırakma ey aşk... Çağır beni, gel de, öl de... Geleyim gelincik'ler gibi... Öleyim özgürlük türküleri gibi... Yine bir 29 Mayıs'ta vurmuşlardı, beni... Arkadaşlarım nöbet tutmuştu başımda.. Sırası değil diye ölmemiştim. Özgürlük ve eşitlik savaşçıları ölmemeliydi. Deniz'ler idam sehpasına giderken özgürlük savaşçıları olarak yeniden doğmuşlardı. Bunu köhne zihniyetler anlayamaz. Onlar asılırken, binlerce çocuğa can verdiler... Milyonlarca emekçinin, mazlumun dünya uluslarının bayrağı haline geldiler.. Onlara acınır mı? .. Olsa olsa kıskanılır... Onlar özgürlük ve eşitlik kavgasının teri, teni, bayrağı oldular...
    Ellerini uzatarak CHE ile buluştular.
    Köhne düzenin, köhne bekçilerinin yüreğine korku saldılar...
    Kıskanıyorum seni DENİZ! Sen 24 yaşında kaldın... Ben ihtiyarlıyorum. Ben ufak ufak ölüyorum, sen dipdiri taze bir gelincik gibi yaşıyorsun... Kıskanıyorum seni DENİZ, kıskanıyorum seni... Yapıştın kaldın gencecik dudaklara... Özgürlük oldun, AŞK oldun. 6``Aşkolsun sana çocuk aşkolsun.
    gürbüz çapan

  • deniz

    30.08.2006 - 11:16

    mare nostrum
    en uzun koşuysa elbet
    türkiye'de de devrim
    o, onun en güzel yüz metresini koştu
    en sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
    en hızlısıydı hepimizin,
    en önce göğüsledi ipi...
    acıyorsam sana anam avradım olsun
    ama aşk olsun sana çocuk,
    aşk olsun
    can dündar(deniz gezmiş için yazdığı şiir)

  • deniz

    26.08.2006 - 11:38

    Deniz Gezmiş'lere

    Kokusunu arıyoruz hücrelerde
    Deniz Gezmiş’lerin Mahir Çayan’ların
    Ruhları dolsun gönüllere gelecek neslin
    Selamlar gönderiyor Aziz Nesin
    Aydınlığa doğsun her daim otuzyedi sivas kurbanı
    Susmasın Uğur Mumcular,
    Sesleriyle ürkütmeli yolunda aslanlar
    Bir karış toprağına ölmektir istiklâl
    Bayrağıma vurdurmaz zinciri Ata’mın gençliği.
    Getirselerde son karış toprağıma cent’i
    Global/leş/mekte silemez yüreğimizden vatan sevgimizi.

    Miyase Çavuşoğlu

  • deniz

    26.08.2006 - 11:32

    Haşarı Delikanlı
    Sen ey aşktan hüküm giyen haşarı delikanlı
    Bir 6 Mayıs sabahı
    yüreğindeki sevdayı ölümün suratına haykırıp
    Arkada bir tarih bırakarak çekip giderken
    sevdalı ölümünü gören
    bir güvercin çırpındı telaşla
    çığlık çığlığa çırpınarak ve havalandı
    Güller kanadı (1)
    gökyüzüne kan bulaştı, büsbütün kuşlar ağladı

    'Bir gülün çevresi dikendir, hardır
    Bülbül gülün elinden ahuzardır
    Ne de olsa kışın sonu bahardır
    Bu da gelir, bu da geçer ağlama.' (2)

    Sen ey aşktan ölüme bir tarih yazarak bir sabah vakti
    Deniz'e lirik bir şiir gibi asılan haşarı delikanlı
    sen çırpınırken darağacında
    gökyüzüne telaşla çırpınan güvercin
    senin türkünü yaydı kanayarak
    ne de olsa kışın sonu bahardır
    o baharın da sahibi vardır
    o baharda aşkın tarinini yeniden yazacağız
    biz kuşlara söz verdik
    haşarı delikanlı.

