bulutlu, kapali bir havada, aksamin bir vakti yalniz basiniza sokakta yürürken söylenmesi gereken misralar.
kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
in cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
vazgeçilmez olandır. bittiğini sandığın an aynı nakaratı dinleyeceğini bilsen de sevinçle karşılamaktır gelen şarkıyı ve her notasında farklı ritmle farklı bir 'sen' bulmaktır. hiç bitmemektir.
en karanlık anda parlayan bir küçük kıvılcım.
o kıvılcıma inanırsa insan hayatını aydınlatır,
inanmazsa umudunun sonuna bir küçük ek yapar umutsuzluk içinde kıvranır.
tepende bir gökyüzünün olduğunu hatırlamaktır umut. karanın tezatı vardır nede olsa ve cok sistemlidir gündüzle gece. ve güneş doğmaktadır nede olsa bazen istemesende. ve her müzige uygun bir insan sesi vardır. kan damarlarla dolaşımına devam eder ve acıkırsın birgun ölüm oruçlarında. bilemezsin olacakları ölüm sonrasında bile. umut değişimi kabul etmektir. değişmeyen tek şey değişimdir
uyanıkken görüleni uyuyorken görülenden kat be kat daha acıtıcı, korkutucu, yorucu olan,her sabah uyanıldığında tüh be gene kabus değil, gerçekmiş dedirten.
olumlu yönde değişim sürecindeki bir insanın kabusları ve karabasanları artar. bu noktadan bakılınca her kabus bir müjdedir. zihinde bilinçsiz düzeydeki ustalaşmış problematiğin çözülme aşamasındaki ilk sinyaller... atılan ağırlıkların yere düşerken ses çıkarması gibi. dirençle yüzlesme.
görmek,dokunmak,koklamak,duymak; duyularımızın dünyasın da yaşıyoruz! nereye gitsek aynı türdeki varlıkları görüyoruz.her türün bir aslı olduğunu düşündük mü? biz kopyalarla yaşıyoruz ve bizde birer kopyayız! insan kopyası* ve en büyük zehir bu kopyanın bir parçası olmakdan kurtulamamakdır insalık için, kurtulanlar ise bu zehri yayabilecek kadar zehirlidir yaşama karşı.
iflası, demiştik, imlasız bir telaffuza sahip oluşuydu. hala akıldadır; birgün yarım aralanmış ağzından birkaç müstesna sözcük işitildi. oysa bunların hepsi de, çalıp çalabilecekleri neyi varsa alıp kaçtılar ondan - ilkinin gölgesi bir ihanet -. yuvalarından onları uğratansa bir başkasıydı; yeni bir gramerle zırhlarını süsleyen, oklarına ölümcül bir zehir çalan..bu başkası olmasaydı, kim acıktıklarında doyana kadar eziyetle besleyecekti onları, kim susadıklarında yeni bir damarını sunacaktı onlar için? ama belki gene kendisiydi bu başkası, ve sırrına eremediği bir ayna geçiriyordu ara vermeksizin üzerinden.
umalım ki tesellisi olsun bundan böyle, yansıladığı görüntü; o kah dağılıp kah birleştiği yerde yalnızca susarak değil ama susuşunu, gürültü ve patırtı ile yeniden kurgulayarak olgunlaştırsın kendini. değil mi ki hala silinmemiştir sırtındaki izler, onlar yara değil, pas izleridir ancak.
karanlık ve gün arası perdenin iğne deliklerinden ruhum geçti, bedenim bir ortaçağ müziğine ilham veriyor olmalı. kuşlar yüzyıllar önce de tepemdeydi, tepem yüzyıllar önce de atık. bastığım yine çamurdu, sıçrarken öfkesi yine kabarık. ben geldim yine. isyanımı gizli mimari mesajlardan saygısızca yontup, çıplak bıraktığım tarihi tekrar giydirmeye.
hep burada ama hiçlik yokmu. mesafelerin uzamında kaybediyor kendini nesirlerim, nasırlarım, naşirlerim... ruveyda'ya şiirler biriktiriyorum; gülüşün pembe yazlarında kullanmak için. doğum günlerinin alaca sevinçlerinde: hem yaşam var avcumuzda hem de bak solup gidiyor gençlik rüzgarının nefesi.
bugün hem orada hem de ortadayız suların. buna mecra diyoruz.
