ağlayan çocukları, gözlerinden yaş yerine barut akarken gördün mü hiç?
dinledin mi haykırışını, bir babanın bacağı kopan oğlu için yardım isterken?
bir annenin kuçağındaki ölü bebeğe sarılışınıda mı görmedin?
eğer hiç görmediysen bunları işitmediysen ve bilmiyorsan savaşın anlamını, sor kendine 'insan mıyım? ' diye.
çünkü bir anlam varsa savaşta o da bütün bunların anlamsızlığıdır. ölümün gerçekliği karşısında.
matlaşmaya başlayan parıltılarını sebatla sırtlarında taşıyarak, zorlana zorlana ışığın etrafını dönen pervaneler misali, gecenin kavanozuna saklanmış bulduk kendimizi; biliyorduk burada meskun hiçbir şeyin bir dili olmasına yer yoktu ve ne mutlu ki yerimiz bu yokluktu...
ben pişman olmayan bir insanım' sözünün küstahlık olmadığını gösteriyo bu 'amor fati'. pişman diilim, çünkü dış etkenlerin, başkalarının bana yaptıklarından dolayı pişman olamam. kendi seçimlerim ise, beni hayatımdakilerden ders çıkarıp, hayatımdan memnun hale getirecek seçimler. hayata baştan başlasam tabii ki birsürü şeyi farklı yapabilirdim ama eğer şu anımdan memnunsam; amor fati. diilsem, henüz under construction. en kısa zamanda tekrar amor fati. :)
söylenemeyen kelimelerin, kurulamayan cümlelerin hareketlerle sunumudur. ihtiyaçtır çoğu zaman..
kimi zaman 'özür dilerim' demek yerine kimi zaman' seni seviyorum' demek yerine kimi zaman 'özledim' demek yerine kimi zamansa 'gitme' demek yerine kullanılır.. söylemek mi daha zordur yoksa sarılmak mı bilinmez.. yaşananlarla orantılıdır muhtemelen..
tuhaf bir çekiciliği vardır şaşkınlığın. şaşırmak ister insan; hep beklenmedik bir şeylerin çıkmasını karşısına beklenmedik zamanlarda. bu sebepten hep üzgün hep kapanık durmaya meyleder başarsın ya da başaramasın.. bir şeyler çıksın karşısına onu şaşırtsın diye..
sevinçleri korku bilir bu sebepten. ya bi an olur da şaşar kalırsa diye.. insan..
eski zamanların dergahına ve dergaha kabul edilme ritüeline benzeyen eylem..
öyle ki yeri gelir nice vakte, isteğe ve defaatle teşebbüse rağmen metni-kitabı okumaya başlayamazsınız bir türlü de kapıda süklüm püklüm kabul edilmeyi beklersiniz.. yahut defalarca ilk okumasından tezli okumasına dek nicesini yaptığınız, her seferinde öncesinde yakalayamadığınız duyguları düşünceleri yakaladığınız metin-kitap karşısında öncekilerin tamamını bir kenara atacak-bırakacak vakıflığa aynı yerde erersiniz..
eşsiz bir merhem. o büyük korkunun açtığı yaraları sarmak için yazının değişmez kesinliği. pencerenin zorla kabul ettirmek istediği sürekli değişen, hayal meyal seçilebilen görüntü selinden kaçmak için, satırların küçük dönemeçlerinde gözün, güvenilir ve kestirme bir yol bulması
belki de her zaman ve herkes için okumak, sadece, dünyanın dizginlenemeden kayıp gidişi tarafından baştan çıkarılmamak ve mahvolmamak için, gözleri bir noktaya dikmekten başka bir şey değildir... ya da bilindiği gibi, karşı konulamaz, aman vermez bir isteğin dürtüsünü ertelemektir, okumak
bu akıma dahil tablolardaki objeler konturdan bağımsızdır. eserlerdeki 'hatların belirsizliği' konsepti dönemin sanat eleştirmenleri tarafından hoş karşılanmamış, eleştirmenlerin empresyonist tabloların bir 'henüz bitmemişlik' havası yansıttığını iddia etmesine sebep olmuştur. empresyonizmin ilk döneminde bu akıma bağlı ressamlar ve eserleri ciddiye alınmamış ve bu eserlere sergi imkanı 'pek' sağlanmamıştır.
işin ilginci çıktığı dönemde pek beğeneni olmayan bu akımın eserleri için günümüzde hemen her gün musee d'orsay önünde metrelerce kuyruklar olmaktadır....
