Hayli ilginç gizemleri ve öğretileri ilgimi çekmişti...
Şöyle ki; Birgün Apollon'un oğlu olan bu genç hatta çok yakışıklı onun güzelliğini merak eden bakatlar bile,genç adamın etrafında,benekli postlarıyla gurur duyan aşık panterler misali dönüp duruyor ve onun anlaşılmaz sözlerine gülümsüyorlarmış...Tıpkı şuan benim gülümsediğim gibi.. :) Ah orfe ah...
Neyse biz konumuza dönelim,orfe bir gün birdenbire ortadan kaybolur..Onun ölüp cehenneme indiği söylenir...Oysa o gizlice mısır'a kaçmış memfis rahiplerinin yanına sığınmış..Rahiplerin gizemli öğretisinden geçtikten 20 yıl sonra,geçirdiği sınavların sonucunda misyonunun bir işareti olarak üstatlarından aldığı inisiyasyon adıyla birlikte geri dönmüş.O,artık ışıkla şifa veren anlamına gelen Orfe ya da Arfa adıyla anılır olmuştur...
Uzaktan veya yakında ilgisi olmayan merrunun 'ya' ile bağlantısının olduğu herru'nun,gözü karartmak...ne olursa olsun bağıntısının olma hadisesidir... ;)
Şöyle birşey de aklımdan geçmiyor değil...merru'nun meru dağı,herru'nun eşek olma ihtimali...eşeğin dağa kaçma açılımı vs...
Nirvana 'acıdan kaçma' anlamına gelir..İnsan acı çekme,yanılsama ve bilgisizlik durumundan kurtaran ve bu dünyadaki tüm isteklerin silinmesiyle gerçekleşen durumdur..Hindu felsefesinde,tekrardoğuş çevriminden kurtulma ve brahman durumunun gerçekleşmesi anlamına gelen moksa terimiyle adlandırılır...
Pavlus önceleri Saul adıyla Hristiyanlara zulmmetmiş,ama daha sonra şam yolunda Hristiyan olmuş olan havaridir...Küçük Asya'da ve Yunan'da incil konusunda vaazlar vermiştir...Neron zamanında Roma'da boyunu vurularak katledilmiştir..
Kufi bir hat sanatıdır... Kur’an harfleri çevresinde oluşmuş güzel yazılardır. Bu sanat Kur’an harflerinin 6 ile10. Yüzyıllar arasında geçirdiği uzunca bir gelişme döneminden sonra ortaya çıkmıştır. Kuran-ı Kerim’in bir araya toplanmasından sonra, İslam dininin bilime verdiği özel önemin etkisiyle, çok sayıda katip yetişmiş, yazı da doğal olarak büyük aşamalar göstererek önemli sanat kolu olmuştur.
Bu yazının ilk biçimi olan ve adını Kufe kentinden alan köşeli karakterli kufi yazısının yerini 9. yüzyıldan sonra aklam-ı sitte (altı çeşit yazı) almaya başlamıştır.
Hat sanatı, tarihi seyir içersinde gelişmiş, mükemmelleşmiş ve güzel sanatlar arasında seçkin yerini fiilen almıştır. Hat sanatı; “Cismani aletlerle ortaya çıkan ruhani bir hendesedir” şeklinde tarif edilmiştir.
Aslı Finikeliler’den gelen ve Nebat kavmince kullanılırken Araplar’a geçen ve basit şekillerden ibaret olan bu yazı çeşidi, İslamiyet’in gelişi ile beraber önem kazanmıştır. Kavim yazısı olmaktan çıkıp ümmet yazısı haline gelmiştir.
Bu bakımdan “Arap harfleri” yerine “İslam harfleri” yahut “Kur’an harfleri” ifadesini kullanmak daha yerinde olacaktır.
Kur’an ve hadislerin doğru tespiti için yapılan çalışmalar hat ilmini, o kutsal ibareleri güzel yazma gayreti ise hat sanatını meydana getirmiştir. Türkler, hat sanatıyla Anadolu’ya geldikten sonra ilgilenmeye başlamışlar ve bu alanda en parlak dönemlerini de Osmanlılar zamanında yaşamışlardır. Yakut-ı Mustasımi’nin Anadolu’daki etkisi 13. yüzyıl ortalarından başlayıp 15. yüzyıl ortalarına kadar sürmüştür. Bu yüzyılda yetişen Şeyh Hamdullah (1429-1520) Yakut-ı Mustasımi’nin koyduğu kurallarda bazı değişiklikler yaparak yazıya daha sıcak, daha yumuşak bir görünüm kazandırmıştır.
