Ekim Adalı Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antol ...

  • lenin

    11.08.2007 - 11:45

    Ekim Devrimi: Kaldığı yerden komünizme

    Ekim Devrimi: Kaldığı yerden komünizme
    Bir masal gibi inanılmaz derecede güzel, zamansız ve mekansız başlayan bir anlatı değildi o. Dünyanın tüm sömürücü sınıfları için bir karabasan ve dünyanın tüm sömürülen sınıf ve ezilen halkları için kolları sıvamaya çağıran, kurtuluşun yolunu gösteren bir ayağa kalkıştı. Yüzyılların ezilmişliğinden, horlanmışlığından, boyun eğdirilmişliğinden, kör cahilliğinden silkinip bendini yıkarak patlamalı bir akışla özgürleşerek düzlediler devrimin yolunu.

    Devrimden söz ediyoruz. Ve elbette ki düz değildi yolu. Her devrim en sert dönemeçtir toplumların yaşamında. Var olan egemenlik ilişkilerini yıkarak baş aşağı eder tüm toplumsal ölçüleri. Rus işçi ve köylüleri de kendi güçleriyle yolunu açtıkları devrim kavgasından, hız kesen bir yenilgi de yaşasalar zaferle çıkmayı başardılar.

    Rusya‘nın uçsuz bucaksız topraklarında, savaşın yıkıcılığıyla karşı karşıya gelip, Çarlığın baskıcı, mutlak otoritesi altında kapitalizmin fabrika cehennemlerine düşen köylü yığınları, işçileşerek en köhnemiş kurumlarıyla sallayıp sarstı toplumu.

    Devrim yapmak; toplumun bağrında taşıdığı tüm çelişkileri, yüzü yeni bir topluma dönük mücadele içinde devrimcileşerek çözebilecek bir sınıf, bu sınıfın her adımında devrimci politika ve taktikleriyle önünde ve içinde olarak o en belirleyici devrim günlerinde bütünleşip önderleşerek nihai hedefe götürecek bir parti; işte devrim, işte iktidar, işte Ekim Devrimi.

    “Her grev, devrimin binlerce başından birinin görünmesidir” der, sınıf düşmanı önsezileriyle Rusya İçişleri Bakanı. Onu doğrularcasına 1905′ te grevlerle birlikte yükselir barikatlar. Kendiliğinden gelişen kitlesel grevler bolşeviklerin sosyalizm propagandasıyla birleşerek “Kahrolsun Otokrasi! ” sloganıyla politik greve dönüşür. Devrimin sadece başı değil kendisi de görünmüştür artık. Sömürülen yığınların devrimci ayağa kalkışları içinden, bin yıllık köhnemiş Çarlık düzenine karşı yepyeni bir iktidar yön vermektedir geleceğin sovyetlerine. 1905′ te fabrikalardan, atölyelerden, evlerden, kışlalardan devrim yapmak için sokağa taşan kitlelerin devrimci enerjisi, önderlik edecek parti yokluğunda boşa düşer.

    Yenildiler. Ama dövüşerek alınan bu yenilgi, proletarya ve emekçilerin yeniden ayağa kalkma düşünü ve azmini güçlendirdi sadece. 1917′ de, sadece çarlıktan da değil, gerici Kerenski Hükümeti’nden de çekip aldılar kendilerinin olanı: İKTİDARI!

    26 Ekim sabahı devrime uyandı Rusya. İşçi, köylü ve emekçiler zaferlerini kutluyordu. Tüfeklerden havaya sıkılan neşeli mermi seslerine yeni iktidarın yeni sahiplerinin sesi karışıyordu. “Kolları sıva şefim, şehir barut kokuyor.” Yapılacak çok iş vardı. Nasıl devrimci bir atılganlıkla savaşıldıysa, nasıl devrimde öncü rol oynayıp tüm halkı örgütlemenin eşsiz örneklerinden, sovyetleri yarattılarsa, sosyalizmi inşa ederken de aynı yaratıcılık ve kahramanlıkla öne atıldılar.

    Ekim Devrimi: İşçi sınıfını iktidara taşıyan devrim. Her şey Aurora zırhlısının Kışlık Sarayı hedefleyen top atışlarıyla başlamadı elbet. Tarihin ileriye akışı Paris Komünü‘nden (1871) sonra ikinci kez sosyalizmin zorunluluğunu devrimle ortaya koydu. İşçi sınıfı burjuvazinin iktidarını, kapitalizmi ilk kez yenilgiye uğratarak sosyalizmin gerçekleşebileceğini tüm açıklığıyla ortaya serdi.

    Tarih, gelecek üzerine sorulabilecek tüm soruları yanıtlıyor. Biz onun hareketini ve geleceğin nasıl biçimlenmesi gerektiğini biliyoruz. Yönümüz açık. Devrimler ve karşıdevrimlerle yol alıyoruz geleceğe. Devrim düşmanlarından da öğreniyoruz. Devrimin binlerce başı varmış. Onaylamamak ne mümkün. Biz hangisini tuttuk ellerimizle?

    Ekim Sosyalist Devrimi’ne ulaşılıncaya kadar işçi sınıfı ve emekçi kitleler hangi dönüşümleri yaşadılar? Bolşevik Parti hangi aşamalardan geçerek geniş kitlelere önderlik edebilecek yeni tipte bir partiyi örgütledi ve iktidarı burjuvaziden söküp aldı?

    Ekim Devrimi deneyiminin tanığıyız. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin bir kez kendi kaderlerini ele almaya başlayınca devrimci yaratıcılıkta sınır tanımadıklarını biliyoruz. Ama yine bu sınır tanımazlığın devrimin o en kritik anlarında yalnız, yönsüz, hedefsiz kaldığında iktidarı fethedemeyeceğini, kurtuluşun gerçekleşmeyeceğini de birçok başka devrim (Almanya, İtalya…) örneğinden biliyoruz.

    Ekim Devrimi’ni, o kritik günlerin her anına, kavgasını da vererek büyük bir inat ve kararlılıkla yön çizen bilinç ve iradeden, kısaca Lenin’den ve Parti’den öğrenmeliyiz. Yepyeni anlamlar çıkaran Ekim Devrimi’nin gözleriyle dalmalıyız yaşama; genel doğrularla değil o doğruları yaşamın akışına egemen kılacak somut hedefler için, M-L’yi yaratıcı bir tarzda çağa ve ülkemize uyarlayıp “eylem kılavuzu” olarak kullanmayı öğrenmek için, yenilgilerden ders çıkarıp zaferlerden sarhoş olmamak için, her koşulda proletaryanın çıkarlarının, devrimin geleceğinin kararlı, ısrarlı savunucusu olmak için, öngörü, yaratıcılık, iktidar bilinci ve tutkusuyla sosyalizmi zafere taşımak için… her devrimci kendinde Ekim Devrimi’ni yaşatmalı.