mutluluğun haykırışıdır sevinç. hüzün yoktur onda, hüzünden sonra gelir belki. sevdanın sevda duyulandan yansımasıdır, bunun nidasıdır. var olması gerekendir, yaşanması gerekendir.
bazen gözyaşı döktürür, bazen güldürür insanı. çoğalır yaşadıkça, yaşattıkça. baharın gelişi kadar taze duygularla doldurur yüreği. aklı havalara uçurur. gökyüzündeki bir uçurtma kadar uzak, insanın yüreği kadar yakındır yaşatana.
yaşamak istediğimdir.
gitgide alışkanlık haline gelen şey. olağan hali korkmakla ya da tembellikle ilgilidir. öyle bir noktaya getirir ki insanı, bir süre sonra korkudan mı kaçmalıdır, kaçmaktan mı korkmalıdır bilemez kişi. öyle bir alışkanlıktır ki güzelim şeyleri mahvetmek pahasına kaçılır; güzelim şeyleri mahvetmekten kaçarken hem de. ironinin kitabını baştan yazar kaçanlar. geride bıraktıklarına üzülmezler mi hiç? aslında onlara üzülürken kendilerine üzülürler, bunu bilirler; bilirler fakat başkalarından kaçmak kendilerinden kaçmaktan çok daha kolaydır ve bu da kaçışın tembellik temelini doğrular. kaçanlar en çok kendilerinden korkar, en çok geleceğe üzülür, en çok veda konusunda başarısız, en çok yeniden başlamak konusunda başarılı olurlar. başkalarının vitrinlerinde plaketler ve madalyalar vardır, onlarınkilerde sonlandırılmış güzel başlangıçlar. bu insanlar suçlu mu hasta mıdır tartışılır, fakat mutlak bir kusursuz sorumluluk taşıdıkları gerçektir geride bıraktıkları açısından.
müziğin renklere dönüştüğü, anlamsızlığın derinlere gömüldüğü yer. tüm duygular, hatırlanan anlar, karanlık olduğunda yüzeye çıkar. en iyisi gözleri kapayıp daha da derine dalmaktır. karanlıkta gözleri açmak ise alışana kadar güvensiz bir durgunluk verir. gün boyu insanın üstüne başına bulaşmış olan gürültü, ya müziğe ya sessizliğe dönüşür. aydınlık kabul etmekse, karanlık özgür bırakılmaktır.
uyku karanlığın düşmanıdır. düzgün uyuyan insanlar karanlığı hatırlamazlar. uyandıkları zaman ile kahvaltı etmeleri arasında, gece gördükleri anlamsız rüyaları bir iki saniye akıllarından geçirip hemen unuturlar.
karanlık umursamazlıktır. gecenin bir vakti, rüzgardan sallanmakta olan bir ağacın dallarının arasından gelen soluk bir ışığın duvarda oluşturduğu gölgeleri izlemektir. karanlık, ışıksızlıkta gözleri açık tutmaktır.
aklın insan üzerindeki tahakkümünün insanı robotlaştırdığı ve kitleleri, ortalamanın sığlığının gayri meşru meşruiyetine yani gerçeğe zorladığı bir çağda, gittikçe anlamsız sayılan ve hor görülendir.
'itaat et' komutuna, gözü kapalı uyan her insan, akıllıca da olsa hissiz olan bu tahakküm altında, kendi kaderini değiştirmek adına ve özgür iradesi için kullanabileceği yegane silah olan umudu terk etmekte ve bundan ötürü, kalbi savaşta zırhsız kalmışcasına aklın ve güce tapmanın orduları tarafından esir alınmaktadır. işte böylesine bir iletişimsizlik çağında, sayıları gittikçe azalan ve iki ayaklı omurgalıdan fazlası eden canlıların sığındığı sığınaktır hissetmek. gittikçe mekanikleşen, ürettiği aklın kölesi haline gelmiş bir dünyada, kendini bu katılığın ve ruhsuzluğun dışında bulan her insanın aynı anda cefası ve marifetidir.
duyguları görünür kılmamanın öğretildiği bir hapishanede, bakmaktan fazlasını yapanların duyabildiği çığlık, insan olmanın sorumluluğu adına yüreklere bir dokunuştur. herkesin güçlü olmaya and içtiği bu nekrofili çağında, zoraki olarak değil de tercihen yalnız olmak zorunda bırakılanların birbirini aramasıdır.
Aklımda kayalar kopuyor, duvarlar yıkılıyor
Yüreğimde, kuruyan bir ırmağın yatağındaki
boşluk
Ayak izlerimi bırakmaya çalışıyorum taşların
üstünde
Kimsenin arayıp bulamayacağı bir adresim var artık.