    ----------
    (1) -Deniz asılırken yaşanan gerçek bir olaydır. Hapishane bahçesi kasuetli
    bir sessizlik içerisindedir. Deniz'in ayaklarının altındaki tabure tekmelendiğinde,
    Deniz'in o iri bedeni boşluğa küt diye düşer. İşte bu esnada, o ağır sessizlikte,
    bu sesten ürken bir güvercin telaşla kanat çırparak havalanır.
    Deniz'in avukatları bu olayı böyle naklederler.
    (2) Deniz Gezmiş'in çok sevdiği ve sık sık söylediği türkü.


    mahmut ayaz

  • deniz

    26.08.2006 - 11:23

    'Bir zifir karanlıkta düştüm yola Vurdum yolumu dağlara Can görirem, cin görirem, korkmirem Kükremiş aslan görirem, korkmirem Bir yobaz insan görirem, korkirem Onun bana can alıcı fikirlerinden Can alıcı zikirlerinden, korkirem balam, korkirem.'

    Kim bilir kaçıncı kez söylüyordu anam bu Erzurum deyişini. Kaçıncı kez gözyaşlarıyla sulamıştı 'korkirem'i üstüne basa basa. Ben yirmi yaş çığlıklarıyla eşlik ederken kendisine, kaçıncı kez öpmüştü ıslak dudaklarıyla kaşlarımın arasını; Bu Deniz için, Bu Yusuf için, bu da Hüseyin için diye diye.

    O gece, 6 Mayıs gecesi, bana öyle zor gelmişti ki güneşin mor dağlara doğuşunu karşılamak. Bir gün önce hücre de de olsalar doğmuştu o güneş Deniz, Yusuf, Hüseyin için. Ama o sabah. O sabah doğmasa da olurdu. Ağladım mı, anımsamıyorum. Ancak, biliyordum yıllar sonra onların yoldaşlarınca kavgamızda yaşatılacağını.

    Tam yirmi altı yıl önce tanımıştım Deniz'i. Lise son sınıftaydım. askeri lise. kanımızın kızıl şafaklara akacağı günlerin coşkusuyla koşmuştuk İTÜ'deki seminere. Koca anfi ağzına kadar hınca hınç doluydu. Biz üzerimize geçirdiğimiz iğreti sivil giysilerle bir köşeye sıkışmıştık. Şu an kim olduğunu anımsamadığım konuşmacı THKO'nun hakıl eylemlerinin hangi temeller üzerine oturduğunu anlatıyordu. Koca anfide 'çıt' yoktu. Neden sonra bir kıpırdanma başladı. Başta konuşmacı olmak üzere herkes bakışlarını kapıdan yana çevirmişti. Ne olduğunu anlamaya çalışırken damarlarımda yangınlar başlatan haykırışı duydum.

    -Deniz geldi! .. Deniz geldi! ..

    Kapının önünde bir kaynaşmadır başladı. Kısacık boyuma aldırmadan ben de onu görmek için zıplayabildiğim kadar zıplamaya çalışıyordum. Evet, tarihi yazan önderlerden birisini yakından görme fırsatını iyi değerlendirmeliydim. Deniz'I mutlaka görmeliydim, bu fırsat bir daha eli geçmezdi. Hatta, bir yolunu bulup konuşmalıydım onunla. Ne ki, konuşmak şöyle dursun yanına bile yaklaşamadım. O, esmer gülüşünü yakama takarak uzaktan bir göründü. o kadar.

    Kim derdi ki, aradanyıllar geçecek ve o esmer gülüşlü çocuğun emaneti onurum olacak.

    Yine bir 6 Mayıs gecesi.

    Emanetlerini yarınlara onurla taşıyacağımdan kuşku duymaması için feri sönmüş gözlerini öptüm anamın. Yürümeyi neredeyse unutan anam, sanki o yılları yeniden yaşıyormuşcasına heyecanlı, elleri titreyerek tahta çeyiz sandığını açtı. Ortalığa yayılan naftalin kokusuna aldırmadan özenle çıkardı içindekileri. sendığın en altından işlemeli bir bohça aldı. Bir kutsal kitabı öpercesine öptü önce, ardından özenle kıvırdığı köşelerini yine özenle araladı. Sararmış gazete küpürlerinin arasına sıkıştırdığı üç kuru karanfil çıkardı masanın üzerine. Bana:

    - Bunları hatırladın mı? dedi.