    Ayaklanma günlerinde “Devrimin kurtuluşunun, açlığa karşı çarenin, toprağın köylülere devrinin kendilerine bağlı olduğunu bilerek fırsatların kaçmasına izin veren devrimciler en büyük cinayeti işlemiş olacaklardır” der Lenin. Bugüne dair bir çırpıda cinayet sebebi olabilecek pek çok şey sayabiliriz. Devrim öngünlerinde olmasak da fethedilecek iktidarlar var ve tarih ağır aksak da olsa ilerleyişini sürdürüyor. Her ne pahasına olursa olsun emperyalizmin işini bitirecek olan o ışıklı yolu bir kez daha açmak için uğruna savaşılacak ve kazanılacak olan bir dünya var önümüzde. Emperyalist kapitalizme karşı savaşı başlatan ve sosyalist devrimler çağını açan Ekim Devrimi, emperyalist kapitalist boyunduruktan kurtuluşun yolunu gösteren canlı bir örnek olarak dünyanın işçi, emekçi ve ezilen halklarına yol göstermeye devam ediyor. Dünya ekonomisinin kriz içinde debelenip, emperyalistlerin yağma savaşlarını başlattıkları, işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halkların dünya çapında yoksullaştığı, aç kaldığı, işsizliğe ve kıyımlara mahkum olduğu koşullarda tüm dengeleri sarsacak- kendi dengelerini yaratacak bir çağ dönümü alttan alta eşelemekte kapitalizmin çürümüş toprağını.

    Latin Amerika’da sınıfsal güç dengelerini zorlayan işçi, işsiz ve köylü yığınları, Avrupa’da genel grevlerle hareketlenen işçiler… Tarih ilerliyor, dünyanın sömürülenleri yolunu arıyor, yeni Ekim devrimleri yıldızlar kadar uzak - yıldızlar kadar yakın parlamakta başımızın üstünde.

    Tarihin derinliklerine gömülmüş, biten bir şey yok. Şarkımız sürüyor!

  • joseph stalin

    11.08.2007 - 11:37

    İnsanların insanlığa layık bir yaşama kavuşması için kim mücadele etmektedir? Komünistler. İnsanların insanlığa layık bir yaşama ve böylece tam ve kesin bir insanlık anlayışına kavuşmasını nasıl elde edeceğiz? Komünizmi inşa ederek!

    İyi ama, bu sonucu elde etmek için sınıflar arası mücadelede tutarlı bir bilinç ve kararlı bir siyasi yapıya sahip olmak zorundayız. İnsanlar arasında birbirlerine karşı saygı, birbirlerini kollamak ve korumak, insan canına kıymamak bilinci gökten düşen şeyler değildir ki. Bu şartlar bugün yoksa, insanlar savaşlarla, bolluk içinde yoksulluk üzerinden açlık, susuzluk ve hastalıklarla kırılıyorsa, yaşam kavgasının rekabeti onları birbirlerine karşı insanca tavırdan gerisin geri geldiğimiz yere, hayvanlar alemine geri götürüyorsa, bu mevcut şartları ortadan kaldırmadan insanlığa nasıl ulaşacağız? İnsanların birbirleriyle rekabet, hem de öldüresiye bir rekabet içinde olmalarına nasıl son verecek, insanlar arasında işbirliği ahlakı ve anlayışını nasıl elde edeceğiz? Burjuvazinin iktidarı buna izin veriyor mu?

    Vermiyor!

    İnsanlık bilincine varmak demek, sınıfların ortadan kaldırılmasının gerekliliği bilincine varmak demektir. Bu bilince sahip olmayan, bu bilince uygun bir siyasi çaba ve yaşam tarzı içinde olmayan hiçbir kimse insanlık kavramını, insanlığın ne anlama geldiğini tam olarak idrak edememiştir. İnsanlığı savunmak adına yaptığı işlerde ve ettiği laflarda insanlığa zarar verici, hayvanlık alemini savunucu işler ve laflar yapacaktır.

    Bu işin seçeneği ve dolayısıyla lami cimi yoktur. Ya burjuvaziyi ve onun insanların milyonlarla katline yol açan düzenini yok etmek için savaşacak, her şeye bu açıdan yanaşacaksın, ya da burjuvazinin yaşamını uzatmasına, burjuva düzenin yaşamını uzatmasına ve dolayısıyla da milyonlarca insanın burjuvazi ve burjuva düzen tarafından katline katkı koyacaksın. Siyasette işler böyle yürüyor. Siyasette yer alan her bir kişi ya karayüzlü bir gaddar katildir-burjuvadır veya burjuvaziye katkı koymaktadır, böylece her yıl 40 milyon insanın katline katkı koymaktadır (yoksa onlar insandan sayılmıyor mu?) , ya da burjuvazinin yenilgisi için canla başla çalışır, ve böylece milyonlarca insanın katlinin önlenmesi için çalışmış olur. Bu arada bu çalışma içinde olanlar burjuvazinin onlara karşı savaş yapmayacaklarının garantisini veremez. Tam tersine, burjuvazinin onlara karşı savaştığının ve de savaşacağının bilincindedirler. Stalin gibi!

  • joseph stalin

    11.08.2007 - 11:28

    STALİN KOMÜNİZMDİR!

    Dünya burjuvazisi sadece komünizmin öldüğünü ilan etmekle kalmıyor, aynı zamanda eski SSCB’nde olanları ve olmakta olanları Stalin’e mal ediyor.

    Açıktır ki, onlar ve onların eski SSCB’ndeki yoldaşları, tıpkı Troçki ve Buharin gibi, Stalin’den pek hoşlanmıyorlar.

    Bu kolayca anlaşılır: Stalin demek komünizmin inşası demektir ve komünizmin inşası demek kapitalizmin yerle bir edilmesi demektir.

    En iyi üretim tekniği bile kendi başına sosyalizmi inşa edemez. Onun, komünist amaçlar için kullanılması gereklidir. Bunu burjuvazi yapamaz. Mevcut teknolojiyi, ancak komünist hedefe sahip olan proletarya tam anlamıyla kullanabilir.

    SSCB’nde, Stalin yönetiminde bu yapılmıştır.

    SSCB’inde proletarya üretim tekniğinin relatif olarak geri olduğu bir ülkede iktidarı ele geçirdi. Fakat, proleter iktidar, komünist hedefi sayesinde, üretici güçlerin tüm potansiyelini kullanma imkanına sahiptir. Bu, SSCB proletaryasının sayılamaz özverileriyle birlikte “mucizeler” yarattı.