Dostlarda çekilip gidiyorlar hayatımdan
Yürüdükleri yollarda arıyorum onları,
Sevdikleri kızların gözlerinde
Kendi sularınca boğulan bir denizim ben
Kendi taşlarınca zapt edilen bir kale
Başımı avuçlarıma alıp sıksam ne olur
Çıkarabilir miyim beynimdeki o kara suyu?
Bir çiçek tarlasına dönüştürebilir miyim
Aylardır önünde durduğum bu dipsiz uçurumu?
sana uzanamadığım gün
ellerim yok sanıyorum
senin bakışlarını yakalayamadığım gün
gözlerim yok..
o zaman bir yumruk
bütün gücüyle vuruyor
eski bir piyanonun tuşlarına
binlerce martı
kayalıklara çarparak ölüyor
ay ışığı tutkal gibi
yapışıyor pencereme
açamıyorum perdeleri
şiir yok artık
türkü dindi..
savaş
15.03.2008 - 21:25ağlayan çocukları, gözlerinden yaş yerine barut akarken gördün mü hiç?
dinledin mi haykırışını, bir babanın bacağı kopan oğlu için yardım isterken?
bir annenin kuçağındaki ölü bebeğe sarılışınıda mı görmedin?
eğer hiç görmediysen bunları işitmediysen ve bilmiyorsan savaşın anlamını, sor kendine 'insan mıyım? ' diye.
çünkü bir anlam varsa savaşta o da bütün bunların anlamsızlığıdır. ölümün gerçekliği karşısında.
neva
15.03.2008 - 21:19matlaşmaya başlayan parıltılarını sebatla sırtlarında taşıyarak, zorlana zorlana ışığın etrafını dönen pervaneler misali, gecenin kavanozuna saklanmış bulduk kendimizi; biliyorduk burada meskun hiçbir şeyin bir dili olmasına yer yoktu ve ne mutlu ki yerimiz bu yokluktu...
alışmak
05.03.2008 - 13:41alışmak hissedememektir.
ne kadar çok farkındaysanız ne yaşadığınızın,
o kadar uzağındasınızdır anın...
alışmak
05.03.2008 - 13:39ruh, zihinle savaşır..
zihin yenerse, insan alışır..
ama, ruh yener ise,
eskir.
kendi kendisini tüketmeye bu kadar hevesli olması ise ruh denilenin..
esas merak konusu zaten..
amor fati
05.03.2008 - 13:17ben pişman olmayan bir insanım' sözünün küstahlık olmadığını gösteriyo bu 'amor fati'. pişman diilim, çünkü dış etkenlerin, başkalarının bana yaptıklarından dolayı pişman olamam. kendi seçimlerim ise, beni hayatımdakilerden ders çıkarıp, hayatımdan memnun hale getirecek seçimler. hayata baştan başlasam tabii ki birsürü şeyi farklı yapabilirdim ama eğer şu anımdan memnunsam; amor fati. diilsem, henüz under construction. en kısa zamanda tekrar amor fati. :)
gölgeler
04.03.2008 - 12:58nârin bir üfleyişle
sunuldu hayat
tanzim edilmiş ne varsa
kader
suskun bir gecenin koynunda saklı
gölgeler
gölgemi
gölgeleseler...
sarılmak
04.03.2008 - 12:56bir süre sonra öznesi de sen olursun eylemin, nesnesi de...
ve sonsuz yalnızlığın başlar, kolay kolay dönüş yoktur geriye...
sarılmak
04.03.2008 - 12:54söylenemeyen kelimelerin, kurulamayan cümlelerin hareketlerle sunumudur. ihtiyaçtır çoğu zaman..
kimi zaman 'özür dilerim' demek yerine kimi zaman' seni seviyorum' demek yerine kimi zaman 'özledim' demek yerine kimi zamansa 'gitme' demek yerine kullanılır.. söylemek mi daha zordur yoksa sarılmak mı bilinmez.. yaşananlarla orantılıdır muhtemelen..
şaşırmak
04.03.2008 - 12:45tuhaf bir çekiciliği vardır şaşkınlığın. şaşırmak ister insan; hep beklenmedik bir şeylerin çıkmasını karşısına beklenmedik zamanlarda. bu sebepten hep üzgün hep kapanık durmaya meyleder başarsın ya da başaramasın.. bir şeyler çıksın karşısına onu şaşırtsın diye..
sevinçleri korku bilir bu sebepten. ya bi an olur da şaşar kalırsa diye.. insan..
okumak
04.03.2008 - 12:39eski zamanların dergahına ve dergaha kabul edilme ritüeline benzeyen eylem..
