bilmek, ucb denen hoca'nın tuzak sorularla doldurduğu sınav kağıdıdır. iç dünyanın giriftliğini faş eder, bu his. aynadaki aksin aksi gibi çoğalır.. 'ucb'u yendim diyen, kibrin zirvesine çıkmıştır bile...
yeni şeyler öğrenip bilgi genişledikçe, 'biliyorum' demek zorlaşır. artık bilginin nerede başlayıp nerede bittiği belli değildir. bazen de öylesine açıktır ki her şey.. sanki tüm varlık aynıdır, sanki tüm bilgi deryası bir katreden öte değildir...
bana sorulursa eğer
ki ben genel olarak sorulara cevap vermiyorum
ama işte sorulursa ve ısrar ederse eğer güzel saçlı bir bayan
ki ben genel olarak bayanların saçlarına bakamıyorum
eh yine de sorulursa, üstelik cevap da bekliyorsa gayet öpülmemiş bir çift göz
git derim!
isyan edemiyorsan bari git
ki ben genel olarak isyan edemiyorum...
Küçüklüğümde tanımıştım ipekböceğini. Dut ağacının yapraklarından toplayıp getirir, yemelerini seyrederdik. İpekböcekleri, zamanı geldiğinde çalı tabir edilen küçük dallar veya bir araya getirilmiş ot parçalarına çıkarlar, kozalarını örerlerdi. O yaşlarda sadece pazara kadar gelişlerini bilirdim. Ötesi hakkında herhangi bir bilgim yoktu.
Sonradan öğrendik ki, o kudret mucizesi elsiz küçük böcekçikler, insanlar tarafından kıymet atfedilen ipeği alınabilmek için kazana atılırlarmış. Bazıları ise, kozayı deler, kelebek olurmuş...
***
Bir zaman bir bilge kozada bir delik görür; fakat küçük bir delik. İçindeki kelebek olmuş ipekböceği çıkmak için büyük gayret gösteriyormuş. Şefkati tahrik etmiş, deliği büyütmüş. İsteği ona yardım etmekmiş. Kelebek kozadan kolay çıkmış, fakat fazla yaşamamış, ölmüş. Bu durum bilgeyi hüzünlendirmekle beraber, merakını da çekmiş. Meğer o böceğin hayatının sağlıklı devam edebilmesi, o dar delikten geçmekteymiş.
***
Bedîüzzaman Said Nursi Hazretleri (ra) . Hayatının ilk yarısı kozaya girmek, ikinci yarısı ise kozadan çıkmaya adanmıştı adeta. Kaderin takdir ettiği bir süreci yaşıyordu. Bir cihetten baksanız ipek örüyor, diğer cihetten baksanız kendini kazana hazırlıyordu.
Ne var ki o zat kozasını delmiş, o dar deliklerden geçmiş, kıymetini takdir etmekten aciz olduğumuz değerleri bizlere hediye edip huzur-u Rahmana gitmiştir.
***
Yarım asır geçti âhirete gideli Üstadım. Kazanların kaynadığı, kar kışın savrulduğu zamanlardı onun sergüzeşt-i hayatının aynası olan zaman-ı dünya. Çile, cefa, sıkıntı, ölüm, dehşet, kan kol geziyordu sokaklarında asrın. Sanki bütün dünya başına çökmüştü. Herkesin sığdığı dünya sanki onunla fazlalaşmıştı. Herkesin bir yer tuttuğu şu fani dünyada, hapishaneler, dağlar ve gurbetler onun adına yazılmıştı...
renkler konuşabiliyor olsalardı en çok şeyi kırmızı anlatırdı” diye geçirdi aklından... “bir de aşkı anlatır derler” diye mırıldandı yere düşen kırmızı damlaya bakarak; “bana yalnızlıktan bahsediyor gibi geldi...'
susturmak için en güzel kelimedir. bazen neyse den bazı durumlarla farklılık arz eder.
