T£k Bir Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antoloji ...

  • ramazan

    01.08.2011 - 00:27

    Karagöz seyri değil, gözyaşı dökme ayı; 'Bilinmez'i bilirler, bilseler ağlamayı...
    N.F.K.

  • ramazan ayı

    01.08.2011 - 00:23

    Geldiyse Ramazan,
    ve razıysa bizden,
    işte o zaman,
    gerçekten Ramazan!
    Yoksa gel zaman git zaman,
    ......sonra bir gün biter bu zaman.
    İşte o zaman, sonsuz açlık ve susuzluk…
    Şimdi Ramazan…
    Ya gerçek, ya hayal…

  • şu an ne dinliyorum

    27.07.2011 - 15:52

    Merak ediyorum ne yapıyorsun benden sonraki hayatında?
    O alaycı gözlerin eğlenerek bakacak mı başkasına? aklın bendeyken hala
    Merak ediyorum rastlaşacakmıyız günün birinde her hangi bir yerde?
    O çağlayan ruhun sakin tavırlar ardına gizlenecekmi yine....
    Yıllar geçtikçe sıradanmı olacaksın?
    Yoksa yenilmeyip zamana sevdiğim gibi mi kalacaksın?
    Merak ediyorum...

    Candan Erçetin..

  • alıntı kitap cümleleri

    27.07.2011 - 15:33

    Arıyorum...
    Arıyorum içimdeki uzağı,
    Uzaktaki yakını,
    Yakınımdaki aşkı,
    İçimdeki içimi arıyorum ey Aşk..!

    İçimde aradığım yakın sensin..
    Aradığım sen
    Sendeki beni, bendeki seni,
    Ne sende, ne bende,
    Hem sende hem bende olanı arıyorum..!
    Aşkın Gözyaşları-Tebrizli Şems/ SİNAN YAĞMUR

  • tavsiye

    16.06.2010 - 23:42

    Mevla'ya has olmayan gönül, Leyla'ya paspas olur.
    Önce Mevla için, secdelere gömül..
    sonrası....
    Şad olacaktır inan, aşk ile gönül!

  • aşk

    16.06.2010 - 01:35

    Ey gönül! ..
    AŞK nedir diye mi soruyorlar...?
    De ki:kim ki bu soruyu sorar,demek ki anlamaz;
    Kim ki anlar, zaten bu soruyu sormaz...

  • Gönül

    16.06.2010 - 01:28

    Gönül!
    Şimdi sorarım sana, hangi aşk daha büyüktür..?
    Anlatılarak DİLE DÜŞEN Mİ? ..
    Anlatılmayıp YÜREKDEN DEŞEN Mİ? ? ?

  • dünya

    13.06.2010 - 01:05

    Aslı denîdir dünyanın zatında yoktur elif,
    Terkibine gel bak ânun şol ya vü nûnü dâli-ne...

  • temenni

    08.03.2010 - 20:34

    Allahım! sana Meryemin temizliği ile gelmek istiyorum..Günahlarla kirlenmeme izin verme..Sana Yusufun gömleği ile geliyorum! .beni düştüğüm ümidsizlik kuyusundan çıkarmanı diliyorum..İsmailin tevekkülü ile boynumu büküyorum. Beni ve soyumu sana kul olarak yaşat! ..Sana MUHAMMED MUSTAFA'nın kulluğu ile geliyorum beni Mirac'a çıkarmanı bütün sıkıntılarımı gidermeni diliyorum...

  • şu an ne dinliyorum

    03.03.2010 - 00:25

    Ne olur geri dön gitmemiş gibi..
    Melihat Gülses..

  • elde var hüzün

    21.09.2009 - 00:27

    Bu ne aşktır Yarabbim! öldürdü beni,
    Ne kendisi güldü ne de güldürdü beni,
    Dertlerim dermansızdır yaram çok derin,
    Ermişim zirvesine ben bitmez kederim,
    Çaresizim oyunu bu bana kaderin...