Türk hat sanatının kurucusu sayılan Şeyh Hamdullah’ın üslup ve anlayışı 17. yüzyıla kadar sürmüş, daha sonraları, Hafız Osman, Rakım Efendi, Şevki ve Sami Efendi gibi dahi sanatkarların hizmetleriyle varabileceği doruk noktasına yücelmiştir.
Türkler, altı tür yazı dışında, İranlılar’ın bulduğu tâ’lik yazıda da yeni bir üslup ortaya koydular. Önceleri İran etkisinde olan tâ’lik yazı 18. yüzyılda Mehmed Esad Yesari (ö. 1798) ile oğlu Yesarizade Mustafa İzzet’in (ö. 1849) elinde yepyeni bir görünüm kazandı.
Hat sanatının doğduğu dönemde ortaya çıkan altı tür yazı ile İranlılar’ın bulduğu tâlik dışında başka birçok yazı türü daha vardır. Bunların bir bölümü fazla yaygınlaşamamış, bir bölümü de belli alanlarda kullanılmıştır.
Örneğin Türkler’in geliştirdiği divani yazı yalnızca Divan-ı Hümayun’da yazılan önemli belgelerde, yazılması ve okunması özel eğitim gerektiren siyakat ise mali kayıtlarda kullanılmıştır. Kolay yazıldığı için günlük yaşamda yaygın olarak kullanılan bir yazı türü olan rik’a da 19. yüzyılda sanat yazısı durumuna gelmiştir.
Sultanların imzası olan tuğralar ise, tuğrakeş adı verilen kimseler tarafından hazırlanmaktaydı. Sultanların mührü niteliğindeki tuğraların, doğal olarak her sultanla birlikte, biçimi ve metni değişmekte, böylece zengin bir tuğra dizisi elde edilmiş bulunmaktadır. Tuğralar, fermanlarda, anıtsal yapıların girişlerinde ve gerekli diğer bölümlerinde sultanların simgesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Fermanlardaki tuğraların tezhipli örneklerini bugün başta İstanbul olmak üzere müzelerde rastlamak Hat sanatıyla uğraşan kişiye “hattat” adı verilir. Hattatlar yüzyıllar boyu usta-çırak ilişkisi içinde yetişmişlerdir
Başlangıçta harflerin tek tek yazılışları, sonra iki harfin birleşme biçimleri ve bunun kuralları öğrenilir. Ardından ikiden fazla harfin birleştirilmesine yani satır çalışmasına geçilir. Bunun için genellikle önce uzunca bir kaside, sonra bazı ayet ve hadisler, dualar özlü sözler yazılır.
Ortalama üç beş yıl kadar süren bu eğitimin sonunda hattat adayı iki ya da üç hattatın önünde yazı yazarak bir çeşit sınav verir. Hattatlar bu yazıyı beğenirlerse altına imzalarını koyarlar. Buna, “icazetname” adı verilir. İcazetname almamış kişi hattat sayılmaz, dolayısıyla yazdığı bir yazının altına adını koyamaz. Osmanlılar döneminde, hattatlar arasında en kıdemli ve usta olana, hattatların reisi (reisü’l-hattatin) adı verilirdi. Onun ölümünde yerine bir başkası geçerdi.
Kufi yazı: İslam yazısının en eski örneği olan bu yazı, İslamiyetin zuhurunda Arap yarımadasının birçok yerinde kullanılmakta idi. Nitekim ilk Kur’an-ı kerimler bu yazı ile yazılmıştır. Düz çizgiler ve köşelerden oluşan bir yazı çeşididir. Kufi denilen yazının en temelli karakteri geometrik olmasıdır.
(Alıntı)
Hat sanatlarında en hayranlık duyduğum yazı türüdür...