    1938’e gelindiğinde SSCB sosyalizmi inşa etti ve komünizmin inşasına yöneldi. Stalin’in ölümünden hemen önce bizim anayurdumuz Dünya’daki ikinci büyük endüstriyel güçtü, en büyük çaplı tarımsal üretim ve en ileri üretim tekniğine sahipti. Dünyanın en ileri fabrika üretim tekniği SSCB’ndeydi. Dünya SSCB’nde, 1951’de tamamen otomatik olarak üretim yapan piston fabrikasını konuşmaktaydı ve dahası, Dünya’da ikinci, Avrupa’da birinci olarak mikro-çiplerin önceli bir kompüter fabrikası SSCB’nde,1952’de inşa edilmişti.

  • sscb bayrağı

    18.01.2007 - 14:30

    hadi ya traji komik önermene gülelimmi sinirlenelimmi..çatlıların kenan evrenlerin bushların şaronların temsil ettiği bayraklarla karıştırma biricik bayrağımızı..dünyanın tepesinde güneş deniz ve barışla özgürlük bayrağımız[ dalgalanacak..

  • sscb bayrağı

    18.01.2007 - 12:27

    aaa olurmu öyle şey. dünyanın en güzel bayrağı..hiç bir ırkı mezhebi veya dini çağrıştırmayan eşitlik özgürlük düşünün hedefinin simgesi.. enternasyonal proletaryanın bütün dünyanın insanseverlerinin biricik bayrağı..

  • lenin

    05.07.2006 - 02:10

    20.yyın degil butun dunyanin gelmiş gecmiş en onemli 5 sahsiyetinden biri,Lenini bilmeden tanımadan zırvalamak kolay..lenini biraz daha tarafsız ve önyargısız araştırılırsa büyük insanlık dehası birikimi,,özgürlüğü özgütleyen usta bütün yönleriyle açığa çıkacak..ve daha sağlıklı,mantıklı degerlendirmeler yapılabilecek,Yasasın bilimsel sosyalizmin ve dünya halklarının büyük ögretmeni Lenin,21.YYA sosyalizmi yazacağız

  • joseph stalin

    05.07.2006 - 02:01

    Stalin insanlığın kurtarıcısıdır..Stalin insanlıktır..Stalin sosyalizm-komünizmdir..insanlıkta ısrar sosyalizmde ısrardır..Leninin Stalinin ışıklı yolunda 21, yya sosyalizmi yazacağız

  • joseph stalin

    15.04.2006 - 14:11

    stalin kararlılıkla sosyalist inşayı ekim devrimini ve marksizm leninizmi savunmuş ve uygulamıştır..stalinin önderliğindeki yiğit sovyet halklarını 2. dünya savasını ssona erdirmiş,faşist alman ordularını moskova önlerinde durdurmuş.dünyayı kana bulayan faşizmi yenerek ezerek dünyaya demokrasi getirmiştir..ve sosyalizm en prestijli döneminde stalin sayesinde yakalamıştır..
    Stalin'e karşı saldırı, gerçekte ML ve komünizm davasına karşı bir saldırıdır. Karşı devrimci propaganda ne denli güçlü olursa olsun gerçek komünistlerin, sosyalizme ve Stalin'in devrimci kişiliğine olan bağlılığını sarsmayacaktır..

    Stalin insanlığın kurtarıcısıdır..Stalin insanlıktır..Stalin sosyalizm-komünizmdir..insanlıkta ısrar sosyalizmde ısrardır..Leninin Stalinin ışıklı yolunda 21, yya sosyalizmi yazacağız

  • lenin

    15.04.2006 - 13:40

    sevgili arkadas, Lenini ve diğer devrimci önderleri, en azılı haydutların ve gericilerin bile terörist olarak görmesinin veya geri bilinçlerde öyle algılanmasının en ufak bir maddi zemini yok...yaşasın büyük usta Lenin.. yaşasın Sosyalizm

  • vatan haini

    01.02.2006 - 22:26

    emperyalizme karşı çıkmadan yurtsever olunamaz

    ve daha da ötesi bağımsızlık demokrasi sosyalizm günümüzde içiçe geçmiş kavramlardır... yani sosyalist olunmadan bağımsız bir ülke de olunmaz,,,suat parların dediği gibi günümüzde ülkeler ya emperyalist ya sömürgedir,, ana çelişki budur,, bu zinciri kırmanın yolu anti emperyalist halk devrimi ve proleterya devrimleridir.... eğer vatan hainliğinden bahsedeceksek,, onlar kendini çok milliyetçi gören devletseverlerdir....türkiyenin egemen sınıflarıdır,, ve tc bağımsız değil amerikan sömürgesidir.. ve sizde yeni sömürgeciliğin milliyetçilerisiniz,,, kimine görede hamburger milliyetçileri... belkide coca cola marlboro milliyetçileri

    kısaca,, tutarlı anti emperyalist-yurtsever olmanın koşulu enternasyonalist olmaktır....i

  • KURTLAR VADİSİ IRAK

    31.01.2006 - 21:03

    faşistlerin büyük bir heyecanla seyrettikleri,kendilerinden birşey buldukları film,, çünkü o filmde bazı kişlerin belirttiği gibi polis var, kan var cinayet var,, mafya var,, gıdalarını devlet tapınmacılığından alan,kontgerillanın bahçesinde siyaset oynamaya çalışanlar, o filmde kendinden birşey bulması normal..

    kurtlar vadisi ırakta, emperyalist karanlık dünyada, bütün anti komünist güçlerin, ulusal gerici solculardan,, faşistlere kadar,onların güdük sahte amerikan karşıtlığını işleyen ezilen dünyanın,yada 3. dünyanın karanlık kanlı yapılarını meşrulaştıran,,bölgede santranç tahtasında,, bir sanal imajla,,emperyalizmin jandarması, yeni sömürge tcyi ve onun kontra timleriyle emperyalist abd arasındaki it dalaşından sahte politik manevralar çıkaran,onun hayal dünyasındaki gücünü, alt emperyalizmle emperyalizm arasındaki ve uşaklık arasındaki bağlantı noktasını ve sıçrama tahtasını hesaplayan zihinlerde kafa karışıklığı yaratan,, dev bütçeli tipik klasik cia-mit güdümlü propaganda filmi....

    başına çuval geçirilenler faşist kontgerilladır.. bunlar türk ve kürt emekçilerini simgelemezler,,işbirlikçi,lerin ne ulusal onuru, nede taşıdıkları herhangi bir erdem vardır...amerikaya karşıt halk kitlelerinde bu yapım, zihinleri bulanıklaştırma belleksizleştirme harekatı,, bu film gerçek anti emperyalist bilinci bulanışlaştırmanın adıdır... toplumdaki tutarlı gerçek anti emperyalistler,amrikan karşıtları sadece ve sadece sosyalistlerdir,faşistler militaristler ve bütün olarak kapitalizm yanlıları ise anti emperyalist devrimci emek hareketini boğmanın siyasal askeri,film sektöründeki ve medyadaki karanlık temsilcileridir..