    Nereden anımsayabilirdim ki o karanfilleri? .. Sustum. Ama anam susmadı:

    - Bunları o sabah sen getirmiştin bana. 'Anam' demiştin, 'bak, işte, o üç oğlun burada, yanında, ellerni öpmeye geldiler.' Onlar ellerimi hiç öpemediler ama, ben hep öptüm bu karanfilleri. Buna Deniz dedim; Buna Yusuf, buna da Hüseyin.

    Sesinin titremesi ellerinin titremesine karışmıştı yorgun bir dağı andıran anamın. kara, kuru elleri, patlak yeşil damarlarının seğrimesine aldırmadan devindi yeni baştan. Gazete küpürlerini teker teker kat yerlerinden açtı. Masanın üzerinde hüzünlü bir tarih göz kırpıyordu yanıbaşımdaki kızımın körpecik yüreğine. Gözleri sulanan anamı köşediki divana oturttum. Gazete küpürlürini gözden geçirmek için masaya geldiğim zana kızımın:

    - Bu gazeteler benden yaşlı, dediğini duydum.

    Yıllar gazete küpürlerini sarartmıştı belki. Yaraları kabuk bağlamıştı kimilerinin. Kimileri o yaralara tuz basıp yenilerini eklemişti yanıbaşına. Kimileri de! ..

    Şimdi sayılamayacak denli çoğaldı yaralarım. Her mayıs kanlı şimdi. Sırtına vurduğu torbasından sızıyor döktüğü kanlar lacivert rüzgârın ve lokmalarına bulaşıyor, salyalarına bulaşıyor, kahkahaları boğuyor Tiran'ı.

    Bilincinize, yüreğinize, özünüze işlediğiniz ışıkla, yeni bir zaman yaratmak, yeni bir yaşam, yeni bir sevda için çıkmıştınız yola. Kimi zaman dayanılmaz; çarpıcı yaşam gerçeklerini içinize vururken; bu kutsal ateşin gereği en güzel, en soylu duyguları kökeninden kucaklayan yaşama sığmayan bir kuramdı peşinden koştuğunuz. Bir nedeni vardır elbit her yürek depreminin. Dolsun öyleyse belleklere güneş kokulu sevda, diyerek yüreklerinizi yüreğime mühürledim. İşte, bu yüzden Deniz'in Emniyet sarayında kendisini merakla seyreden polislere söylediği şu sözlerini tırnaklarımla kazıdım bulutlara:

    - BAKIN, GÖRÜN BENİ, DAHA EVVEL HİÇ GÖRMEMİŞ MİYDİNİZ? BENİM SİZ POLİSLERDEN DAHA ALACAKLARIM VAR.'

    İşte bu yüzden:

    'Haram olsun gerille yüreğimi alıp elime mavzerlerime sürüp yağlı kurşunları ölüp dirilip binlerce kez öpmezsem alnını ölümün haram olsun on sekiz yaş gençliğime'

    dizeleriyle haykırdım şiirlerimde.

    İşte bu yüzden, her 6 Mayıs sabahı bir kez daha bileyliyorum öfkeli yüreğimi.