anlatmak istemediğiniz, cevabın işe yaramayacagını düşündüğünüz anlarda,unutmak istediğiniz şeyler sorulduğunda kaçmak için güzel bir yoldur...
büyülü sözcük, istek. yani, ruhun bedene verdiği o anlaşılmaz - kendi kendine olan komut. varolma bilincinin, insan ruhuna zerkettiği gerçek tılsım. ruhun beyinle olan alışveriş trafiği. istek, en güzel ve gerçek manadaki tek adımdır. ama hiç ses çıkarmaz. görünebilir adımların atılmasını sağlayan kaynaktır aynı zamanda. istek olmazsa adım da yoktur, adım da yoktur.
zamanla çatıştırıldığında her zaman yenilmeye mahkum ruh hali. çünkü insan doğası çizgileri öğrenmeye meyillidir. er ya da geç sonuçlara ulaşmak ister.
bazen dış etkenler aceleye sebep olur; bazen bir acele karar bütün hayatı etkiler. mutsuz yarınlar doğurur.
ama mutsuzluk da bir parçasıdır hayatın, sadece kabullenip başka mutlulukları aramak gereklidir, aklın hep o kararda kalsa da.
herşey gelir geçer, aslolan yazıdır. bir derin sızıdır hep, elinden kalemin alındığında gelip içine oturan. günün renklerini not aldığın kağıtların yandığında, yırtıldığında, ıslandığında, kaybolduğunda, o hiç affetmedğin tembellik gelip seni bulduğunda, vazgecemediğin ve kendinde olup da reklamını yapamadığın tek şeydir yazı; yalnızlıktır...
merhemmiş zaman, öyle derlermiş yaşanmış hikayelerde. masallarda ise hiç yer yokmuş zamanlara, çünkü merheme gerek duyacak yaralar hiç açılmazmış, iyiler hep kazanır, kötüler cezalarını bulur, sevenler kavuşur ve sonsuza kadar mutlu yaşarlarmış. gökten elmalar düşer, kerevetlere çıkar da yermişiz o elmaları.. oysa zamanın içine girildiği ve üstelik ilaç olarak görüldüğü bu diyarlarda ne bir kerevet var üzerine kurulmalık, ne de elmaların tadı.. bir trenin camından, uzakta görünenlerde kalmış o kutlu resim. bu kompartımanda ayaktayız biz, şaşkınız hala, ayakta duramayacak gibi olduğumuzda birbirimize tutunuyoruz çaresizce.. onların hep yanımızda kalarak bizi ayakta tutabileceğine inanıyoruz sonra aynı saflıkla, çocuklukla.. fakat gidiyorlar, biz düşüyoruz ve zaman uzatıyor yukarıdan mekanik çubuk kollarını, kaldırıyor bizi ayağa yeniden yavaşça..merhem diyorlar adına işte bizi kaldıran bu akrebe, yelkovana..
çoğu zaman uykuyla yazık edilen zaman dilimi. karanlık çöktüğünde, yaşadığınız yerin tüm kirlilikleri göz önünden çekildiğinde, sessizliğin hakimiyetinde ve konsantrasyonun derinliklerindesinizdir artık. yaptığınız herşeyden, içtiğiniz sigaradan bile daha büyük keyif alırsınız aslında. çoğu zaman düşündürür beni keşke günlük işlerimizi yaptığımız 'gündüz'den ve geceden başka bir zaman dilimi daha olsa da uykuyu orada hallediversek; gece bize kalsa...
eğer ki kült kelimesinin tanımını brian molko'nun bir zamanlar sarf ettiği 'başlarda hiç de populer olacağımızı beklemiyorduk, kült bir grup olarak kalacağımızı zannediyordum' mealine gelen sözleri sayesinde yaparsak, kısıtlı bir hayran kitlesine sahip filmler olarak niteleyebilirz...
susmalarınızın en çok olduğu ama aslında en çok konuştuğunuz anlarda kendilerini yaşama hakkını kullanan tüm yakınlarınıza karşı hissettiğiniz, istediğinizdir. kızmaz kızamazsınız, haklıdırlar, haklarıdır ama sizin içiniz onlardan çok farklıdır ve anlaşılmayı beklemek, ne için olursa olsun beklemek yanlıştır. ve önünüzde yine en doğrusu hiçbir kelam etmeden ve yine sessizce kaçmaktır....
sözcüklere dökülemeyen ön düşünce. ne düşündüğünüzü tam olarak bilemediğiniz anlarda ortaya çıkar, ancak bir ikilem söz konusu değildir. 'içimden bir ses diyor ki' sesi değildir bu...
