Harfler sırdır. Sırrı ifşa eden S harfinin eSrarını kelimelerin ormanında harflerin peşine düşerek bulabilirsiniz. S hangi harfin içine girmiş ise Sır olmuştur, eSrar olmuştur, efSun olmuştur. Mesela gizem ve Sırrın öz akrabalığı yoktur: inSan gizlemek ister halbuki toprak çömleklerin üzerine çekilen cilaya verilen Sır ismi gibi, Sır açığa çıkarılması istenen beklenen bir şeydir. Açıktadır ancak herkeS göremediği için Sır olmuştur. Ş gösteriŞ’in remzidir. İçinde yer aldığı kelime ulvi olsun süfli olsun göz kamaŞtırır, Bütün bakıŞları üzerine çeker. İçinde Ş harfi olan bir tane iddiasız kelime bulamazsınız. GüneŞ, ateŞ, aŞk, Şehvet, Şevk, nakıŞ, Şhov, Şehit. Oysa bu kelimelerin benzerleri yakın akrabası sayılan diğerlerine baktığımızda daha Sade, daha Sakin bir hal görürüz. Yukarıdaki Ş li kelimelerin S li benzerlerine bakalım isterseniz. AteŞ ten yükselen ıSı, aŞk ile atışan Sevgi, Şehvetle at koşturan köSnü, Şevk ile yola düşen iStek, nakıŞ ile göz okşayan deSen, Şhov ile sahne alan göSteri ne kadar da Sönük kalıyor Ş nin yanında.
AŞk ile ateŞin kızı, Şah ile Şeytanın arkadaŞı: Ş. Bir kelimelin önünde yürüdüğü zaman ona Şekil verir, kelimenin ortasında yer alırsa esası teŞkil eder, kelimenin ayak ucunda bile dursa onu baŞ yapar.
İçinde Ş harfi olmayınca Şah olmaz hiçbir kelime. Ş insanı tanımlayınca insana Şahsiyet verir. Onu, Şah yapar, Şeyh yapar, Şövalye yapar, Şakir yapar, Şakirt yapar, Şehsuvar eder. Şerefli yapar, Şeytanla iŞbirliğine girer Şaki yapar, Şırfıntı yapar, Şempanze yapar, Şirret yapar, Şerefsiz yapar.
Yakıcıdır; GüneŞ ten alır ateŞini. GüneŞ, ateŞ, Şems, Şahap hep ş ile ıŞıldar.
S Sırları barındırır karnında. Ş nin yanında Sönük kalır ama bir nevi ş’nin akıllı kardeşidir. Aşık olmak yerine Sevmeyi Şüphe etmek yerine Sorgulamayı, teŞhir yerine sergilemeyi Salık verir. TaSnif eder, Soru sorar, Sorgular, Şekillendirmez belki ama sonuçlandırır.
Pek çok harf için bu karşılaştırma, bu kıyas yapılabilir. V harfi ile B harfinin yönetim ile ilgili yer aldığı kelimelerin kısaca kıyasını yapar isek karşımıza şu kelimeler dikilir ve ifşada bulunur. V harfinden pek çok yönetici kelime neşet eder.. Vasi olur, padiŞah’a akıl veren Vezir olur, Vali olur, Vekil olur. Valide olur ama Baba olmaz. Oysa diğer bir yönetici harf B bakan olur amma BaşBakan da olur, Bey olur, Buyruk verir, Baş olur emir verir, Baba olur devlet ile özdeşleştirilir.
Sen gittikçe temellerim çözülür bir harf düşer döndükçe sen
Bir harf kapı aralarında bir harf açlıkta göçte bir harf
Güç gelir sağlam damarlarında durmak bir harfin
Kanayan bir harftir açtıkça sen geceye yüzünü
Masalara bir harf için özlemini koyarsın dayanılmaz
Unutulmaktan mürekkep bir adamım,kırık bir harfim ben
Sen çarpış harflerimle topla toparla beni çözülmesin temelim..