    hasan metin

  • deniz

    25.08.2006 - 18:58

    6 Mayıs:
    Ulusal Sol’un
    idam edildiği gün

    Deniz, bağımsızlık mücadelesinde
    ne ilk ne de son nefer

    6 Mayıs 1972 Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam edildiği tarihtir. Bu tarih aslında kökleri 1919’da Mustafa Kemal’in başlattığı Kuvayı Milliye mücadelesinde olan ve 1968’lerde doruk noktasına ulaşan Ulusal Sol mücadelenin en büyük yarayı aldığı tarihtir. Çünkü emperyalizm bir taşla iki kuş vurmuş, hem sol hareketi lidersiz bırakmış, hem de solu Kuvayı Milliyeci kimliğinden arındırarak tarihsiz ve köksüz bırakmıştır. 70’lerden 80’lere giden süreçte Türk Ordusu’nun içine sızdırdığı Amerikancı generalleri, devrimci gençliğin ve halk hareketinin karşısına çıkarmış, bağımsızlık mücadelesinin olmazsa olmazı ordu-millet-gençlik ittifakını dağıtmıştır. Kuvayı Milliye anlayışını tasfiye etmiş, Batıya sağıyla soluyla bağlı parlamenter sistemi adım adım kurumsallaştırmıştır. Sol bu noktada oyuna gelmiş, bir tarafı parlamenter sisteme eklemlenmiş, bir tarafı marjinalleşmiştir. Ulusal Kurtuluş ideolojisi ise ancak Denizlerin idamından 30 yıl sonra Mustafa Kemal’den ve Denizler’den güç alınarak Atatürkçü gençlik hareketinin yeniden filizlenmesiyle yaratılabilecek, Ulusal Sol’un temsilcisi TÜRKSOLU Gazetesi’nin yeniden çıkmasıyla halk içinde bir kuvvet haline gelebilecektir.

    Bugün Deniz’le ilgili yapılan değerlendirmelere baktığımızda, O’nun temsil ettiği değerlerden ve mücadelesinden soyutlandığını görmekteyiz. Bir takım halk ve sol düşmanı anlayış Deniz Gezmiş’i zaten terörist ve marjinal olarak göstermektedir. Marjinal sol ise Deniz’i sahiplenmeye kalkmaktadır ki, Deniz’e en büyük ihaneti bu kesim yapmaktadır. Öyle ki Deniz’in posterleri açıkça ABD emperyalizminin uşaklığını yapan bölücü örgütün eylemlerinde bile taşınabilmektedir. Kısa yaşamını emperyalizmle ve onun içerdeki uzantılarıyla mücadeleye adamış biri için yapılacak en büyük ihanet budur. Deniz gibi düşünmeyenlerin Deniz’i sahiplenmesi, bugün Erbakanların Tayiplerin ya da Batıcıların “Atatürkçü” olması gibi bir şeydir. Atatürk düşmanlarının Atatürk’ü sahiplenerek, Atürkçülüğü halktan koparmak için verdikleri savaşımın aynısı bugün bölücüler tarafından Deniz Gezmiş için yapılmaktadır.

    Oysa, Deniz Gezmiş’i anlamak için O’nun yaşadığı çağı ve O’nu yaratan koşulları iyi anlamak gerekmektedir. Deniz Gezmiş’i yaratan aslında emperyalizmin ta kendisidir. Emperyalizm ulusları yok etmeye çalışırken hep karşısında Atatürk’leri, Deniz’leri, Che’leri bulmuştur. Bu yüzden Deniz, bağımsızlık ve devrim mücadelesinin ne ilk ne de son neferidir. Deniz, emperyalizme bağımlı sömürge bir ülkede bağımsızlık ülküsüyle kendinden önceki geleneği sahiplenen, tarihin O’na yüklediği görevi Mustafa Kemal’den devralan bir liderdir. Kendi ifadesiyle bu ülkenin İkinci Kurtuluş Savaşçısı’dır. Deniz’e göre; “Üniversite öğrenimi yapmak Anayasa’nın verdiği bir haktır. Öğrenci olarak devrimci mücadeleye katılmak ise Mustafa Kemal’in gençliğe yüklediği bir görevdir.”

    Deniz’in yaşadığı yıllar Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye’nin yeniden emperyalizmin sömürgeci saldırısına uğradığı yıllardır. Deniz Gezmiş, Türkiye’nin içinde bulunduğu dönemi Devrim Gazetesi’ne verdiği röportaj’da şöyle tahlil etmektedir: “Türkiye ilk Kurtuluş Savaşı’ndan 50 yıl sonra tekrar yarı-sömürge durumundadır. Ve Kemalist bir Cumhuriyetin başına anti-Kemalist politikacılar geçmiştir. Politikacı, anti-Kemalist karşı devrim hareketine yeşil ışık yakmaktadır. Bu koşullarda gençlik, emperyalizme ve anti-Kemalist gidişe karşı verilen savaşta somut olarak ön safta bulunmaktadır. Kemalist Devrim tamamlanacak ve onun emperyalizmle çelişen bütün milli sınıf ve tabakalara mal edilmesi sağlanacaktır.”