Gündelik sevinçlerim yenilince gündelik kederlerime, vazgeçtim en genç deminde sevinmekten, hüzünden.
”Renksizliğe alışmak kolay olmasa gerek” dedi bir dost. Gözlerinde ağladım, ıslanmadı yanakları. “Benim yatırımlarım hep sedasız kaldı” dedim, anlamadı.
Sevgiyi ararken nice akranım, ben istifa dilekçemi imzalıyordum. “İşsizlikten zordur sevgisizlik” dedi dostum. Feryat ettim yüreğinden, duyamadı... “Taşıyıcı olmak yeğdir” dedim, anlamadı...
Yalnızlık adında bir ev satın aldım. “tabut mu sandın onu, çık içinden” dedi dostum. Sarıl diye yalvardı gözlerim o an, saramadı bir türlü, soğumuş yüreğimi... “Vefası bu kadar büyük olan bırakılmıyor, bırakmıyor” dedim, anlamadı...
Yitik bir kahve ikram ettim. Acısı yüzünü burktu. Bir Yahudi çikolatası verdi. Acısı yüreğimi burktu. O içtikçe midesi yanıyordu... Ben yedikçe yüreğim..
bir trenle geçiyorsun karlı hayat yollarının ortasından.bir yandan kırık kalpli bir güneş vuruyor yüzüne,bir yandan ayak basmaya hazırlanıyorsun inatçı karlara.
zaman geçiyor sonra.iniyorsun aşağıya,gerçekler meydanına.kimi zaman karanlıklarda yürüyorsun,kimi zaman ümitten mumlar yakıp kalakalıyorsun olduğun yerde.
bazen çığlık çığlığa sessizliklere dalıyorsun,bazense üzerine düşen tanelere aldırış etmeden bastırıyorsun her şeyi kendi sesinle,bir ağıt yakıyorsun bağıra çağıra...bir merdivende,bir kapı aralığında ya da bir balkon kenarında.
rüyalardan çıkıp gelmiş o armağan gölde adım sayıyorsun sonra şarkı biterken.her zerresiyle hayatı dillendiren bir film bitiyor sanki en güzel yerinde.
hüznü de seviyorsun o zaman,neşeyi de.özlemeyi de seviyorsun,başını bir omza koyup ağlamayı da,gülmeyi de.
güzel bir insanın gözlüğünden çıkıp güzel bir insanın gözlerine kaçamaklar yapmış bu kamerayı her anışında,insanı seviyorsun yani.
deşarj olmak için çıkılan yolda labirentlerin en çıkılmazına dalabileceğiniz eylem. eğer içinizde birden fazla yabancı taşıyorsanız ve bu yabancılar bir birleriyle devamlı it dalaşına giriyorlarsa ilk satırla ikinci satır arası bir ışık yılı uzaklıkta olacaktır. bir de platonik anlamla düşünürsek yazma bir doğurma eylemidir. asıl korkutucu olan yazdığınızın sizden ayrı bir mevcudiyeti olması sizin yazının bir aynası olmanız veya yazının sizin aynanız olması. kuvve haldeki yazı fiile geçtiği zaman artık o sizden ayrı bir vücuda sahiptir hiç düşünmediğiniz yerlere bile gidebilir.
yazmak..
yolun düşer illaki,
ne kadar yırtsan da eski yazdıklarını..
ne kadar gülsen de bakıp bakıp,
kalemle kağıt arasına bir büyü sıkışmış,
içine düşmüş..
sende yazar durursun işte..
yazarsın çünkü dilindekileri kulaklara anlatmanın bir yolu yok,
beyninden geçenleri hissettirmenin bir yolu yok,
o yüzden yazarsın.