Ben ne zaman büyüdüm anne (niran ünsal) dinliyorum,gözlerim ıslak ıslak...:(
Bir acı denizinde kayboldu umutlarım
Ağlarım dalgalardan görünmez gözyaşlarım
Bir boşluğa asılmış kanayan fotoğrafın
Gecelerde çırpınır ebruli kanatların
Nerde masalların,o masum hayallerin
Ben ne zaman büyüdüm anne
Kirlendi ellerim
Nerde sevinölerin,o bahar gülüşlerin
Ben ne zaman güz oldum anne
Döküldü çiçeklerim
Küçücük bir ümit sür solan gözbebeğime
Daldan kopan yaprak gibi yalnızım yalnız anne
Bir masal kuşu uçur üşüyen düşlerime
Kayboldum kör sokaklarda
Gel de bul beni anne
Nerde masalların,o masum hayallerin
Ben ne zaman büyüdüm anne
Kirlendi ellerim
Nerde sevinçlerin,o bahar gülüşlerin
Ben ne zaman güz oldum anne
Döküldü çiçeklerim
Homer’den beş yüzyıl ve isa’dan on üç yüzyıl önceydi…
Yani Musa’nın devriydi.
Hint kali Yuga çağına,yani karanlıklar çağına gömülüyordu ve önceki ihtişamının gölgesinden başka bir şey değildi artık.
Babil’in zulmüyle,dünyada anarşinin kılıcını serbest bırakan Asur,Asya’yı ayaklar altına alıyordu.Rahiplerinin ve firavunlarının bilimi sayesinde büyüyen mısır bu evrensel çöküşe direniyordu ama onun da gücü ancak Fırat’a ve Akdeniz’e kadar uzanabiliyordu.
İsrail ise,Musa’nın gürleyen sesi aracılığıyla,çölde,Eril Tanrı ve ilahi birlik ilkesini kuvvetlendirmeye çalışıyordu ama yeryüzü,bu sesin yankılarını henüz duymuş değildi…
Kollarını Nedir'e uzatmış ve etrafı çelenk misali forumlarla çevrelenmiş olan bu dağlık yarımadada yıllardır beyaz ırktan bir halk yaşamaktaydı…Bu halk Doğudan, Batıdan ve ilkel Keltlerle akraba idi… :))
Bu türünün son örneği ırk,önceki tüm uygarlıklarla karışmış,onlardan pek çok şey alıp harmanlayarak atılımlar yapmıştır…Karadeniz’den, Akdeniz’den ve Orta Anadolu’dan gelen koloniler bu Nedir'e yerleşmiş,dağlık burunları ve vadileri çeşitli ırklarla,mezheplerle ve siyasetle doldurmuşlardı…..Bu 'Nedir' Asyanın ve Afrikanın zenginliklerini taşısaydı ne olurdu..?
Fildişi,boyalı çömlekler,Suriye kumaşları,altın vazolar,baharatlar,kadife ve inciler ve çoğu zaman,vahşi bir kıyıdan kaçırılmış akıllar...
Ah bu çok hoş oldu...kimse üzerine alınmasın... :))
Bu, ulaştığım son haznesinden çıkardıklarım aşkın... Elde son kalan, hani sana son gidecek olan, hani seni son görecek olan, hani son lokma ekmeğim gibi yani.... Bu en son dökülen yaprağı dallarımın.... M ...
karakter
11.11.2010 - 23:52Yaşam bir alfabeye benzer.. Bu alfabede ister ünlü ol, ister ünsüz; yeter ki KARAKTERSİZ olma..!
Orfe
08.09.2009 - 14:30Hayli ilginç gizemleri ve öğretileri ilgimi çekmişti...
Şöyle ki; Birgün Apollon'un oğlu olan bu genç hatta çok yakışıklı onun güzelliğini merak eden bakatlar bile,genç adamın etrafında,benekli postlarıyla gurur duyan aşık panterler misali dönüp duruyor ve onun anlaşılmaz sözlerine gülümsüyorlarmış...Tıpkı şuan benim gülümsediğim gibi.. :) Ah orfe ah...
Neyse biz konumuza dönelim,orfe bir gün birdenbire ortadan kaybolur..Onun ölüp cehenneme indiği söylenir...Oysa o gizlice mısır'a kaçmış memfis rahiplerinin yanına sığınmış..Rahiplerin gizemli öğretisinden geçtikten 20 yıl sonra,geçirdiği sınavların sonucunda misyonunun bir işareti olarak üstatlarından aldığı inisiyasyon adıyla birlikte geri dönmüş.O,artık ışıkla şifa veren anlamına gelen Orfe ya da Arfa adıyla anılır olmuştur...
herru
08.09.2009 - 13:56Uzaktan veya yakında ilgisi olmayan merrunun 'ya' ile bağlantısının olduğu herru'nun,gözü karartmak...ne olursa olsun bağıntısının olma hadisesidir... ;)
Şöyle birşey de aklımdan geçmiyor değil...merru'nun meru dağı,herru'nun eşek olma ihtimali...eşeğin dağa kaçma açılımı vs...