    Bugün Türkiye, Deniz’in tarif ettiğinden farklı bir durumda değildir. Maalesef, Denizlerin mücadelesinin boğulduğu oranda Türkiye daha da geriye gitmiştir. Denizlerin mücadele ettiği gerici düzen aynı tip politikacılarla devam etmektedir. Üstelik Türkiye 60’lı yıllardan daha fazla emperyalizme bağımlı durumdadır. Türkiye, ABD ve AB emperyalizmi tarafından tam bir kuşatma altına almış durumdadır.

    Ancak aradan geçen yıllar, Denizleri unutturmak yerine daha da hatırlanır kılmıştır. Çünkü aradan geçen yıllarda Türkiye’nin emperyalizme bağlı yapısı daha da derinleşmiş, bu durum bağımsız, onurlu ve başı dik bir Türkiye özlemini daha da arttırmıştır. Bugün Deniz’in adı, kişiliği, yaşamı, tüm devrimci gençlerin mücadelesine bayrak olmakta, her Türk genci Deniz Gezmiş’i okuyarak devrimci olmaktadır. Bugün her bir Türk gencinin yüreğinde bir Deniz yatmaktadır. Deniz Gezmiş adı, her geçen gün O’nu marjinalleştirmek isteyenlere inat efsaneleşmektedir.

    Deniz Gezmiş Kemalisttir

    Deniz Gezmiş marjinal değil Atatürkçüdür. Marjinal olan halkın değil, Batının iradesine dayanan düzen ve düzenin savunucularıdır. İdamından önce babasına yazdığı mektupta babasına O’nu Kemalist düşünceyle yetiştirdiği için teşekkür etmektedir: “Küçüklüğümden beri evde devamlı Kurtuluş Savaşı anılarıyla büyüdüm. Ve o zamandan beri yabancılardan nefret ettim. Baba biz Türkiye’nin ikinci kurtuluş savaşçılarıyız. Elbetteki hapislere atılacağız, kurşunlanacağız da. Tıpkı Birinci Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi. Ama bu toprakları yabancılara bırakmayacağız. Ve bir gün yeneceğiz onları…”

    İşte Deniz Gezmiş için Atatürkçülük her şeyden evvel bir aile terbiyesidir ve atalarından aldığı bu terbiye milletinin ABD emperyalizminin kölesi olmasını kabul etmemektedir. 68 gençlik mücadelesine karakterini veren de işte bu ulusal kurtuluşçu kimliktir. Bu kimlik 1968’de solun Türkiye tarihinde halkla bağları en kuvvetli olan dönemini yaşatmış, sol en kitlesel öğrenci, işçi ve köylü eylemlerini bu dönemde gerçekleştirmiştir. Denizler gençliğin mücadelesini “Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal yürüyüşleri” ile üniversite dışına taşımış, halkın sevgisini ve saygısını kazanmışlardır. Milletin değerleriyle buluştukları için solu kitleselleştirmişlerdir.

    Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal yürüyüşü düzenleyen Deniz ve arkadaşlarının halka çağrısı şöyledir: “Büyük Türk Milleti! Atatürk için toplanalım! Mustafa Kemal’in Milli Kurtuluş idealini yaşatmak için, Mustafa Kemal Devrimi’ne saldıran karanlık güçlere dur demek için, milletçe yabancı uşaklığına düşmekten kurtulmak için, tam bağımsız, gerçekten demokratik Türkiye için, Gazi Mustafa Kemal’in Milli Kurtuluşçu saflarında toplanalım…”

    Yine, Denizlerin 69’da faşistlerin silahlı saldırısından sonra tutuklanmasının ardından Devrimci Öğrenci Birliği’nin dağıttığı “Gerçek Milliyetçi Öğrenciler” başlıklı bildiri şöyledir: “Deniz Gezmiş haksız yere tutuklanmıştır. Çünkü, son üniversite olaylarında savunma durumunda olan devrimci, gerçek milliyetçi öğrencilerden sekiz kişi sanık olarak adliyeye verildiği halde, saldırganlardan eli tabancalı, beli bıçaklı hiç kimse yoktur. Biz Mustafa Kemal gençliği olarak Amerikan emperyalizmini ve onların çömezlerini Türkiye’den atıncaya kadar savaşa devam edeceğiz. Bu uğurda tevkif değil, hepimiz öleceğiz.”