öyle ki yeri gelir nice vakte, isteğe ve defaatle teşebbüse rağmen metni-kitabı okumaya başlayamazsınız bir türlü de kapıda süklüm püklüm kabul edilmeyi beklersiniz.. yahut defalarca ilk okumasından tezli okumasına dek nicesini yaptığınız, her seferinde öncesinde yakalayamadığınız duyguları düşünceleri yakaladığınız metin-kitap karşısında öncekilerin tamamını bir kenara atacak-bırakacak vakıflığa aynı yerde erersiniz..
okumak
04.03.2008 - 12:39eşsiz bir merhem. o büyük korkunun açtığı yaraları sarmak için yazının değişmez kesinliği. pencerenin zorla kabul ettirmek istediği sürekli değişen, hayal meyal seçilebilen görüntü selinden kaçmak için, satırların küçük dönemeçlerinde gözün, güvenilir ve kestirme bir yol bulması
belki de her zaman ve herkes için okumak, sadece, dünyanın dizginlenemeden kayıp gidişi tarafından baştan çıkarılmamak ve mahvolmamak için, gözleri bir noktaya dikmekten başka bir şey değildir... ya da bilindiği gibi, karşı konulamaz, aman vermez bir isteğin dürtüsünü ertelemektir, okumak
okumak
04.03.2008 - 12:37sen demiştin okumak
ben ise yazmak derken
ben okudum ben yazdım
anladım ki yalnızdım
empresyonizm
03.03.2008 - 15:23bu akıma dahil tablolardaki objeler konturdan bağımsızdır. eserlerdeki 'hatların belirsizliği' konsepti dönemin sanat eleştirmenleri tarafından hoş karşılanmamış, eleştirmenlerin empresyonist tabloların bir 'henüz bitmemişlik' havası yansıttığını iddia etmesine sebep olmuştur. empresyonizmin ilk döneminde bu akıma bağlı ressamlar ve eserleri ciddiye alınmamış ve bu eserlere sergi imkanı 'pek' sağlanmamıştır.
işin ilginci çıktığı dönemde pek beğeneni olmayan bu akımın eserleri için günümüzde hemen her gün musee d'orsay önünde metrelerce kuyruklar olmaktadır....
nedir
01.03.2008 - 12:27bilmiyorum,emin değilim,belkide...
bilmek
01.03.2008 - 12:18bildiğin yaşadığına denk ise bilmenin getirdiği huzuru ve mutluluğu duyabilir insan. ikisi birbirine denk düşmeyince karanlıkların hükmü sürüyor hep.
sevinç
01.03.2008 - 12:14mutluluğun haykırışıdır sevinç. hüzün yoktur onda, hüzünden sonra gelir belki. sevdanın sevda duyulandan yansımasıdır, bunun nidasıdır. var olması gerekendir, yaşanması gerekendir.
bazen gözyaşı döktürür, bazen güldürür insanı. çoğalır yaşadıkça, yaşattıkça. baharın gelişi kadar taze duygularla doldurur yüreği. aklı havalara uçurur. gökyüzündeki bir uçurtma kadar uzak, insanın yüreği kadar yakındır yaşatana.
yaşamak istediğimdir.
aslında
26.02.2008 - 18:00dusundugu gibi olamayanların sarıldığı denizdeki yılan...
keşkeden bile kötüdür varlığı.
kaçmak
26.02.2008 - 17:57bir kere kaçılır(aslında) . ardından gelenler sadece ilkine eklenen mesafelerdir.
kaçmak
26.02.2008 - 17:57gitgide alışkanlık haline gelen şey. olağan hali korkmakla ya da tembellikle ilgilidir. öyle bir noktaya getirir ki insanı, bir süre sonra korkudan mı kaçmalıdır, kaçmaktan mı korkmalıdır bilemez kişi. öyle bir alışkanlıktır ki güzelim şeyleri mahvetmek pahasına kaçılır; güzelim şeyleri mahvetmekten kaçarken hem de. ironinin kitabını baştan yazar kaçanlar. geride bıraktıklarına üzülmezler mi hiç? aslında onlara üzülürken kendilerine üzülürler, bunu bilirler; bilirler fakat başkalarından kaçmak kendilerinden kaçmaktan çok daha kolaydır ve bu da kaçışın tembellik temelini doğrular. kaçanlar en çok kendilerinden korkar, en çok geleceğe üzülür, en çok veda konusunda başarısız, en çok yeniden başlamak konusunda başarılı olurlar. başkalarının vitrinlerinde plaketler ve madalyalar vardır, onlarınkilerde sonlandırılmış güzel başlangıçlar. bu insanlar suçlu mu hasta mıdır tartışılır, fakat mutlak bir kusursuz sorumluluk taşıdıkları gerçektir geride bıraktıkları açısından.