Batili gözüyle Fâtih:
Büyük devlet ve ilim adami olan Fâtih, en büyük düsmanlarinin gözlerini kamastiran pâdisahtir. Eserlerinde ondan takdirle bahsetmislerdir. Fetih sirasinda Istanbul’da bulunan Italyan Zorzo Dolfin bir keresinde söyle demistir:
“Sultan Mehmed, çok az gülerdi. Zekâsi, dâimî bir çalisma hâlindeydi.Çok cömertti.Her iste fevkalâde atilgan, hattâ cüretkârdi.Seçtigi hedeflere erismek için çok israr ederdi.Soguga, sicaga, açliga, susuzluga tahammüllüydü. Kesin konusur, kimseden çekinmezdi. Zevk ve sefâdan uzakti. Türkçe, Yunanca ve Sirpçayi çok iyi konusurdu.Her gün bir müddet okurdu. Roma târihi, baska devletler târihi, Laerce, Tite-Live, Herodot, Quinte-Curce, Papalarin, Alman Imparatorlari ile Fransa ve Lombardiya krallarinin vak’alari okudugu târihler arasindaydi.
Alman müstesrik Franz Babinger, Mehmed-IIder Eroberer und seine Zeit Weltenstürmer einer Zeitenwende adli eserinde söyle yazmaktadir:
“Türk dünyâsi için Fâtih günümüze kadar, bütün imparatorlarin en büyügü olup, beser târihinde baska her hangi bir sahsin kendisiyle mukâyese edilmesi zordur. O Türk milletine, bütün târihinin en harîkulâde ve en yaklasilmasi gayr-i kâbil sâhsiyet olarak takdim edilmistir. Bati âleminin mukadderâti, Fâtih Sultan Mehmed’in görünmesiyle sarîh bir sekilde isâretlenmistir.Kudretli sahsiyeti, büyük Avrupa sâhalarinin dis görünüsünü derinden degistirmistir.Ortaçagdan çikarken insanlari ve dünyâyi görüs tarzinda, Fâtih’in sahsiyeti, zekâlari tesir altinda birakmistir.”
Diger bir Italyan târihçi Langusto, Istanbul’un fethinden sonra söyle yazmistir:
“Sultan Mehmed, ince yüzlü, ortadan fazla uzun boylu, silâhlar kusanmis, asil tavirli, çok az gülen, devamli ögrenmek ihtirâsi ile yanan, cömert ve iyi kalpli, gâyelerine ulasmakta inatçi bir hükümdârdi. En çok harp sanatina merakliydi.Her seyi ögrenmek isteyen zekî bir arastirmaciydi.Sefâhat düskünlügü olmayip, kötü âdetleri yoktu.Harem dâiresinde çok az vakit geçirirdi. Nefsine hâkim ve uyanikti. Her sarta tahammül gösterebilirdi ve bir cihân devleti pesindeydi.”..
Bu açıklamaları yapanlar yabancılar..onlar bile eleştiriken bizim kadar acımasız değiller.. ya biz hangi,kimlerin tarih kitablarından okuduklarımızla yargılıyoruz O güzel kumandanı..
Ya da neden yaptığını, yaptıklarının sebeb sonuç ilişkilerini değerlendirmeden, sorgulamadan, araştırmadan,akletmeden böyle yazılar yazıyoruz..
Fatih Sultan Mehmed'in hayatını,dehasını,cesaretini, anlayabilmek bile zannımca deha gerektirir.. Onu anlayabilmek öyle her yiğidin harcı değildir! ..
Her şey iç içe yaşam içinde. Kötü varsa ancak iyinin olduğunun farkına varıyoruz. Güzellik çirkinin varlığına borçlu makamını nasıl ki zengin fakire borçluysa servetini. Mutluluk ise hüzne borçlu mahiyetini. Tezatsız dengelenemiyoruz dünyada! Siyah yoksa beyaz yok. Kötü yoksa iyi yok.Hüzün yoksa mutluluk da öyle..
Yaşayabilmek gerek her şeye rağmen, yaşata bilmek için. Hüznü de yaşamak gerek, mutluluğun kıymetini daha iyi bilebilmek için Var olmak gerek her şeye rağmen, var kılmak için. Barışık olmak gerek, en başta küskünlüğe mani olmak için..
Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre...
Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet...
İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet...
Üçüncüsü bir asır... Allahın, Kur'ân'ında 'belhüm adal-hayvandan aşağı' dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret...