  • kurtlar vadisi

    31.01.2006 - 19:32

    mafyayı,faşist katilleri alkışlayacakmıyız,,gerçeği yansıttığı söyleniyor, ozaman reelde safımız neresidir peki,, kontgerillamı, çeteleşen sermaye düzenimi,mafyacı terörist-faşist organizasyonlarmı, yoksa demokratik barışçıl özgür bir yasammı,, samimi olanlar kendilrine bu soruyu sorsun,, o film derin veya yüzeydeki devleti kirli ilişkilerini,kiralık faşist katillerini,kanlı istihbarat teşkilatlarını bütün çıplağıyla sergiliyor.. ee ozaman filmin basrolünde ve idolleştirilen kahramanlar kim, çillerin vatan için kurşun atanlarda yiyenlrde şereflidir dediği devrimci-emekçi katilleri olmasın sakın....bozkurtlar ırakta ve anadoluda... ırakta direniş savası anadoluda sosyalizm kazanacak...53. eyalet değil..özgür anadolu

  • jitem

    11.01.2006 - 20:15

    DÜNYA GERİCİLİĞİNİN KANLI YÜZÜ: KONTRGERİLLA

    Devletin kontra örgütü JİTEM’in Şemdinli’de suçüstü yakalanması, emperyalizmin suça ve katliama dayalı gizli örgütlenmelerini bir kez daha gündeme getirdi. Kimi ülkede Gladio, kimi ülkede Rüzgar Gülü, kiminde Sessiz Şebeke, Türkiye’de ise Özel Harp Dairesi adıyla bilinen kontra örgütler, bizzat devletlerin varlıklarının içindeki yapılar olarak sömürü mekanizmasını hayata geçiriyorlar. Ortaya çıkan veriler bu örgütlerin, zannedildiği gibi devletlerden ayrı ve yasa dışı olmadığını, bizzat bu devletlerin gerçekliğine tekabül ettiğini ıspatlıyor.

    Türk egemen sınıflarının katliam örgütü olan JİTEM’in Şemdinli halkı tarafından suç üstünde yakalanması, bu örgüt için yaratılan mistifikasyonu parçalamakla kalmadı, “JİTEM var mıydı, yok muydu? ” şeklindeki bilmecelere de açıklık getirdi. Bu “suç işlerken yakalanma” olayı, en geri kesimlerin bilincindeki devlet gerçekliğine de açıklık getirdi.

    Bu dönemde JİTEM üzerinden yürütülen “devlet” tartışmaları, özellikle ‘derin devlet’ vurgusunu ön plana çıkarttı. Fakat bu vurgu, büyük oranda “derin” ve “derin olmayan” iki ayrı devlet varmış gibi yanılsamalar yaratarak, devleti aklamaya yarıyordu. Halbuki emperyalizmle göbek bağı olan ülkelerde, neyin ne kadar derinde olduğu, görüntü ile ilgili bir sorundur. Devlet, “derin ve kıyıcı” da olabilir, “şefkatli baba devlet” gibi de görünebilir... Kaldı ki egemen sınıfların ‘devlet baba’ rolüyle hep halkın iyiliğini düşünen sahte görüntüsü, ancak Susurluk ve Şemdinli’deki JİTEM gibi olaylarla kendini ele verdi.

    Peki bu görevi JİTEM’e veren kimdir? İşin esas sorgulanması gereken yönünü de bu kısım oluşturuyor. Çünkü demokrasi ve uygarlık adına şirin gösterilmeye, kutsanmaya çalışılan burjuva devlet gerçekliği, bize kendini var eden tarihsel geri planı unutturmaya çalışıyor.

    EMPERYALİZMDE JİTEM’LER ÇOK...

    Devletin ortaya çıkmasıyla birlikte başlayan sınıf mücadelesi, bugün yeni bir evrededir. İşte tarihin bu evresinde emperyalizm, varlığını sürdürmek için dünya halklarına karşı amansız, vahşi bir saldırı içerisindedir. Bu saldırılar sonucu sömürü daha da katmerleştiriliyor, dünyanın her karış toprağında vahşet, kıyım, talan ve oluk oluk akan bir kan deryası bırakılıyor.

    Onlara sorarsanız tarihte yaptıkları tüm bu katliamlar, halkarın refahı ve huzuru içindir. İnsanların diri diri fırınlarda yakılması, gaz odalarında öldürülmesi, Hiroşima ve Nagazaki’de bombaların kavurduğu bedenler, Halepçe’de binlerce insanın katledilmesi, Irak’ın işgal edilmesi, tüm bunların hepsi demokrasi ve uygarlık adına yapılıyor. Emperyalistlerin ve tüm dünya gericiliğinin, elbetteki bu kanlı tarihi sahiplenmemek için kavramlara ihtiyacı var; “devlet”i suçtan kurtaracak örgüt ve yapılara, kontrgerillaya yani... İşte bu nedenle, bütün burjuva devletlerinin birer JİTEM’i, kontrgerilla örgütü açığa çıkıyor. Yani kontrgerilla örgütlenmeleri, bütün burjuva devletlerinin ve işbirlikçilerinin bir gerçekliği olarak hayat buluyor. Çünkü bu tür örgütlenmeler olmadan devletler kendilerini güvende hissetmiyorlar. Bu yüzden her devletin kontrgerilla örgütleri var ve bu örgütler, yaşanan siyasal sürece göre çeşitli sabotajlar, cinayetler, provokasyonlar, faşist darbeler gibi birçok yasadışı faaliyeti örgütleyip yürütüyorlar.

    Fakat dünyada ve ülkemizde kontrgerilla örgütlenmesinin asıl amacı, adından da anlaşılacağı üzere gerek ulusal gerekse de sınıfsal mücadele yürüten komünist-devrimci-yurtseverlere karşı savaşmaktır. Bu örgütlerin yürüttüğü savaşta, alışılmış askeri harekatın dışındaki taktik ve teknikler kullanılıyor ve esas olarak bu devrimci yapıların ortadan kaldırılması amaçlanıyor. Bu katliam şebekeleri, iç savaşa göre düşünülmüş özel bir örgütlenmedir. Faaliyet ve taktikleri esas olarak gerilla savaşının özelliklerine göre şekillenir. İsimleri farklı farklıdır... Kimi ülkede Gladio, kimi ülkede Rüzgar Gülü, kiminde Sessiz Şebeke, Türkiye’de ise Özel Harp Dairesi gibi...