üsküre
08.09.2009 - 13:46Doğu Anadolu'da bakır tas'a verilen isim...
nirvana
07.09.2009 - 15:12Nirvana 'acıdan kaçma' anlamına gelir..İnsan acı çekme,yanılsama ve bilgisizlik durumundan kurtaran ve bu dünyadaki tüm isteklerin silinmesiyle gerçekleşen durumdur..Hindu felsefesinde,tekrardoğuş çevriminden kurtulma ve brahman durumunun gerçekleşmesi anlamına gelen moksa terimiyle adlandırılır...
Kaynak vikipedi...:p
kabala
07.09.2009 - 14:57Kabala kutsal kitap metinleri ve sözlü gelenekleri üzerine Yahudiler'in yaptığı gizemli ve içrek yorumların tümü diyebiliriz...
İGS
07.09.2009 - 14:49Giyim mağazasının adı...
İGS açılımı: İçeri girme, soyarlar... ;)
jüpiter
07.09.2009 - 14:46Zeus'a Romalılar'ın verdiği ad...
Pavlus
07.09.2009 - 14:41Pavlus önceleri Saul adıyla Hristiyanlara zulmmetmiş,ama daha sonra şam yolunda Hristiyan olmuş olan havaridir...Küçük Asya'da ve Yunan'da incil konusunda vaazlar vermiştir...Neron zamanında Roma'da boyunu vurularak katledilmiştir..
Markos
07.09.2009 - 14:37Dört incil yazarlarından biri olan Markos,önce Pavlus'a,sonra da Petrus'a yoldaşlık etmiş ve anılarını ikinci incil'de toplamıştır...
Kufi
07.09.2009 - 14:28Kufi bir hat sanatıdır... Kur’an harfleri çevresinde oluşmuş güzel yazılardır. Bu sanat Kur’an harflerinin 6 ile10. Yüzyıllar arasında geçirdiği uzunca bir gelişme döneminden sonra ortaya çıkmıştır. Kuran-ı Kerim’in bir araya toplanmasından sonra, İslam dininin bilime verdiği özel önemin etkisiyle, çok sayıda katip yetişmiş, yazı da doğal olarak büyük aşamalar göstererek önemli sanat kolu olmuştur.
Bu yazının ilk biçimi olan ve adını Kufe kentinden alan köşeli karakterli kufi yazısının yerini 9. yüzyıldan sonra aklam-ı sitte (altı çeşit yazı) almaya başlamıştır.
Hat sanatı, tarihi seyir içersinde gelişmiş, mükemmelleşmiş ve güzel sanatlar arasında seçkin yerini fiilen almıştır. Hat sanatı; “Cismani aletlerle ortaya çıkan ruhani bir hendesedir” şeklinde tarif edilmiştir.
Aslı Finikeliler’den gelen ve Nebat kavmince kullanılırken Araplar’a geçen ve basit şekillerden ibaret olan bu yazı çeşidi, İslamiyet’in gelişi ile beraber önem kazanmıştır. Kavim yazısı olmaktan çıkıp ümmet yazısı haline gelmiştir.
Bu bakımdan “Arap harfleri” yerine “İslam harfleri” yahut “Kur’an harfleri” ifadesini kullanmak daha yerinde olacaktır.
Kur’an ve hadislerin doğru tespiti için yapılan çalışmalar hat ilmini, o kutsal ibareleri güzel yazma gayreti ise hat sanatını meydana getirmiştir. Türkler, hat sanatıyla Anadolu’ya geldikten sonra ilgilenmeye başlamışlar ve bu alanda en parlak dönemlerini de Osmanlılar zamanında yaşamışlardır. Yakut-ı Mustasımi’nin Anadolu’daki etkisi 13. yüzyıl ortalarından başlayıp 15. yüzyıl ortalarına kadar sürmüştür. Bu yüzyılda yetişen Şeyh Hamdullah (1429-1520) Yakut-ı Mustasımi’nin koyduğu kurallarda bazı değişiklikler yaparak yazıya daha sıcak, daha yumuşak bir görünüm kazandırmıştır.
Türk hat sanatının kurucusu sayılan Şeyh Hamdullah’ın üslup ve anlayışı 17. yüzyıla kadar sürmüş, daha sonraları, Hafız Osman, Rakım Efendi, Şevki ve Sami Efendi gibi dahi sanatkarların hizmetleriyle varabileceği doruk noktasına yücelmiştir.