Ya dördüncüsü? .... Son yarım asır! .. İşgâl ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedî helâke mahkûmiyet... İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören... Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi...
Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilâkı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik...
Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün 'dikey'leri 'yatay' hale getirecek bir çığlık kopararak 'mukaddes emaneti ne yaptınız? ' diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...
Halka değil, Hakka inanan; meclisinin duvarında 'Hakimiyet Hakkındır' düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik...
Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, demagog politikacısı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi, mümin zindanı mâbedi, temeli yıkık ailesi, hâsılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik...
Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara 'siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi! ' diyecek ve gerçek müslümanlığın 'nasıl'ını ve 'ne idüğü'nü her haliyle gösterecek bir gençlik...
Tek cümleyle, Allahın, kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezayı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak, ve O'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak tanımayacak ve O'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir gençlik...
İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum. Şekillenmesi, billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbaz kodomanların viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerimden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allaha hamd etme makamındayım.
Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil! Allahın selâmı üzerine olsun...
Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! ...
“...Nasıl, nerede ve ne şekilde öleceğimi Allah bilir. En büyük korkularımdan biri, nice müellifin başına geldiği gibi, ölümümden sonraki tahriflerdir.
Beni, ayrıca hususi vasiyetimde gösterdiğim gibi, İslami usullerin en incelerine riayetle gömünüz!
Cenazeme çiçek ve bando muzika gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle bir zahmete girişmeyeceği malum. Fakat bu hususta bir muziplik zuhur edecek olursa, ne yapılmak gerektiği de beni sevenlerce malum... Çiçekler çamura ve bando yüzgeri koğuşuna...
Cenazemde, namazıma durmayacaklardan hiç kimseyi istemiyorum! Nede, kim olursa olsun, kadın... Ve bilhassa, ölü simsarı cinsinden imam! (üstadın bu sözü bana Türkan Saylanın cenazesindeki amin efektini kullanan şakşakçı imamı hatırlattı ne hikmetse :) ..)
Ve 'bid'at' belirtici hiçbirşey! ...
Başucumda ne nutuk, ne şamata, ne medh, ne şu, ne bu... Sadece Fatiha ve Kur'an...
Mezarımda ilahi ve ulvi isim ve sıfatlardan ve benim beşeri ve süfli isim ve sıfatlarımdan hiçbir iz bulunmayacak... Mevlid de istemem! Onu, uhrevi rüşvet vasıtası yapanlara bırakınız! Sadece Kur'an...
Allah’ı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını! ...
Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!
Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından bir takım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız! ”...
Brezilya dizilerini seyretmeye ne hacet var efendim..
Antolojiyi takip edin yeter.. :)
Aşklar, ihanetler,kıskançlıklar, kaprisler velhasıl ne ararsanız var..
Zengin kız,fakir oğlan, hasta kız, hekim oğlan, fakir kıza aşık zengin oğlan, o zengin oğlana aşık kültürlü,zengin ve kıskanç kız ve hatta fakir kıza aşkını itiraf edemeyen ama onu içten içe seven ve hatta koruyan kişilerin olduğu konu bakımından muhtelif dizilerde mevcuttur Antolojide.. :)
Üstelik bunlar kurguda değil tamamen gerçek...
Seyrediyoruz eğleniyoruz efendim.. :)
Devam ilen..
Arkası yarın ilen..
Elif, hiçliğin ve boşluğun bir görünüm olarak belirmesinin ikinci adımı.
Elif, başka harflerle bitişmiyor. Bir yani. Tek. Yalnızlığın selvi boylu imgesi. Tek ü tenhalığın, kimsesizliğin.
Sayıları saymayı biz ondan öğreniyoruz. İlk adım nokta. Elif noktadan yapılıyor. Üst üste yedi nokta bir elif ediyor. Nokta hem başlangıç hem son. Başla sonun bitişmesi yalnızlığın bir fobi olmaktan çıkması.
Hareke kabul etmeyen harf meçhul kalırmış. Elif harekelenmeyip meçhul kalmayan tek harftir, elif, harfler âleminde yalnızlığın görünümüdür.
OTİZM (Kendine dönük)
Aslında otizm şizofrenik hastaların dış dünyayla olan ilişkilerini zamanla kaybetmelerini (içine kapanma) anlatmak için kullanılan ve yetişkin psikiyatrisi jargonundan alınma bir terimdir.