    Kıraç'ın yorumuyla mükemmel...

  • aşk

    13.09.2009 - 22:36

    Aşk odur ki;

    Hallac’ta Ene’l Hakk, Nesimî’de Leyse fî cübbeti illa’llah, Yûnus’ta 'Ete kemiğe büründüm/ Yûnus diye göründüm' diye söze dökülüp asırların kalbine mühür gibi vurulur...
    Aşk nedir diye sorulsa 'Ben ol da bil' der Mevlânâ. Gâlib ise isminin zıddına, çoktan mağlup olmuştur aşkın oduna...

    Aşkın bahsine ne kalem yeter ne de kelam; aşka dair ne yazılmış ne söylenmişse sade ve sadece girizgâh beyanındadır.

    Âşık-maşuk-aşk üçgeninde payına âşık-ı sadıklık düşen bir kalemin noktasından çoğalıyor bu yazı. Yirmi birinci yüzyılın hissiyatına uyum sağlayamayan bir insanın nazarından kabarıyor bu yazı. Bu yazı ki baştan aşağı âh ve tepeden tırnağa aşk… Oysa aşkın ancak adı kaldı…

    Şimdi Aşk bir masaldır artık...

    Eskilerin canıyla beslediği aşk, kitap sayfası; eskilerin kanıyla beslediği aşk, mürekkep damlası olup raflara kaldırılmıştır. Gökten üç elma yerine üç harf düşer:

    A

    Ş

    K
    Ve aşk… Çürüyen elmalardan da öte ayaklar altına, kurtlar sofrasına ve et pazarına düşer.. Aşk, günübirlik sevdaların kana bulanmış ellerinden, leke bulaşmış dillerinden bunalır da Yûsuf gibi kuyulara, zindanlara düşer...

  • anladım

    13.09.2009 - 21:47

    Ve Anladım her gönül tek/bir sevgiliye dönüktür aslında.....
    Lakin kıblesi yanlıştır.. Bulduğunu sandığı şey gerçekte aradığı değildir…
    Kimisi bir gül yüzlü güzele meftun,kimisi bir ceylan bakışlıya mecnun, kimiside bir ince sızıya vurgundur... bazısı dünyaya kanmış,bazısı mala-mülke aldanmıştır..
    Oysa....
    Her biri bir SEVGiLi tarafından sınanmıştır...

  • İnnellahe Ma'assabirin

    13.09.2009 - 21:26

    ALLAH sabredenlerle beraberdir...

    Sabır üç çeşittir: 1- Belaya, musibete sabır, 2- Din bilgilerini öğrenirken ve ibadetlerini yaparken sabır, 3- Günah işlememek için sabır. Belaya sabredene 300, ibadet yapmaya sabredene 600, günah işlememeye sabredene ise, 900 derece ihsan edilir..

    Şakik-i Belhi hazretleri, Sıkıntıya sabrın mükafatını bilen, sıkıntılardan kurtulmaya heves bile etmez buyuruyor...

  • Elif

    12.09.2009 - 21:56

    Elif gibi dimdik görünsem de sureta,
    Vav misali bağrıma kıvrılmış
    arzu halim...

  • İyiliği Tavsiye Edip Kötülüklerden Sakındırma

    29.08.2009 - 15:32

    El-emr-i bil-marûf, ve'n-nehy-i anil-münker..

  • Harf inkılabı

    27.08.2009 - 12:59

    Latin harflerinin gerek Türk tarihi ve gerekse Türkçe ile uzaktan yakından alakası yoktur..!

    İslam harflerine Arap damgası vuran devrimciler, yıllarca okullarda İslam harflerini Arap harfi sıfatıyla kötüleyip harf devrimi sayesinde Türk harflerinin geldiğini söylediler. Bu propagandanın yapılmasının en önemli saiki devrime millî kisvesi giydirebilmekti.