kelimelerin oynaşır beyaz kağıtta, için titrer,
tıpkı seni anladığını sandığın bir çift parlak göze hızlı hızlı içini dökmek gibi,
kelimelerle yapabileceklerini görürsün,
diline gelse de söyleyemeceklerini bir çırpıda söyleyiverirsin..
işte budur siyah uçlu kalemimle, beyaz sayfalarımın dansı
düzenli bir şekilde yazmanın azim, aşk gerektirdiği defter. aksi takdirde büyük heveslerle başlanır ancak bir süre sonra günlük olayların arasında kaybolup gider bu günlükler. bir günlüğün içeriği ne olmalıdır sorusunun cevabı tabi ki yazan şahsın seçimine bağlı olarak değişir ama bence dış dünyayı anlatmaktansa iç dünyayı anlatmak daha yararlıdır. eğer kendinizi dinlemeye niyetiniz ve cesaretiniz varsa, günlük gerçekten çok faydalı olup, görmediğiniz göremediğiniz veya görmek istemediğiniz bir çok şeyi farketmenize yardımcı olabilir
hayat suya yazi yazmaya benziyor aslinda. an yasaniyor ve geciyor, ayni nehirde iki kere yikanamiyor, yasadiklarimizi sonradan, yasadigimiz anda hissettiklerimizle hatirlayamiyoruz. iste gunluk bu derdi biraz olsun cozmemize, hayatlarimizin nasil da katman katman oldugunu sonradan gormemize yarayan kisisel bir kayit tutma aracidir. faydalidir, zihin acar, insanin kendisiyle barismasini kolaylastirir
bir acıyı taşıyabilme gücü. acıyı yüklenme, acıya dayanma; kayıp sonrası yasa yaslanma.*
hayatı yasaları belirlenmiş, çözülmüş bir örüntü olarak görmemek; sonranın sonsuz imkanına tortulaşmış bir üslup yerine yumuşak bir bakış, ılık bir gülümseme ile hamledebilmek için gerekli hamle.
hayat böyle tasvir edilmiyordu sanki önceden. sanki hep güzel birşeyler olma ihtimali vardı. ben bilmiyordum onca yaşanmışlığın iki dakika içinde anlatılabileceğini sanan ve uman insanlara hesap vermek durumunda kalacağımı, aptal kişilik envantelerinde evet hayır emin değilimlerle değerlendirileceğimi, insan ilişkilerimin cvye doldurduğum abuk subuk aktivitelerle ölçüleceğini.
küçük olduğumuz zamanlardan bahsediyorum. hani küçüktük biz, güzeldik. konuşuyorduk, birbirmizin gözünün içine 'öyle gerektiği' için ya da 'kendine güvenli gözükmek' için değil 'öyle istediğimiz' 'nefes alma biçimimiz' öyle olduğu için bakıyorduk......
her şeyde olduğu gibi yüklenilen anlamla farklılaşan kavram. bulmak bazen hayat olur. zay' edilmiş şeye yeniden rastlanıldığında geri kazanılanlar muhtemlen zay' edilenlerden ziyadesiyle fazladır. bazen de dönüm noktası olur hayata. ortada bir zayiat yoktur. bulunuvemiştir bir tesadüf anında ve olaylar gelişmiştir bunu mütakip.
insanın peşinde olmayı sevdiği şeydir.bulduğunda ne yapacağına dair kimsenin bir fikri olmasa da ona ne kadar yaklaşırsa o kadar doyar bilinç. bu yol zordur, kanlıdır, sonunda bulamamak da vardır ama peşinde olmaktadır mesele. bu yolcuktan vazgeçenler içlerinde daha büyük boşluklar taşırlar; spontone, açıklanamayan hareketlerin öznesidir onlar.anlamlandıramazsınız onları çünkü hareketin çıkış noktasında da anlam yoktur. işte anlam peşindeki ile anlam aramayanın buluşması, anlam peşindeki için facialara gebedir. diğeri için sorun yoktur zira anlama gerek de yoktur
kişiselliğin tepe noktalarına yaklaşan, var olup olmadığını düşünmenin bile bir şekilde anlam/anlatım aramak olduğu karışıklık, paradoksların başlangıcı. bir şeye yeterince yaklaşmanın, artık onun anlamında karar kılmak olabileceği varsayılırsa; belki de sonu. gecenin bir anının bize bıraktığı, sonunda kasamızda kalanlar, hepsi birer anlam -belki- ve onları saklamakla tükenmek anlamsızlık. öznelliktir. öyle ki bu yazılanlar dumana döner başka gözler üzerinden geçerken.