    Görüldüğü gibi 68 gençliği bugünkü “sol” un aksine kendisini milliyetçi olarak tanımlamaktan, “Türk” kelimesini kullanmaktan çekinmemektedir. Aksine dağıttıkları her bildiri “Türk gençliği” ifadesiyle başlamakta, çıkardıkları gazetenin adına gururla “Türksolu” demektedirler. 68’de sol damarlarına kadar Türktür, Atatürkçü’dür.

    Deniz Gezmiş Üçüncü Dünyacıdır

    Deniz Gezmiş’in mücadelesi yalnızca Türkiye’nin bağımsızlığıyla sınırlı değildir. Deniz’in yaşadığı yıllar dünya çapında mazlum ulusların emperyalizme karşı Ulusal Kurtuluş mücadelesi verdiği bir çağdır. Afrika’da, Ortadoğu’da, Latin Amerika’da, Asya’da ezilen uluslar ABD emperyalizmine karşı savaşmakta, bu savaşlar tüm ezilenlerin ve dolayısıyla Türk milletinin mücadelesini keskinleştirmektedir.

    Ancak Cezayir’de, Hindistan’da kurtuluş için savaşanlar Atatürk’ün fotoğrafların göğüslerinde taşırlarken, Türkiye’de Atatürkçülükten hızlı bir dönüş yaşanmaktadır. Deniz için ilk çözülmesi gereken çelişki budur ancak, ezilenlerin mücadelesine kayıtsız kalamamaktadır. Atatürk Türkiyesi’nin bu uluslara el uzatması gerekmektedir.

    Türkiye ise farklı bir rotadadır ve bu mücadelelerin karşısında yer almaktadır. Deniz, bunun için Filistin’e gitmiştir. Yanında Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Arapça yazılı kimliğini taşımıştır. Che’yi hep örnek almış, Che gibi emperyalizme karşı vuruşarak ölmeyi istemiştir. Deniz, mücadelenin emperyalizmle ezilen uluslar arası bir mücadele olduğunu kavramış ve Ulusal Kurtuluşçu bir ideolojinin dünya çapında savunucusu olmuştur.

    Ho Chi Minh’in ölümü üzerine SBF’de yaptığı konuşma, mazlum dünyanın bir mensubu olan bir Türk çocuğunun ezilenlerin mücadelesini nasıl yürekten hissettiğini ortaya koyar niteliktedir: “Amerikan emperyalizmine karşı yedi iklim, dört cephede mücadele ettiğimiz, Bolivya’da, Venezüella’da, Angola’da, Vietnam’da kahramanca ölmesini bildiğimiz bu günlerde Ho Chi Minh arkadaşı kaybettik. O’nun Amerikan emperyalizmine karşı verdiği kavgada, kararlı, azimli tutumu zor günlerimizde bize yol gösterecek ve Vietnam halkının milli demokratik devrim mücadelesinde inançlı adımları oportünizme karşı mücadelemizde bizlere örnek olacaktır. Merhaba Ernesto gibi ölenlere, Merhaba Camillo gibi ölenlere, Merhaba Ho Chi Minh’lere, yuh olsun emperyalizme.”