Bu günkü anlamı ile algılanan otizm terimi ilk kez Amerika’lı psikiyatrist Leo Kanner tarafından 1943 yılında tanımlandı ve Kanner 11 çocukta gördüğü yaygın davranış bozukluklarını tanımlayarak bu tabloya “erken çocukluk otizmi” adını verdi.
Otizme neden olan sebeblerin başında genetik faktörler gelsede son dönemlerde yapılan çalışmalarda otizme beslenmenin, civa içeren gıdaların ve bebeklik çağında yapılan civalı, thimerosal içeren aşıların neden olduğuda söylenmektedir..
Her ne kadar tedavisinin olmadığını söyleyenler olsada Yüce Rabbim hiç bir derdi dermansız, hastalığıda şifasız yaratmamıştır..
Eğer göçmenseniz akraba evliliği gibi bir durum sözkonusu dahi olamaz..
Hatta mübala ile :)) evleneceğiniz erkeğin yada kızın yedi mahalle ötesinden olması lazımdır..yoksa mümkinatı yoktur.. :))
Damat: Ah! Nihayet Rüya Gerçek Oluyor! !
Gelin: Senden Ayrılmamı İster Misin?
Damat: Hayır! Bu Lafı Bir Daha Asla Söyleme!
Gelin: Sen.. Bana Aşıkmısın?
Damat: Taaaabiki.
Gelin: Beni Terketmeyi Düşünür Müsün?
Damat: Tabiki Hayır.
Gelin: Peki Bana Bir Öpücük Verir Misin?
Damat: Evet Hem Yüzüne Hem Gözüne.
Gelin: Peki Bana Bir Gün Vuracakmısın?
Damat: Asla! Ben O Tür Erkeklerden Değilim.
Gelin: Sana Güvenebilir Miyim?
Damat: Evet.
Gelin: AŞKIM.
EVLILIGIN YEDINCI SENESINDE:
Lütfen YUKARIDAKI Konuşmayı Aşağıdan Yukarıya
Doğru Okuyunuz Bu Kez! ! ! !
acı ama gerçek cümleler :))
Aşkı taşıyan her kalbin muhkem olduğunu zannediyordum oysa.
Meğer aşk, indiği kalbi ihya ediyordu ya, ihya edemezse yok ediyordu.
Kazasız belasız kurtulmanın imkânı yoktu...
aşk
07.06.2009 - 00:33'ın ELİF halinde Elif'den habersiz
cümlesi kırılmış,
kelimeleri dağılmış,
harfleri dökülmüş,
lâl olmuş haller içindeyim..
Elif
07.06.2009 - 00:19Kalbime saplanan bir ok,
Dilimi boğan bir harf..
harflerin halleri
06.06.2009 - 00:05Harfler sırdır. Sırrı ifşa eden S harfinin eSrarını kelimelerin ormanında harflerin peşine düşerek bulabilirsiniz. S hangi harfin içine girmiş ise Sır olmuştur, eSrar olmuştur, efSun olmuştur. Mesela gizem ve Sırrın öz akrabalığı yoktur: inSan gizlemek ister halbuki toprak çömleklerin üzerine çekilen cilaya verilen Sır ismi gibi, Sır açığa çıkarılması istenen beklenen bir şeydir. Açıktadır ancak herkeS göremediği için Sır olmuştur. Ş gösteriŞ’in remzidir. İçinde yer aldığı kelime ulvi olsun süfli olsun göz kamaŞtırır, Bütün bakıŞları üzerine çeker. İçinde Ş harfi olan bir tane iddiasız kelime bulamazsınız. GüneŞ, ateŞ, aŞk, Şehvet, Şevk, nakıŞ, Şhov, Şehit. Oysa bu kelimelerin benzerleri yakın akrabası sayılan diğerlerine baktığımızda daha Sade, daha Sakin bir hal görürüz. Yukarıdaki Ş li kelimelerin S li benzerlerine bakalım isterseniz. AteŞ ten yükselen ıSı, aŞk ile atışan Sevgi, Şehvetle at koşturan köSnü, Şevk ile yola düşen iStek, nakıŞ ile göz okşayan deSen, Şhov ile sahne alan göSteri ne kadar da Sönük kalıyor Ş nin yanında.