üzüntülerin hammaddesi ve de. biri vardır. etrafında birileri daha.. o çemberin dışında bir kişi daha, olaya eklenmeyen. anlam katar olan bitene kendi fantastik dünyasında. dahil olmadığı halde o kişinin yaşamını izleyen biri daha vardır belki.. böyle gider bu. anlamın üzüntüye dönüştüğü nokta işte burasıdır. insana yüklenmeye çalışılan türden olanı..
anlam. yoktur.. vardır.. yoktur.. vardır.. yok... vardır. yokt.. nereye kada
kaldırımlar
03.09.2007 - 11:01bulutlu, kapali bir havada, aksamin bir vakti yalniz basiniza sokakta yürürken söylenmesi gereken misralar.
kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
in cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
umut
03.09.2007 - 10:55vazgeçilmez olandır. bittiğini sandığın an aynı nakaratı dinleyeceğini bilsen de sevinçle karşılamaktır gelen şarkıyı ve her notasında farklı ritmle farklı bir 'sen' bulmaktır. hiç bitmemektir.
umut
03.09.2007 - 10:53en karanlık anda parlayan bir küçük kıvılcım.
o kıvılcıma inanırsa insan hayatını aydınlatır,
inanmazsa umudunun sonuna bir küçük ek yapar umutsuzluk içinde kıvranır.
umut
03.09.2007 - 10:50tepende bir gökyüzünün olduğunu hatırlamaktır umut. karanın tezatı vardır nede olsa ve cok sistemlidir gündüzle gece. ve güneş doğmaktadır nede olsa bazen istemesende. ve her müzige uygun bir insan sesi vardır. kan damarlarla dolaşımına devam eder ve acıkırsın birgun ölüm oruçlarında. bilemezsin olacakları ölüm sonrasında bile. umut değişimi kabul etmektir. değişmeyen tek şey değişimdir
kabus
03.09.2007 - 10:43uyanıkken görüleni uyuyorken görülenden kat be kat daha acıtıcı, korkutucu, yorucu olan,her sabah uyanıldığında tüh be gene kabus değil, gerçekmiş dedirten.
kabus
03.09.2007 - 10:43olumlu yönde değişim sürecindeki bir insanın kabusları ve karabasanları artar. bu noktadan bakılınca her kabus bir müjdedir. zihinde bilinçsiz düzeydeki ustalaşmış problematiğin çözülme aşamasındaki ilk sinyaller... atılan ağırlıkların yere düşerken ses çıkarması gibi. dirençle yüzlesme.
zehirli
03.09.2007 - 10:38görmek,dokunmak,koklamak,duymak; duyularımızın dünyasın da yaşıyoruz! nereye gitsek aynı türdeki varlıkları görüyoruz.her türün bir aslı olduğunu düşündük mü? biz kopyalarla yaşıyoruz ve bizde birer kopyayız! insan kopyası* ve en büyük zehir bu kopyanın bir parçası olmakdan kurtulamamakdır insalık için, kurtulanlar ise bu zehri yayabilecek kadar zehirlidir yaşama karşı.
yüreğim
03.09.2007 - 10:36iflası, demiştik, imlasız bir telaffuza sahip oluşuydu. hala akıldadır; birgün yarım aralanmış ağzından birkaç müstesna sözcük işitildi. oysa bunların hepsi de, çalıp çalabilecekleri neyi varsa alıp kaçtılar ondan - ilkinin gölgesi bir ihanet -. yuvalarından onları uğratansa bir başkasıydı; yeni bir gramerle zırhlarını süsleyen, oklarına ölümcül bir zehir çalan..bu başkası olmasaydı, kim acıktıklarında doyana kadar eziyetle besleyecekti onları, kim susadıklarında yeni bir damarını sunacaktı onlar için? ama belki gene kendisiydi bu başkası, ve sırrına eremediği bir ayna geçiriyordu ara vermeksizin üzerinden.