şiir
14.03.2010 - 12:40çarıklarını kapıda çıkarıp
odaya giren köylü gibi
düşünceyi eşikte bırakıp
yalınayak basmak
ipek halısına sözün
s.r
bilmek
13.03.2010 - 21:18bilmek, ucb denen hoca'nın tuzak sorularla doldurduğu sınav kağıdıdır. iç dünyanın giriftliğini faş eder, bu his. aynadaki aksin aksi gibi çoğalır.. 'ucb'u yendim diyen, kibrin zirvesine çıkmıştır bile...
yeni şeyler öğrenip bilgi genişledikçe, 'biliyorum' demek zorlaşır. artık bilginin nerede başlayıp nerede bittiği belli değildir. bazen de öylesine açıktır ki her şey.. sanki tüm varlık aynıdır, sanki tüm bilgi deryası bir katreden öte değildir...
isyan
11.03.2010 - 21:47bana sorulursa eğer
ki ben genel olarak sorulara cevap vermiyorum
ama işte sorulursa ve ısrar ederse eğer güzel saçlı bir bayan
ki ben genel olarak bayanların saçlarına bakamıyorum
eh yine de sorulursa, üstelik cevap da bekliyorsa gayet öpülmemiş bir çift göz
git derim!
isyan edemiyorsan bari git
ki ben genel olarak isyan edemiyorum...
elimde değil
11.03.2010 - 00:24'gözlerinden sızan karanlıklar
umurumda değil
ne şimdi
ne sonra
ne boşluklar
umrumda değil
dizime başını düşür uyu
korkular içimden aksın gitsin
geceler uzun geceler boyu
ben yorgun sen güzelsin'
...
bediüzzaman said nursi
07.03.2010 - 19:52Küçüklüğümde tanımıştım ipekböceğini. Dut ağacının yapraklarından toplayıp getirir, yemelerini seyrederdik. İpekböcekleri, zamanı geldiğinde çalı tabir edilen küçük dallar veya bir araya getirilmiş ot parçalarına çıkarlar, kozalarını örerlerdi. O yaşlarda sadece pazara kadar gelişlerini bilirdim. Ötesi hakkında herhangi bir bilgim yoktu.
Sonradan öğrendik ki, o kudret mucizesi elsiz küçük böcekçikler, insanlar tarafından kıymet atfedilen ipeği alınabilmek için kazana atılırlarmış. Bazıları ise, kozayı deler, kelebek olurmuş...
***
Bir zaman bir bilge kozada bir delik görür; fakat küçük bir delik. İçindeki kelebek olmuş ipekböceği çıkmak için büyük gayret gösteriyormuş. Şefkati tahrik etmiş, deliği büyütmüş. İsteği ona yardım etmekmiş. Kelebek kozadan kolay çıkmış, fakat fazla yaşamamış, ölmüş. Bu durum bilgeyi hüzünlendirmekle beraber, merakını da çekmiş. Meğer o böceğin hayatının sağlıklı devam edebilmesi, o dar delikten geçmekteymiş.
***
Bedîüzzaman Said Nursi Hazretleri (ra) . Hayatının ilk yarısı kozaya girmek, ikinci yarısı ise kozadan çıkmaya adanmıştı adeta. Kaderin takdir ettiği bir süreci yaşıyordu. Bir cihetten baksanız ipek örüyor, diğer cihetten baksanız kendini kazana hazırlıyordu.