AŞk ile ateŞin kızı, Şah ile Şeytanın arkadaŞı: Ş. Bir kelimelin önünde yürüdüğü zaman ona Şekil verir, kelimenin ortasında yer alırsa esası teŞkil eder, kelimenin ayak ucunda bile dursa onu baŞ yapar.
İçinde Ş harfi olmayınca Şah olmaz hiçbir kelime. Ş insanı tanımlayınca insana Şahsiyet verir. Onu, Şah yapar, Şeyh yapar, Şövalye yapar, Şakir yapar, Şakirt yapar, Şehsuvar eder. Şerefli yapar, Şeytanla iŞbirliğine girer Şaki yapar, Şırfıntı yapar, Şempanze yapar, Şirret yapar, Şerefsiz yapar.
Yakıcıdır; GüneŞ ten alır ateŞini. GüneŞ, ateŞ, Şems, Şahap hep ş ile ıŞıldar.
S Sırları barındırır karnında. Ş nin yanında Sönük kalır ama bir nevi ş’nin akıllı kardeşidir. Aşık olmak yerine Sevmeyi Şüphe etmek yerine Sorgulamayı, teŞhir yerine sergilemeyi Salık verir. TaSnif eder, Soru sorar, Sorgular, Şekillendirmez belki ama sonuçlandırır.
Pek çok harf için bu karşılaştırma, bu kıyas yapılabilir. V harfi ile B harfinin yönetim ile ilgili yer aldığı kelimelerin kısaca kıyasını yapar isek karşımıza şu kelimeler dikilir ve ifşada bulunur. V harfinden pek çok yönetici kelime neşet eder.. Vasi olur, padiŞah’a akıl veren Vezir olur, Vali olur, Vekil olur. Valide olur ama Baba olmaz. Oysa diğer bir yönetici harf B bakan olur amma BaşBakan da olur, Bey olur, Buyruk verir, Baş olur emir verir, Baba olur devlet ile özdeşleştirilir.
Hamit Akçay..
sen
05.06.2009 - 23:34Sen gittikçe temellerim çözülür bir harf düşer döndükçe sen
Bir harf kapı aralarında bir harf açlıkta göçte bir harf
Güç gelir sağlam damarlarında durmak bir harfin
Kanayan bir harftir açtıkça sen geceye yüzünü
Masalara bir harf için özlemini koyarsın dayanılmaz
Unutulmaktan mürekkep bir adamım,kırık bir harfim ben
Sen çarpış harflerimle topla toparla beni çözülmesin temelim..
Mustafa CELEP..(Hafız)
sen
03.06.2009 - 13:29Sen gelmeyince hatıra bilsen neler gelir.
(Nâbî)
yar
03.06.2009 - 12:12Ya derdime derman, ya katlime ferman..
rumuz(lar)
03.06.2009 - 12:00“Herkes laftan anlar, insan odur ki rumuzdan anlaya”
fatih sultan mehmet
28.05.2009 - 14:41Batili gözüyle Fâtih:
Büyük devlet ve ilim adami olan Fâtih, en büyük düsmanlarinin gözlerini kamastiran pâdisahtir. Eserlerinde ondan takdirle bahsetmislerdir. Fetih sirasinda Istanbul’da bulunan Italyan Zorzo Dolfin bir keresinde söyle demistir:
“Sultan Mehmed, çok az gülerdi. Zekâsi, dâimî bir çalisma hâlindeydi.Çok cömertti.Her iste fevkalâde atilgan, hattâ cüretkârdi.Seçtigi hedeflere erismek için çok israr ederdi.Soguga, sicaga, açliga, susuzluga tahammüllüydü. Kesin konusur, kimseden çekinmezdi. Zevk ve sefâdan uzakti. Türkçe, Yunanca ve Sirpçayi çok iyi konusurdu.Her gün bir müddet okurdu. Roma târihi, baska devletler târihi, Laerce, Tite-Live, Herodot, Quinte-Curce, Papalarin, Alman Imparatorlari ile Fransa ve Lombardiya krallarinin vak’alari okudugu târihler arasindaydi.