umalım ki tesellisi olsun bundan böyle, yansıladığı görüntü; o kah dağılıp kah birleştiği yerde yalnızca susarak değil ama susuşunu, gürültü ve patırtı ile yeniden kurgulayarak olgunlaştırsın kendini. değil mi ki hala silinmemiştir sırtındaki izler, onlar yara değil, pas izleridir ancak.
mazi
03.09.2007 - 10:31karanlık ve gün arası perdenin iğne deliklerinden ruhum geçti, bedenim bir ortaçağ müziğine ilham veriyor olmalı. kuşlar yüzyıllar önce de tepemdeydi, tepem yüzyıllar önce de atık. bastığım yine çamurdu, sıçrarken öfkesi yine kabarık. ben geldim yine. isyanımı gizli mimari mesajlardan saygısızca yontup, çıplak bıraktığım tarihi tekrar giydirmeye.
Rüveyda
03.09.2007 - 10:27hep burada ama hiçlik yokmu. mesafelerin uzamında kaybediyor kendini nesirlerim, nasırlarım, naşirlerim... ruveyda'ya şiirler biriktiriyorum; gülüşün pembe yazlarında kullanmak için. doğum günlerinin alaca sevinçlerinde: hem yaşam var avcumuzda hem de bak solup gidiyor gençlik rüzgarının nefesi.
bugün hem orada hem de ortadayız suların. buna mecra diyoruz.
mecran yüzün kadar güzel aksın.
saklanmak
03.09.2007 - 10:19bazen görülmek/bulunmak istememenin yanında fark edilmemek istenmektir. kalabalığın içinde kaybolup, bukalemun olup sıradanlığa karışmaktır.
delilik
01.09.2007 - 10:52daha ağırlaşsın diye sırtıma vurduğum aba..
daha tez çökeyim dizlerimin üzerine diye bu urgan...
daha çok şey var...
sız/an..
işte bu yüzden yok gözümde iz/an...
nankörce bir inilti sesimin bana yaptığı son oyun.
delirmekten yeni vazgeçmişken
yalnızlık
01.09.2007 - 10:39Gündelik sevinçlerim yenilince gündelik kederlerime, vazgeçtim en genç deminde sevinmekten, hüzünden.
”Renksizliğe alışmak kolay olmasa gerek” dedi bir dost. Gözlerinde ağladım, ıslanmadı yanakları. “Benim yatırımlarım hep sedasız kaldı” dedim, anlamadı.
Sevgiyi ararken nice akranım, ben istifa dilekçemi imzalıyordum. “İşsizlikten zordur sevgisizlik” dedi dostum. Feryat ettim yüreğinden, duyamadı... “Taşıyıcı olmak yeğdir” dedim, anlamadı...
Yalnızlık adında bir ev satın aldım. “tabut mu sandın onu, çık içinden” dedi dostum. Sarıl diye yalvardı gözlerim o an, saramadı bir türlü, soğumuş yüreğimi... “Vefası bu kadar büyük olan bırakılmıyor, bırakmıyor” dedim, anlamadı...
Yitik bir kahve ikram ettim. Acısı yüzünü burktu. Bir Yahudi çikolatası verdi. Acısı yüreğimi burktu. O içtikçe midesi yanıyordu... Ben yedikçe yüreğim..
“Ellerine sağlık” dedi. Oysa ellerim sızlıyordu, merhemi olamadı. “Yüreğin tabip olsun” dedim, anlamadı...
Konuşamıyorduk artık. Gözleri el olmuştu, dilleri hâlâ dost. “Ben gideyim artık” dedi. Göremiyordu kimsesizliği...
”Keşke gelseydin” dedim, anlamadı…
Eskidendi Çok Eskiden...