    “Bizim güvenliğimizi sadece açık saldırılar tehdit etmiyor. Bu açık saldırıların yanında ondan daha tehlikeli, fakat saldırı görünüşünde olmayan başka cins tehditler de vardır. Bu tehditler, içeriden yapılmak istenen değiştirme ve dönüşümlerdir. Bu maskeli saldırılar, bazen iç harp şeklinde, bazen ihtilalci hareket şeklinde, bazen demokratik akımlar ve reform hareketi biçimlerinde karşımıza çıkmaktadır. Bizim amacımız, bu ve buna benzer akımları önlemek olmalıdır.? (Rockefeller Vakfı Raporu, Amerikan Harp Doktrini, sf:297)

    Bu alıntı, NATO’nun emperyalist stratejisini açığa çıkartıyor ve bu strateji, daha en başından itibaren devrimini yapmış ülkeleri dış düşman, ulusal ve sınıfsal kurtuluş mücadelesi yürütenleri ise “iç düşman” olarak algılıyor. Bu alıntı, NATO’nun stratejik amaçlarının da birinci ağızdan itirafıdır.

    ABD, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı'ndan en karlı ve güçlü çıkan devletti. Ve bu fırsatı değerlendirerek dünya emperyalist sisteminin jandarmalığına soyundu. Amacı dünyanın patronu olmaktı. Bu amacın önündeki en büyük engel ise 'komünizm tehlikesi'ydi. Komünizm tehlikesinin önü kesilmeli ve bir karış toprak bile kaptırılmamalıydı. Ayrıca yıkıma uğrayan Avrupa’ya da destek olunmalıydı; çünkü Sovyetler’in etkisi Avrupa’ya doğru yayılma tehlikesi gösteriyordu.

    İşte NATO’nun kuruluşunu tetikleyen başlıca gerekçe, bu “Komünizm tehlikesi” oldu. Tehlikeye karşı NATO gerekliydi, fakat yeterli değildi. Bu tehlike ile mücadele etmenin başka yolları da bulunmalıydı. NATO’nun kuruluşundan sonra üye ülkelerde, (hatta üye olmayan bazı Avrupa ülkelerinde de) kontrgerilla örgütleri kurulmaya başlandı. Ardından bu örgütler, “Süper NATO” adı altında bir araya getirilerek merkezileştirildi. Böylece dünya halklarına karşı merkezi saldırıların da startı verilmiş oluyordu. Bu işin organize edilme işini de CIA yapacaktı. Bu katliam şebekeleri, işçi sınıfı ve ezilenlerin devrimci mücadelesini, yani “komünist tehlikeyi” sistematik olarak bastırmak ve ezmek üzere oluşturulmuştu..

  • faşist

    03.01.2006 - 06:47

    faşist kime deniri öğrenmek isteyenler,bu konu üstünde araştırma yapanlar kemal sunalın kibar feyzo isimli filmini seyretmelerini öneririm,o filmden çıkarcakları dersler, kazancakları perspektif olabilir,onun dışında 80öncesindeki anti faşist mücadeleyi ve 12 eylül sonrasındaki cunta karşı karşıtı aktif mücadeleyi bir onur-demokrasi mücadelesi olarak görmek mümkün,kemal sunalın bu filminde 80 öncesinde yükselen anti faşist muhalefetle ilgili ipucu, ve kırsal alandada faşist aganın baskısına karşı adım adım örülen bilinçlenme ve mücadeleyi yakalamak mümkün.

  • jitem

    02.01.2006 - 10:53

    emperyalist ülkeler yıkılırsa ortada ne jitem ne mit kalır,sen yat kalk emperyalist abdye dua et,sonra emperyalist abye dua et, 12 eylül faşist darbesine bile sadece bir ab ülkesi tepki gösterdi,o da sembolik tepki, aynı şimdi oynanan liberal-demokrasicilik oyunu gibi..evet hepsi yıkılsın liberal kapitalizm yıkılcak,ama vahşi kapitalizm yıkılmayacak,ve dünyadaki herşey yıkılsın, gezenin yeni ismide jitem-mitem tc olsun,yada şimdiki gibi emperyalist dünyanın merkezinde Abd olsun onun uydusu Tjitemc..

  • faşizm

    01.01.2006 - 13:43

    bilgi ve gerçek evrenseldir, k.burjuva yerel akımlar,önderler toplumlar tarihindeki etkisi,kendi ülkesiyle sınırlıdır,faşizm, karşıtlarının ortaya attığı,çıkardığı bir kvram değil, anti komünist,ırkçı mussolni kendini faşist olarak tanımlar, faşizm bütün kötü ruhun düşüncenin üstüne giyilmiş,bir elbisedir,ama o elbisede sosyoljinin devrimci basıncıyla söküldü,giyilcek bitarafıda kalmadı..mesela sözlük anlamı olarakevrenselleşen bir kavram haline gelen bu lanet sözcük kendinden olmayan herkese, kin ve düşmanlık kusan bin operasyoncuları,kontgerillacıları alkışlayanlar faşist olmadıklarını söylüyorlar, diğer taraftada italyada lazio takımında oynayan bir futbolcu ise ırkçı suçlamalarına karşı,ırkçı olmadığını faist olduğunu söylüyor..faşistlerle komünistler arasındaki fark toplumsal arenada Komünistler sadece faşistlere düşmandır,faşistler ise kendinden olmayan herkese...