Alman müstesrik Franz Babinger, Mehmed-IIder Eroberer und seine Zeit Weltenstürmer einer Zeitenwende adli eserinde söyle yazmaktadir:
“Türk dünyâsi için Fâtih günümüze kadar, bütün imparatorlarin en büyügü olup, beser târihinde baska her hangi bir sahsin kendisiyle mukâyese edilmesi zordur. O Türk milletine, bütün târihinin en harîkulâde ve en yaklasilmasi gayr-i kâbil sâhsiyet olarak takdim edilmistir. Bati âleminin mukadderâti, Fâtih Sultan Mehmed’in görünmesiyle sarîh bir sekilde isâretlenmistir.Kudretli sahsiyeti, büyük Avrupa sâhalarinin dis görünüsünü derinden degistirmistir.Ortaçagdan çikarken insanlari ve dünyâyi görüs tarzinda, Fâtih’in sahsiyeti, zekâlari tesir altinda birakmistir.”
Diger bir Italyan târihçi Langusto, Istanbul’un fethinden sonra söyle yazmistir:
“Sultan Mehmed, ince yüzlü, ortadan fazla uzun boylu, silâhlar kusanmis, asil tavirli, çok az gülen, devamli ögrenmek ihtirâsi ile yanan, cömert ve iyi kalpli, gâyelerine ulasmakta inatçi bir hükümdârdi. En çok harp sanatina merakliydi.Her seyi ögrenmek isteyen zekî bir arastirmaciydi.Sefâhat düskünlügü olmayip, kötü âdetleri yoktu.Harem dâiresinde çok az vakit geçirirdi. Nefsine hâkim ve uyanikti. Her sarta tahammül gösterebilirdi ve bir cihân devleti pesindeydi.”..
Bu açıklamaları yapanlar yabancılar..onlar bile eleştiriken bizim kadar acımasız değiller.. ya biz hangi,kimlerin tarih kitablarından okuduklarımızla yargılıyoruz O güzel kumandanı..
Ya da neden yaptığını, yaptıklarının sebeb sonuç ilişkilerini değerlendirmeden, sorgulamadan, araştırmadan,akletmeden böyle yazılar yazıyoruz..
Fatih Sultan Mehmed'in hayatını,dehasını,cesaretini, anlayabilmek bile zannımca deha gerektirir.. Onu anlayabilmek öyle her yiğidin harcı değildir! ..
yaşam
27.05.2009 - 13:38Her şey iç içe yaşam içinde. Kötü varsa ancak iyinin olduğunun farkına varıyoruz. Güzellik çirkinin varlığına borçlu makamını nasıl ki zengin fakire borçluysa servetini. Mutluluk ise hüzne borçlu mahiyetini. Tezatsız dengelenemiyoruz dünyada! Siyah yoksa beyaz yok. Kötü yoksa iyi yok.Hüzün yoksa mutluluk da öyle..
Yaşayabilmek gerek her şeye rağmen, yaşata bilmek için. Hüznü de yaşamak gerek, mutluluğun kıymetini daha iyi bilebilmek için Var olmak gerek her şeye rağmen, var kılmak için. Barışık olmak gerek, en başta küskünlüğe mani olmak için..
necip fazıl kısakürek
25.05.2009 - 19:33Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre...
Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet...
İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet...
Üçüncüsü bir asır... Allahın, Kur'ân'ında 'belhüm adal-hayvandan aşağı' dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret...
Ya dördüncüsü? .... Son yarım asır! .. İşgâl ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedî helâke mahkûmiyet... İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören... Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi...
Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilâkı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik...
Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün 'dikey'leri 'yatay' hale getirecek bir çığlık kopararak 'mukaddes emaneti ne yaptınız? ' diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik...
Halka değil, Hakka inanan; meclisinin duvarında 'Hakimiyet Hakkındır' düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik...
Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, demagog politikacısı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi, mümin zindanı mâbedi, temeli yıkık ailesi, hâsılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik...
Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara 'siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi! ' diyecek ve gerçek müslümanlığın 'nasıl'ını ve 'ne idüğü'nü her haliyle gösterecek bir gençlik...
Tek cümleyle, Allahın, kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezayı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak, ve O'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak tanımayacak ve O'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir gençlik...
İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum. Şekillenmesi, billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbaz kodomanların viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerimden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allaha hamd etme makamındayım.
Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil! Allahın selâmı üzerine olsun...
Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! ...
Necip Fazıl Kısakürek
necip fazıl kısakürek
25.05.2009 - 17:09Necip Fazıl Kısakürek üstadın vasiyeti..
“...Nasıl, nerede ve ne şekilde öleceğimi Allah bilir. En büyük korkularımdan biri, nice müellifin başına geldiği gibi, ölümümden sonraki tahriflerdir.
Beni, ayrıca hususi vasiyetimde gösterdiğim gibi, İslami usullerin en incelerine riayetle gömünüz!
Cenazeme çiçek ve bando muzika gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle bir zahmete girişmeyeceği malum. Fakat bu hususta bir muziplik zuhur edecek olursa, ne yapılmak gerektiği de beni sevenlerce malum... Çiçekler çamura ve bando yüzgeri koğuşuna...
Cenazemde, namazıma durmayacaklardan hiç kimseyi istemiyorum! Nede, kim olursa olsun, kadın... Ve bilhassa, ölü simsarı cinsinden imam! (üstadın bu sözü bana Türkan Saylanın cenazesindeki amin efektini kullanan şakşakçı imamı hatırlattı ne hikmetse :) ..)
Ve 'bid'at' belirtici hiçbirşey! ...
Başucumda ne nutuk, ne şamata, ne medh, ne şu, ne bu... Sadece Fatiha ve Kur'an...
Mezarımda ilahi ve ulvi isim ve sıfatlardan ve benim beşeri ve süfli isim ve sıfatlarımdan hiçbir iz bulunmayacak... Mevlid de istemem! Onu, uhrevi rüşvet vasıtası yapanlara bırakınız! Sadece Kur'an...
Allah’ı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını! ...
Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!
Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından bir takım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız! ”...
Brezilya dizileri
21.05.2009 - 14:44Brezilya dizilerini seyretmeye ne hacet var efendim..
Antolojiyi takip edin yeter.. :)
Aşklar, ihanetler,kıskançlıklar, kaprisler velhasıl ne ararsanız var..
Zengin kız,fakir oğlan, hasta kız, hekim oğlan, fakir kıza aşık zengin oğlan, o zengin oğlana aşık kültürlü,zengin ve kıskanç kız ve hatta fakir kıza aşkını itiraf edemeyen ama onu içten içe seven ve hatta koruyan kişilerin olduğu konu bakımından muhtelif dizilerde mevcuttur Antolojide.. :)
Üstelik bunlar kurguda değil tamamen gerçek...
Seyrediyoruz eğleniyoruz efendim.. :)
Devam ilen..
Arkası yarın ilen..
Elif
01.05.2009 - 17:47Elif, hiçliğin ve boşluğun bir görünüm olarak belirmesinin ikinci adımı.
Elif, başka harflerle bitişmiyor. Bir yani. Tek. Yalnızlığın selvi boylu imgesi. Tek ü tenhalığın, kimsesizliğin.
Sayıları saymayı biz ondan öğreniyoruz. İlk adım nokta. Elif noktadan yapılıyor. Üst üste yedi nokta bir elif ediyor. Nokta hem başlangıç hem son. Başla sonun bitişmesi yalnızlığın bir fobi olmaktan çıkması.
Hareke kabul etmeyen harf meçhul kalırmış. Elif harekelenmeyip meçhul kalmayan tek harftir, elif, harfler âleminde yalnızlığın görünümüdür.
otizm
26.04.2009 - 23:42OTİZM (Kendine dönük)
Aslında otizm şizofrenik hastaların dış dünyayla olan ilişkilerini zamanla kaybetmelerini (içine kapanma) anlatmak için kullanılan ve yetişkin psikiyatrisi jargonundan alınma bir terimdir.
Bu günkü anlamı ile algılanan otizm terimi ilk kez Amerika’lı psikiyatrist Leo Kanner tarafından 1943 yılında tanımlandı ve Kanner 11 çocukta gördüğü yaygın davranış bozukluklarını tanımlayarak bu tabloya “erken çocukluk otizmi” adını verdi.