01.09.2007 - 10:24bir trenle geçiyorsun karlı hayat yollarının ortasından.bir yandan kırık kalpli bir güneş vuruyor yüzüne,bir yandan ayak basmaya hazırlanıyorsun inatçı karlara.
zaman geçiyor sonra.iniyorsun aşağıya,gerçekler meydanına.kimi zaman karanlıklarda yürüyorsun,kimi zaman ümitten mumlar yakıp kalakalıyorsun olduğun yerde.
bazen çığlık çığlığa sessizliklere dalıyorsun,bazense üzerine düşen tanelere aldırış etmeden bastırıyorsun her şeyi kendi sesinle,bir ağıt yakıyorsun bağıra çağıra...bir merdivende,bir kapı aralığında ya da bir balkon kenarında.
rüyalardan çıkıp gelmiş o armağan gölde adım sayıyorsun sonra şarkı biterken.her zerresiyle hayatı dillendiren bir film bitiyor sanki en güzel yerinde.
hüznü de seviyorsun o zaman,neşeyi de.özlemeyi de seviyorsun,başını bir omza koyup ağlamayı da,gülmeyi de.
güzel bir insanın gözlüğünden çıkıp güzel bir insanın gözlerine kaçamaklar yapmış bu kamerayı her anışında,insanı seviyorsun yani.
yazmak
01.09.2007 - 10:16deşarj olmak için çıkılan yolda labirentlerin en çıkılmazına dalabileceğiniz eylem. eğer içinizde birden fazla yabancı taşıyorsanız ve bu yabancılar bir birleriyle devamlı it dalaşına giriyorlarsa ilk satırla ikinci satır arası bir ışık yılı uzaklıkta olacaktır. bir de platonik anlamla düşünürsek yazma bir doğurma eylemidir. asıl korkutucu olan yazdığınızın sizden ayrı bir mevcudiyeti olması sizin yazının bir aynası olmanız veya yazının sizin aynanız olması. kuvve haldeki yazı fiile geçtiği zaman artık o sizden ayrı bir vücuda sahiptir hiç düşünmediğiniz yerlere bile gidebilir.
yazmak
01.09.2007 - 10:13yazmak..
yolun düşer illaki,
ne kadar yırtsan da eski yazdıklarını..
ne kadar gülsen de bakıp bakıp,
kalemle kağıt arasına bir büyü sıkışmış,
içine düşmüş..
sende yazar durursun işte..
yazarsın çünkü dilindekileri kulaklara anlatmanın bir yolu yok,
beyninden geçenleri hissettirmenin bir yolu yok,
o yüzden yazarsın.
kelimelerin oynaşır beyaz kağıtta, için titrer,
tıpkı seni anladığını sandığın bir çift parlak göze hızlı hızlı içini dökmek gibi,
kelimelerle yapabileceklerini görürsün,
diline gelse de söyleyemeceklerini bir çırpıda söyleyiverirsin..
işte budur siyah uçlu kalemimle, beyaz sayfalarımın dansı
günlük
01.09.2007 - 10:09düzenli bir şekilde yazmanın azim, aşk gerektirdiği defter. aksi takdirde büyük heveslerle başlanır ancak bir süre sonra günlük olayların arasında kaybolup gider bu günlükler. bir günlüğün içeriği ne olmalıdır sorusunun cevabı tabi ki yazan şahsın seçimine bağlı olarak değişir ama bence dış dünyayı anlatmaktansa iç dünyayı anlatmak daha yararlıdır. eğer kendinizi dinlemeye niyetiniz ve cesaretiniz varsa, günlük gerçekten çok faydalı olup, görmediğiniz göremediğiniz veya görmek istemediğiniz bir çok şeyi farketmenize yardımcı olabilir
günlük
01.09.2007 - 10:09hayat suya yazi yazmaya benziyor aslinda. an yasaniyor ve geciyor, ayni nehirde iki kere yikanamiyor, yasadiklarimizi sonradan, yasadigimiz anda hissettiklerimizle hatirlayamiyoruz. iste gunluk bu derdi biraz olsun cozmemize, hayatlarimizin nasil da katman katman oldugunu sonradan gormemize yarayan kisisel bir kayit tutma aracidir. faydalidir, zihin acar, insanin kendisiyle barismasini kolaylastirir
dayanmak
31.08.2007 - 13:47bir acıyı taşıyabilme gücü. acıyı yüklenme, acıya dayanma; kayıp sonrası yasa yaslanma.*
hayatı yasaları belirlenmiş, çözülmüş bir örüntü olarak görmemek; sonranın sonsuz imkanına tortulaşmış bir üslup yerine yumuşak bir bakış, ılık bir gülümseme ile hamledebilmek için gerekli hamle.