  • faşizm

    31.12.2005 - 23:48

    Faşizm,düşünce,gösteri,grev,örgütlenme özgürlükleri gibi,temel hakları kapsayan,siyasal-ekonomik-demokratik özgürlükleri yok eden,gerici baskıcı devlet biçimidir.en küçük haklar,özgürlükler ayaklar altına alınır,demokrasi yerle bir edilir,faşizmin kapitalizmin son aşaması olan emperyalizm çağının ürünüdür.ve ve emperyalizmin çelişkilerinin sosyalist ekim devrimi ile dahada derinleştiği zamanda ortaya çıkmıştır. milyonlarca insan faşist terörün kurbanı oldu. işkenceyle,emperyalist savasta,iç savasta,gaz odalarında,toplama kamplarında,kontgererilla operasyonlarında,faşist darbelerde,zindanlarda,daragaçlarında can verdi..
    ama siddetidin miktarini herzaman kitle mucadelesi belirler.geri puskurtuldugu oranda zayiflar, yenilmesi icin orgutlu mucadele olmazsa olmazdir.kendisine direnildigi oranda dahada saldirganlasir, direnilmendigi takdirdede boynuna boyunduruk takip seninin sırtina bıner basıni bile kaldiramazsın.. olum senin icin kurtulus olur burada secim sana duser ya bir olu gibi onursuzca yasarsın, ya direnerek onurunla olecen yada onu yok ederek yasayacaksın..faşizme ölüm tek yol devrim

  • faşizm

    31.12.2005 - 23:06

    toplumdaki çatışan güçler ve toplumun ekonomi politiği emek sermaye arasındaki çelişkidir,bunun pratikteki görünümü emperyalist burjuvazi,ve işbirlikçi burjuvzi-oligarşilerle ezilen halklar ve işçi sınıfı arasındaki mücadeledir,toplumu fasizmden kurtaracak emeği ve toplumu ozgurlestirecek fasizme karsi demokrasi savasimini zafere ulastiracak guc toplumdaki en tutarlı ve en bilimsel güç tabiki devrimci sosyalistlerdir,ama bu savasimi komünistlerle fasistler arasında sürdüğünü göstermez,faşizmi toplumun mutluluğunun ilerlemesinin önündeki çıban olarak görürsek bunu ortadan kaldıracak güç tabiki dvrimci sınuıf güçleridir,amasınıf mücadelesi kesintisiz olarak yeni biçimleriyle komünizmin mutlak zaferine kadar kesintisiz sürecek,ama burdaki yanılgıyı giderirsek faşizme karşı süren insanlığın onur savasımı ve demokrasi mücadelesidir...
    kapitalizmin yerini sosyalizmin alması ve toplumsal ilerleyişin önünün açılması kaçınılmazdır,bütün tersine iddialara karşın sosyalizm insanlığın kurtuluşunun tek yoludur

  • jean paul sartre

    31.12.2005 - 13:24

    Bir Aydın Tavrı: Jean Paul Sartre
    Aydın olmanın kült bir örneğine dönüşen Jean Paul Sartre, 21 Haziran 1905’te Paris’te doğdu. İlk romanı “Bulantı”yı 1938’de yayınladı. Bu ilk eserinde, felsefi düşüncelerini (varoluşçuluk) romanın başkahramanı Roguentin’in aracılığıyla dile getirdi. 1940’ta düşünce, eylem ve ilişkileri nedeniyle Naziler tarafından esir alındı ve bir Nazi toplama kampına götürüldü. Esaretten kurtuluşunun ardından faşizme karşı Fransız direniş hareketine katıldı. Bu süreçte bir yandan direniş cephesi içinde savaşırken diğer yandan da felsefi düşüncelerini anlattığı “Varlık ve Hiçlik”i yazdı.

    Sartre için anti-faşist direnişle, sanatsal üretim birbirinin karşısında şeyler değildi. Zira her ikisi de aydın olmanın doğal ve zorunlu sonucudur. Faşizmin hâkim olduğu koşullarda silah ve kalem birbirlerinin tamamlayıcısıdır. Ki düşünce ve davranış bütünselliği aydın olmanın olmazsa olmazları arasındadır.

    Aynı yıllarda bir başka varoluşçu düşünür Martin Heidegger ise Hitler’in danışmanlığını yapıyordu. Bugün felsefe tarihine, özel olarak da varoluşçuluğa ilgi duyanlar dışında kimse M. Heidegger ismini bilmez. Doğaldır. Zira Heidegger bir aydın değildir. Doğrudan ya da dolaylı biçimlerde zulmün yanında saf tutanlar aydın olamazlar…

    Sartre, II. Paylaşım Savaşı sonrası felsefi ve edebi etkinliklerine devam ederken aynı zamanda vatandaşı olduğu Fransız devletinin Cezayir’deki işgal ve zulmüne cepheden tavır aldı. Çünkü o, zulme karşı mazlumun yanında olmayı aydın sorumluluğunun bir gereği olarak görüyor ve buna uygun davranıyordu. Böyle davranmayanlara ise haklı olarak acımasızdı: “Bu savaşı yargılıyorsunuz ama hala Cezayir savaşçılarıyla dayanışma cesareti gösteremiyorsunuz” diyordu, bu savaşta taraf olmamaya çalışanlara.

    Kendi ifadesiyle “cellatlara saygı gösteren kurbanlardan tiksinen” Sartre, mazlumların cellatlara karşı şiddetini de haklı ve meşru görüyordu. Çünkü o, “insanın ‘insan olma’ adına sonuna kadar direndiği bir dünya”dan yanadır.

    Ve yine Sartre’a göre “Özgürlük direnmektir” zaten, başkalarının lütfuyla da özgür olunamaz. Bu çerçevede, zulme yönelen devrimci şiddetin “kendini yaratan insandan başka bir şey olmadığını” söyleyerek devrimci şiddeti de olumluyordu Sartre. Bu yanıyla da aydın tutarlılığına sahip olan Sartre ile “her türden şiddete karşı” olmayı ilke edinen “aydın” figürleri arasında uçurum olduğu gerçeği göze çarpar.

    Dostu Frantz Fanon’un “Yeryüzünün Lanetlileri” kitabına yazdığı önsözde Emperyalist- kapitalist ülkelerin gerçeğine dair şöyle der Sartre: “… iyi biliyorsunuz ki, biz sömürücüleriz. İyi biliyorsunuz ki, biz kıtaların altınını ve diğer madenlerini, sonrada petrolünü aldık ve bunları yaşlı anavatanlarımıza götürdük. (…) Bizde ‘ insan olmak’ demek ‘sömürgeciliğin suç ortakları olmak’ demektir, değil mi ki ‘hepimiz’ bu sömürüden yararlandık.”

    Nobel Edebiyat Ödülü, Sartre’ın altını çizdiği bu sömürünün bir sonucuydu. Bu “ödül” 1964 yılında kendisine verildiğinde tereddütsüz reddetti. Sömürünün yarattığı kan ve gözyaşıyla ıslanmış bir ödüle ihtiyacı yoktu onun. “Aydın” misyonuyla ortalıkta dolaşıp, böylesi ödüller almaya teşne olanlarla Sartre arasındaki uçurumun derinliği büyüktür…

    ABD’nin Vietnam halkına yönelik saldırı, katliam ve işgalinin karşısında da Sartre vardı. Amerikan saldırganlığının katliam ve vahşetini gözler önüne sermek üzere oluşturulan (1966’da) Russel Mahkemesi’nin başındaki ismin Sartre olması da doğaldı. Ki Sartre’a göre “Gerçekleri vermek her zaman iyidir. Gerçekler devrimcidir. Kitlelerin gerçeği bilmeye hakları vardır.”