    Mücadeleyi günümüze taşımak

    Devrimci gençlik ne için mücadele ettiğini şöyle ortaya koyuyordu: Türkiye’nin kalkınması ve halkın kurtuluşu, Amerikan emperyalizminin yurttan atılmasına bağlıdır. Bunun için sorun Amerikan emperyalizmini kovmak için mücadeledir. Amerikan emperyalizmi gayrı millidir. Ona ortaklık edenler ulusa ihanet etmiştir. Emperyalizme karşı mücadele suç değildir. Gayrı milli olan emperyalizm ve ortaklarının sömürüsü anayasaya aykırıdır. Denizler doğru tespitlerle yola çıkmışlar ve mücadelelerini Kuvayı Milliye’ye dayandırmışlardır. Deniz gayrı milli unsurları şöyle değerlendiriyordu: “Çağımızda sermayenin vatanı yoktur. Sermayedarın vatanı, parası nerede çok kâr getiriyorsa orasıdır. İşte bu yüzden yurdumuzu Amerika’ya peşkeş çeken bir avuç hainin kârı ve teminatı Amerikan Dolarlarına bağlı olduğu için, onların asıl vatanı Amerika’dır, Avrupa’dır”.

    Deniz emperyalizme ve sermayeye karşı ise tüm halk güçlerini vatan savunmasında dayandığı kuvvetler olarak koymaktadır. Bu kuvvetler içinde emperyalizmle hiçbir bağı olmayan halkın yanına 27 Mayıs’ı yapan güçler yer almaktadır. Denizler, gençliğin parlamenter düzenden ve siyasal partilerden uzak durarak, Kuvayı Milliye’nin bir bileşeni olması gerektiğini savunmaktadırlar. Ancak bir süre sonra bu fikir gençlerin öncü kadrolar olarak algılanmasına kadar varmıştır. Diğer taraftan Kuvayı Milliye’ye dayanan mücadele, Latin Amerika ülkelerinin mücadele pratiklerine uyarlanmaya başlayınca ülkenin tarihsel gerçeklerinden kopulmuştur. Silahlı mücadele tarzı ile birlikte, Kuvayı Milliye’nin bileşenleri olan halk-ordu-gençlik arasındaki bağlar kopmuştur. Bu da düşmanlara, devrimci hareketi boğma fırsatını doğurmuştur.

    Ancak burada belirtilmesi gereken Denizlerin mücadelelerinin yanlışlığından değil, Türkiye’nin bağımsızlığını savunmaları ve bu yolun ancak devrimci mücadeleyle başarılabileceğini düşünmüş ve düşüncelerini eylemleriyle hayata geçirmiş olmalarından dolayı ortadan kaldırıldıklarıdır. Bu noktada onları terörist eylem tarzıyla suçlamak sapkınlıktır, ihanettir. Denizlerin dayandıkları Ulusal Kurtuluşçu ideoloji emperyalizmi korkutmaya yetmiş ve Türkiye’nin bağımsızlığından başka hiçbir şey istemeyen bir kuşağın liderleri katledilmiştir. Bu yüzdendir ki bugün Türkiye, topraklarının bile tartışmaya açıldığı günleri yaşamakta, ABD ve AB tarafından kuşatmaya alınabilmektedir. 6. Filo’yu denize döken gerçek milliyetçi anlayış yok edildiği, 6. Filo’nun karşısında namaz kılan anlayış kutsandığı için Türkiye NATO mollalarının hakimiyetine girebilmiştir.

    Deniz Gezmiş, Atatürk’ün asil kanından yarattığı öz oğludur

    Bugün Türk gençliği 60’lardan daha köklü sorunlarla karşı karşıyadır. Türkiye’nin merkezinde olduğu Ortadoğu coğrafyası ciddi bir sömürgeci saldırı altına girmiştir. Ancak, emperyalizm yeni Denizleri yaratmaya gebedir. Deniz gibi özgüveniyle, iradesiyle vatanı için yaşamını adamaktan çekinmeyen nice gençler yetişmektedir. Bu noktada Türk gençliği Deniz’i doğru anlamak ve O’na benzemek zorundadır. Ulusal Kurtuluşçuluğu, Atatürkçülüğü ve devrimciliği Denizler gibi doğru ele almak ve bunun mücadelesini vermek gerekmektedir. Deniz’in kendine güveninin, uzlaşmaz devrimciliğinin kaynağını O’nun vatanseverliğinde aramak gerekmektedir. Deniz, Gemerek’te yakalandıktan sonra o dönemin İçişleri Bakanı tarafından “İşte bu pejmurde adam Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kumandanıymış. İyi bakın kılığına kıyafetine suratına” diye aşağılanmaya çalıştığında, “Beğenemedin mi? Kahramanın tabii” diye cevap verir. Deniz, koltuğuna güvenen bakanın oturduğu yerin Amerika’nın kucağı olduğunu görmekte, asıl aşağılık olanın bakanın kendisi olduğunu dalga geçerek belirtmektedir. Deniz kendinden başka hiçbir şeye güvenmemektedir. “Asılma günü gelip çatınca, o sevdiğim giysileri giyeceğim. Postallarımı, parkamı... Beyaz ölüm gömleğini giydirmek isteyecekler, giymeyeceğim. Öyle her zamanki gibi, eyleme gidiş tavrımla gideceğim darağacına. Yok! Tıraş falan da olmayacağım. Önce gidip orada oturacak, bir sigara yakacağım... Avukatlarıma döneceğim, bizler için gelecek kuşaklara tanıklık edin diyeceğim. Bir devrimci ölüme böyle gider işte. Bayram yerine gider gibi.”