büyümek
31.08.2007 - 13:34hayat böyle tasvir edilmiyordu sanki önceden. sanki hep güzel birşeyler olma ihtimali vardı. ben bilmiyordum onca yaşanmışlığın iki dakika içinde anlatılabileceğini sanan ve uman insanlara hesap vermek durumunda kalacağımı, aptal kişilik envantelerinde evet hayır emin değilimlerle değerlendirileceğimi, insan ilişkilerimin cvye doldurduğum abuk subuk aktivitelerle ölçüleceğini.
küçük olduğumuz zamanlardan bahsediyorum. hani küçüktük biz, güzeldik. konuşuyorduk, birbirmizin gözünün içine 'öyle gerektiği' için ya da 'kendine güvenli gözükmek' için değil 'öyle istediğimiz' 'nefes alma biçimimiz' öyle olduğu için bakıyorduk......
bu büyümek de nerden çıktı...
büyümek
31.08.2007 - 13:32içindeki çocuğu koruyacak kadar güçlü olmaya uğraşırken farketmeden içindeki çocuğu kendi ellerinle öldürmendir
bulmak
31.08.2007 - 13:30her şeyde olduğu gibi yüklenilen anlamla farklılaşan kavram. bulmak bazen hayat olur. zay' edilmiş şeye yeniden rastlanıldığında geri kazanılanlar muhtemlen zay' edilenlerden ziyadesiyle fazladır. bazen de dönüm noktası olur hayata. ortada bir zayiat yoktur. bulunuvemiştir bir tesadüf anında ve olaylar gelişmiştir bunu mütakip.
anlam
31.08.2007 - 13:28insanın peşinde olmayı sevdiği şeydir.bulduğunda ne yapacağına dair kimsenin bir fikri olmasa da ona ne kadar yaklaşırsa o kadar doyar bilinç. bu yol zordur, kanlıdır, sonunda bulamamak da vardır ama peşinde olmaktadır mesele. bu yolcuktan vazgeçenler içlerinde daha büyük boşluklar taşırlar; spontone, açıklanamayan hareketlerin öznesidir onlar.anlamlandıramazsınız onları çünkü hareketin çıkış noktasında da anlam yoktur. işte anlam peşindeki ile anlam aramayanın buluşması, anlam peşindeki için facialara gebedir. diğeri için sorun yoktur zira anlama gerek de yoktur
anlam
31.08.2007 - 13:27kişiselliğin tepe noktalarına yaklaşan, var olup olmadığını düşünmenin bile bir şekilde anlam/anlatım aramak olduğu karışıklık, paradoksların başlangıcı. bir şeye yeterince yaklaşmanın, artık onun anlamında karar kılmak olabileceği varsayılırsa; belki de sonu. gecenin bir anının bize bıraktığı, sonunda kasamızda kalanlar, hepsi birer anlam -belki- ve onları saklamakla tükenmek anlamsızlık. öznelliktir. öyle ki bu yazılanlar dumana döner başka gözler üzerinden geçerken.
üzüntülerin hammaddesi ve de. biri vardır. etrafında birileri daha.. o çemberin dışında bir kişi daha, olaya eklenmeyen. anlam katar olan bitene kendi fantastik dünyasında. dahil olmadığı halde o kişinin yaşamını izleyen biri daha vardır belki.. böyle gider bu. anlamın üzüntüye dönüştüğü nokta işte burasıdır. insana yüklenmeye çalışılan türden olanı..
anlam. yoktur.. vardır.. yoktur.. vardır.. yok... vardır. yokt.. nereye kada
Toplam 1002 mesaj bulundu