Otizme neden olan sebeblerin başında genetik faktörler gelsede son dönemlerde yapılan çalışmalarda otizme beslenmenin, civa içeren gıdaların ve bebeklik çağında yapılan civalı, thimerosal içeren aşıların neden olduğuda söylenmektedir..
Her ne kadar tedavisinin olmadığını söyleyenler olsada Yüce Rabbim hiç bir derdi dermansız, hastalığıda şifasız yaratmamıştır..
şu an ne dinliyorum
24.04.2009 - 00:13Kalbimde arama eski yerini,
Sen gözümden akan sele karıştın,
İstesemde artık sevemem seni,
Hasret rüzgarına yele karıştın..
namaz
22.04.2009 - 15:00Kıyamet gelmeden kıyam et! !
akraba evliliği
22.04.2009 - 14:31Eğer göçmenseniz akraba evliliği gibi bir durum sözkonusu dahi olamaz..
Hatta mübala ile :)) evleneceğiniz erkeğin yada kızın yedi mahalle ötesinden olması lazımdır..yoksa mümkinatı yoktur.. :))
dua etmek
22.04.2009 - 14:09Duâ, çağırmak, seslenmek, istemek, davet etmek,yardım talep etmek demektir.
Ayrıca duâ, “küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya olan talep ve niyaz” demektir.
“Allah’ın yüceliği karşısında kulun, aczini itiraf etmesi, sevgi ve tazim duyguları içinde lütuf ve yardım dilemesi” demektir..
Duâ Allah ile kulun hafiyyen ruhsal konuşmasıdır..
Duâ Allah ile kendine inanan kul arasında ki diyalogtur..
evlilik
22.04.2009 - 13:46Evliliğin ilk haftasında:
Damat: Ah! Nihayet Rüya Gerçek Oluyor! !
Gelin: Senden Ayrılmamı İster Misin?
Damat: Hayır! Bu Lafı Bir Daha Asla Söyleme!
Gelin: Sen.. Bana Aşıkmısın?
Damat: Taaaabiki.
Gelin: Beni Terketmeyi Düşünür Müsün?
Damat: Tabiki Hayır.
Gelin: Peki Bana Bir Öpücük Verir Misin?
Damat: Evet Hem Yüzüne Hem Gözüne.
Gelin: Peki Bana Bir Gün Vuracakmısın?
Damat: Asla! Ben O Tür Erkeklerden Değilim.
Gelin: Sana Güvenebilir Miyim?
Damat: Evet.
Gelin: AŞKIM.
EVLILIGIN YEDINCI SENESINDE:
Lütfen YUKARIDAKI Konuşmayı Aşağıdan Yukarıya
Doğru Okuyunuz Bu Kez! ! ! !
acı ama gerçek cümleler :))
namaz
22.04.2009 - 13:28Ey kul! etme dünya nazı, kıl namazını,
sonra kılarız diyenin, dün kıldık namazını...
hasret
17.04.2009 - 18:26Ey Sabâ Sultânuma zâr u perîşân diyesin
Gül yüzünsüz işi bülbül gibi efgân diyesin..
dilenci
14.04.2009 - 23:22Bir dilenciyim,
senden aşkı dilenen,
her fırsatta hor görülüp, belki gülüp alay edilen..
Bir dilenciyim,
geleceğini bilmeyen,
senden ne para, nede pul, nede acımanı bekleyen...
Bir dilenciyim,
Her gün seni kaderimden dileyen..
BEYAZ GÜVERCİN
14.04.2009 - 22:47neden darıldın? neydi? unuttum,
çok zaman oldu belki çocuktum,
boşver her neyse hata kimdeyse,
gel ikimize yeni hayaller kurdum..
anlamadınmı? beni yar anlamadınmı?
unutulmaz ne varsa unutmadınmı?
sana ellerimden bir beyaz güvercin
gönderdim anlamını kavramadınmı?
aşk
11.04.2009 - 13:35Aşkı taşıyan her kalbin muhkem olduğunu zannediyordum oysa.
Meğer aşk, indiği kalbi ihya ediyordu ya, ihya edemezse yok ediyordu.
Kazasız belasız kurtulmanın imkânı yoktu...
Nazan Bekiroğlu
Toplam 424 mesaj bulundu