karanlık
20.02.2008 - 21:04müziğin renklere dönüştüğü, anlamsızlığın derinlere gömüldüğü yer. tüm duygular, hatırlanan anlar, karanlık olduğunda yüzeye çıkar. en iyisi gözleri kapayıp daha da derine dalmaktır. karanlıkta gözleri açmak ise alışana kadar güvensiz bir durgunluk verir. gün boyu insanın üstüne başına bulaşmış olan gürültü, ya müziğe ya sessizliğe dönüşür. aydınlık kabul etmekse, karanlık özgür bırakılmaktır.
uyku karanlığın düşmanıdır. düzgün uyuyan insanlar karanlığı hatırlamazlar. uyandıkları zaman ile kahvaltı etmeleri arasında, gece gördükleri anlamsız rüyaları bir iki saniye akıllarından geçirip hemen unuturlar.
karanlık umursamazlıktır. gecenin bir vakti, rüzgardan sallanmakta olan bir ağacın dallarının arasından gelen soluk bir ışığın duvarda oluşturduğu gölgeleri izlemektir. karanlık, ışıksızlıkta gözleri açık tutmaktır.
hissetmek
20.02.2008 - 20:34aklın insan üzerindeki tahakkümünün insanı robotlaştırdığı ve kitleleri, ortalamanın sığlığının gayri meşru meşruiyetine yani gerçeğe zorladığı bir çağda, gittikçe anlamsız sayılan ve hor görülendir.
'itaat et' komutuna, gözü kapalı uyan her insan, akıllıca da olsa hissiz olan bu tahakküm altında, kendi kaderini değiştirmek adına ve özgür iradesi için kullanabileceği yegane silah olan umudu terk etmekte ve bundan ötürü, kalbi savaşta zırhsız kalmışcasına aklın ve güce tapmanın orduları tarafından esir alınmaktadır. işte böylesine bir iletişimsizlik çağında, sayıları gittikçe azalan ve iki ayaklı omurgalıdan fazlası eden canlıların sığındığı sığınaktır hissetmek. gittikçe mekanikleşen, ürettiği aklın kölesi haline gelmiş bir dünyada, kendini bu katılığın ve ruhsuzluğun dışında bulan her insanın aynı anda cefası ve marifetidir.
duyguları görünür kılmamanın öğretildiği bir hapishanede, bakmaktan fazlasını yapanların duyabildiği çığlık, insan olmanın sorumluluğu adına yüreklere bir dokunuştur. herkesin güçlü olmaya and içtiği bu nekrofili çağında, zoraki olarak değil de tercihen yalnız olmak zorunda bırakılanların birbirini aramasıdır.
uçurum
17.02.2008 - 20:50Aklımda kayalar kopuyor, duvarlar yıkılıyor
Yüreğimde, kuruyan bir ırmağın yatağındaki
boşluk
Ayak izlerimi bırakmaya çalışıyorum taşların
üstünde
Kimsenin arayıp bulamayacağı bir adresim var artık.
Dostlarda çekilip gidiyorlar hayatımdan
Yürüdükleri yollarda arıyorum onları,
Sevdikleri kızların gözlerinde
Kendi sularınca boğulan bir denizim ben
Kendi taşlarınca zapt edilen bir kale
Başımı avuçlarıma alıp sıksam ne olur
Çıkarabilir miyim beynimdeki o kara suyu?
Bir çiçek tarlasına dönüştürebilir miyim
Aylardır önünde durduğum bu dipsiz uçurumu?
yoksun
17.02.2008 - 20:43sana uzanamadığım gün
ellerim yok sanıyorum
senin bakışlarını yakalayamadığım gün
gözlerim yok..
o zaman bir yumruk
bütün gücüyle vuruyor
eski bir piyanonun tuşlarına
binlerce martı
kayalıklara çarparak ölüyor
ay ışığı tutkal gibi
yapışıyor pencereme
açamıyorum perdeleri
şiir yok artık
türkü dindi..
yenilgi
17.02.2008 - 20:34aklın anlık durumu...
Toplam 1002 mesaj bulundu