Ne var ki o zat kozasını delmiş, o dar deliklerden geçmiş, kıymetini takdir etmekten aciz olduğumuz değerleri bizlere hediye edip huzur-u Rahmana gitmiştir.
***
Yarım asır geçti âhirete gideli Üstadım. Kazanların kaynadığı, kar kışın savrulduğu zamanlardı onun sergüzeşt-i hayatının aynası olan zaman-ı dünya. Çile, cefa, sıkıntı, ölüm, dehşet, kan kol geziyordu sokaklarında asrın. Sanki bütün dünya başına çökmüştü. Herkesin sığdığı dünya sanki onunla fazlalaşmıştı. Herkesin bir yer tuttuğu şu fani dünyada, hapishaneler, dağlar ve gurbetler onun adına yazılmıştı...
unutmak
06.03.2010 - 22:31unutmak için
son bir kez hatırlamak
yaşananları bir bir getirip de gözün önüne
her bir anıyla tek tek vedalaşmak
bir papatyanın yapraklarını ayrı ayrı öpüp
birer birer rüzgara bırakmak
son bir kez hatırlanmayanlar
bir hayalet gibi bir yerlerde gezip duruyorlar
altbilincin dehlizlerinde inatçı çığlıklar
'ah unutuş, kapat artık pencereni
çoktan derinliğine çekmiş
kırmızı
06.03.2010 - 20:47renkler konuşabiliyor olsalardı en çok şeyi kırmızı anlatırdı” diye geçirdi aklından... “bir de aşkı anlatır derler” diye mırıldandı yere düşen kırmızı damlaya bakarak; “bana yalnızlıktan bahsediyor gibi geldi...'
boşver
06.03.2010 - 20:43susturmak için en güzel kelimedir. bazen neyse den bazı durumlarla farklılık arz eder.
anlatmak istemediğiniz, cevabın işe yaramayacagını düşündüğünüz anlarda,unutmak istediğiniz şeyler sorulduğunda kaçmak için güzel bir yoldur...
adım
05.03.2010 - 20:56büyülü sözcük, istek. yani, ruhun bedene verdiği o anlaşılmaz - kendi kendine olan komut. varolma bilincinin, insan ruhuna zerkettiği gerçek tılsım. ruhun beyinle olan alışveriş trafiği. istek, en güzel ve gerçek manadaki tek adımdır. ama hiç ses çıkarmaz. görünebilir adımların atılmasını sağlayan kaynaktır aynı zamanda. istek olmazsa adım da yoktur, adım da yoktur.
yoksun
05.03.2010 - 20:51boşlukta yankılanan bir ses...
karşısına dikilip 'yoksun' diyebileceğiniz kadar bile olmayışı yok olanın...
Belirsizlik
05.03.2010 - 20:48zamanla çatıştırıldığında her zaman yenilmeye mahkum ruh hali. çünkü insan doğası çizgileri öğrenmeye meyillidir. er ya da geç sonuçlara ulaşmak ister.
bazen dış etkenler aceleye sebep olur; bazen bir acele karar bütün hayatı etkiler. mutsuz yarınlar doğurur.
ama mutsuzluk da bir parçasıdır hayatın, sadece kabullenip başka mutlulukları aramak gereklidir, aklın hep o kararda kalsa da.
yarın
05.03.2010 - 20:43'hassas ruhlar terazisi'nde yarın,
hesaptır. günah olandır. şeytanın yaşadığı zamandır...
yazı
05.03.2010 - 20:41herşey gelir geçer, aslolan yazıdır. bir derin sızıdır hep, elinden kalemin alındığında gelip içine oturan. günün renklerini not aldığın kağıtların yandığında, yırtıldığında, ıslandığında, kaybolduğunda, o hiç affetmedğin tembellik gelip seni bulduğunda, vazgecemediğin ve kendinde olup da reklamını yapamadığın tek şeydir yazı; yalnızlıktır...