    Doğrudur, gerçek devrimcidir. Tam da bu nedenle egemenler gerçekliğin bilinmesini istemezler. Her türden araç ve biçimle gerçekleri saklamaya, çarpıtmaya ve kendi yakınlarının yaygınlaşmasını sağlamaya çalışırlar. Bu koşullarda aydının görevi muktedirlerin maskesini indirmek, yalanlarını açık etmek ve gerçekleri açıklamaktır. Sartre’ın hayatı boyunca yaptığı bu olmuştur…

    1970’li yılların Avrupa’sında irili-ufaklı anti-emperyalist, anti-kapitalist grubun eylemleri yaşanmaktadır. Alman emperyalizmini tahammülsüzleştiren bu grupların en dikkat çekeni RAF’tır. “Terörist” olmakla yaftalanan RAF üyelerine karşı Alman kontrgerillası yok etme operasyonlarına başlar. Bu operasyonlar sonucu birçok RAF üyesi tutsak düşer ve tecrit hücrelerine atılır. RAF’çıların politik düşünce ya da eylemlerine katılır ya da katılmazsınız ama vicdan sahibi bir insan, sorumluluk sahibi bir aydın olarak tecrit işkencesine karşı ne yaparsınız? Sorunun cevabını yine Sartre’ın pratiğinde buluruz. Sartre ilerleyen yaşına ve RAF’çıların hakkında estirilen “teröristler” yaygarasına aldırmaksızın, tecrit işkencesinin karşısında ve RAF tutsaklarının yanında bulunmayı, aydın sorumluluğunun bir gereği saydı. Bu çerçevede RAF tutsaklarına destek verdi, tecriti bir insanlık suçu olarak mahkûm etti ve hatta RAF tutsaklarını hapishanelerde ziyaret etmeye çalıştı. Sartre’ın bu tavrına bakınca, ülkemizde “aydın” geçinenlerin tecrit karşısındaki suskunluklarından hareketle aydın bilinci, vicdanı ve sorumluluğuna sahip olup olmadıklarını daha iyi görmek mümkün…

    Sonuç olarak 100 yaşına basan Sartre bir aydın olarak, hem de aydın olmanın ne olduğunun ölçütü olarak hala yaşıyor. Peki, yaşayan ülkemizin aydınları ne yapıyor?

    “…Karadır atları, kapkara
    Nallarında kapkara demir
    Pelerinlerinde parıldar
    Mürekkep ve mum lekeleri
    Ağlamak nerede, onlara nerede
    Hepsinin de kurşundan beyni…”
    (F. Garcia LORCA)

    İzolasyona karşı beş yıldır süren direnişin başlangıcından itibaren “ölmeyin, direnişi bırakın” çağrıları yapan “aydın” kişilerin, geçtiğimiz günlerde “koşulsuz silah bırakma” çağrısı yapmaları, kendi içinde “tutarlı” bir anlayışın ürünüdür. Ancak bu tutarlılığın aydın sorumluluğuna tekabül ettiği söylenemez. Zira aydın olmanın, aydın sorumluluğu taşımanın tarihten süzülüp gelen ölçütleri vardır. Örneğin; doğaya, topluma, tarihe ve insana dair gerçeklerin bilgisine ulaşmak ve bu gerçekleri açıklamak… Dolayısıyla ilerici düşüncelere sahip olmak… Haksızlığın karşısında olmak… Dolayısıyla zalimin karşısında ve mazlumun yanında saf tutmak… Zorbalık karşısında ilke ve düşüncelerinden vazgeçmemek… Dolayısıyla bu uğurda bedel ödemeyi göze almak…

    Tarihe aydın olarak geçen kişiliklerin tutumlarına bakarak özetlediğimiz bu ölçütlerin gereğini yapanlara aydın denilebilir ancak. Şeyh Bedreddin, Thomas More, Emile Zola, Jean Paul Sartre, Jean Genet, Ruhi Su, Hasan Hüseyin, Nazım Hikmet, Yılmaz Güney gibi aydınların bu olgunun içini nasıl doldurdukları yaşayan birer örnektir. Bu örneklerin “sol”un tarihine yazılmış olması ise rastlantı değildir. Zira sol duruş ve düşünceler, aydın duruş ölçütleri olarak sıraladığımız özellikleri kapsar ve kendi doğasında barındırır…

    Ancak bozulan şeyler aslının aynısı olarak kalmazlar, başka bir şey olurlar. Dolayısıyla “sol”da yaşanan, yaşatılan ve yaşanması dayatılan bozulma, aydın olgusu içinde bir tür çürümeye tekabül etmiştir. Deyim yerindeyse solcu geçinen imamlar bozulunca, aydın geçinen cemaatte çürüme kaçınılmaz olmuştur…

    1980’lerden itibaren Sol’un maruz kaldığı iktidarsızlaştırma operasyonunun aydınlara yansıması iğdiş edilme olmuştur. Bir diğer ifadeyle, burjuvazinin fiziki ve ideolojik saldırıları karşısında tutunamayarak düzeniçileşen ÖDP gibi kimi “sol” kesimler, kendilerini artık sadece “aydın” addetmeye başlamıştı. Böylece, zaten sadece “aydın” olanların, burjuvazinin yedeğine düşeceği bir zemini de yaratmışlardır. Bu iki kesim giderek iç içe geçerek “sol” kavramının da, “aydın” olgusunun da içine etmişlerdir.

    İşte böylesi bir süreç sonunda imal edilen bu “aydın” gerçeği, iktidar ve halk güçlerinin karşı karşıya geldiği her çatışmada kendisini “üçüncü taraf” olarak ifade eder olmuştur. Bunun sol bir tutum ya da aydın tavrı olmadığı malum. Zira doğru ve yanlış, gerçek ve yalan, haklı ve haksız, zalim ve mazlum arasındaki karşıtlık ve çelişkide bir “üçüncü taraf” yoktur. Var olan ise, kendilerini “aydın” zanneden ya da bizim “aydın” sanmamız istenen bu kişilerin yanlışın, yalanın, haksızın ve zalimin yanında saf tutmasıdır. Ki zulme karşı direnen insanlara “direnmeyin” demenin başka bir anlamı ve açıklaması yoktur. Olamaz…

    Zalim ve mazlum arasında kendilerinin icat ettiği bir “Araf” tepesinde durmayı meşruiyet sanan böyleleri aydın sayılamaz. Ki sınıflar mücadelesinin “Araf”ı yoktur. Lenin’in dediği gibi; “Ya burjuva ideolojisi ya da sosyalist ideoloji… Burada ikisinin arasında bir şey yoktur. Bu nedenle sosyalist ideolojinin her küçümsenişi, ondan her uzaklaşma aynı zamanda burjuva ideolojisinin güçlendirilmesi demektir.”