Türkler, altı tür yazı dışında, İranlılar’ın bulduğu tâ’lik yazıda da yeni bir üslup ortaya koydular. Önceleri İran etkisinde olan tâ’lik yazı 18. yüzyılda Mehmed Esad Yesari (ö. 1798) ile oğlu Yesarizade Mustafa İzzet’in (ö. 1849) elinde yepyeni bir görünüm kazandı.
Hat sanatının doğduğu dönemde ortaya çıkan altı tür yazı ile İranlılar’ın bulduğu tâlik dışında başka birçok yazı türü daha vardır. Bunların bir bölümü fazla yaygınlaşamamış, bir bölümü de belli alanlarda kullanılmıştır.
Örneğin Türkler’in geliştirdiği divani yazı yalnızca Divan-ı Hümayun’da yazılan önemli belgelerde, yazılması ve okunması özel eğitim gerektiren siyakat ise mali kayıtlarda kullanılmıştır. Kolay yazıldığı için günlük yaşamda yaygın olarak kullanılan bir yazı türü olan rik’a da 19. yüzyılda sanat yazısı durumuna gelmiştir.
Sultanların imzası olan tuğralar ise, tuğrakeş adı verilen kimseler tarafından hazırlanmaktaydı. Sultanların mührü niteliğindeki tuğraların, doğal olarak her sultanla birlikte, biçimi ve metni değişmekte, böylece zengin bir tuğra dizisi elde edilmiş bulunmaktadır. Tuğralar, fermanlarda, anıtsal yapıların girişlerinde ve gerekli diğer bölümlerinde sultanların simgesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Fermanlardaki tuğraların tezhipli örneklerini bugün başta İstanbul olmak üzere müzelerde rastlamak Hat sanatıyla uğraşan kişiye “hattat” adı verilir. Hattatlar yüzyıllar boyu usta-çırak ilişkisi içinde yetişmişlerdir
Başlangıçta harflerin tek tek yazılışları, sonra iki harfin birleşme biçimleri ve bunun kuralları öğrenilir. Ardından ikiden fazla harfin birleştirilmesine yani satır çalışmasına geçilir. Bunun için genellikle önce uzunca bir kaside, sonra bazı ayet ve hadisler, dualar özlü sözler yazılır.
Ortalama üç beş yıl kadar süren bu eğitimin sonunda hattat adayı iki ya da üç hattatın önünde yazı yazarak bir çeşit sınav verir. Hattatlar bu yazıyı beğenirlerse altına imzalarını koyarlar. Buna, “icazetname” adı verilir. İcazetname almamış kişi hattat sayılmaz, dolayısıyla yazdığı bir yazının altına adını koyamaz. Osmanlılar döneminde, hattatlar arasında en kıdemli ve usta olana, hattatların reisi (reisü’l-hattatin) adı verilirdi. Onun ölümünde yerine bir başkası geçerdi.
Kufi yazı: İslam yazısının en eski örneği olan bu yazı, İslamiyetin zuhurunda Arap yarımadasının birçok yerinde kullanılmakta idi. Nitekim ilk Kur’an-ı kerimler bu yazı ile yazılmıştır. Düz çizgiler ve köşelerden oluşan bir yazı çeşididir. Kufi denilen yazının en temelli karakteri geometrik olmasıdır.
(Alıntı)
Hat sanatlarında en hayranlık duyduğum yazı türüdür...
Bu yazı ile ilgili görsel linkler....
http://images.google.com.tr/images? hl=tr&source=hp&q=kufi%20yaz%C4%B1%20%C3%B6rnekleri&lr=lang_tr&um=1&ie=UTF-8&sa=N&tab=wi
Piti
07.09.2009 - 14:22Delf'de Apollon adına kehanette bulunan kadın kahin..
övmek ve övülmek
07.09.2009 - 14:11Övmek ve Övülmek Allah'a mahsustur...
Fatiha Süresinin mealine bakınız...
arazi olmak
07.09.2009 - 14:05Sıvışmak...
Daha çok kişilerin işine gelmediği durumlarda ve asker ocaklarında iştima esnasında arazi olmanın yollarının arandığı durum vs.dir..
tek
03.09.2009 - 04:25Öteki yarım.. :)
gecenin rengi
03.09.2009 - 04:19Ay döner bana
Uykum koşar sana
Ağlarım ölür diye
Gece kanar
(bkz: düş sokağı sakinleri)
öksüz
03.09.2009 - 04:15Annesiz,annesi olmayana denir..