    Pek çoğumuz bu hataya düşüp kullandığımız alfabeye Türk alfabesi diyoruz.! ! !
    Halbuki Latin harflerinin gerek Türk tarihi ve gerekse Türkçe ile uzaktan yakından alakası yoktur.
    Şayet bu devrim milliyetçilik saikıyla yapılsa idi Türklerin icat ettiği ve kullandığı iptidaî Göktürk veya Uygur alfabelerinin kabul edilmesi gerekirdi. Diğer taraftan Türklerin İslam harflerine olan katkılarını düşünürsek, İslam alfabesi üzerinde devam etmenin daha millî bir hareket olacağı da aşikardır. Zira Türkler, Arapların veya Farsların bulduğu pek çok yazı çeşidini güzelleştirmiştir. Mesela talik hattı İranlılar bulmuş, fakat bunu en estetik ve en güzel tarzda Türkler yazmıştır. Diğer taraftan Türkler İslam harfleri ile pek çok yazı hattı da icat etmiştir. Mesela el yazısı olan rikayı Türkler icad etmiştir. En çok kullanılan hatlardan rika, sülüs ve nesih Araplar arasında hatt-ı Türkî namıyla bilinir olmuştur. Hüseyin Cahid Yalçın, Ahmed Emin Yalman, Falih Rıfkı Atay gibi inkılapçılarının pek çoğu bile ömürleri boyunca notlarını rika tarzındaki İslam harfleri ile almışlardır. Çünkü İslam harfleri ile daha pratik ve hızlı not tutulabilir. Devrimcilerin aldatmacasına inanarak harf inkılabı sayesinde Arap kültüründen kurtulduğunu sananlar hakikatte 1000 yıllık Türk kültüründen koptuklarının bilmem farkında mıdırlar?

    Harf inkılabını savunanlarının bir diğer söylemi de, bu inkılap sayesinde Türklerin batı alemi ile daha kolay ilişki kuracağı ve bu devrim sayesinde batı aleminin teknolojik ilerlemesinden uzak kalınmayacağıdır. Bu iddiayı çürütecek en önemli örnek Japonya ve Çin örneğidir. Bu ülkeler çok iptidaî olan ve öğrenilmesi çok zor olan kendi alfabelerini muhafaza etmişlerdir. Buna mukabil teknolojik ilerleme açısından batı ülkelerinin fevkindedirler.

    İslam harflerinin Latin harflerinden üstün olduğu apaçık bir gerçektir. İslam harflerinde kavisler hakimdir. İslam harfleri ile yazan insanlar, gerek bedenen ve gerekse zihnen yorulmaz. İslam harfleri zihni inkişaf ettirir. Hafızaya yüklenmez. Bu yüzden dinlendirici bir mahiyeti vardır. Zira II. Abdülhamid devlet işlerinde yorulduğu zaman hüsnü hat ile meşgul olurdu. Bir insan hüsnü hat ile ne kadar uğraşırsa uğraşsın yorulmaz. Yeknesak (tek düze) uğraşlar hafızayı yorduğu gibi göz için de tembelliğe sebep olurken bu durum İslam harflerinde görülmez. Onun kavisli ve insan ruhunu okşayan harfleri göz sağlığı için gereklidir.
    Nitekim 1950’li yıllarda İstanbul’da bir Rum göz doktoru muayenehanesine “Gözlükten kurtulmak isteyen hüsnü hat ile meşgul olsun” yazılı bir levha asmıştır...
    Gerçekten küçük yaşlardan itibaren Kur’ân-ı Kerim okuyan dedelerimize-ninelerimize baktığımızda, onlarda göz bozukluklarına pek rastlanmadığını müşahede ederiz. Diğer taraftan İslam harfleri sağdan sola yazıldığı için insanı yormaz ve daha hızlı yazı yazmaya imkan sağlar.