    Kendilerini “üçüncü taraf” da ya da Araf’ta görenlerin bulunduğu yer, aslında zalimlerin safıdır. Ve bunların mazlumlara söyleyebildiği tek şey “size tokat atana diğer yanağınızı uzatın” düsturundan başka bir şey değildir. Eğer ki mazlumlar, bu ulemaları dinlemez ve kendilerine zulmedenlerin ellerini kırmaya kalkarlarsa, bu kişiler hep bir ağızdan bağırmaya başlarlar: “Her türden şiddete karşıyız”.

    Eğer 100 yaşına ulaşan Sartre bu kişileri duysaydı, herhalde “hepiniz katilsiniz” demekten geri durmazdı. Çünkü cellatlardan şefaat dilenmeyi vaaz eden bu kişiler, aslında bir tür katildir. Onlar, her şeyden önce aydın kişiliği ve kimliğini katlediyorlar. Ve böylece Beyaz Saray’ların bembeyaz bayraklı ulemalarına dönüşüyorlar. Ama halk, bayrakların beyazını değil, kırmızısını seçer her zaman.

  • vatan haini

    31.12.2005 - 13:16

    Fransadan Jean Paul Sartre, kendi ulusunun Cezayirde yürüttüğü sömürgeci politikalara karşı çıktığında Fransız sağı kendisini vatan hainliğiyle suçladı. Sartre işkencenin, sömürgeciliğin, Cezayir halkına karşı Fransız egemenlerinin yürüttüğü baskı politikalarının Fransanın onurunu kırdığını söyledi. Cezayir halkının yanında Fransız sömürgeciliğ ine karşı çıkmayı aydın onurunun gereği olarak gördüğünü açıkladı.

    ya da karı koca Rosenberg'ler, McCarthy mahkemelerinde Rus casusu olarak suçlandı klarında 'vatan haini' damgasını da yemiş oluyorlardı. Franco için Picasso, Albaylar Cuntası için Teodorakis, rölativite teorisinin atom bombası için kullanılmamasını istediğinde Einstein vatan hainiydi.

    örnekler çoğaltılabilir. Ama görünen o ki en yüksek sesle vatan haini diye bağıranlar, vatanı sevmeyi kendi tekellerinde gördüklerini söylemek istiyorlar hükmü ise tarih veriyor. Fransa'yı Naziler’e peşkeş çeken Vichyciler Fransız direniş hareketine katılanlara vatan haini diyorlardı, bu suçlamadan, Rosenbergler, Aziz Nesin, Nâzım Hikmet, Teodorakis, Picasso, Allende, Sartre, Einstein vb nasiplerini aldılar. Ama ait oldukları uluslar şimdi onların adlarıyla hatırlanı yor. Peki onları vatan hainliğiyle suçlayanlar.. İsimlerini hatırlayan var mı? şimdi kim yurtsever, insanlığın düşmanlarımı,yoksa yüreği insan halk ve vatan sevgisiyle atanlarmı..Nazım Hikmet ve bütün dünyadaki anti emperyalistler vatan hainliğine devam ediyor hala..

  • sosyal(terör)izm

    31.12.2005 - 06:17

    bu sayede sosyal olmayan açık,direk emekçileri,anti emperyalistleri,düzen muhaliflerini hedef alan, süper natocu devlet destekli faşist terörde ortaya konulmuş oluyor..terörün kaynağı emperyalizmdir, terörün sosyali değil,adaletin demokrasinin sosyali olur

  • ülkü

    31.12.2005 - 06:06

    türkiye özgülünde,sözlük anlamından bukadar uzaklaşıp kirlenen başka bir sözcük daha yoktur herhalde..ülkümüz eşitlik,adalet özgürlük

  • joseph stalin

    30.12.2005 - 22:24

    Faşizme Karşı Zaferin Yaratıcılarına Bin Selam!

    Alman işgalcilerini yenilgiye uğratacağımızdan, uğratmak zorunda olduğumuzdan kuşku duymak mümkün mü?
    Düşman, bazı korkuya kapılmış aydınların düşündüğü kadar güçlü değil. Belâ göründüğü kadar korkunç değil...

    Kızıl asker, Kızıl Donanma bahriyelisi, komutan, ve politik fonksiyoner, kadın ve erkek partizan yoldaşlar, bütün dünyanın gözü, Alman işgalci haydut sürülerini yenebilecek güç olarak, sizin üzerinizde. Alman haydutlarının boyunduruğu altında tutulan Avrupa halklarının gözü, kurtarıcıları olarak, sizin üzerinizde. Omuzlarınıza büyük bir kurtuluş misyonu verildi. Bu misyona layık olun! Yürüttüğünüz savaş, kurtuluş savaşıdır, haklı bir savaştır...

    Alman istilacıların tamamen ezilmesi için!
    Alman işgalcilerine ölüm!
    Yaşasın şanlı vatanımız, vatanımızın özgürlüğü ve bağımsızlığı!
    Lenin'in bayrağraltında zafere ileri!

  • kurtlar vadisi

    30.12.2005 - 11:03

    Kurtlar Vadisi, perşembe akşamı, tarihinin en kanlı bölümlerinden biriyle ekrana geldi. Yaklaşık 30 kişinin öldürüldüğü bölümün en dikkat çeken sahnesi, artık tam bir “intikamcı” haline gelen Polat Alemdar’ın avukat nizamettin’e işkence ederek öldürdüğü dakikalardı) ,kontgerillacı bozkurtlar vadisinin son bölümü ekranlara gelsede, tekelci medeya, burjuva feodal deger yargılarıyla gercici ideolojiyle beslediği tv karşısında aptallaştırdığı kitleler için gerçek bir tehdit olma özelliğini koruyor,özellikle ruhsal zihinsel açıdan gelişme halindeki çocuklarımız gençler ve ev kadınları tam bir kuşatma altındalar,kurtlar vadisi bitti sevinelimmi üzülelimmi,yeniside gösterime girecek yakında,burjuva kapitalist düzen ve onun kirli senaryoları devam ettikçe hem gerçek yasamda hemde tvlerde özgür düşüncenin gelişmin karşısına kanlı,feodal dezenformasyona dayalı diziler programlar haberler çımaya devam edecek,

Toplam 81 mesaj bulundu