şu an ne dinliyorum
03.09.2009 - 04:10Ben ne zaman büyüdüm anne (niran ünsal) dinliyorum,gözlerim ıslak ıslak...:(
Bir acı denizinde kayboldu umutlarım
Ağlarım dalgalardan görünmez gözyaşlarım
Bir boşluğa asılmış kanayan fotoğrafın
Gecelerde çırpınır ebruli kanatların
Nerde masalların,o masum hayallerin
Ben ne zaman büyüdüm anne
Kirlendi ellerim
Nerde sevinölerin,o bahar gülüşlerin
Ben ne zaman güz oldum anne
Döküldü çiçeklerim
Küçücük bir ümit sür solan gözbebeğime
Daldan kopan yaprak gibi yalnızım yalnız anne
Bir masal kuşu uçur üşüyen düşlerime
Kayboldum kör sokaklarda
Gel de bul beni anne
Nerde masalların,o masum hayallerin
Ben ne zaman büyüdüm anne
Kirlendi ellerim
Nerde sevinçlerin,o bahar gülüşlerin
Ben ne zaman güz oldum anne
Döküldü çiçeklerim
manken
03.09.2009 - 04:06Elbise askısı...
uykusu kaçmak
02.09.2009 - 02:52Kayıp aranıyor..!
Ey uyku nerdesin..?
Görenlerin,bilenlerin anto namına haber vermeleri esefle rica olunur...:(
Yağmura Kafa Tutan Küp Şeker
02.09.2009 - 02:42Beni köyümün yağmurunda eritin...:P
musa
02.09.2009 - 02:15Homer’den beş yüzyıl ve isa’dan on üç yüzyıl önceydi…
Yani Musa’nın devriydi.
Hint kali Yuga çağına,yani karanlıklar çağına gömülüyordu ve önceki ihtişamının gölgesinden başka bir şey değildi artık.
Babil’in zulmüyle,dünyada anarşinin kılıcını serbest bırakan Asur,Asya’yı ayaklar altına alıyordu.Rahiplerinin ve firavunlarının bilimi sayesinde büyüyen mısır bu evrensel çöküşe direniyordu ama onun da gücü ancak Fırat’a ve Akdeniz’e kadar uzanabiliyordu.
İsrail ise,Musa’nın gürleyen sesi aracılığıyla,çölde,Eril Tanrı ve ilahi birlik ilkesini kuvvetlendirmeye çalışıyordu ama yeryüzü,bu sesin yankılarını henüz duymuş değildi…
Bkz homer: http://nedir.antoloji.com/homer/
sırf yazmış olmak için nedir yazmak
02.09.2009 - 02:10Kollarını Nedir'e uzatmış ve etrafı çelenk misali forumlarla çevrelenmiş olan bu dağlık yarımadada yıllardır beyaz ırktan bir halk yaşamaktaydı…Bu halk Doğudan, Batıdan ve ilkel Keltlerle akraba idi… :))
Bu türünün son örneği ırk,önceki tüm uygarlıklarla karışmış,onlardan pek çok şey alıp harmanlayarak atılımlar yapmıştır…Karadeniz’den, Akdeniz’den ve Orta Anadolu’dan gelen koloniler bu Nedir'e yerleşmiş,dağlık burunları ve vadileri çeşitli ırklarla,mezheplerle ve siyasetle doldurmuşlardı…..Bu 'Nedir' Asyanın ve Afrikanın zenginliklerini taşısaydı ne olurdu..?
Fildişi,boyalı çömlekler,Suriye kumaşları,altın vazolar,baharatlar,kadife ve inciler ve çoğu zaman,vahşi bir kıyıdan kaçırılmış akıllar...
Ah bu çok hoş oldu...kimse üzerine alınmasın... :))
sanalcan
02.09.2009 - 01:53sanalda dincilik
sanalda siyaset
sanalda ülkeyi kurtarmalar...
eşittir yine sanallığıyla kalmalar....
Cehennemde,dünyada ve cennette üç kez taç giydirmek lazım bu kullanıcılara...
takımyıldızlarla onların arasından,alınlarında bir yıldızla yürüyün edebi,yüce anto kullanıcıları... :))
Toplam 208 mesaj bulundu