    İslam harflerinin Latin harflerinden üstün bir diğer yönü de sanat yönüdür. Dünya yazıları içinde sanat ve estetik boyutu bu derece olan ikinci bir yazı yoktur. Picasso’dan Salvador Dali’ye varıncaya kadar pek çok yabancıyı, bizim yazımız büyülemiştir. Latin harflerinin sanat boyutunun olmamasından başka bir de Türkçe’mizin fonetiğini (telaffuzunu) karşılamada bazı eksiklikleri mevcuttur.

    Harf devriminden 76 yıl geçmesine rağmen ne Türkçe’nin fonetik ihtiyaçları karşılanabilmiş ne de bir imla birliği sağlanabilmiştir. Her tarafta bir kargaşa vardır. Herkesin kendine has bir imlası vardır. Türk Dil Kurumu bile bastığı imla kılavuzunda her sene pek çok değişiklikler yapmakta, bugün koyduğu imla kaidesini yarın kendisi kaldırmaktadır. Harf inkılabından daha vahimi öztürkçecilik adıyla başlatılan ve hâlâ devam eden akımdır. Bize mâl olmuş binlerce kelimenin yok Arapça yok Farsça’dır diye lisanımızdan atılması müthiş bir lisan fakirliği getirmiştir. İslam harflerini yaşatmak bizim için millî bir vazifedir. Zira 1000 yıllık kültürümüzle irtibat kurabilmemiz ancak İslam harflerini öğrenmekle mümkün olabilecektir. Üniversitelerde bilim adamlarımızın ömrü hamallıkla geçmektedir. Derya gibi geniş olan Osmanlıca eserlerimizle genç nesilleri buluşturmak isteyen ilim adamlarımız, bir taraftan İslam harfleri ile yazılmış eserleri Latin harfleri ile neşrederken diğer taraftan da sadeleştirme işlemi ile uğraşmaktadırlar. Devrimci zihniyetin dili sürekli bozması sebebiyle de neşredilen bir eser için, aradan daha 40-50 sene geçmeden tekrar sadeleştirilme ihtiyacı doğmaktadır. Böylece eski birikimlerin üzerine yeni bir şeyler koyma durumunda olması gereken, yeni bir şeyler üretmesi beklenen pek çok bilim adamımız vaktini çevirilerle harcamaktadırlar.
    Alıntı..

  • Elif

    25.08.2009 - 00:12

    Yazdım…
    Elif dedim ilkin.. Mürekkebim bir damladan başlayıp uzarken sayfanın koynunda, ben bir Elif sevdâsı nakşettim sayfalara… Sayfanın koynu şerha şerha… Sayfa baştan sona âh ü figân, tepeden tırnağa kan revân… Elif’le başladım bu aşkı anlatmaya… Elif dibâcedir, Elif mukaddim… Elif ilktir, Elif kadîm… Elif’tir hep ilk adım…

    BE gibi, sırrımı noktaya sakladım…
    Kulağa üflenen bir sır gibi esrârın tam ucundayım. Âlemin sırrını kalbinde saklayan Kurân’a, Kurân’ın kalbi Fatiha’ya, Fâtiha’nın kalbi besmeleye, besmelenin kalbi Be’ye ve Be’nin altındaki kara mürekkebe sevdâlıyım…Bir aşk Elifbâsı çarpar sol yanımda... Ben gelişi Elif’ten belli bir yüreğin sadâsıyım...

  • Harf inkılabı

    24.08.2009 - 13:17

    “Harf” deyip geçmemek lâzım… Her harf önemli olmasaydı, Hz. Âli Efendimiz, “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” der miydi?