    İşte Deniz, asla yaptıklarından pişmanlık duymamış, eğilip bükülmemiş, af dilememiş, teslim olmamıştır. Mustafa Kemal gibi, düzenle tüm bağlarını koparmış, tüm hayatını Türkiye’nin bağımsızlığına adamıştır. Erkin’in de dediği gibi Deniz, Atatürk’ün asil kanından yarattığı öz oğlu olmuştur. Atatürkçülük 1968’lerde Denizlerle yeniden emperyalizmin karşısına dikilmiştir.

    nur arslan

  • deniz

    25.08.2006 - 18:57

    Birkaç yıl önce bir bayram akşamı dayım, misafir salonuna elinde bir revolverle girdi; altıpatlar, kabzası yer yer küflenmiş bir tabancaydı bu. Misafirlerin şaşkın bakışlarına aldırmadan yanıma oturup anlatmaya başladı: “İşte bak, Deniz’in silahı bu. Çarıkçı’dan aldım ben bunu.” Çarıkçı dayımın arkadaşı, emekli bir öğretmen. Ben hikayeyi biliyorum; Çarıkçı da başka birinden almış. O başka birine de Deniz Gezmiş vermiş silahı Gümrük kahvesinde. Motorsikletle gelmiş Deniz’ler, silah(lar) ı teslim edip, Kaz Dağı’na doğru koyulmuşlar yola. Ben bir yandan dayımı dinliyorum, bir yandan tabancayı inceliyorum. Dayım öyle içten anlatıyordu ki; misafirler de kulak kesildiler. Dayım devrimci falan değil, Nazım’ın şiirindeki gibi “topraktan öğrenip kitapsız bilen” ellili yaşlarda bir Türk Köylüsü. Anlatırken tel tel dökülüyor ağzından sözcükler; fevkalade bir saygıyla söz ediyor Deniz’den, sanki büyükbabasının karşısında konuşuyormuş gibi ve öyle nazikçe ki; sanki altı aylık bir bebe duruyor kollarının arasında... Muhtemelen Deniz Gezmiş, Edremit’e hiç uğramamıştı; ama işte öyle inanmıştı o insanlar, o Deniz’in silahıydı onlar için, silahtan daha fazla bir şeydi aslında...

    Deniz’in efsaneleri sinmiştir Anadolu toprağına.: Bizim köye uğradı, kahvede oturdu ya da bizim kasabadan geçerlerken mola verdiler, çeşmeden su içtiler... gibi. Halkın kollektif bilinçaltında yer ettiği değer; sultanları, padişahları ve şıhları kıskandıracak türdendir. Ama işte, bir o kadar da gerçektir Deniz Gezmiş; Dolmabahçe’de yoldaşlarıyla birlikte, denize dökerken Amerikan askerini gerçektir o; meydanlarda patlatırken sesini “Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye”diye, gerçektir ve giderken darağcına “Yaşasın Kürt ve Türk Halklarının Kardeşliği” diye haykırırken gerçektir Deniz Gezmiş. Bugünün kağıttan kahramanlarıyla kıyaslanmayacak kadar...

Toplam 98 mesaj bulundu