zaman
05.03.2010 - 13:54merhemmiş zaman, öyle derlermiş yaşanmış hikayelerde. masallarda ise hiç yer yokmuş zamanlara, çünkü merheme gerek duyacak yaralar hiç açılmazmış, iyiler hep kazanır, kötüler cezalarını bulur, sevenler kavuşur ve sonsuza kadar mutlu yaşarlarmış. gökten elmalar düşer, kerevetlere çıkar da yermişiz o elmaları.. oysa zamanın içine girildiği ve üstelik ilaç olarak görüldüğü bu diyarlarda ne bir kerevet var üzerine kurulmalık, ne de elmaların tadı.. bir trenin camından, uzakta görünenlerde kalmış o kutlu resim. bu kompartımanda ayaktayız biz, şaşkınız hala, ayakta duramayacak gibi olduğumuzda birbirimize tutunuyoruz çaresizce.. onların hep yanımızda kalarak bizi ayakta tutabileceğine inanıyoruz sonra aynı saflıkla, çocuklukla.. fakat gidiyorlar, biz düşüyoruz ve zaman uzatıyor yukarıdan mekanik çubuk kollarını, kaldırıyor bizi ayağa yeniden yavaşça..merhem diyorlar adına işte bizi kaldıran bu akrebe, yelkovana..
yaşamak
03.03.2010 - 22:19ben anları hep böyle yaşıyorum işte,hep seninle,pervasızca yaşıyorum...
iki ucu açık mavi kalemle yazıyorum...
gece
03.03.2010 - 22:05çoğu zaman uykuyla yazık edilen zaman dilimi. karanlık çöktüğünde, yaşadığınız yerin tüm kirlilikleri göz önünden çekildiğinde, sessizliğin hakimiyetinde ve konsantrasyonun derinliklerindesinizdir artık. yaptığınız herşeyden, içtiğiniz sigaradan bile daha büyük keyif alırsınız aslında. çoğu zaman düşündürür beni keşke günlük işlerimizi yaptığımız 'gündüz'den ve geceden başka bir zaman dilimi daha olsa da uykuyu orada hallediversek; gece bize kalsa...
hüzün
03.03.2010 - 22:00tanıdık kalsak da solgun hikayelerden,
ölüm buraya kadar olsun mu?
beklemek
03.03.2010 - 21:51utandırıcılığı öbür insanlardan değildi.
karşılaştırmadan değildi.
birdenbire kendi boşluğundandı.
gelip geçen avutuculuğundandı.
beklemesi vardı...
teslimiyet
03.03.2010 - 14:11mükemmel akışa güvendir.
ölüm korkusu ve dahi korku ve egonun veda edişidir.
öze giden yolda ışıktır.
uzak
03.03.2010 - 13:56umudun rengini solduran kelime.
ağrı
03.03.2010 - 12:36geceyi sever.
kült film
03.03.2010 - 12:31eğer ki kült kelimesinin tanımını brian molko'nun bir zamanlar sarf ettiği 'başlarda hiç de populer olacağımızı beklemiyorduk, kült bir grup olarak kalacağımızı zannediyordum' mealine gelen sözleri sayesinde yaparsak, kısıtlı bir hayran kitlesine sahip filmler olarak niteleyebilirz...
kaçmak
03.03.2010 - 12:03susmalarınızın en çok olduğu ama aslında en çok konuştuğunuz anlarda kendilerini yaşama hakkını kullanan tüm yakınlarınıza karşı hissettiğiniz, istediğinizdir. kızmaz kızamazsınız, haklıdırlar, haklarıdır ama sizin içiniz onlardan çok farklıdır ve anlaşılmayı beklemek, ne için olursa olsun beklemek yanlıştır. ve önünüzde yine en doğrusu hiçbir kelam etmeden ve yine sessizce kaçmaktır....
iç ses
03.03.2010 - 11:58sözcüklere dökülemeyen ön düşünce. ne düşündüğünüzü tam olarak bilemediğiniz anlarda ortaya çıkar, ancak bir ikilem söz konusu değildir. 'içimden bir ses diyor ki' sesi değildir bu...
Toplam 1002 mesaj bulundu