    Bizim bin yıllık alfabemizin tüm harfleri 1 Kasım 1928'de değişti. Buna “Harf İnkılâbı” deniyor.
    Bu “inkılâp” bir Türkiye’de olmuştur, bir de Sovyet esaretindeki Türk devletlerinde…
    Onun dışında, Lenin ve Mao gibi, son derece sert darbelerle iktidara gelen ihtilâlcılar dâhil, hiçbir ülkenin yöneticisi alfabeyi değiştirmemiş, alfabeye dayalı olarak gelişen kültürel birikimlerini yok etmeyi göze almamıştır.
    Çünkü alfabe değiştirmek, yüzyıllar boyu oluşan sanatsal ve kültürel dinamikleri yerle bir etmek, ayrıca da kültürel birikimi gelecek nesillere taşımaktan vazgeçmek demektir.
    Böyle bir teşebbüsün sonucu ise kimlik bunalımıdır. Kütüphaneler türbeye dönüşür. Gazete, dergi ve kitap satışları yıllar boyu toparlanamaz. Sanatsal faaliyetler ilgi görmez.
    Çünkü alfabe, bir milletin bireysel ve toplumsal karakteristiğinin dışa vurumudur.
    Yani, harfler ve kelimeler, toplumun karakteristik öğeleridir. Bunlar aynı zamanda müzikle, resimle, mimari ile ve edebiyatla harmanlanmıştır.
    Örneğin, Kiril Alfabesi’nin dili, mimarisi, resmi, müziği, dansı, edebiyatı, estetiği kendine uygundur... Latin Alfabesi’nin, Japon Alfabesi’nin de öyle…
    Kimilerinin “Arap alfabesi”, kimilerinin “Kur’an hattı”, kimilerinin de “Eskimez yazı” dedikleri yazı türü ise bizde farklılaşmış, “bize uygun” hale gelmiştir...
    Aynı yazı, Arapların elinde “küfi”leşip köşelenirken, (sivri ve köşeli yazı türü aynı tür bir karakteri yansıtır) Osmanlı insanının elinde yuvarlaklaşıp “sülüs”e dönüşmüş, böylece Osmanlı’nın Araplara nispetle daha sabırlı, daha sevecen, daha uzlaşmacı ve dayanışmacı (birbirine bağlı harfler gibi) karakterini yansıtmış, en az “bizim kadar bizden” olmuştur.
    Osmanlı mimarisi de aynı karakteristiğe uygun olarak şekillenmiştir...
    Kubbe kültürü, toplumun yazıya yansıyan karakterine ek olarak bir korumacılığı (muhtaçları himaye gibi) da aksettirir...
    Gerçekten Osmanlı idraki “fitre”, “zekât” ve “sadaka” gibi yardımlarla ulaştığı fukarayı minnet altına sokmamak için “vakıf”laşmış, bizatihi devlet büyük bir hayır kuruma dönüşmüş, hükümdarlar ve diğer yöneticiler bu büyük hayır kurumunun “hizmetlileri” olmuştur. (Başta padişah olmak üzere, üst düzey yöneticiler vakit buldukça fukaraya yemek dağıtılan mekânlara gidip bizzat bu hizmeti kendileri görürlerdi) .
    Hani kardeşiniz sağanak yağmur altında ıslanırken şemsiyenizi onunla da paylaşınca huzur bulursunuz ya, işte bunun gibi, Osmanlı insanı da kendisi gibi inananlar başta olmak üzere, tüm insanları “insanlık ekseni”nde kendine kardeş sayan bir hayat görüşü çerçevesinde, şemsiyesini, muhtaçları hayatın sağanaklarından koruyacak şekilde açmış, imkânlarını diğer kardeşleriyle de paylaşmıştır.
    İşte bu “şemsiye harekâtı” kubbeye dönüştü ve kubbeler mabetlerde taçlaştı.
    Bu mantık, İslâm Dini’nin “Hayat muavenettir (yardımlaşmadır) ” şeklindeki özünden türemiş bir mantıktır.
    “Osmanlı” ise, bu mantığı “hayat düzeni” haline getiren beceri ile sadakatin adıdır.
    Itri’nin bestesi (özellikle de tekbir) , Süleymaniye’nin kubbesine, ikisi birden sülüs yazısına, üçü birden Âkif’in’in “Süleymaniye Kürsüsü”ne (edebiyata) , dördü birden ecdadın ebrusuna, oradan minyatüre (minyatürde perspektif yok diyenler, uzağı da yakın gören yüreklerin perspektifini kavrayamayanlardır) , beşi birden mehter müziğine ve hepsi birden Kur’an’ın insanı merkez alıp hayatı onun etrafında örgüleyen estetik anlayışına ne kadar da yakışıyor.
    Tanzimat öncesinden başlayarak gelen Batılılaşma süreci içinde, tümün bir parçası olan geleneksel alfabemizden vazgeçmekle, (bu işi önce Enver Paşa başlatmış, orduya Latin alfabesi kullanılmasını emretmiş, ancak Birinci Dünya Savaşı bu teşebbüsünün önünü kesmişti) sadece birkaç harften vazgeçmedik, böyle bir bütünlüğü bozduk... Ya da böyle bir bütünlükten koptuk!
    O günden bu yana savruluyor oluşumuzda bu kopuşun rolünü görmezden gelmek imkânsız. Gördüğünüz gibi, alfabe değiştirmek basit bir olay değil! ..
    Çünkü alfabe olmayınca müzik olmuyor, edebiyat olmuyor, san’at olmuyor, mimari olmuyor; dilimizin bile zenginliğini koruyamıyor, kendimizi 300 kelime ile konuşmaya mahküm hale getiriyoruz.
    Güya “Osmanlı Alfabesi” ile okuyup yazmak çok zordu. “Yeni Türk Alfabesi” (Selçuklularla birlikte yaklaşık bin yıldan beri kullandığımız alfabeye ısrarla “Arap Alfabesi” diyenlerin daha dün denebilecek bir tarihte aldığımız “Latin Alfabesi”ne inatla “Türk Alfabesi” demelerindeki garipliği anlamakta zorlandığımı itiraf edeyim) bu zorluğu ortadan kaldıracaktı.
    Kaldırdı, gördük…
    75 milyonluk Türkiye’de satılan gazetelerle dergilerin ve kitapların toplamı ortada…
    Öteden beri “Latin Alfabesi” kullanan bir Fransıza yılda 25 kitap düşerken, 25 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına bir kitap düşüyor.
    Buna göre biz hâlâ okuma-yazma öğrenememiş bir milletiz. Acaba bu sessiz direnişin özünde alfabe değişikliğinin rolü ne kadardır?

    Yavuz Bahadıroğlu

  • zaman

    24.08.2009 - 13:05

    Vel-asr...
    Zamana yemin olsun ki..!
    Sen ey Zamana maruz kalan insan..!
    Zaman senin şahidindir unutma...

  • II. Abdulhamid

    22.08.2009 - 00:24

    Tarihler adını andığı zaman,
    Sana hak verecek hey Koca Sultan,
    Bizdik utanmadan iftira atan,
    Asrın en siyasî Padişahına...

    Rıza Tevfik

  • II. Abdulhamid

    22.08.2009 - 00:12

    Dünyanın son hükümdarı, son evrensel imparatoru II. Abdülhamid Han'dır...
    İlber Ortaylı

    Dünyâda 100 gram akıl varsa, bunun 90 gramı Abdülhamîd Han'da, 5 gramı bende, kalan 5 gramı da diğer dünyâ siyâsîlerindedir.' Prens Bismark

    Padişahım gelmemişken yada biz,
    İşte geldik senden istimdada biz,
    Öldürürler başlasak feryada biz,
    Hasret olduk eski istibdada biz
    Süleyman Nazif

  • temenni

    12.08.2009 - 22:14

    Yıkanlar hâtırı nâ-şâdımı yâ Rab şâd olsun,
    benim için nâ-murâd olsun diyenler ber-murâd olsun...

  • ah

    12.08.2009 - 22:07

    Derdim nice bir sînede pinhân ederim ben,
    Bir âh ile bu âlemi vîrân ederim ben...

Toplam 424 mesaj bulundu